Eğitimci
yazar. 1954 yılında Manisa’nın Demirci ilçesine bağlı İcikler köyünde doğdu. 1964
yılında ilkokulu İcikler’de bitirdi. 1969 yılında Köprübaşı ortaokuluna girdi
ve 1972 yılında burayı bitirerek aynı yıl, Salihli Endüstri Meslek lisesine
girip birinci sınıfı burada okuduktan sonra burslu olarak İzmir Çınarlı Teknik
ve Endüstri Meslek lisesine devam etti.
1977
yılında Ankara Yüksek Teknik Öğretmen Okuluna girdi.1981 yılında burayı
bitirerek Sivas Teknik ve Endüstri Meslek lisesine meslek dersleri öğretmeni
olarak atandı.
1987
yılında Balıkesir 100.Yıl Teknik ve Endüstri Meslek lisesine tayin oldu. 2017
yılında buradan emekli oldu.
Yazarın
yayınlanmış 7 adet kitabı vardır. Ayrıca çeşitli günlük, haftalık dergi, gazete
ve internet sitelerinde yayınlanmış çok sayıda makalesi vardır.
Balıkesir
Yazar ve Şairler Derneği (BAYŞAD) yönetim kurulu üyesi olan yazar, halen Ekosektör
gazetesi, Bengises gazetesi, Balıkesir Politika gazetesinde köşe yazarlığı
yapmaktadır. Evli ve üç çocuk babasıdır.
ESERLERİ:
Araştırma -
İnceleme:
İcikler'de Düğün (1999), İşkence Medeniyeti (2004), İciklername (2004), Unutulan
Antik Kent (2008), Tarihi Türk İdealleri (2012).
Masal - Hikâye: Cambaz İle Gambaz (2004),
Anı: Hac Anıları
(2015).
KAYNAKÇA:
İsmail Sarıçay / Türkiye Nereye Kol Uzatsa Kesiliyor (Politika gazetesi, 27
Ekim 2015), İsmail Sarıçay (Bilgi teyidi, 25.05.2019).
Cihan hâkimiyeti Türk’ün yol
haritası
Gelecek yüzyılların can sigortası
İstersen Ay yıldızlı Cihan’ı idare
Nesilleri eğitmektir bundan sonrası
İdealler yıldızlar gibidir ışıtır yolunu
Görevi güçlü kılmaktır sağını solunu
Güneşin doğduğu yerden battığı yere
İmanla çalışanın Mevla uzatır kolunu
Hayaldir diye yüce ideallerini terk etme
Sahip olan ataların Cihan'da hep seçme
Unutma hedef; gök çadır güneş bayrak
Sonra bulamazsın arzda su içecek çeşme
Güneş ışınlarının yayıldığı her yer
Oğuz Kağan atamız böyle der
Türk’ün Cihan'ı adaletle yönetmesini
Engelleyemez birlik olsa bütün şer
Yeryüzünde kartallar gibi gece gündüz uçun
Gelecek yüz yılları unutmandır senin suçun
Anadolu’yu ebedi vatan yapan Alparslan
Söyler torunlarına ideallerimize sahip çıkın
Osman Gazi almıştır dersini Edebali’den
İ’lay-ı Kelimetullah’tır kendine arz edilen
Gece gündüz hıfz ettiği kutsal mesajda
Ulaşmaktır hakkın rızasına atfedilen
Dünya tek devlet İstanbul merkez
Söylemiştir Fatih duymuştur herkes
Sadıktır Oğuz nesli ata düsturuna
Ortaçağ’ı, Bizans’ı etmiştir derdest
Dünya iki hakana dardır yetmez
Bunu Yavuzdan başkası söylemez
Hedef büyük yol uzun olunca
Elbet Yavuzlar ilelebet beklemez
Üç kıta yedi deniz hâkimliği kendindedir
İki satır yazıyla Krallar emrindedir
Sayar denizleri, karaları, memleketleri
Kanuni’dir söyleyen Cihan-ı Âlem farkındadır
Nizam-ı Âlem yer küreye düzen vermektir
Bütün insanlığı hak adaletle yönetmektir
Hedef Hakkın kutlu mesajını
Evrene huzur güven içinde iletmektir
Ayakta tutan tarihi mazisidir bir milleti
Beklesin terk etmişse gelecekte her illeti
Yitirmişse Kızılelma’yı Cihan'a yürüyüşü
Seyreyle sen o zaman çekeceği zilleti
Sarıçay doğru söyler sözüne
kulak ver
Ati, geleyim göster bana yüce ideal der
Yoksa kutlu Cihan-ı Âlem hayallerinde
Akıbetini bekler, kara yağız yer
15 Ekim 2012
Eksik olmazdı hayır dua
dilinden
Geçmezdi zerre kötülük
kalbinden
Bürünürdü sırtımız dua
zırhına
Bilirdik dua kalemiz
annemden
Sığınağımızdı hayır duası
Olurdu evimiz huzur adası
Hissederdik manevi
desteğini
Bilirdik dua kalemizdi
annem
Cuma akşamları hep yapardı
hayır
Hayır için dinlemezdi
yokuş bayır
Yaslanırdık huzur dolu
gölgesine
Bilirdik dua kalemizdi
annem
Dilinden düşmezdi
yavrularım
Torunlarına seslenirdi
kuzularım
Açardı güller nur yüzünde
Mutlu ederdi dua kalesi
annem
Büyük küçük demez
anlatırdı Allah’ı
Dilinden düşürmezdi
Resülullah’ı
Geçirmez kılardı vakit
namazını
Kazaya bırakmazdı dua
kalesi annem
Yitirdik dua kalemizi yedi
ocakta
Kaldık anasız kıyıda
bucakta
Dualarıyla açardı yolumuzu
Bilirdik dua kalemizdi
annem
Rahmetinle donat annemi ya
Rab
Resullerine cennetinde
komşu yap
Kırmazdı gönül, almazdı ah
Bilirdik dua kalemizdi
annem
2013
GEZDİM İCİKLER SİDAS’I
Gezdim gördüm İcikler’i Sidas’ı
Yaşamış Osmanlı Bizans Lidya’sı
Geçmiş medeniyetin yatar hası
Bekler kâşifi, gün yüzüne çıksın
Sidas’ın ayakta stadyum kal’ası
Saklı, tarihin metal ilk parası
İlgi duyulmamış Lidya sonrası
Bekler kâşifi, gün yüzüne çıksın
Muhteşem, Sidas mezarlar anıtlar
Üretilmiş taş bakır tunç sanatlar
Kaybolmuş sanat eseri kanıtlar
Bekler kâşifi, gün yüzüne çıksın
Nal tepesinde saklı altın beşik
Sütunlar dik girişte kale eşik
Kral binası çarşısı delik deşik
Bekler kâşifi, gün yüzüne çıksın
Kuzeyde durur Ağin mağarası
Altta döşeme mermer toprak arası
Güreş yeri gösteri arenası
Bekler kâşifi, gün yüzüne çıksın
Tekne taşları olmuş Kral mezarı
Yanına gömülmüş eşi kızları
Konmuş şişeyle akan gözyaşları
Bekler kâşifi, gün yüzüne çıksın
Ayakta direnir yaşlı sütunlar
Toprağın koynuna saklanmış onlar
Tarihe ilme ışık tutar bunlar
Bekler kâşifi, gün yüzüne çıksın
Kırk direklidir yeraltı çarşısı
Yanda Nal tepesi Ağin karşısı
Bulunur mangırların Kral
başlısı
Bekler kâşifi, gün yüzüne çıksın
Akar tam ortasından kızıl pınar
Toprak altında hazineler yatar
Sarayı görenin yüreği yanar
Bekler kâşifi, gün yüzüne çıksın
Gider gizli geçit Sidas Kofur’lu
Krezüs tatil yapar yanında oğlu
Taş döşelidir tarihi Kral yolu
Bekler kâşifi, gün yüzüne çıksın
25.12.2018
Hayat
hayat dediğimiz
Ezanla
namaz arasıdır.
Doğar
okunur ezanımız
Ölür
kılınır namazımız
Hayatın
başı sonu belli
Ha
olmuş otuz, ha yüz elli
Doğar
açarız gözümüzü
Ölür
kaparız özümüzü
23.06.2016
TÜRKİYE NEREYE KOL UZATSA KESİLİYOR
İsmail SARIÇAY
Türkiye batının ve ABD’nin
kontrolünden çıkmaya çalıştıkça başına akla hayale gelmeyen çoraplar örülüyor
ya da örülmeye çalışılıyor.
Doğrusu Türkiye’nin kontrolden
çıkması emperyalist güçleri hem ürkütüyor, hem de düşündürüyor.
Nereye kolunu uzatsa orası
kesiliyor.
Dikkatle son birkaç yılda
karşılaştığımız olaylara bir bakkalım.
Türkiye-Libya arasındaki ilişkiler
oldukça gelişmişti. Birçok Türk yatırımcı Libya’da büyük ihaleler almıştı.
İlişkiler gayet rayında gidiyordu. Fakat ne olduysa oldu Batılı güçler Libya’ya
haddini bildirmek ve saldırmak için bahaneler üretmeye başladılar.
Türkiye her ne kadar Libya’ya
müdahaleye karşı çıktıysa da, Fransa’nın bir oldubittiyle aniden başlattığı
saldırılar, NATO’yu bu saldırılara taraf yaptı. NATO ile birlikte Türkiye de
Libya operasyonuna istemese de katılmak zorunda kaldı. Ardından iç savaş
çıkarıldı. Böylece Türkiye’nin oradaki milyarlarca dolarlık yatırımı yarım
kaldı. Neticede Libya’daki Türk işçileri de bir operasyonla Türkiye’ye
getirilmek zorunda bırakıldı.
Türkiye’nin Libya kolu böylece kesildi.
Mısır’da Cumhurbaşkanı Muhammed
Mursi’nin seçimle iş başına gelmesiyle birlikte Türkiye Mısır ilişkileri, büyük
bir hızla gelişmeye ve çeşitlenmeye başladı. Hatta üç büyük İslam ülkesi olan
Türkiye-İran-Mısır ittifakları konuşulur oldu. Tam bu ittifak çalışmaları
tartışılırken, hemen Mısır’da darbe yaptırılarak Mısır’la Türkiye’nin arası
açıldı. Neticede Mısır Türkiye ilişkileri neredeyse tamamen kesildi.
Böylece Türkiye’nin Mısıra uzanan
kolu da kesiliverdi.
Sonra Türkiye, komşumuz Suriye’yle
çok yakın ilişkiler geliştirdi. Suriye’yle ilişkiler o derece ileriye vardı ki
birlikte bakanlar kurulu düzenlenmeye başlandı. Daha da ilerisi Türkiye-Suriye
sınırı kaldırılarak birleşme konuları konuşulmaya ve tartışılmaya başladı.
Bunu gören emperyalist güçler
bundan oldukça ürktü. Suriye’ye demokrasi getiriyoruz diye hemen bir operasyon
başlatıldı. Suriye iç savaşa sürüklendi.
Türkiye’nin Suriye’ye uzanan kolu
da böylece kesiliverdi.
Fakat Arap baharının devamı olarak
Suriye’ye demokrasi getirme konusunda Türkiye’nin stratejik bir hata yaptığını
da burada belirtelim. Türkiye Suriye’ye demokrasi getirme konusunda ABD ile
anlaştı. ABD ile anlaşan Türkiye ne yazık ki dost! Kurbanı oldu.
Özellikle ABD, AB ve İsrail Suriye
konusunda Türkiye’ye büyük bir oyun oynadılar.
Türkiye’yi yalnız bırakmakla kalmadılar, birde karşı cepheye geçerek
Türkiye’ye karşı saf tuttular. Yetmedi “El Kaide” örneğinde olduğu gibi burada
da İŞİD adında bir örgüt kurarak ya da kurdurarak Suriye’ye müdahale zemini
oluşturdular.
Peşinden özellikle ABD, Türkiye’nin terör
örgütü olarak gördüğü PKK’nın Suriye kolu PYD’yi, terör örgütü olarak kabul etmediği gibi
onunla ittifak oluşturdu. Bu ise ABD’nin Türkiye’ye açıktan attığı en büyük
ikinci kazık oldu.
Emperyalist emelleri için
oluşturduğu IŞİD terör örgütünü bahane ederek ABD kendi öncülüğünde bir
koalisyon oluşturarak Suriye’ye müdahaleye başladı. Ardından RUSYA ile de
anlaşarak, Rusya’nın da Suriye’ye müdahalesine göz yumdu. Birlikte Türkiye’nin
Ortadoğu’ya açılan yolunu kapatma girişimine başladılar.
Yetmedi PYD terör örgütüne en
modern silahlar vererek Türkiye’nin güneyinde Ortadoğu kapsını kapatacak
şekilde kukla bir devlet kurma yolunda çalışmalara giriştiler.
Dolayısıyla Türkiye’nin
Ortadoğu’ya uzanan kolu da kökten kesilmeye çalışılmaktadır.
Dikkat! Sıra şimdi Suudi
Arabistan’a geldi. Çünkü son zamanlarda Türkiye, Suudi Arabistan’ın yeni Kralı,
Kral Selman Abdülaziz ile geliştirdiği sıkı ilişkiler, egemen batılı güçlerle
birlikte, ABD, Rusya ve İsrail’i endişelendirmeye başladı.
Bir süre sonra Türkiye’nin Suudi
Arabistan’a uzanan kolunun da kesilmesinden endişe duyduğumu belirtmek
istiyorum.
Sırada Katarın da olduğunu
unutmayalım. Çünkü Türkiye’yle Katar ilişkileri de son yıllarda oldukça
gelişti. Hatta Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın üçlü bir ittifak kurdukları
bile dillendirilmeye başladı.
Yine Afrika’nın en büyük ülkelerinden
birisi olan Nijerya’yla Türkiye ilişkileri bir hayli gelişmişti. Nijerya adeta
Türkiye’nin Afrika’daki köprübaşı niteliği kazanmıştı. Hemen Nijerya’nın başına
Boko Haram terör örgütü belasını sardılar. İç huzursuzluklar çıkarıldı.
Türkiye’nin Afrika’ya uzanan kolu
da böylece kesilmeye çalışılmaktadır.
Daha bitmedi. Peşinden Türkiye’nin
Orta Asya’ya açılan kapıları olan Azerbaycan ve Gürcistan da unutulmamalıdır.
Türkiye’nin buralara uzanan kollarının da kesilmeye çalışılacağından kimsenin
şüphesi olmasın.
Emperyalist güçler için tüm bunlar
çok tehlikeli gelişmeler olarak değerlendirilmesi söz konusudur. Onun için
yakın gelecekte kurulacak tuzaklara ve operasyonlara hem hazırlıklı olmak hem
de tedbirli davranmak gerekiyor.
Unutmayalım bu emperyalist güçler
Ankara’da olduğu gibi Türkiye’nin çeşitli toplum kesimlerine karşı şok
suikastlar düzenlettirerek Türkiye çözülüyor, Türkiye yönetilemiyor, Türkiye
yaşanmaz hale geldi vb algısını oluşturarak halkı sokaklara dökmek, Türkiye
içinde büyük karışıklıklar çıkarmak istemektedirler. Uyanık olalım.
İşin en ürkütücü tarafı ise,
Türkiye’ye karşı yapılan bütün bu operasyonların dost bildikleriniz ve aynı
ittifak içinde olduklarınız tarafından yapılmasıdır.
Türkiye’nin bu tip handikaplardan
kurtulması için caydırıcı bir güce sahip olması gerekiyor. Bugünkü şartlarda da
caydırıcı güç olabilmek için Nükleer güç olmaktan başka çare gözükmüyor. Ne
yapıp edip Türkiye en kısa zamanda kendi gücüyle ve teknolojisiyle Nükleer
denemelerini yaparak, Nükleer silaha sahip olmak zorundadır.
Yoksa kolunuzu nereye uzatırsanız
uzatın, görüldüğü gibi bir şekilde kesiyorlar. Allah başımızı kesmeye yönelecek
tuzak ve tehlikelerden korusun.
KAYNAK: İsmail Sarıçay / Türkiye
Nereye Kol Uzatsa Kesiliyor (Politika gazetesi, 27 Ekim 2015).
Ey gönüllerin
sultanı âlemlerin önderi
Ulaştırdın Mevla’mızdan doğru haberi
İki cihanda kurtuluşumuzun rehberi
Selâm olsun sana Ya Resülullah
Geldik Medine’ye gördük
kabri saadetini
Okuduk Rabbimin, hakkındaki ayetlerini
Söyler âlemlere rahmet olarak gönderildiğini
Selâm olsun sana Ya Resülullah
Koştuk namaza Mescidi Nebevi’ne
Rabbim nasip etti uyduk sünnetine
Hak'tan getirdin Kur'an-ı ümmetine
Selâm olsun sana Ya Resülullah
Dualarla geçti ömrümüzün kışı yazı
Görmekti seni kalbimizin niyazı
Ravza-ı Mutahhara’da kıldık namazı
Selâm olsun sana Ya Resülullah
Ziyaretine geldik misafirin olduk
Sana kavuşunca sürurla dolduk
Ayrılma vaktinde sararıp solduk
Selâm olsun sana Ya Resülullah
Ey nebiler nebisi yolumuz
Rabbimin evine
Olacağız kısmetse çevresinde pervane
Allah'a ısmarladık muhtacız şefaatine
Selâm olsun sana Ya Resülullah
2013
İSMAİL SARIÇAY
E-Posta: [email protected]
ABD-RUSYA OYUN OYNUYOR
Suriye’de kimyasal silahlar sanki ilk defa
kullanılıyor. Batılı güçler, ABD, İngiltere, Fransa ve gizli müttefikleri bir
anda ayağa kalktı.
Suriye’ye planlı, anlaşmalı, görüşmeli, haberli saldırı
düzenledi. Buna mukabil Suriye’nin hava sahasını kontrol eden Rusya, hava
savunma sistemlerini devreye sokmadı ve hiçbir karşılık da vermedi, vermiyor.
Neden?
İki yıl önce de Suriye’de Esat yönetimi kendi halkına
karşı defalarca kimyasal silah kullandı. Bu zamana kadar bir milyona yakın
insan katledildi. Bu cinayetler işlenirken hiç sesi çıkmayan bu emperyalist
güçler, ne oldu da birden bire saldırıya geçti.
Dikkat edin. Bu emperyalistler, Saddam’ı bir bayram
günü asıyor, Suriye’yi Müslümanların kutsal kabul ettiği bir Miraç kandili
gecesi vuruyorlar. Düşündürücü değil mi?
Bir tarafta ABD, diğer tarafta güya Rusya var. İki
süper güç karşı karşıya gelmiş havası veriliyor. Lafta birbirlerine uzun menzilli
füzeler gönderiyorlar, uçak gemilerini harekete geçiriyorlar, nükleer başlıklı
silahlar yükleniyor. Sözde birbirlerini yok edecekler. Yerseniz.
Bir önceki 3.4.2018 tarihinde yayınlanan “Batı-Rusya
zıtlaşması” başlıklı yazımızda şöyle bir tespitte bulunmuştuk. “Sanki Rusya, Batı ve ABD arasında danışıklı
dövüş yapılıyor gibi bir durum söz konusudur.
Suriye
konusunda da hiç şüpheniz olmasın ABD, Batı ve Rusya’nın perde arkasında bir
ittifakları söz konusu olma ihtimali de büyüktür…” (http://www.politikam.com/makale/bati-rusya-zitlasmasi-m730.html)
Öyle zannediyorum ki, bu tespitlerimiz bu saldırılarla
doğrulanmış oluyor. Görüldüğü üzere ABD ile Rusya aslında birbirlerinin dostlarıdır.
Bakmayın siz dünya kamuoyu önünde birbirlerine posta attıklarına. Bunlar
dünyadaki hegemonyalarını sürdürebilmeleri için böyle zaman zaman birbirlerine
kabadayılık gösterisi yaparak, kontrollerinde olan devletleri ve toplumları
konsolide etmektedirler.
Yapılan bu gösteriler daha çok figüran terör örgütleri
bahane edilerek yapılmaktadır. Dün EL KAİDE, bugün DAEŞ ve PYD vb örgütler
üzerinden sahnelenmektedir.
Bu biraz da Türkiye’deki seçim öncesi propaganda
savaşlarına benzemektedir. Nasıl ki Türkiye’de her seçim öncesi parti
başkanları birbirlerine demediklerini bırakmaz, kavga ederler, sanki
birbirlerine düşmanmış gibi görünürler. Böylece taraftarlarının saflarını
sıklaştırır ya da seçmenini konsolide etmeye(pekiştirmeye) çalışırlar. ABD ve
Rusya’nınki de aynen buna benzemektedir. Dilerim yanılmış oluruz.
ABD ve Rusya’nın, gerçekten savaşa girmeleri halinde,
her ikisinin de lehine olmayacağını bilmeyecek kadar akılsız olmadıkları aşikârdır.
Soğuk savaş dönemini hatırlayın. Yalta konferansıyla
dünyayı paylaşarak bloklar oluşturup, ikisi de kendine düşen bölgeleri
iliklerine kadar sömürmüşlerdi. İstediklerini iktidara getirdiler,
istemediklerini götürdüler.
Şimdi de Suriye üzerinden böyle bir oyun oynandıkları
açıktır. Siz buna ister danışıklı dövüş oyunu deyin, ister başka bir isim
bulun.
Artık eski paylaşımlar miadını doldurdu. Bir oldubitti
durum oluşturarak tekrar bir paylaşım masası ve senaryosu söz konusu olabilir.
Unutmayalım. Rusya Abhazya’yı, Kırım’ı ve Ukrayna’nın
doğusunu ilhak etti. Peki, ABD bunun karşısında göstermelik ambargo dışında hangi
önlemi aldı. Hiç. Güya Ukrayna’nın arkasındaydı.
Yine aynı şekilde Suriye’de perde arkasındaki
anlaşmalarına göre Fırat’ın doğusu ABD’ye, batısı Rusya’ya bırakıldı. Bunu
sahadaki uygulamalardan gayet rahat görebiliyoruz.
Son yapılan saldırıların temel hedefi hiç şüpheniz
olmasın Türkiye ve İran’dır. Bunu önümüzdeki zamanda göreceğiz. İslam
dünyasının en güçlü bu iki büyük devleti bertaraf edilmedikçe, emperyalist
güçlerin İslam dünyasındaki istedikleri paylaşımları yapamayacakları
anlaşılıyor. Ayrıca bu iki devlet ayakta kaldıkça, İsrail’in geleceğinin
tehlikede olduğunu da düşünüyorlar.
Şunu açıkça ifade edebiliriz. Türkiye, ne ABD, ne AB, ne
de Rusya tarafından dost olarak kabul edilmemektedir. Bunu bir defa ortaya
koyalım.
Dostumuz, stratejik ortağımız gibi laflara kanmamak
lazım. Hepsi de tarihten gelen Salip ile Hilal mücadelesinin farkındadırlar.
Hilalin tarihi temsilcisi de Türklerin olduğunu, eğer Türkler güçlenirse önünde
hiçbir gücün duramayacağını da iyi biliyorlar.
Onun için erkenden önlem almak amacıyla, gerçeği
aratmayacak oyunlarla Türkiye’nin bir şekilde önünün kesilmesi gerektiği
konusunda hemfikirdirler. Esat sadece perdedir.
Evet, karamsar bir tablo çizdik biliyorum ama maalesef
meselenin özü budur. Bu oyunu iyi görmek, ona göre tedbir almak ve tedbirli
olmak gerekir.
Kendi gücün
dışında başka hiçbir güce ve ittifaka güvenilemeyeceği, son yıllarda yaşanan
olaylarla tekrar tekrar gözümüze sokulmaktadır.
Unutmayalım, Türkiye’nin
kişi başı milli gelirden aldığı gelir düzeyi otuz bin dolarları bulmadıkça ve en
az on bin kilometre menzilli füzeler üretemediği ve nükleer güç olmadığı
müddetçe, akla hayale gelmeyen oyunlar sahneye konmaya devam edilecektir.
GÖNÜL ALMAYA GELDİK
Türküler olmuş gönül
yoldaşımız
Bosna'dan Çin settine soydaşımız
Ayrı tutma hepsi de gardaşımız
Biriz gardaşız soydaşız eyvallah
Dertliyim söyler çalarım
kavalı
Oynar zeybek, ağır oyun havalı
Sevenler kavuşup olsun yuvalı
Ersinler muratlarına eyvallah
Çobandır yayla mera demez
gezer
Kalem defter elde, seyyaha benzer
Davul zurna kösle vurdukça mehter
Çağırır vatan millet türküleri
Ey gönül yoktur kimseyle
hesabın
Al kâğıt kalem, yaz kalsın hitabın
Kalsın hoş bir seda, sözün kitabın
Okunsun sözün, olsun derde deva
İsmail’im söylerim doğru sözü
Dostluk için tutarım kızgın közü
Bilirim gönül alma, asmam yüzü
Dünya fani, gönül almaya geldik
14.6.2019
İSMAİL SARIÇAY
E-Posta: [email protected]
MÜSLÜMANLARIN ORTAÇAĞI
Yazının başlığını okuyan öyle zannediyorum ki, hemen küplere
binecektir. Müslümanların ortaçağı da ne demek oluyor şimdi diye. Ancak sabırlı
olun açıklayalım. Hak vereceksiniz.
Yalnız dikkat edin. İslam’ın ortaçağı demedik.
Müslümanların ortaçağı dedik.
Eğer önce iğneyi kendimize batırarak olayları
değerlendirecek olursak, ilk tepkimizin anlamsız olacağını ve gerçekleri daha
iyi göreceğimizi zannediyorum.
Evet, ortaçağ Avrupa ya da batı için geçerli olan karanlık
bir çağdır. Bu çağı sona erdiren de atalarımızdır. Ortaçağ, Avrupalıların
birbirini yediği, diri diri ateşe atıp yaktığı, adaletsizliğin hükümran olduğu,
mezhep ve etnik savaşlarla tam bir vahşetin yaşandığı bir çağdı.
İlim, fen, adalet, insan hak ve hürriyetlerinin
olmadığı, sadece kilisenin ve güçlülerin sözünün geçtiği, aykırı fikirleri
olanların, içine şeytan girmiş diye diri diri yakıldığı, giyotinlerle
başlarının gövdelerinden ayrıldığı, kadınların eksikli diye aşağılandığı bir çağdı.
Ortaçağda batılı toplumlar karanlığın girdaplarında
dolaşırken, insanlar köleler ve sahipleri olarak sınıflandırılırken, ilim,
irfan, hak adalet, insan sevgisi ve insanı insan yapan değerlerin üzerine
kurulmuş İslam medeniyetinin farkında bile değillerdi. Çünkü birbiriyle boğuşanların gözü dış dünyayı
görmez.
Peki, yukarıda
ifade ettiğimiz batı ortaçağının özellikleriyle, 20. ve 21.Yüzyıldaki
Müslümanların pürmelâli benzeşmiyor mu?
İslam ülkelerini ya da Müslüman dünyasının bugünkü
halini saniyeler içinde hepimiz şöyle bir film şeridi gibi gözden geçirelim.
Hemen hemen bütün Müslüman ülkelerin dini, mezhebi,
etnik, adaletsizlik, fakirlik, yoksulluk, sefillik, eşitsizlik, geri kalmışlık,
taht ya da iktidar kavgalarıyla birbirini yediğini görmez miyiz?
Ayrıca tembelliğin, adaletsizliğin, arsızlığın,
hırsızlığın, haksızlığın, vahşetin, güvensizliğin, dedikodunun, hasedin, yalanın
dolanın, cehaletin vb illetlerin kol gezdiği doğru değil mi?
M.Akif Ersoy bu konuda ne diyordu; “Batılının işleri var dinimiz gibi, dinleri
var işimiz gibi.” Bunun anlamı şudur. Medeniyetimiz batı medeniyetiyle yer
değiştirmiştir.
Yaklaşık bir asırdır gördüğümüz, Müslüman’ın Müslüman’la,
Müslüman ülkenin Müslüman ülkeyle savaştığıdır. Yine Müslüman’ın Müslüman’ı
katlettiği, Müslüman’ın Müslüman olanın hakkını dikkate almadığı, en vahşi
cinayetleri yine Müslüman’ım diyenlerin işlediğidir. Boşuna demiyoruz,
Müslümanların ortaçağı diye. Dolayısıyla Müslüman dünyası için düşmana ya da
gayri Müslime hiç ihtiyaç yoktur.
Bir başka ifadeyle olumlu yönden bakacak olursak, hiç
kimse diyebilir mi ki, şu şu Müslüman ülkeler gelişmiş, mutlu, huzurlu,
müreffeh, insan hak ve hürriyetleri bakımından çağın önündedir. Hakkın hukukun ve adaletin sağlandığı, eğitiminin
dünya çapında örnek alındığı, halkın ve devletin zengin olduğu, bilimin ve
fennin zirvesinde, teknolojik gelişmelerin merkezi, buluşların önderi, sosyal
ve psikolojik yönden en sağlıklı insanların yaşadığı ülkedir.
Maalesef kısaca bahsettiğimiz bu özelliklerde bir
İslam ya da Müslüman ülke göstermek mümkün değildir.
Olmadığı için batılı emperyalist devletlerin
kontrolünden bir türlü çıkılamadığı gibi, kardeşin kardeşi kırdığı savaşlar, iç
kargaşalar da bir türlü bitmemektedir.
Hâlbuki Müslümanlar bir vücudun kısımları gibidir
denilmiştir. Herhangi bir yerine bir diken battığında hepsi aynı acıyı duyup,
aynı tepkiyi vermesi gerekmez mi?
Yine Müslümanlar bir duvarın tuğlalarına
benzetilmiştir. Hani nerede o tuğlalar, nerede o kenetlenmiş duvar?
Nerede Müslüman Müslüman’ın kardeşidir kutlu sözünün
karşılığı.
Bütün bunların neticesinde görüyoruz ki, birçok
Müslüman ülke ya işgal ediliyor ya da iç savaşa sürükleniyor. Milyonlarca
Müslüman da, ya öldürülüyor, katlediliyor, ya vatanlarından sürülüyor, ya da
modern müstemleke oluyor.
Bütün bunların sonucu bulunduğu zelil duruma kafa
yorup çare arayacağına, kalkıp Emperyalist ve sömürgeci devletleri ya suçlayarak,
ya da işbirliği yaparak işin içinden çıkılacağını zannediyor. Artı sözünün
dinlenmesini bekliyor. Bunların tabi ki hepsi boşunadır.
Özellikle bu işin böyle olmayacağı, son 100 yıldır
yaşanan Müslümanların fetret devriyle, daha iyi anlaşılmış olması gerekir.
Fakat hala anlamamakta ısrar edildiğini, günümüzde yaşanan fecaat arz eden olaylarla
daha iyi görmek mümkündür.
Çalışmadan, üretmeden, düşünmeden, dayanışmadan,
eğitmeden, okumadan, iyilik ve güzellikte rekabet etmeden, birliği sağlamadan,
Allahın ipine sımsıkı sarılmadan olması da mümkün değildir.
Üstelik İslam ülkelerinin yaşadığı coğrafyaların yeraltı
ve yerüstü kaynakları bakımından dünyanın en zengin bölgeleri olmasına rağmen,
ne Müslüman’a, ne Müslüman ülkelere faydası yoktur. Faydası olmadığı gibi ne
bir söz hakkı tanınmakta, ne de zenginlik, huzur, güven, refah, mutluluk,
dirlik ve birlik getirmektedir.
O halde 20. ve 21.yüzyıl Müslümanların ortaçağı değil
de nedir peki?