Sinema ve dizi oyuncusu. 1 Ocak 1929, İstanbul doğumlu. Çamlıca Kız Lisesinde okudu, terk etti. Nevin Aypar, 1960 yılında Artist Dergisinin 20 Ekim 1960 tarihli sayısında yayımlanan söyleşisinde hayatını şöyle anlatmıştır:
“Sinemamızın
en büyük noksanı ciddiyettir” diyor. Sesi tazeydi, yumuşaktı, tatlıydı… Ve bu
sesle anlatanlar bıkmadan dinlenirdi:
"İstanbul’da,
Kadıköy’de 1932 de doğdum. Babam o vakitler tütün eksperiydi. Şimdi ziraat
bankasında muhasebe müdürüdür. Balıkesir’in Dursunbey ilkokulunu bitirdim.
Teyzem orada başöğretmendi. Ortaokulu Ankara maarif kolejinde tamamladım. O
zaman Malatya milletvekili olan Nasuhi Baydar, halamın kocasıdır. Onların
yanında kalıyordum. Sonra İstanbul’a gelip Çamlıca kız lisesine girdim. Artist
olmaya karşı içimde büyük bir heves vardı, fakat ailem buna müsaade etmiyordu.
Bir gün, arkadaşlarımdan biri ile Ses tiyatrosuna gittim.
Sabahat
abla bu tiyatroda oynayan san’atkârlardan bir çoklarını tanırdı. Antrakta beni,
Vedat Karaokçu ve Sururi’lerle tanıştırdı. Henüz 16 yaşlarında genç bir liseli
kızdım. Bana hemen sahneye çıkmamı teklif ettiler. Israr ettiler. Tiyatroyu çok
seviyordum. Bazı sebeplerle çalışmakta istiyordum: Hayatımı kazanmak…
1947
yılıydı. Okulu bırakıp tiyatroya başladım. Bale yapıyordum. O zamanlar şimdiki
gibi, şurasını burasını açarak oynamak yoktu. Bale san’atını, şehevi
tahriklerden uzak, sadece figürlerimizle sevdiriyorduk.
Film
çevirmeye başlamam da bu sıralara tesadüf eder. Rejisör Turgut Demirağ,
Amerika’dan yeni gelmişti. Beni methetmişler ve tiyatroya gidip seyretmesini
söylemişler. Tiyatroda beni gördü ve beğendi. Yapacağı bir filmde beni oynatmak
istediğini söyledi, kabul ettim. Bir Dağ Masalı filmi ile ilk defa sinema
seyircinin önüne çıkıyordum. Film büyük bir ilgi gördü. Bu filmdeki rolüm ile
Yerli Film Yapanlar Cemiyetinin 'Senenin En Başaralı Kadın Yıldızı' mükâfatını
kazandım.
Bütün
bunları bir iki dakika içinde anlatıverdi. Geçen yıllar daha dün gibi
hatırındaydı. En çok dikkati çeken, ölçülü vücut yapısından, tertemiz ve
lekesiz cildinden ziyade, gözleriydi. Yağmurdan sonra durulan gökyüzü kadar
berrak ve manalı gözleri vardı… Efsanevi şark güzelliğinin günümüze kadar
gelebilmiş nadir kişilerinden biriydi.
Anlatıyordu:
"Sanat
hayatım daha senesini doldurmamıştı ki evlendim. Yeni bir hayata başlamıştım.
Tiyatrodan ayrıldım. Bir buçuk sene evli kaldım. Hayatımın en mesut günlerini
yaşıyordum. Beklenmedik bir kaza kocamı benden ayırmıştı. Tekrar tiyatroya
döndüm. Altı ay kadar çalıştıktan sonra tamamen tiyatrodan ayrılmağa karar
verdim. Film çevirmekten tiyatroda oynayacak vakit bulamıyordum. Üstelik film
daha kazançlıydı."
"Geçen
seneye kadar 80'e yakın filmde rol aldım. Hepsinin ismini hatırlamam hem zor,
hem de sayması uzun sürer. En çok beğendiklerim Bir Dağ Masalı, Bu Kız Böyle
Düştü, Yetim, Ağlayan Gelin ve Sevmek Günah mı?
Bu
sene hiçbir filmde oynamadım. Dinlenme ihtiyacı hissediyordum. Ayrıca daha
başka düşüncelerim vardı. Kendi hesabıma bir film şirketi kurmak istiyordum.
Firmayı kurdum: Adı Ömür Film. Ömür küçük oğlumun adıdır. Şimdi yeni
çevireceğim filmlerin hazırlıkları ile meşgul olmaktayım."
Konuşmalarında,
tevazusunun süzgecinden kaçıp kurtulabilen kültürünü ve olgunlunu görmek
mümkündü. Yeni bir şirket kurmuş, Türk sinemasına başarılı eserler hediye
edecekti. Türk sinemasının geleceği hakkında da yeni fikirleri olmalıydı.
Vardı:
"Her
zaman söylenilen gibi bu, sadece bir para meselesi değildir. Bu işte evvela
ciddiyet gelir. Her işte bu şarttır diyeceksiniz ama, ciddiyetin en noksan
olduğu meslek sinemadır. Ne tarafından baksanız bir umursamazlık, bir adam
sendelik zihniyeti vardır. Aranılan yegâne şart filmin bir an evvel tamamlanıp
piyasaya çıkarılmasıdır. Film amillerinden başlıyan bu umursamazlık zihniyeti,
en küçük rollerde oynayan san’atkârlara kadar herkese sirayet etmiştir. Bence
evvela bu meselenin ele alınması lazımdır. Sonra sinema tekniğine ait konular
ele alınmalıdır. Sinema tekniği halen memleketimizde tam manasıyla
anlaşılmamıştır. Elemanların yetiştirilmesi lazım. Bunların hepsinin mükemmel
olması şarttır. Bunun içinde ciddiyet ve gayret lazım.
Film
sahasında ileri gitmiş memleketlerle kendimizi kıyas edemeyiz ama, bir çok
bakımlardan onlardan geri kalan yerimiz olmadığını da görürüz. Biz de en az
onlar kadar zekiyiz, en az onlar kadar kabiliyetliyiz. Memleketimiz tabii
güzellikler bakımından dünyada bir tanedir. Güzellik mefhumundan zerrece
anlamıyan insanlar gibi gözümüzü yummuş, bu tabiat harikalarını görmemezlikten
geliyoruz. Tarihimiz binlerce film yapacak kadar geniştir, zengindir, göğüs
kabartıcı kahramanlıklarımızla doludur. Neden biz de, diğer milletlerin ki kadar
iyi filmler yapmıyalım? Bütün kabahati kendimizde aramalıyız. Yapacağım ilk
filmin mümkün olduğu kadar derli toplu olmasına, arzularımı gerçekleştirecek
bir seviyeye ulaşmasına gayret sarfedeceğim."
"Bir
sinema kanunu yapılsa?"
"Çok
faydalı olur kanaatindeyim. Bu düzensizlikten başıboşluktan kurtulmuş
oluruz."
"Yerli
film yıldızlarından beğendikleriniz?"
İncecik
dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi:
"Hepsini
beğenirim, Hepsi birer kıymettir."
"Yabancılardan?"
"Glen
Ford, Deborah Kerr, Rita Hayworth, Joan Fountaine…"
"Chopin’in
hayatı, Sen bir Melektin. La Strada, Beyaz gekeler, Ölmüş Bir Kadının
Mektupları…"
Unutulmak,
şöhretinin en üst basamağına erişmiş bir san’atkâr için acıların en büyüğü idi.
Aypar için, 'artık unutuldu' diye yazmıştı bir gazete… Binlerce seyircisinin
hafızasında, heykeltıraşın mermer üzerinde yarattığı ebedi izlerden daha derin
çizgileri bulunan bu güzel kadın, zamansız ve yersiz bir görüşün esiri
olamazdı.
"Ne
dersiniz?" diye sordum.
"Bunun
cevabını seyircilerim verecektir. Unutulup unutulmadığım o zaman belli
olur."
Çocukluğu
disiplinli bir aile hayatı içinde geçmişti. İyi bir ailenin kızı idi. Mutaassıp
denilecek kadar geleneklerine, görgülerine bağlı bir muhitin içinde yetişmişti.
Bu mazbut çevrenin verdiği iyi ahlak, terbiye, kibarlık, alçakgönüllülük her
hareketinden, her kelimesinden belli oluyordu. Kendi aleyhinde olanlara bir tek
kelime söylemekten çekinen bir hali vardı.
En
büyük ideali okuyup avukat olmaktı. Sinema yıldızı olmak gerçekleşmesi daha zor
olan bir idealdi. Avukatlık, işte bu mümkün olabilirdi. Dikyakalı siyah
cübbesinin altında suçsuzların müdafaasını yapmak en büyük zevklerinden biri
olacaktı. Olmadı, kader onu, daha çok sevdiği tiyatronun kapısına kadar
götürdü. Yükseldi, yükseldi, yükseldi… Siyah cübbesi ile mahkeme koridorlarında
beklenen bu güzel kız, en çok sevilen bir sinema yıldızı oldu. Tam 13 sene bu
mesleğin zorluklarına göğüs gerdi. İyi kalpli idi, güler yüzlü idi, herkesi
kendi gibi bilirdi. Çünki bütün insanları seviyordu, onlardan hiçbir kötülük
beklemiyordu. Son zamanlarda senelerini esirgemeden harcadığı bu muhitte,
beklemediği bir çok hadiselerle karşılaştı. En çok itimat ettiği kimseler, türlü
vesilelerle, mesleki sahada onu, istismar etmeğe kalkışmışlardı.
Sigarasından
çıkan dumanları seyrederken bunları anlatıyordu: "Para, isim, afiş
bakımından, itimat ettiğim bazı arkadaşlarımın aziliğine (!) uğradım. Bunlar
bana birer ders oldu. Bu sene de birçok film teklifleri aldım. 8-9 yerden
teklifte bulundular. Hele üç, dört tanesi çok iyi idi. Bu sene film çevirmemeğe
karar vermiştim. Kendi firmamın işleri ile uğraşıyordum. Zaten çok film
çevirmenin aleyhindeyim. Seyirci bir san’atkârdan bıkmamalıdır. Seyirciden
gelecek ufak bir bezginlik san’atkârın ölümü demektir. Nadir olan şeyler daima
kıymetlidir. Bu bir tabiat kanunudur. Ama seyirci ile arayı tamamen açmamak
lâzım… En mühim mesele bu ayarı bulabilmektir."
"Seyircimiz
hakkında düşünceleriniz?"
"Halkımızın
zihniyeti değişti. Eskiden, sinema artistleri için halkın %70’i kötü kadın
derdi. Bugün bu oran % 30’a indi. Göbek, mezar kalktı. Seyirci artık bunlardan
hoşlanmıyor. İyiyi ve güzeli arıyor. Halkın sinema zevkini ve anlayışını
yükseltmek en başta bizim vazifemizdir. Onlara iyi eserler vermeliyiz. Sonra,
sinema artistleri hakkında dillerde dolaşan bu kötü düşünceleri yıkmamız
lazımdır. Maalesef birçoklarının düşüncesiz hareketleri, yalnız kendileri için
değil, hepimiz için zararı oluyor. Bunlar istisnaları teşkil ederler. Bizlerde
memurlar gibiyiz. Sabahleyin filme gider, işimizi bitirdikten sonra evimize
döneriz. Sefahat hayatımız yok, kalabalığa karışmayız. Ama yine söylentilerin
arkası kesilmez."
Tuttuğu
her dalı koparmasını biliyordu. Her sahada muvaffak olmuş sayılırdı. Temiz
kalplilik, zekâ ve güzelliğin birleştiği bu güzel kadın her şeye layikti. Ama
bir sahada aradığını bulamamış, daha doğrusu kader burada yardımcısı olmamıştı:
Evlilik.
Sevişerek
evlendiği ilk kocası bir kazada ölmüştü. Bu evlilikten Semavi isminde bir
çocuğu olmuştu. Semavi şimdi 10 yaşındaydı. 18 yaşında, hayatın bu acı darbesi
ile karşılaşmıştı. Gençti, güzeldi, bir erkeği mesut edebilecek her meziyete
sahipti. 1953 yılında ikinci defa evlenmişti. Bu evlilikten de aradığını
bulamadı. Ayrıldı, Yeni bir izdivaç yapmak düşündürücü bir mesele idi:
"Şimdilik
evlenmeyi düşünmüyorum. Ama bu demek değildir ki hiç evlenmiyeceğim. Sütten
ağzı yanan yoğurdu üfliyerek yer. Evleneceğim kimsenin iyi karakter sahibi
olması, beni anlıyabilmesi lâzımdır. Bence evlilikte paranın hiçbir önemi
yoktur. Kadınların daima, kocalarına karşı az çok tolerans sahibi olmaları
lazımdır. Ama bu tolerans kadının izzetinefsini rencide edecek derecede ileri
gitmemesi, istismar edilmemesi lazım. İdeal erkek karısına itimat telkin
edebilenidir. Ben şahsen kocamı başkaları ile paylaşmak istemem."
Saatine
baktı. Gitmek zamanı gelmişti. Geldiği gibi sessiz sedasız, Artist
idarehanesinden uzaklaşıyordu. Merdivenlerde gittikçe hafifleyen topuk sesleri vardı…
Not:
Söyleşideki imla ve yazım hataları orijinal halindeki gibi bırakılmıştır.
Ödülleri:
En
İyi Kadın Oyuncu (Bir Dağ Masalı) / Yerli Film Yapanlar Cemiyeti Ödülleri 1948
Rol Aldığı Bazı Diziler:
Şubat
Soğuğu (Hatice Teyze, 2004)
Beşinci
Boyut (2005)
Kalbin
Sesi (Şaziye, 1991)
Doktorlar
(Anne, 1989)
Eylül
(1987)
Rol Aldığı Bazı Filmler:
Annem
ve Ben (Latife, TV Filmi 2000)
Sevda
(1996)
Ufukta
Bir Ağaç (1993)
Sonsuza
Yürümek (Anneanne, 1991)
Şükür
Allah’ım (Fazilet, 1990)
Yalnız
Değilsiniz (Anneanne, 1990)
Dehşet
Gecesi (1989)
Emanet
(Elvan Ana, 1988)
Gönülden
Gönüle (Kalfa, 1987)
Kanije
Kalesi (1982)
Yaban
(Gülay Kadın, 1973)
Kadırgalı
Ali (Necla, 1971)
Hayırsız
Evlat (Suat'ın Annesi, 1969)
Vatan
Uğruna (1962)
Serseri
(Figan, 1959)
Bu
Vatan Bizimdir (1958)
Ağlayan
Gelin (1957)
Ölüm
Deresi (1956)
İhtiras
Kurbanları (1953)
Toprak
(1952)
Söyleyin
Anama Ağlamasın (Gülten, 1950)
Toros
Çocuğu (Esma, 1946)
KAYNAKÇA:
Nevin Aypar (Artist Dergisi, 20 Ekim 1960), Nevin Aypar (beyazperde.com,
06.01.2019), Nevin Aypar (sinematurk.com, 06.01.2019), Nevin Aypar
(sinemalar.com, 06.01.2019).