Araştırmacı-yazar, gazeteci, “Kâmûs-ı Türkî” yazarı (D. 1 Haziran 1850, Fraşeri / Yanya / Yunanistan - Ö. 1 Temmuz 1904, İstanbul). Arnavutça literatürde daha çok Sami Fraşerî olarak tanınır. Babası Halit Bey ile büyük babası Durmuş Bey, Berat’tan Fraşeri’ye gelip yerleşmiş timar (hizmet karşılığında kişilere verilen toprak) sahibi bir sülaleden, annesi Emine Hanım ise Fatih Sultan Mehmet ve II. Bayezit dönemlerinin ileri gelenlerinden İmrahor İlyas Bey’in soyundandır. Şemseddin Sami ilköğrenimine başladığı Fraşeri’de Kalkandelenli Mahmut Efendi’den Arapça ve Farsça dersleri aldı. Küçük yaşta önce babasını (1859), iki yıl sonra da annesini yitirince öteki beş kardeşiyle birlikte ağabeyi Abdül Fraşeri’nin yanında Yanya’ya gitti (1865). Burada sekiz yıllık Zosimea Rum Lisesi’ni yedi yılda bitirdi (1871). Öğrenim yıllarında ayrıca Fransızca, İtalyanca ve eski Yunanca öğrendi.
Ardından İstanbul’a gelerek Matbuat Kalemi’nde memur olarak çalışmaya başladı (1871). Bir yandan da “Siraç”, “İbret” ve “Hadika” gazetelerine yazılar yazdı, Fransızcadan çeviriler yaptı. Aynı yıl Türk edebiyatının ilk telif romanı kabul edilen “Taaşşuk-ı Tal’at ve Fitnat”ı yayımladı. Yayımını üstlendiği ve günlük olarak çıkardığı “Hadîka” gazetesinin kapanmasıyla “Sirâc” gazetesine geçti. Nisan 1873’te Nâmık Kemal’in “Vatan yahut Silistre” adlı piyesinin Gedikpaşa’daki Osmanlı Tıyatrosu’nda sahneye konması üzerine çıkan olaylar sırasında “Sirâc” gazetesi de kapatıldı. Matbuat Kalemi’ndeki görevini sürdürürken bir yandan da kimi tiyatro eserleri kaleme aldı.
Bu sırada Trablusgarp “Vilâyet Gazetesi”ni çıkarmak için
İstanbul’dan deneyimli bir gazeteci istenince Matbuat Müdüriyeti tarafından
oraya gönderildi (1874) ve bir yıl söz konusu gazeteyi yönetti. Yeni görev
yerine Yanya, Brindisi, Mesinave Napoli yoluyla gitmesi ona Avrupa’nın bir
bölümünü görme olanağı verdi. İstanbul’a döndükten sonra, Rodos’ta sürgünde
bulunan Ebüzziyâ Mehmet Tevfik adına imtiyazını aldığı “Muharrir” dergisini çıkardı
(1876). Mihran Efendi ile birlikte, Türk basın tarihinin önde gelen yayın
organlarından olan “Sabah”
gazetesinikurdu (1876) ve kamuoyunda
büyük ilgi gören bu gazetenin bir yıl kadar başyazarlığını yaptı.
Sava Paşa Cezâyir-i Bahr-i Sefîd valiliğine atanınca mühürdarı olarak 1877’de onunla birlikte Rodos’a gitti. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi)’nın çıkması ve Rus ordularının Balkanlar’a kadar inmesi üzerine beş ay sonra gittiği Yanya’da Âbidin Paşa gözetiminde kurulan Sevkiyyât-ı Askeriyye Komisyonu’nda kâtip olarak çalıştı. Ayastefanos Antlaşması ile savaşın sona ermesinin ardından İstanbul’a döndü ve bu kez “Tercüman-ı Şark” gazetesini çıkardı ve başyazarlığını yaptı (1876-80). Daha sonra kurulan Teftiş-i Askerî Komisyonu başkâtipliğine getirildi ve bu görevini ömrünün sonuna kadar sürdürdü. Yine bu sırada Victor Hugo’nun daha sonra “Sefiller” adıyla Türkçeye çevrilen romanını ilk kez “Mağdurin Hikâyesi” adıyla çevirmişti. Hemen arkasından “Aile” (1880, üç sayı) ve “Hafta” (1881-82) dergilerini çıkardı. 1882’de Fransızcadan Türkçeye “Kâmûs-ı Fransevi’yi yayımladı, bunu Türkçeden Fransızcaya “Kâmûs-ı Fransevî” izledi (1885). Bu eseri dolayısıyla Padişah II. Abdülhamit tarafından kendisine “Ûlâ sınıf-ı Sanisi” rütbesiyle İftihar Madalyası verildi. Ertesi yıl “Küçük Kâmûs-ı Fransevî”yi yayımladı.
Şemseddin Sami, bu yoğun çalışmaları arasında ancak 1884 yılında evlenebildi ve Erenköy’de yaptırdığı köşke yerleşti. 1889-98 yılları arasında hazırladığı tarih, coğrafya ve ünlü adamlar ansiklopedisini “Kâmûsü’l-a’lâm” adıyla yayımladı. Bu büyük eserin fasiküller halinde yayımı sırasında (1892) Teftîş-i Askerî Komisyonu başkâtipliğine yükseltildi; 1894’te Ûlâ sınıf-ı evveli rütbesine terfi ettirildi. 1896’da yine formalar halinde “Kâmûs-ı Arabi”yi yayımlamaya başladı. Bütün bu çalışmaları sürdürürken bir yandan da dil öğrenimi konusunda küçük oylumlu kitaplar ve Türkçenin ıslahı üzerine çeşitli makaleler kaleme aldı. 1900’de Türkçenin en önemli sözlüklerinden olan “Kâmûs-ı Türkî”yi yayımladı. Yine bu arada “Kütübhâne-i Müntehabât” adıyla bir dizi kitap yayınına başladı. Çeşitli hastalıklarına karşın hayatının son yıllarında kendini doğrudan doğruya Türk dili ve edebiyatı araştırmalarına veren Şemseddin Sâmi, bu dönemde zamanının büyük bir bölümünü “Orhon Âbideleri”, “Kutad-gu Bilig”, “et-Tuhfetü’z-Zekiyye fîluga- ti’t-Türkiyye” ve “Lehçe-i Türkiyye-i Memâlik-i Mısır” gibi Türk kültürünün kimi temel eserlerini hazırlamakla geçirdi. Ancak maddî olanaksızlıklar ve rahatsızlıkları yüzünden bu eserleri yayımlaması mümkün olmadı.
Şemsettin Sami, 1890 yılından itibaren Erenköy’deki köşkünde gözaltında tutularak, sokağa çıkması ve konuk çağırması yasaklanmıştı. Ölünce, önce Erenköy’deki Sahrayı Cedid Mezarlığı’nda toprağa verildi, sonradan kemikleri Feriköy’deki aile mezarlığına (1968) taşındı. Uzun yıllar gazete ve dergi yazarlığının yanı sıra, oyun ve roman türlerinde eserler kaleme aldı, dilbilgisi alanında kitaplar hazırladı. Ayrıca dünya klâsikleri sayılabilecek birkaç eseri Türkçeye kazandırdı.
Şemseddin
Sâmi dilin ıslahı ve Türkçe sözcüklerle zenginleştirilmesi için “aslî
lisanımız” dediği Doğu Türkçesinin sözlük hazinesine başvurulmasının koşul
olduğunu öne sürmüştür. Bu görüşünü İslâmiyet öncesi Türk tarihiyle de
bütünleştirdiği görülmektedir. Tanzimat (1876)’tan sonra hemen tüm edebiyatçı
ve düşünce adamlarının üzerinde durduğu Türkçenin ıslahı konusunda Şemseddin
Sami’yi en çok meşgul eden şey, konuşma ve özellikle yazı dilinin Arapça-Farsça
sözcük ve terkiplerin (tamlama, bileşim) egemenliğinden kurtarılması
konusudur.
Türk edebiyatı hakkında da benzer görüşler
ileri süren Şemseddin Sami, Türk edebiyatının başlangıcını Orta Asya’ya kadar
götürür. Edebiyat alanında önceliği halk edebiyatına vermiş, ulusal bir
duyarlılıkla “Orhon Âbideleri” ile “Kutadgu Bilig” gibi büyük Türk eserlerinin
okullarda okutulmasını önermiştir. Şemseddin Sami, edebiyatta yenilik yanlısı
olmuş, döneminde görülen eski-yeni tartışmalarında har zaman yeniliği
savunanların yanında yer almış, Ahmed Mithat Efendi gibi o da özellikle halk
kitlesinin mutlaka eğitilmesi gerektiğini, bunun için edebî eserlerde sade ve
anlaşılır bir dil kullanılmasının gereği üzerinde durmuştur. Ayrıca Latin
harflerinin kabulü doğrultusunda kimi görüşler ileri sürmüş, çeşitli Avrupa
ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de başta Arapça ve Farsça olmak üzere, Doğu
dillerinin modern usullerle okutulması yolunda bir kurumun kurulması, yaptığı
öneriler arasındadır.
BAŞLICA ESERLERİ:
ROMAN: Taaşşuk-ı Talat ve
Fitnat (1872).
OYUN: Besa Yahud Ahde Vefa (1875),
Seydi Yahya (1875), Gave (1876).
İNCELEME-SÖZLÜK: Medeniyet-i İslâmiye (1879), Esatir (1879), Kadınlar (1879), Kamus-ı Fransevî (Fransızcadan Türkçeye, 1882, Türkçeden Fransızcaya, 1885), Lisan (1886), Usul-i Tenkit ve Tertib (1886), Kamusu’l-Alâm (tarih-coğrafya, meşhur adamlar ansiklopedisi, 6 cilt, 1889-93), Nev-Usul Sarf-ı Türkî (1890), Kamus-ı Türkî (Türkçe sözlük, 2 cilt, 1899-1900), Dünya Mitolojisinden Örnekler (2004).
KAYNAKÇA: Hikmet Turhan Dağlıoğlu /
Şemsettin Sami Hayatı ve Eserleri (1934), Enver Naci Gökşen / İlk Türk Romanı -
Araştırmalar (Hisar dergisi, Ağustos 1951), Agâh Sırrı Levend / Şemsettin Sami
(1967), TDE Ansiklopedisi (c. 8, 1976-98), Bursalı Mehmed Tahir / Osmanlı
Müellifleri III (1975), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye
Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) -
Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi
(2006, gen. 2. bas. 2007) – Ünlü Bilim Adamları (Türkiye Ünlüleri
Ansiklopedisi, C. 2, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Behçet
Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), TBE Ansiklopedisi
(2001), Asuman Memen / Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat (Radikal Kitap, 2 Mayıs 2003).