Tarihçi – yazar, senarist. 1956’da Çankırı’nın Ilgaz
ilçesinin Güney köyünde dünyaya geldi. İlkokul eğitimini doğduğu köyde,
ortaokulu Ilgaz’da, liseyi Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde, yüksek okulun sınıf öğretmenliği ve tarih
alanı bölümünü Bartın da tamamladı.
Gümüşhane, Kastamonu, Hatay, Sivas, Çankırı illerinde öğretmenlik ve
okul müdürlükleri yaptı. Daha sonra Çankırı’nın Korgun, Kastamonu’nun Araç ve
Küre, Karabük’ün Eflani ilçelerinde Milli
Eğitim Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Bunun yanı sıra yurt içinde eserleriyle ilgili
konularda konferanslar verdi.
Karabük
Valiliği Hizmet Şeref Belgesi (2008), Karatekin Gazetesi Yılın Yazarı Ödülü
(2015), Kültür ve Turizm Bakanlığınca
“Hilâl’in İki Muhafızı” eserine Proje Desteği ödülü (2017), Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri
Meslek Birliği (İLESAM) Araştırma Ödülü (2018), Çankırı Karatekin Üniversitesi
Tarih Konusunda Gençleri Bilinçlendirme Takdir ödülü (2018), İlim Yayma
Cemiyeti Çankırı Şubesi Yılın Edebiyat Adamı Ödülü (2018) gibi çeşitli kurum ve kuruluşlardan birçok ödül
aldı.
Tarihî araştırma, röportaj
ve güncel makaleleri; Türkiye Diyanet
Vakfı İyilik Dergisi’nde, Anadolu
Vakfı Ana Haber Gazetesi’nde, Sebilürreşad Dergisi’nde, Devlet Dergisi’nde, Fitarih Dergisi’nde,
Star Gazetesi’nde, Akit Gazetesi’nde, Karatekin Gazetesi’nde yayınlandı. Yazar olarak çalışmalarına devam eden Şükrü Altın, evli ve üç çocuk babası
olup orta derecede Arapça bilmektedir.
Mini Dizi/Film:
Yazarı olduğu Son Halife Abdülmecid
Efendi’nin altı bölümlük dizi/film senaryo yazımında çalıştı (TRT ve Halk
Film Şt.).
KİTAPLARI:
Araştırma: Kur’an-ı Kerim’in Anahtarı / Fâtiha-i Şerif (2012), Nurlu Şehrin Nuru / Hz. Ebû Eyyûb El Ensâri(ra) (2014), Teşkilat-ı Mahsusa / Bir Gizli Teşkilatın Öyküsü ( 2014), Hilâfet’in Çığlığı / Kandiller Söndü (2015), Sürgündeki Son Halife Abdülmecid Efendi (2015), II. Abdülhamid Efsanesi / Yıldız İstihbarat Teşkilatı (2016), Hilâl’in İki Muhafızı / II. Abdülhamid – R. Tayyip Erdoğan ( 2017).
Roman: Hz. Yâr / Veysel Karani ve Üveyslik (2012), Görmeden Sevmek (2013), Yalnız Adam/Âkif (Biyografik Roman, 2014), Aşkın Adı Yavuz / Cariye (2016), Şehzade’nin Şehrazat’ı / Cem Sultan (2017), Bir İstanbul Sevdası / Hz. Eyüp Sultan (2018), Medine Müdafaası / Fahreddin Paşa (2018).
KAYNAK: Şükrü Altın (www.sukrualtin.com.tr – bilgi teyidi, 27.08.2018).
İletişim Bilgileri:
MAİL: [email protected]
Tel:
0536 577 14 22
facebook:
yazarsukrualtin
TARİHTEN
ESİNTİLER
Şükrü Altın
(Araştırmacı-Tarihçi Yazar)
Sultanın, cennet tülleriyle
örtülü âlemden varlık âlemine intikal ettiği gün, bir efsane yayılmıştı dilden
dile, gönülden gönüle… Devrin molla âlimi Kemalpaşazade, Selim’in doğduğu
günlerde cereyan eden bir olayı şöyle anlatmıştı:
“Gönlü, görünmeyen güzelliklerin sırrını
bilen, kalbi gizli sırları ortaya koyan bir ermiş hüsn-i hal üzere gayb
perdesinin gizli sırlarından haber vererek şöyle seslendi:
‘Bugün bu şanı yüce Âl-i Osman hanedanında ayın on
dördü gibi bir oğlancık doğacaktır. Onun devleti sabah güneşi gibi ufukları
aydınlatacaktır. Atasının yerine sultan olup hilâfet tahtına geçerek âlemin
sığınağı olacak, İslam sancağını dalgalandıracaktır. Bedeninde yedi beni
olacaktır. Bu yedi benin manası da yedi büyük kimseye galip geleceğidir.’”
Ve bu olay gerçekleşmiş,
Şehzade Selim sabahın ilk ışıkları ile birlikte Amasya’da dünyaya gelmişti.
Doğumu ile hanedanı mutlu eden Selim, babası ikinci Beyazıt ve annesi Gülbahar
Hatun’un göz bebeği olmuştu adeta. Daha bebekken gözlerinden deha fışkıran bu
çocuğun iyi yetiştirilmesi gerekirdi elbette.
İşte bu nedenle, İkinci
Beyazıt, devrin en müstesna hocalarını
onun için tutmuş, şehzadenin iyi bir eğitim almasını sağlamıştı. Bilhassa
hocası Hâlimî Çelebi’nin, şehzadenin yetişmesinde büyük etkisi olmuştu. Farsça,
Arapça ve Tatarca’yı ana dili gibi öğrenen, bu bilgisini edebî sanatlarla
birleştirerek, büyüleyici, akıcı ve derin anlamlar içeren gazeller yazan
şehzade Selim, bu gazellerin birinde Sevgili Resûlün aşkına şöyle yakarıyordu:
Ey Selim!..
Sevgilinin ayağını öpmek benim için devlet ve
servettir.
O olmadıktan sonra devlet ve servet yerin
dibine batsın.
Selim, şehzadeliği zamanında
İslam hukukuna göre âlim, fazıl, şair olarak yetiştirilmişti.
Şehzade Selim’in çocukluk
yıllarında, Kırım Hanı Mengli Giray’ın ülkesi, Kazan Hanı Seyit Ahmed Han
tarafından işgal edilerek ele geçirilmiş, Mengli Giray zindana atılmıştı. Zor
günler geçiren Mengli Giray, zindandan kurtulabilmek için İstanbul’dan yardım
istemişti. Selim’in dedesi, cihan hükümdarı, İstanbul fâtihi, Fâtih Sultan
Mehmed, Sadrazam Gedik Ahmed Paşa komutasında bir deniz filosu göndererek
Mengli Giray’ı zindandan kurtarıp ailesiyle birlikte İstanbul’a getirilmesine vesile
olmuştu.
Uzun yıllar İstanbul’da
kalan Mengli Giray’ın, Ayşe Hafsa Sultan isminde güzel bir kızı vardı. Ayşe
Hafsa Sultan büyüyüp serpildikçe, artan güzelliği ve edebi ile dillere destan
olmuş ve nihayet Selim’in annesi Gülbahar Hatun’un da beğenisini kazanmıştı.
Gülbahar Hatun, kuğu gibi
süzülerek yürüyen, güzelliğiyle yürekler hoplatan, asilliğiyle Haseki Sultan olabilecek Hafsa
Sultan’ı, yiğit şehzadesine eş olarak düşünmüş ve bu düşüncesini
gerçekleştirmek için Ayşe Hafsa’yı ailesinden istemişti.
Şehzade Selim, Hafsa
Sultan’ı ilk gördüğü an beğenmişti. Aynı duyguları Hafsa Sultan da
yaşamış, şehzadenin eşi olacağı günün
hayalini kurmaya başlamıştı
Selim’in aşkına kendini
bırakıvermişti, Hafsa Sultan. Sevdalanmıştı hanedanın göz bebeği şehzadesine. İleride Osmanlı’nın Sultanı, İslam’ın
halifesi olacak Selim’e eş olmak kolay değildi elbette. Ama Hafsa Sultan her
zorluğa rağmen, Selim’e eş olacaktı.
Kırk gün kırk gece sürecek
olan düğün için her tarafa haber salınmış, nişanla beraber, İstanbul’da eğlenceler
başlamıştı. Harem dairesi düğün için süslenmiş, kazanlarla yemekler
pişirilmişti.
Saray cariyeleri düğünün
şanına yaraşır şekilde harem dairesinin her tarafını süslemişlerdi. Bilhassa
avizelerin etrafına konan renkli kâğıtlar, haremin loş ve karanlık âlemine ayrı
bir renk katmıştı. Mukavva oymalı kandiller, çarkıfelekler haremde bir ışık ve
gölge masalı yaratmıştı. Topkapı Sarayı’nın etrafı, köşe başları ve caddeler
renkli kandiller, fanuslar, çıralar, meşaleler ile donatılmıştı. Mehteranın sarayda
marşlar çalmasıyla, düğün coşkusu doruğa çıkmış, düğün alayı ile getirilen
çalgı ve çengilerle yer yerinden oynamıştı. Top atışları şehri sallarken, Hafsa
Sultan gelin olarak hazırlanmaya, bezenmeye başlamıştı...
O sırada herkes Şehzade
Selim’in heyecan ve mutluluğunu tahayyül etmeye çalışıyordu. Yavuz şehzade
evlenecek, kendisine meftun, güzeller güzeli Kırım kızına eş olacaktı.
Bunları düşündükçe Yavuz’un
da sinesinde fırtınalar kopuyordu… Deli dalgalar misali coşan fırtınalar,
sadece Hafsa’da değildi elbette. Bu
fırtınalar, Şehzade Selim’i dört bir yana yayılıp koca bir imparatorluk olacak,
cihana meydan okuyacak bir destana doğru götürüyordu aynı zamanda... Yavuz
Hafsa’nın yanı sıra, uğruna ömrünü vereceği seferleri, at üstünde çıkacağı
savaşları ve devlet-i ebed müddet’in bekâsını düşünüyordu. Düşündükçe içi içine
sığmıyor, âleme doğru taşıp kudretini göstermek için zaman kolluyordu.
Gözlerin fitnede ebrûn ile enbaz mı ki
Dili asılmağa iver zülfüne cenbâz mı ki
Bizi kahreyledüğün lûtfuna ağaz mı ki
Ney ki, şîve mi ki, cevr mi ki, nâz mı ki
(Selimî)
Şükrü Altın
(Araştırmacı-Tarihçi
Yazar)
RUSYA, TÜRKİYE’YE KARŞI PİSİKOLOJİK SAVAŞINI BAŞLATTI…
Şükrü ALTIN
Psikolojik savaş istihbarat savaşıdır. Ajanların savaşıdır. Propaganda
savaşıdır. Terör savaşıdır. Bunlara benzer daha aklınıza ne gelirse… Yani devletlerarası
açık harp değildir. Psikolojik savaş sıcak savaştan çok daha tehlikelidir. Bunu
da unutmayalım.
Gözümüz aydın, iki kutuplu soğuk savaş da
başlamış oldu. Türkiye de bu savaşın tam merkezinde. Avrupa ve Amerika için
Türkiye yine kıymetlendi. NATO yeni bir kararla Türkiye’ye silah desteği aldı. Batı’nın
Ortadoğu hâkimiyeti Türkiye’den geçtiğini hatırladılar.
Putin ise özlemle beklediği KGB günlerindeki saldırganlığına
başladı. Çünkü Sovyetler birliğini yeniden kurmak istemektedir. Ukrayna, Kırım,
Ermenistan işgali derken, sıcak denizlere inmek için tabi ki Suriye’yi bırakır
mı? Putin’in asıl hedefi bu kadar değil. Batıda Estonya, Letonya, Litvanya
doğuda ise Türk Cumhuriyetlerini işgal etmek de var.
Vladimir Putin’in iktidarda bulunduğu yıllarda
buna hazırladığı ve silah gücünü çok artırdığı ortaya çıktı. Bunun işaretlerini
görmeye başladık. Hazar Denizi’nden attığı füzeyle Suriye’yi vurdu. Suriye’yi
vurduğu füzeleriyle Türkiye’yi vurmayacak demek mümkün mü? Bu füzelere nükleer
başlık takmayacağını düşünebilir misiniz?
Türkiye Cumhuriyeti olarak çok hızlı bir
şekilde savunma harcamalarımızı artırmalıyız. Caydırıcı silahlara yönelmeliyiz.
Kendi uçağımız ve kendi füze sistemiz başta olmak üzere ne gerekiyorsa
yapmalıyız. HATTA SİLAHLANMA SEFERBERLİĞİNİ BAŞLATMALIYIZ. Ülkemizdeki bazı
kafalar hemen bu duruma tepki göstereceklerdir. Bizim silahla ne işimiz olur
diye… Olmaz diyenlere şunu söylüyorum. Elin oğlu oldurur beyler. Yatak odanıza
kadar girerleeerrrr!…..
Rusya’nın emperyalist siyaseti bugün
başlamadı. Osmanlılar döneminden de biliyoruz. Barış barış diye ötmeye gerek
yok. Biz barış dedikçe onlar son model silahlar üzerinde çalışmaktadırlar. PKK’ya
aynı dili kullandırmıyorlar mı?
Rusya’nın Türkiye’ye karşı fiili savaşa
başladığı da açıkça görülmektedir. Yakında bir uçağımızın düşeceğine garanti
veriyorum. Bu savaş uçağı olacak diye iddia etmiyorum. Yolcu uçağı da dâhil… Rusya
böyle bir şey yaparsa en çok sevinecekler içerdeki beslediğimiz kargalarımızdır.
Gazeteleri takip edin o zaman. Rus uçağının intikamı alındı.
Putin, şimdi bütün kozlarını oynamaktadır. Türkiye’deki
ajanları görev başındadır. Satılmış kalemşörlerimiz, sözde aydınlarımız, iddia
ediyorum bazı milletvekillerimiz de buna dâhildir. PKK’ya ülkesinde temsilcilik
açtıracaktır.
Bir gün köyden Hulusi amca şehirdeki yeğenine
misafir gelmiş. Yemek sofrasında ev sahibi yeğeni fil gibi sofrada yemeğini
yemiş, sonra da zayıflama bisikletine binmiş. Hulusi amca bu duruma çok şaşırmış.
Yeğenine seslenerek: “Yahu zayıflayacağız diye uğraşacağına az yeseydiniz olmaz
mıydı?” demiş.
Bu hikâyeden şuraya gelmek istiyorum. HADEP dâhil
bazı milletvekillerimiz devleti yıkmak için açıkça uğraşmaktadırlar.
Konuşmaları ve icraatları kendilerini açığa vermektedir. Gazetecilerden
aydınlardan sözde sivil toplum kuruluşlarından bazıları da dâhil... Ey
yöneticilerimiz bunlara müsaade edip sonra da mücadele etmek niye? Köylü Hulusi
amca gibi önceden tedbir alıp meclisten bunlar kovsak olmaz mı? Bölücü
düşmanlarına cezasını versek olmaz mı? Neden gereği yapılmıyor şaşıyorum. Açık
açık teröriste silah taşıyan milletvekilini tanıyoruz. Maaşını PKK ya gönderen
milletvekilini biliyoruz. Rusya’ya ajanlık yapanları görüyoruz.
Asıl düşmanı cephede aramayın beyler. İçerden
yıkmaya çalışıyorlar. Mehmet Akif’in Türk’ün kara günlerinde dediği gibi:
Girmeden tefrika bir millete düşman giremez.
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez
Cumhurbaşkanımıza, Bayrağımıza, dinimize söven, aslında devletimize,
milletimize sövüyor demektir… Açıkça devlet düşmanıdır.
Hadi bakalım biz içerden Putin dışardan
saldırmaya devam edin…
Müslümanlığımıza varıncaya kadar saldırın… Gün ola devran döne…
Unutmayın Batı’nın da Putin’den farkı yoktur.
Bu memleketten bir gün Hulusi amcalar da çıkacaktır elbette!….
Osmanlı’nın yıkıldığı dönemin kahraman ajanlarını anlatan “TEŞKİLAT-I MAHSUSA”
kitabını yazarken çok üzüldüm.
Türkiye Cumhuriyeti’nin
“”TEŞKİLAT-I MAHSUS ajanlarını anlatan bir kitap daha yazmak istemiyorum.
Şükrü Altın
Araştırmacı-Tarihçi Yazar