Şair ve öykü yazarı. 28 Şubat 1945, Gülnar /
İçel doğumlu. Asıl adı Ali İhsan Bilir. Ali Bilir, F. Ali B. gibi imzalar da
kullandı. Adana Erkek Lisesi, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi (1969)
mezunu. Üniversite yıllarında turistik bir tesiste kütüphane ve resepsiyon
görevlisi olarak çalıştı. Gönüllü turist rehberliği yaptı. 1967’de yürüyerek
bazı Avrupa ve Kuzey Afrika ülkelerini kapsayan dört ay süren bir yolculuğa
çıktı. Bir süre İngiltere’de, Essex ve Londra’da yaşadı; gençlik kampında meyve
topladı, lokantalarda garsonluk ve bulaşıkçılık yaptı. Rize, Elazığ ve
Gülnar’da kurduğu eczaneleri işletti. Türkiye Yazarlar Sendikası, Edebiyatçılar
Derneği ve Dil Derneği üyesidir.
İlk şiiri “Sevgi ve Ötesi”, 1961’de
haftalık Yelpaze dergisinde, ilk öyküsü “Göçüyoruz”, 1967 yılında
Milliyet gazetesinin sanat ekinde yer almıştı. Sonraki yıllarda
ürünlerini Türk Dili, Çağdaş Türk Dili, Evrensel Kültür, Karşı Edebiyat,
Kıyı, Tını, Anadolu Ekini, Dize, Andız, Aykırı Sanat, Kültür Sanat (Kıbrıs),
Cumhuriyet Kitap, Dünya Kitap, Varlık, Şiir-lik, Damar, Islık, Pencere
dergilerinde yayımladı. Ayrıca, Kuzey adlı sanat edebiyat dergisini (iki
sayı, 1970) çıkardı. 1968’de May Öykü Ödülünde beğeni, 1990 Güneş Öykü Ödülünde
üçüncülük, 1993’te Orhan Kemal Öykü Ödülünde üçüncülük, 1996’da Göç Türküsü
kitabıyla İbrahim Yıldız Şiir Ödülünde mansiyon, 1998 Samim Kocagöz Öykü
Ödülünde ikincilik, Güz Anımsamaları kitabı ile 2004 Ş. Avni Ölez Şiir
Ödülünde jüri özel ödülü, 1990 Güneş Dergisi Şiir Ödülü üçüncülüğü (İsveç)
aldı.
“Şaire göre karanlıklar hep karanlığı
besler. Karanlığın ucu ise genellikle yalnızlık ve ayrılığa çıkar. Buna karşın
umut, insanı ayakta tutan tek güçtür. Aslında ekmeğe kan sıçramadan her şey
güzeldir. Eğer ilişkilere çıkar ateşi düşerse ortalık kara devran ve kara yıkım
olur. Yaşam, içerisinde sayısız öyküler taşır. Sevgiler eskimeye yüz tutunca ne
yazık ki o, iz bırakmadan akıp gider. Ne var ki, sevgileri diri tutmak
gerekir.” (Mehmet Aydın)
“Doğa güzellemesinden eski Yunan
epigramaları gibi dokunaklı bir düzgülemeyle insanlık durumunu veren, Yunusça
bir söyleşiye ulaşır yer yer. Hemen ardından bizi, Akdeniz’in / Toros
doğasının esinleyici / esrikleyici / Karac’oğlan nektarını tatmaya alıştığımız
bir anında, yeniden yeniden yürünecek bir ‘yol’un başına bırakır, tek başımıza.”
(Ümit Sarıaslan)
ESERLERİ:
ÖYKÜ: Üşüyen Sıcak Düşlerim (1994).
ŞİİR: Göç Türküsü (1995), Güz
Anımsamaları (2003).
ELEŞTİRİ: Eleştiriden Günceye (1996).
ARAŞTIRMA-DERLEME: Mersin’de Aydın Olmak - Gündüz Artan’a Armağan (O. Özdemir ile, 2005).
KAYNAKÇA: Abdülkadir Paksoy / “Şiir: Buzu Eriten Sözcük” (Cumhuriyet Kitap, 28.12.1995) - Cumhuriyet Kitap (sayı: 263, 2.3.1995), Mehmet Ali Sulutaş / Ölümün Eşiğinde Beklerken (Kültür Sanat Dergisi (Kıbrıs), sayı:16, Mart 1995), Orhan Tüleylioğlu / Bir Namlu Bir Çığ, Bir Fırtına (Milliyet Sanat Dergisi, sayı: 376, 15.1.1996), Öner Yağcı / Göç Türküsü (Kitap gazetesi, sayı:54, 1.3.1996), Şinasi Özdenoğlu / Göç Türküsü (Cumhuriyet Kitap, sayı: 357, 19.12.1996), Bülent Güldal / Ali F. Bilir’in Şiirinden Yaşamın İnce Türküleri (Bahçe Dergisi, sayı: 5, Eylül 1998), Güngör Gençay / Eleştiriden Günceye (Kıyı, sayı: 145, Nisan 1998), Ali Taş / Eleştiriden Günceye (İnsancıl Dergisi, sayı: 101, Mart 1999), TBE Ansiklopedisi (2001), Ali F. Bilir / Güz Anımsamaları (2003), Mehmet Aydın / Umudun, Arayışların ve Acının Şairi Ali F. Bilir (Damar, Ocak 2004), Ruşen Hakkı / Güz Anımsamaları (Özgür Kocaeli gazetesi, 18.1.2004), İhsan Işık / Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007).
“…vaki oldu ki,
Yusuf’un entarisini, üzerindeki alaca
entariyi çekip
çıkardılar;
ve kendini alıp kuyuya attılar;
ve kuyu
boştu…” Eski Ahit (Tevrat)
Aylar
önce getirilip atıldığım hücrede beklerken, eti kemikten bıçakla ayırırkenki o
korkunç,
kıvrandıran
acıyı duyuyorum yüreğimde. Yüzüme düşüyor acının gölgesi, durmadan deviniyor.
Kanımın damla damla derinlere çekildiğini, damarlarımın giderek boşaldığını
sanıyorum.Islak karanlığın bedenimi sarmasına, ince bir dal gibi titretmesine
karşı koyamıyorum bir türlü. Hangi taşkın, hangi azgın fırtına sürükleyip attı
beni buraya? Her şeyi öğrenmek istiyorum…
Bilincim,
uzun bir sarkacın ucunda, gidip geliyor. Geçmişle gelecek, dünle yarın arasında
aranıyor sürekli. Ama, her kezinde boşa çıkıyor gerçeği öğrenme çabam. Sonunda,
içimde taşıdığım derin uçurumun soğuk gölgesine bırakıyorum kendimi, dinmek
bilmeyen fırtınaların uğultusuna, girdapların görünmez eline…Dokunmak istediği
her şey un ufak…Suskun, dilsizler ülkesi.. Geçmişin ölü karanlığından bugüne,
aylardır kendimle baş başa kaldığım yere, hücreme dönüyor, düşlerimdeki
karanlığa çizilen sesleri dinliyorum…
Hücrem
oldukça havasız. Genzimi yakan, ciğerlerime dolmasına engel olamadığım keskin
küf kokusu, yoğun karanlığın ağır yüküyle birlikte kurşun gibi çöküyor üstüme.
Arı kovanı gibi uğulduyor kafamın içi, zonkluyor durmadan. Demirci örsüne
yatırılmışım. İnmeye hazırlanan darbeleri bekliyorum. Sorgulamanın son durağına
yaklaştığımı, ağır ağır ölümün kucağına doğru itildiğimi sezinliyorum. Her şey
gün gibi ortada. Gerideki izler tazeliğini yitirmiş olsa da, ölümün acıyla
karılmış kokusunu duyuyorum. Yüreğim yorgun; dinlenmek istiyor karanlık
kafesinde.
Sanki
bir körkuyu buluduğum, uzanıp yattığım yer.Bir damla olsun ışık sızmıyor
dışarıdan. Karanlığın ince ilmekli örtüsü altında, her şey öylesine uykulu ve
anlamsız ki. Zaman ve yön algım da kaybolmuş gibi. Bir an, ölmüş olabileceğim
duygusu süpürüp geçiyor içimi. Baş sorgucunun dediği gibi, beni buraya, bu iz
sürülmez karanlık kuyuya atıp gittiler. Elimde olmadan büyüyor boşluğum. Derin
katmanlar arasında sıkışıp kaldığım, buradan bir daha çıkıp kurtulamayacağım
korkusuyla irkiliyorum. Belki de bir düş,
karabasanların sardığı bilincin uyurgezer arayışlarından geçmişe sarkan
bir ölüm duygusu bu. Orada, kayaların yuvarlandığı sarp, ıssız dağ yolunda ağır
ağır geçmişime doğru yürüyorum. Belim iki büklüm, kurumuş çalılara, güneşin
nerdeyse kavurup çürüttüğü otlara, sarmaşıklara tutuna tutuna sürünüp gidiyorum
çıplak toprağın üstünde. Kıvranıyorum dünle bugün arasında. Giderken arkamda
bırakıyorum geleceği. Görünürde ne pınar, ne bir yeşillik. Harmanlanmış,
savrulmuş bir hayatın gölgesinde
kendimle konuşuyorum. Yoldaşı olmak istiyorum usumun, bu sanrılardan
kurtulmak istiyorum. Ah, birazcık ışık olsa, avuçiçi kadar bir gökyüzü
maviliği!... (…)
(1993
Orhan Kemal Öykü Ödülü Üşüyen Sıcak Düşlerim’den, 1994)
Duyabilsen fırtınayı
Ölümün eşelediği ateşte
harlanan
Yaklaşan ayak seslerini
karanlığın
Yüreğin tıpırtısında büyüyen
çığlığı
Körkütük yıkılmış ağaçlar
Perdesini çekmiş güneş
Güz kırlangıçları süpürüyor
zamanı
Rüzgârın kar kokan türküsüyle
Duyabilsen acısını
Bir annenin göğsünde sakladığı
Henüz yazılmamış
Kısacık bir mektup gibi
Gönderir oğlunu
Ölümle eş tutup askere
Bir kuşun kırık kanadına
bağlayıp
Taş atsan ardından yetişemez
Nerede saklanır ölümün
rengi!...
(Göç Türküsü, 1995)