Banu Kiremitçi Bozkurt

Senaryo Yazarı

Doğum
-

Senaryo yazarı. Eskişehir doğumlu. Yazar ve müzisyen Tuna Kiremitçi’nin kız kardeşi. Hakkında yeterli bilgi yok. 1983 yılında ailesiyle birlikte Ankara’ya yerleşmiştir. Ege'yi, Ali'yi ve filmleri seviyor, 2011’den bu yana dizi senaryoları yazıyor. 2011’de Seni Bana Yazmışlar dizisi senaryosuyla başlamıştı, son yıllarda Kızım, Hekimoğlu, Kırmızı Oda, Ben Gri gibi dizilerin senaryolarını yazdı. Senaryo yazarlığı yanında blogerdır ve “annelikbizimisimiz.blogspot.com.tr” adlı bir sayfanın sahibidir.

 

Senaryosunu Yazdığı Diziler:

 

Ben Gri (TV Dizisi 2022)

Kırmızı Oda (2020)

Hekimoğlu (2019-2020)

Kızım (2018)

Bizim Hikaye (2017)

Gülümse Yeter (2016)

İlişki Durumu: Karışık (2015)

Seni Bana Yazmışlar (2011)

 

KAYNAKÇA: Tuna Kiremitçi  / Bir lohusalık macerası (hürriyet.com.tr, 11 Şubat 2012), Banu Kiremitçi Bozkurt (imdb.com, 06.10.2022), Banu Kiremitçi Bozkurt (sinematurk.com, 06.10.2022), Banu Kiremitçi Bozkurt (dizioyuncu.com, diziseti.tv, diziler.com, 06.10.2022), Banu Kiremitçi Bozkurt (beyazperde.com, sinemalar.com, 06.10.2022).

 

İYİ Kİ DOĞMUŞSUN BE NİHAT, İYİ Kİ YAŞADIN SÜMER TİLMAÇ!

Erenköy’de yıllanmış dört katlı apartmanlar yerini kentsel dönüşen, 17 katlı, ebeveyn banyolu, kat otoparklı binalara bırakırken Sümer Tilmaç  bazı şeylerin hiç değişmeyeceğinin garantisi gibi otururdu her gün Dibek Pastanesi’nde.

Oğlumla okuldan dönerken onun gür sesini duyar, her şeyin yolunda olduğu duygusuyla yürürdüm. Herkesin uzaktan akrabası gibi bir adamdı, sanki rahmetli babamın ‘artist’ büyük amcası gibi. Öyle bir duygu geçirirdi insana, tanımadan sevmek aşırı kolaydı.

Gizli jön, gizli komik ve gizli yakışıklı olarak sürdürdü kariyerini. Unutulmaz roller oynadı ama en çok hatırlanacak olan hep Süper Baba’daki Nihat’tı. Nihat öyle gerçek bir adamdı ki, sanki gerçekten o kahvenin sahibiydi de o diziye monte edilmişti. Koca cüssesine rağmen çocuk gibiydi. Saftı, iyi kalpliydi, dürüsttü. Nihat gibi kan kardeşi olanın sırtı yere gelmezdi, zaten Fiko da her seferinde ayağa kalkmayı bildi.

 Süper baba nasıl bir masal anlatıysa, üzerinden kaç yıl geçerse geçsin, ona inanmaya devam ediyorum. Sitelerin, otoparkların, özel okulların ve inşaat gürültüsünün dokunamadığı bir mahallede; ağlarken gülen, gülerken ağlayan bir çocuk-adam Nihat’ın varlığına inanıyorum.

 Nihat’ın Fiko’yla ağız dolusu atışmaları, yumruk yumruğa kavgaları, katıla katıla gülmeleri kendi anılarımdan daha gerçek belleğimde. O hayata ve o duyguya inanmayı seçiyorum, hala.

O yüzden Erenköy Dibek Pastanesi’nde her zaman oturduğu yerde şimdi ‘başımız sağ olsun’ yazısının asılı olduğunu görünce, yanından geçtiğimiz bilmem kaç bin dairelik yeni bina inşaatının gürültüsü daha bir oyuyor beynimi. Belki de masallara inanan son nesiliz, çocuklarımız bizi ‘naiflikle’ suçlayacak ama, iyi ki doğmuşsun be Nihat, iyi ki yaşadın Sümer Tilmaç!

 

KAYNAK: Banu Kiremitçi Bozkurt / İyi ki doğmuşsun be Nihat, iyi ki yaşadın Sümer Tilmaç!  (ranini.tv, 16 Haziran 2015).

BİR LOHUSALIK MACERASI

Kız kardeşim geçen yıl anne oldu. Sadık bendeniz de babalığa ilaveten, dayılık unvanı aldı.

Banu Kiremitçi Bozkurt kendine “serbest yazar” der.

Senaryo yazar, reklam yazar, hikâye yazar, hepsini güzel yazar.

Şimdi de tazeanne.com sitesine, lohusalık macerasını yazmış.

Ebeveyn adayları ve taze ebeveynlerle paylaşayım dedim. Yazının tamamı sitede.

“Lohusalıkla ilgili en ufak bir fikrim yoktu” diyor: “Hatta hamileliğimin sonlarına doğru kitapçıda ben sinema dergileri alırken yanımdaki bir diğer hamilenin bebek büyütme kitaplarını aldığını görünce bayağı paniğe kapılmıştım.

Bebek bakmayı bırakın, hayatımda bebek tutmuşluğum yoktu. Hamile arkadaşım bile olmamıştı. Lohusalık da, tahmin edersiniz ki, kuantum fiziği kadar anlaşılmazdı benim için.

Yaşadığım dönemi zorlaştıranların başında kendim geliyorum. ‘Yenilmemem gereken bir savaşa’ girdiğimi zannederek kendimi epeyce hırpaladım.

Annem vefat ettiğinden, teyzem, halam falan da olmadığından, kayınvalidem dışında bana akıl verecek başka bir tecrübeli kadın da yoktu etrafımda. Hoş, olsa da dinlemezdim.

Oysa aşırı kilolu, ruhen zayıf ve duygusal olarak çok muhtaçtım. Kendimi öyle görmekten nefret ettim niyeyse. Hatta diyebilirim ki, kendime yakıştıramadım!

Az uyku, aman süt geliyor mu, emiyor mu, şunu da yiyeyim süt yapsın, sokağa da çıkarmayayım 40 gün derken bir bakmışım ki, elinde direksiyonu, başında hunisi eksik bir deliye dönmüşüm.

Söz dinlemeye, bakılmaya, avutulmaya çok ihtiyacım varken sistemli bir inkâr içine girmişim.

Garip ama gerçek: Her şey zamanla yerine oturdu.

Ben anne olmaya alışmaya başladım, Ege bize ve dünyaya alışmaya başladı, sevgili canım eşim elinden geleni yaptı, gece gündüz demeden babalığın hakkını verdi ve bir şekilde geçti o zamanlar.

Hiçbir yöntem ya da yol izlemedim. İçgüdüsel olarak baktım Ege’ye hep. Bu kötü zamanların içinde beni terk etmeyen tek bir duygu vardı: Ege’yle ilgili her şeyin en iyisini benim bildiğim.

Nereden geldiğini anlamadığım bu özgüven duydum hep ona karşı. O duygu beni çok güçlü kıldı.

Oğlum huzurlu uykuda, biz de kocamla kötü bir korku filmi seyrediyoruz. Sabah 7’de Ege uyanacak ve biz onu yatağa alacağız. Hep birlikte biraz daha uyuyacağız. Ta ki Ege tekme tokat bizi uyandırana kadar.

Sonra uyanıp biraz yatakta oynayacağız, sarılacağız, koklayacağız. Sonunda Ege isyan edecek, kalkacağız, yeni bir gün daha başlayacak.

Ege gülecek, ağlayacak, yiyecek, kusacak, uyumayacak, uyuyacak, düşecek, kalkacak ve ben pelte gibiyken gün bitecek.

Gece vakti balkonda kahve ve sigara içerken ‘Daha önce hiç bu kadar mutlu olmadım’ diye düşünüp şükredeceğim.”

Yazının sonunda, taze annelere ve anne adaylarına tavsiyelerde bulunuyor Banu: “Kendinizi bırakın, ağlayın. Dert yanın. Gönül rahatlığıyla korkun. Yardım isteyin. Zayıflıktan ürkmeyin.

Bu duyguların çoğunun burnunuzdan akan hormonlar yüzünden olduğunu bilin.  Gerekirse psikolojik destek alın.

Televizyondaki ‘dün çocuk doğurdum, bugün bikinimle ne kadar da taş görünüyorum’ meşhurlarına aldırmayın. Çocuk doğurduktan sonra çocuk doğurmamış gibi görünmek marifet değil, inanın.

Ve her şeyden önemlisi, ‘geçecek’, meraklanmayın. Kendi omzunuza önce tap tap diye vurup bir güzel kutlayın, sonra da kendinizi rahat bırakın.”

KAYNAK: Tuna Kiremitçi  / Bir lohusalık macerası (hürriyet.com.tr, 11 Şubat 2012).

Yazar: Tuna Kiremitçi

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör