Osman Akkuşak

Gazeteci-yazar, Araştırmacı Yazar

Doğum
20 Ağustos, 1931
Ölüm
14 Eylül, 2020
Burç

Gazeteci yazar (D. 20 Ağustos 1931, Emet / Kütahya – Ö. 14 Eylül 2020, İstanbul). Çeşitli liselerde edebiyat dersleri verdi ve lise müdürlüklerinde bulundu. Milli Eğitim Bakanlığı'nın neşriyat işlerinde görev aldı. İlim ve Sanat Bürosu Başkanlığı, Devlet Kitapları Müdürlüğü ve Çağdaş Türk Yazarları Komisyonu'nda çalıştı. Türkiye Edebiyat Cemiyeti'nin kurucu üyesi ve genel sekreteri olarak hizmet etti. Türk Dilini Koruma ve Geliştirme Cemiyeti'nin ikinci başkanlığını yaptı.

1400 civarında makale ve incelemesi yayınlanmış olan Osman Akkuşak, yazı hayatına 1952 yılında başladı. Sırasıyla İstanbul Ekspres, Son Telgraf, Adalet, Zafer, Dünya, Tercüman, Son Havadis, Zaman, Güneş, Ortadoğu, Yeni Şafak ve Türkiye gazetelerinde çalıştı ve yazılarını neşretti. Son olarak Yeni Şafak gazetesinde köşe yazarıydı.

Osman Akkuşak, 8 Haziran 2002 Cumartesi günü düzenlenen özel bir etkinlikle, mesleğe başlayışının 50. yılını kutladı.

14 Eylül 2020 günü, 89 yaşında iken İstanbul’da vefat etti.

Basılı eserleri dışında, yayına hazır Türk Edebiyatı Tarihi, Atasözleri, Emet Destanı (piyes), Kompozisyon Kitabı, Batı Dillerinden Gelen Kelimeler Sözlüğü ve Osmanlıca Türkçe Lügat gibi eserleri de vardır.

 

Basılı Kitapları:

 

Süratli Öğretmen Kılavuzu (1966),

Usta Yazar Osman Akkuşaktan Seçmeler (2015).

 

KAYNAKÇA: Osman Akkuşak’ın Yazarlığının 60. Yılı Kutlandı (DHA, haber3.com, 10.12.2012), Osman Akkuşak hatıralarını anlatacak (dunyabizim.com, 27.05.2014), 85 Yaşında Bastona Veda Eden Yazar: Osman Akkuşak (edebiyathaberleri.com, 12.08.2016), Yeni Şafak’ın emektar isimlerinden usta gazeteci Osman Akkuşak vefat etti (yenisafak.com.tr, 14.09.2020), Gazeteci, yazar Osman Akkuşak hayatını kaybetti (memurlar.net, milliyet.com.tr, 14.09.2020), Osman Akkuşak kitapları (kitantik.com, nadirkitap.com, 14.09.2020).

İTTİHATÇILAR

İTTİHATÇILAR

 

Osman AKKUŞAK

 

eski istanbul üniversitesi rektörü cemil bilsel, “lozan” isimli eserinde, fransız harp tarihi yazarı general larşe’nin bir sözünü nakleder..

general larşe diyor ki: “enver paşa, türk ordusunu 1913-14 yıllarında aynı yavuz sultan selim zamanında olduğu gibi bir harp makinası haline getirmiştir..”

gerçekten de türk ordusu, 1914 ila 1918 arasında çanakkale’de, galiçya’da, kafkasya’da ırak’ta, suriye ve filistin’de, doğu anadolu’da sina yarımadası’nda olmak üzere tam yedi cephede dört sene müddetle büyük bir direnç ve liyâkatle çarpışmıştır.. müttefikimiz almanya’nın mağlup olması neticesinde, ayrıca İngiliz casusu lavrens’in dağıttığı altınlar ve şerif hüseyin’in ihaneti sebebiyle filistin cephesinde uğradığımız çözülme yüzünden ekim 1918’de mondros mütarekesi’ni imzalamak mecburiyetinde kaldık.. dört sene başa baş, dişe diş mücadele ettik.. yedi cephede harp ettik.. kabul etmek lâzımdır ki, dört sene süren savaş gücümüz, ordumuzun ve insanımızın ruh sağlamlığına da alâmet teşkil eder..

şurası da bir gerçektir ki; itilâf devletlerinin teşviki ile batı anadolu’nun önemli bir bölümünü ordumuz terhis edildiği için işgal etmeye muvaffak olan yunanistan’ı; yokluklar ve imkânsızlıklar içinde yeniden teşkilatlanarak yurdumuzdan sürüp çıkaran bir kısmını da denize döken kuvvet; 4 senelik cihan harbinde komutanlık gücü kazanan mustafa kemal paşa, fevzi paşa, ismet paşa, karabekir paşa, fahrettin altay, ali ihsan sabis, cafer tayyar, ali fuat, yakup şevki, âsım gündüz, izzettin çalışlar, nurettin, refet paşa gibi kumandanların kabiliyet ve yurtseverliği; ayrıca askerimizin azim ve dirayeti sayesinde vücut bulmuştur…

şunu demek istiyorum: istiklâl mücadelesini, 4 sene süren savaşı sürdüren orduyu yetiştiren ittihat ve terakki partisidir.. komutanlar, bu savaşta pişmiş ve yetişmiş elemanlardır..

bu parti, hareket ordusunu istanbul üzerine sevk ederek 33 sene imparatorluğu ayakta tutan ikinci abdülhamid’in indirilmesine sebep olmuştur.. abdülhamid’in, hareket ordusunu bertaraf edecek bir metanet göstermemesi, müslüman ve türk kanı dökülmesini istemeyişine hamledilmiştir..

istiklâl harbini yürüten kumandanların partizan yani hepsinin de ittihatçı olduğunu kabul etmek doğru değildir; dâva, yunan askerini yok etmek veya denize dökmektir, partizanlık değildir.. başta kemal paşa olmak şartıyle bütün paşalar bu duygu ve bu vatan severlikle meşbu olan şahsiyetlerdir..

ittihatçıların hatâsı veya suçu, II. abdülhamid’in padişahlığına son vermeleridir.. ikinci ve daha büyük suçları, birinci cihan harbine katılmalarıdır.. almanlardan alınan ekonomik yardım ve silâh yardımları, ayrıca ingilizlerin başını çektiği itilâf devletleri topluluğunun; çarlık rusyası istemediği için osmanlı devletini bu topluluğa kabul etmeyişi gibi faktörler, cihan harbine katılmamıza sebep olan unsurlar arasındadır.

kurtuluş savaşını idare eden TBMM’ye âzâ olan bir çok ittihatçı vardır.. bunların içinde bulunan abdülkadir canbolat; büyük zafer kazanıldıktan sonraki günlerden birinde, hükümette sağlık ve maârif bakanlıkları yapan doktor rıza nur’u yakalıyor söyle diyor: “rıza bey, başımıza bir diktatör geliyor.. bir çaresine baksak” diyor.. rıza nur’un yüzü asılıyor gayet ciddi ve öfkeli : “canbolat, bu sözü ne sen söylemiş ol, ne de ben duymuş olayım.. sarı kemal duyarsa eğer; ne seni ne de beni bırakır.. aklını başına al!..” diye cevap veriyor..

bu hadiseyi, bu konuşmayı doktor rıza nur’un 4 ciltlik hatırâtında okumak mümkündür..

daha sonraları “izmir suikasti” diye bir olay vuku bulmuştur.. bu olay kimisine göre mürettep, kimisine göre de gerçekten böyle bir teşebbüs düşünülmüştür.. izmir’de muhakemesi görülmüş, bazıları idam edilmiş, bazıları da beraat etmişlerdir..

 

kâzım karabekir paşa’nın duruşma salonunu dolduran zabitlerin, suçsuzluğunun alâmeti addedilmesi sebebiyle beraat ettiği iddia edilmiştir.. hattâ ismet paşa’nın karabekir paşanın mâsumiyetini ifade ederek ona tesahüb etmesi, kendisini sıkıntılı bir duruma düşürmüş, “istiklal mahkemesi”nin ismet paşayı da tevkif etmekle tehdit ettiği beyan edilmiştir..

 

*

 

yazımızı noktalarken belirtelim ki, enver paşa bir kahramandır. atak, cesur, dinamik ve enerjik.. gençliği ve tecrübesizliği var.. ama gerçek bir vatanperver ve gerçek bir kahraman..bütün ittihatçılar yurtsever ve kahramandır.. ama acemilikleri de var..

ittihat ve terakkinin nizamnamesi; gevşeklik, ihmalkârlık ve ihanete fırsat bırakmayan yapıda bir sistem inşa etmiştir..

enver paşa, son saatlerinde yine kahramanlığı seçerek şahadet mertebesine ermiştir.. allah gani gani rahmet eylesin!..

KAYNAK: Osman Akkuşak /  İttihatçılar (8 Ocak 2018).

 

OSMAN AKKUŞAK’IN YAZARLIĞININ 60. YILI KUTLANDI

OSMAN AKKUŞAK’IN YAZARLIĞININ 60. YILI KUTLANDI

 

‘Bir Kalem Efendisi’ Osman Akkuşak’ın yazarlık hayatının 60’ıncı yılı, Küçükçekmece Belediyesi ve Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi tarafından düzenlenen özel bir etkinlikle kutlandı.

Osman Akkuşak’ın Yazarlığının 60. Yılı Kutlandı

- ‘Bir Kalem Efendisi’ Osman Akkuşak’ın yazarlık hayatının 60’ıncı yılı, Küçükçekmece Belediyesi ve Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi tarafından düzenlenen özel bir etkinlikle kutlandı.

"Yazarlığının 60’ıncı yılında Bir Kalem Efendisi" başlığıyla düzenlenen etkinliğe, Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay ve Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şube Başkanı Muzaffer Doğan katıldı.

Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi Kızlarağası Medresesinde, Mahmut Bıyıklı moderatörlüğünde gerçekleştirilen programda, Fehmi Koru, Hasan Kaçan, Orhan Okay, Mehmet Niyazi, Gülten Dayıoğlu gibi birçok tanınmış isim, üstat Osman Akkuşak’la ilgili anılarını katılımcılarla paylaştı.

“OSMAN AKKUŞAK BİR DERYADIR”

Osman Akkuşak’ın 60. yıl yazısının ve özgeçmişinin okunmasından sonra söz alan Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay, Osman Akkuşak’a etkinliğe katılımından dolayı teşekkür etti. Yeniay üstada karşı saygısını “Bir hadiste, ‘İnsanların en hayırlısı, insanlığa hayrı dokunanlardır’ diyor. Biz sizi derya olarak görüyoruz ve kabımız ölçüsünde sizden bir şeyler almak istiyoruz”sözleriyle vurguladı.

AKKUŞAK: “DAHA FAZLA YAZMAK İSTİYORUM”

Osman Akkuşak ise konuşmasında herkese katkılarından ve katılımlarından dolayı teşekkür ederek, “Buraya gelen tüm dostlarıma ve bu organizasyonu düzenleyen herkese çok teşekkür ediyorum. Daha doğru, daha gerçekçi, daha güzel insanlar daha faydalı fikirler söyler. İnşallah ben de daha fazla yazarım. Takdir edilmek güzel bir duygu, bu bir teşviktir. Bu teşvikin huzuru üzerimde. Dualarınızı benden esirgemeyin” dedi.

“NEZAKETİ ONDAN ÖĞRENDİM”

“Nazikliğin, inceliğin, kültürümüzün ne demek olduğunu Osman Amca’dan öğrendim ben. Nerede ne zaman karşılaşırsanız karşılaşın Osman Amca herkese iltifat eder. Gazete okurken bile kim yanına gelirse gelsin ayağa kalkarak konuşur” diyerek Osman Akkuşak’ ı anlatan oyuncu, yazar ve karikatürist Hasan Kaçan, günümüzde bu tür şeylere önem verilmediğini söyledi.

Üstatların pek azının kıymetinin yaşarken bilindiğini, bu nedenle de etkinliği düzenleyen herkese çok teşekkür ettiğini belirten gazeteci yazar Fehmi Koru ise, konuşmasında Osman Akkuşak’ ın yazılarındaki bir ayrıntıya şu sözlerle dikkat çekti: “Tanınmayan insanlar bile Osman Akkuşak’ ın yazılarında görülüp tanınmıştır. Meziyeti beğenirsiniz ama bunu içinizde saklarsınız; başkalarıyla paylaşmazsınız. Osman Akkuşak ise yazılarında ismi bilinmeyen yazarlara bile yer vermiştir. Ben bunu çok değerli buluyorum.”

 

Yazar Gülten Dayıoğlu da kendisini Osman Akkuşak’ın annesinin büyüttüğünü belirterek, Osman Akkuşak’ın ailenin iftihar listesinin başında geldiğini ve kendisinin Osman Akkuşak’ı örnek aldığını ifade etti.

TEŞEKKÜR BERATI VERİLDİ

TYB İstanbul Şubesi Başkanı Muzaffer Doğan da konuşmasında Yazarlar Birliği olarak vefalarını göstermek adına bu etkinlikleri düzenlediklerini ve yaşayan üstatları anmaya devam edeceklerini söyledi.

Program sonunda Türk edebiyatının usta kalemlerinden Osman Akkuşak’a Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi Başkanı adına Mahmut Bıyıklı tarafından teşekkür beratı takdim edildi.

KAYNAK: Osman Akkuşak’ın Yazarlığının 60. Yılı Kutlandı (DHA, haber3.com, 10.12.2012).


Yazar: haber3.com, 10.12.2012

85 YAŞINDA BASTONA VEDA EDEN YAZAR: OSMAN AKKUŞAK

85 YAŞINDA BASTONA VEDA EDEN YAZAR: OSMAN AKKUŞAK

 

Bekir Tuncer SALİHOĞLU

 

Duamı okudum eşikten adımı attım, işe gitmek için Metroya yöneldim, iki gün önce erkenden. Telefonum çaldı sabah sabah, hayırdır inşallah dedim besmeleyle açtım. Osman Amcamız. Osman Hocam yani.

-Bekir Bey! İki kişiyi aradım. İstanbul dışındalarmış. Mecbur kaldım seni aradım. Bu gün Cerrahpaşa' ya gitmek için Kartaldan yola çıkacağım. Eğer müsaitsen, hastanede bana refakatçi olur musun?

Düşünmeden, elbette dedim. Seçeneğim yok çünkü. Emir telakki ettim. Karşımda tek, bir başına yaşayan kimsesiz Osman Akkuşak var.

Elbette,

- Beni 11 de hastanenin kapısında ağacın altında gölgelikte bekle. Çay iç, hesabı benden. Sen bir şey ödeme.

11 dedi ya onun adımıyla sekizde yola çıksa kaçta geleceğini tahmin ettiğim saatlerde, tarif ettiği yerde bittim. Geldi. Yorulmuş. Elinde baston yok, atmış. "Bağımlılık yapıyor. Gittiğim yerlerde unuturum diye aklım ona takılıyor." diyor. Aslında biraz dinç gördüm. Ben ona demiştim, sen Abdurrahman Şen'in sözünü dinle, tarif ettiği yere git. Orada seni et suyuyla beslerler, ilik ve kemiğine kadar canlanırsın. Buralarda kuru yavan, acı soğanla beslenemezsin. Dön dolaş Kastomonu kır pidesi, kürt böreği, Konya etli ekmeği yiyorsun. Midene oturuyor. Miden eritemiyor. Yalım çalım çabalıyor. Seviyorum, ne yapayım dediğin, arada yediğin akşamlamış kuru fasulyelerin bayat yağıyla kıvrım kıvrım kıvranıyorsun. Midene oturur. Sulu yemek, çorba senin vitamin, desem de "ya!" dediği soru işaretleri vardı aklında.

Ağacın altında dediği yerde yarımda buluştuk. Tahlil, tetkik, kan... derken akşamı ettik.

- Şuradan Abdurrahman Şen evladıma telefon edeyim beni buradan aldırsın Kartal'a götürsün. Veya gazetem Yeni Şafak'a telefon edeyim, şoförle bir araç göndersinler. Sabah ezanla birlikte altıda alıp buraya Hastaneye getirsinler.

- Kimseye eziyet vermeyelim. Bu gün benim misafirimsin. Sabah da erkenden buradayız inşaallah. Sen benim dua çeşmemsin. Bırakır mıyım?

- Eh hadi, madem sen öyle uygun gördün... Ben de uyarım sana.

On ikiden sonra yemek yasak ya, gece 12 ye kadar hem konuştuk hemde şeftali, üzüm, incirlerin tazeleriyle besledim. Sabah 07 Cerrahpaşa önündeyiz. Bir hatıra fotoğrafı. Dur elimi belime koyayım. Böyle daha yakışıklı çıkıyorum, espri yaptı. Gören sabah simitçisi de katıldı. "Genç delikanlı amcam benim," diye. Sonra yaşını sordu maşalllah çeke çeke. Yaş tam tamına 85 rakamla. Plastik Cerrahi... Yedinci kat. Fazla bahsedip içinizi karartmıyayım. Eli sarıl, ayakları asılı, gözleri kapalı, sırtı çuval gibi dikili bir elinde torba ardında sürüdüğü aletlerle vücuduna direnç suyu zerkedilen hastalar. inilti, gelenlere yorgun gözlerle bakan refakatçi ve hasta yakınları... Odamıza bir bayan süzüldü tanışmak için. Eşi şeker hastasıymış. Ayağı morarmış, kapkara olmuş. Dizden yukarısını baldırdan kesip atmışlar. Bir aydır buradaymış. Dertleşmek istiyor. Dost olmak, yakınlık kurmak, vakit geçirmek istiyor.

Sıramız 13 de geldi. Doğru ameliyathane. Osman amcamız kolumu bırakmıyor, sen de gel diye. Tamam da beni içeri almıyorlar ki, mikrop kapar diye. Yasak. "Olmaz" diyor. "Bu değerli dostum, çok meşhur bir hikayeci. O da yanımda bulunsun" diye reklam yaparak bastı kurmak istiyor. Hikayeci değil Cumhurbaşkanı desen dinlemiyorlar. Cıplandırıp üzerini kefene benzemez in diye ellâm, yeşil örtüyle içeri aldılar. Ben dışarıdayım. İki saat sonra yürüyen arabanın üzerinde geldi. Acıkmış, susamış.

Daha dört tekerli arabanın üzerinde:

-Hemen gazeteme gidelim. Yemekleri güzeldir. Bir güzel karnımızı doyuralım. Doya doya sıcak çorba içeyim. 24 saattir midesine bir damla bir şey girmiş değil.

Alınan parçaları talhlil için istenilen yerlere dağıttım. Cerrahpaşa burası yedi ayrı yerde yedi binası var. Biraz geç geldim diye azar işittim. Ama duymadım. Kulaklarım tıkalı büyüklerime karşı. Bir an önce çıkmak istiyor, hemşire, hasta bakıcı, sekreter kim denk gelirse nasipleniyorlar. Sonra da " Yahu onların gönüllerini alalım. İyisinden birer çikilota getir. Ağızları tatlansın.

Feys de fotoğraflarını koymuştum Osman Hocamın. Oradan gelen selamları teker teker okudum. Oturduğu yerde keyiflendi. Bir de o esnada önüme düşen bir yazıyı okudum. " Hiç kimseye muhtaç olmayacağını düşünen kemsesizi, sadece Allah'tan yardım bekleyeni, Allah kimseye muhtaç etmez" anlamında..

-Kim söylemişse güzel söylemiş.

-Mevlana... Haaa dedi, yazı daha bir anlam kazandı.

Sakın hastanede olduğumuzu, ameliyatımızı yazma. Dostlarım üzülmesin deyince,

-Sizlere ömür, Saadettin Kaplanı' da kaybettik, dedim. Hayret etti.

-Yaaa! Dinçti, diriydi. Nasıl birden göçtü?

Bu ramazanda. O da "vefatımı kimseye bildirmeyin, çoluk çocuk iftar sofrasından kalkıp cenazeme gelmesinler. Taa Gebze'ye nasıl gelecekler," demiş.

- Çok iyi bir şairdi. İnce fikirli adam. Dedi ezbere bir şiirini okudu.

Güzel güzel sohbet ederken Gazetem dediği Yeni Şafak bir araç gönderdi. ve sizleri görmeye hasret kaldığım yuvam dediği Kartal'a doğru gönderdim. Sevenleri ve dostları olarak haberdar edeyim dedim. İyi etmiş miyim?

KAYNAK: 85 Yaşında Bastona Veda Eden Yazar: Osman Akkuşak (edebiyathaberleri.com, 12.08.2016).

Yazar: Bekir Tuncer SALİHOĞLU

BÂBIÂLİ’NİN SON “ŞEYHÜLMUHARRİRİN”İYDİ

BÂBIÂLİ’NİN SON “ŞEYHÜLMUHARRİRİN”İYDİ

 

MEHMET NURİ YARDIM

 

 Önceki gün vefat eden Osman Akkuşak, 70 yılını kalemine adamış bir gazeteci yazardı. O Bâbıâli’nin son “Şeyhülmuharririn”iydi.

 Önceki günün akşamı vefat eden, dün de sevenleri tarafından Fatih Cami’nde kılınan cenaze namazının ardından ebedî âleme uğurlanan Osman Akkuşak, basın, edebiyat, sanat ve fikir dünyamızın mümtaz simalarındandı. Bâbıâli’nin simge isimlerinden, kültür dünyamızın aşina çehrelerindendi. Sohbet meclislerinin aranan çehresi, edebî mahfillerin vazgeçilmez ismiydi. “Beyim” der sözünü söyler, kimseden çekinmez, hatır gözetmezdi. Bir toplantıda lâf uzamışsa müdahale eder. O, âdeta toplantıların herkes tarafından seçilmiş gizli muhtarıydı. Bana sorarsanız, aynı zamanda edebiyat ve fikir tarihimizin ta kendisiydi. Neredeyse tanımadığı edip, şair, yazar, mütefekkir, eğitimci, tarihçi, felsefeci, gazeteci, yayıncı yok gibiydi. Onunla farklı mahfillerde buluşur, halleşirdik. Bazen yollarda karşılaşır selamlaşırdık. Gün oldu, bir ikindi serinliğinde Kızlarağası Medresesi’nin önünde bir araya gelir, muhtelif meseleleri müzakere ederdik. Türkiye’de cereyan eden hadiseleri yakından takip eder, sıkı tahliller yapar, esaslı yorumlarda bulunurdu. Velhâsıl-ı kelâm o, Bâbıâli’nin en renkli deryasıydı.

 

 KISA HAYAT HİKÂYESİ

 

 Osman Akkuşak, Kütahya’nın Emet ilçesinde 20 Ağustos 1931 tarihinde doğdu. İlkokulu Emet’te okudu, eğitimine Kütahya Lisesi’nin ardından Adana Erkek Lisesi’nde devam etti. Çeşitli liselerde edebiyat dersleri verdi ve müdürlük yaptı. Bir dönem Milli Eğitim Bakanlığı “İlim ve Sanat Eserleri Bürosu” başkanlığı görevini üstlendi. Yine MEB’in Çağdaş Türk Yazarları Komisyonu’nda âzâ olarak hizmet etti. Ayrıca Devlet Kitapları Mütedavil Sermayesi Müdürlüğü de yaptı. 1952 yılından beri gazetecilik ve yazarlık görevini sürdürüyordu. Bâbıâli'nin kıdemli “ağabey”i, İstanbul Ekspres, Son Telgraf, Büyük Doğu, Zafer, Adalet, Dünya, Son Havadis, Türkiye, Tercüman ve Güneş gazetelerinde çalışıp, yazı yazdı. Son olarak Yeni Şafak gazetesinin köşe yazarıydı. Türkiye Edebiyat Cemiyeti’nin kurucu üyesi ve genel sekreteri olarak hizmet eden Akkuşak, Türk Dilini Koruma ve Geliştirme Cemiyeti’nin ikinci başkanlığını yaptı. Sür’atli Öğretmen Kılavuzu isimli eseri 1966 yılında neşredildi. Yayına hazır eserleri arasında Türk Edebiyatı Tarihi, Atasözleri, Emet Destanı (piyes), Kompozisyon Kitabı, Batı Dillerinden Gelen Kelimeler Sözlüğü ve Osmanlıca Türkçe Lügat bulunuyor. Hakkında ESKADER toplantılar düzenledi. TYB İstanbul da Yazı Hayatının 60. Yılını kutladı. “ESKADER 2010 Basın Ödülü” büyüğümüze verildi.

 

MUAREFEMİZ ESKİYE DAYANIYOR

 

 Yaklaşık 40 sene önce mülâki olduğum ustamızla ilk mülakatım, 28 Kasım 1986 tarihinde gerçekleşmişti. O, yazıya ve edebiyata çok değer veren bir kalem efendisiydi. Yazılarında ahenkli bir akış ve mükemmel bir üslûp hemen fark edilirdi. Ama o aynı zamanda bir kelâm efendisiydi de. İyi bir hatip, üstün bir konuşmacıydı aynı zamanda. Yorumları yerinde, tahlilleri isabetliydi. Kelimeleri dikkatle seçer, ondan sonra kullanırdı. Yaptığı uzun veya kısa konuşmalarının arasından tek bir kelimeyi çıkarıp atamazdınız. Zira konuşmasında kelimeler uygunluk bakımından son derece mükemmeldi, asla fazlalık bulamazdınız. Büyük bir insicam sezerdiniz. Ahenkli cümlelerle konuşmasını kurar ve size Türkçenin lezzetini tattırırdı. Bu bakımdan söz ustasıydı. Keşke daha sık konuşsa, hitabelerde bulunsa ve dilimizi en iyi kullanan böyle bir İstanbul Beyefendisini gençler daha çok dinleyip istifade etseydi. Esasen Türkçeyi güzel konuşan büyüklerimizin hitabeleri, bir an önce kayıt altına alınıp korunmalıdır. Zira onlar antika değerinde, hazine kıymetindedir.

 

ÜMİTSİZ OLMAK YOK

 

 Bulunduğu pek çok toplantıda yakın dostları, hatıralarını dinleyicilere anlatırdı. Onlardan biri de merhum Mehmed Niyazi Bey’di. O toplantılardan birinde romancımız şu hatırayı nakletmişti: “Marmara’da dostlarla beraber oluyorduk. Bir sohbet esnasında bir arkadaş karamsar bir ruh hali ile konuşunca orada bulunan Hilmi Oflaz ağabeyimiz, ‘Ümitsiz olmak yok arkadaş. Şu anda Osman Akkuşak Haydarpaşa Lisesi’nde öğrenci yetiştiriyor.’ dedi.”

 Osman ağabey edebiyat mahfillerinin, sohbet toplantılarının, derneklerdeki, vakıflardaki programların her zaman baş konuğuydu. Fırsat buldukça şereflendirirdi meclisleri. En çok ziyaret ettiği mekânlar arasında Edebiyat Vakfı, Türkocağı, Birlik Vakfı, Yazarlar Birliği, Kubbealtı ve ESKADER’di. Huzurevi’ne taşınana kadar “Bâbıâli Sohbetleri”mizin sıkı müdavimi idi. Toplantıları dikkatle takip eder ondan sonra fikirlerini özlüce beyan ederdi. Sohbetin ardından bir bakıma programı taçlandırırdı.

 

 GENÇLERİ HEP TEŞVİK ETTİ

 

 Osman ağabeyin en mühim vasfı, diğerkâm oluşu ve teşvikkâr rolüydü. Yaşıtlarını sık sık anar, olgun edebiyatçıların eserlerinden sitayişle bahseder, kabiliyetli gençleri de teşvikten uzak durmazdı. Bütün yazıları incelendiğinde, konuşmaları dinlendiğinde bu lütufkâr cephesi hemen fark edilir. Tenkidini usulca yapar, kimsenin kalbini kırmaz, gönlünü incitmezdi. O bazen can simidi gibiydi. Bir toplantıda konuşma çok uzamışsa hemen müdahale eder ve “E canım, güzel de sözü çok uzattın. Kısa, öz ve latif söyle, dinleyicilerin dikkati dağılmasın.” derdi. Hiç kimse samimice söylenen bu söze alınmazdı.

 Osman ağabeyin zihin dünyası âdeta Türk edebiyatı ve fikir hayatının tarihi, geçit resmi gibiydi. Tanıdığı yüzlerce şair, yazar, sanatkâr, gazeteci, yayıncı, eğitimci, devlet adamı hakkında az çok hatırası vardı. Bunları fırsat buldukça paylaşır ve unutulmuş şahsiyetleri bizlere hatırlatırdı. Bu bakımdan millî hafızamız gibiydi.  Cömertti, mükrimdi. Yanına varmışsanız bir şeyler yiyorsa mutlaka size de ikram ederdi. Cebinden veya çantasından bazen şeker, çikolata çıkarır ve çevresindeki dostlarına tek tek dağıtırdı.

 

NECİP FAZIL’DAN YAZI TEKLİFİ

 

 Bir ara düzenlediğimiz Bâbıâli Sohbetleri”nda konuşmacımızdı. Son fıkra muharririmiz, konuşmasında 50 yıllık dostlarından bahsetmiş ve hüzünle şöyle demişti: “Birikmiş öyle çok hatıra var ki, anlatmak için zaman yetmiyor.” Nükteli konuşmaları ile dinleyicilere hoş dakikalar yaşatan Osman abimizin, Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Nihad Sâmi Banarlı, Sezai Karakoç ve Tarık Buğra gibi şahsiyetlerle alakalı hatıralarını büyük bir dikkatle dinlemiştik. Gazetelerde yazmaya nasıl başladığını hasret ve muhabbetle anlatırdı. 1952 yılından itibaren Son Telgraf ve Gece Postası’nda muharrirliğe başladığını, o dönemde gençlerle yapılan toplantılara katılan Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu’nun kendisini bu gazetelerde yazmak için yönlendirdiğini, tavsiye üzerine Son Telgraf gazetesinde, 22 yaşında, Halimoğlu Osman takma adıyla köşe yazmaya başladığını söylemişti. Bu konuşmasında, Şairler Sultanı ile tanışmasına da temas etmişti:

 “Necip Fazıl Bey, Büyük Doğu’yu günlük gazete olarak çıkarmaya başlamıştı. Ben henüz öğrenci iken başkanı olduğum okul cemiyetinin antetli kâğıdıyla kendisine bu geçişten dolayı bir tebrik mektubu yazdım. Üstadı beğeniyor ve seviyorduk. İki gün sonra mektubun kâğıdındaki klişesi Büyük Doğu’nun üçüncü sayfasında ‘Gençlerin gazetemizi tebriki’ başlığıyla yayımlandı. Okuldaki yöneticiler fikren Necip Fazıl’dan farklı oldukları için yaptığım hareketten dolayı beni okuldan atmak istediler. Neyse ki kalmam konusunda karara varıldı. Sonrasında Necip Fazıl Bey beni çağırttı ve ‘Sen edebiyatçıymışsın. Son Telgraf’ta yazıyormuşsun. Bizde de yaz.’ dedi. 1952’den itibaren Büyük Doğu’ya edebiyat sayfası hazırlamaya başladım. Üstadın evine gider gelir, birçok ziyaretçisini tanırdım.”

 

 BÂBIÂLİ’DEN TANIDIKLARI ÇOKTU

 

 Osman Akkuşak ile muhtelif zamanlarda dil, edebiyat ve basın hayatına dair röportajlar yaptım. 1986’daki ilk mülakatta tanıdıklarını sormuştum. Şu cevabı vermişti: “Kimlerle haşir neşir olmadık ki… Kimlerden etkilenmedik, kimlerin ilim ve irfanıyla yüz yüze gelmedik ki bu uzun Bâbıâli hayatında… Refi Cevat Ulunay, Peyami Safa, İsmail Hami Danişmend, Sadi Irmak, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Orhan Seyfi Orhon, Fahrettin Kerim Gökay, Ali Nihat Tarlan, Arif Nihat Asya, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Muhip Dranas, Kenan Akyüz, Halit Fahri Ozansoy, Halide Nusret Zorlutuna, Mümtaz Faik Fenik, Burhan Felek, Ethem İzzet Benice, Cevdet Perin, Faruk Kadri Timurtaş, Muharrem Ergin ve şu anda adı hatırıma gelmeyen birçok karizmatik fikir ve sanat insanı, şair, yazar hafızamın ve hatıramın değişmez misafiridir. Her biriyle alakalı nice hatıralarım var…”

 

 SEZAİ KARAKOÇ’LA DOSTLUĞU

 

 TYB,18 Aralık 2015 tarihinde bir saygı toplantısı düzenlenmişti. Orada da üstat Sezai Karakoç ile ilgili şu hatırasını anlatmıştı: “Birinci ameliyatımda yanıma gelmiş, beni aramış, ulaşamamış. Fakat sonraki önemli, büyük ameliyatımda ki bir metre bağırsaklarımı kestiler, küçülttüler, bir ay kadar yattım hastanede. İlk gelen kim biliyor musunuz? Sezai Karakoç... Dostum. Vefalı arkadaşım benim. İlk ziyaretime gelen o oldu. Eli poşet dolu. Biraz oturup konuştuktan sonra gederken yastığımın altına bir zarf sıkıştırdı. O gittikten sonra açtım baktım ki içine 50 lira koymuş. O zamanın en büyük parası. Hiç unutamam. Kadirşinastır, vefakâr, cefakâr, fedakârdır. İnce fikirli, zarif bir mütefekkirdir. Dostluğun kıymeti yaşlandıkça daha iyi anlaşıyor. Lâkin o zaman da ömür bitmiş oluyor.”

 Osman ağabeyi zaman zaman arıyordum. Vefatından kısa bir süre önce telefonla görüştüğümüzde hatıralarını sormuştum. Yazmaya başladığını söylemişti. Esasen birçok hatırasını Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde okuyucusuyla paylaşmıştı. Gazetedeki değerli yazıları bir an önce konularına göre hazırlanıp kitaplaşmalı. Umarım Albayrak Şirketi bünyesinde kurulan Ketebe Yayınları, bu hayırlı hizmeti ihmal etmez, gerçekleştirir. Yazı hayatının 50. ve 60. Yılı toplantıları yapılmıştı. 2020’de 70. Yılı için bir saygı programı düşünmüştük. Nasip olmadı. Ömrünü edebiyatımıza, kültürümüze, sanatımıza ve medeniyetimize adayan Osman Akkuşak büyüğümüze Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyorum. Ruhu şad, kabri nur, mekânı cennet, menzili mübarek, makamı âli olsun. Bütün sevenlerine ve okuyucularına başsağlığı diliyorum.

 

KAYNAK: Mehmet Nuri Yardım / Bâbıâli’nin Son “Şeyhülmuharririn”iydi (Milat Gazetesi, 16 Eylül 2020)

 

 

 

 

Yazar: MEHMET NURİ YARDIM

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör