Mutasavvıf,
hukuk bilgini (D. 1870/ H.1288 Ahıska / Batum – Ö. 1 Ağustos 1960
/ h. 1380, İstanbul). İsmi,
Ali Haydar olup, babası Molla Şerif Efendidir. Ahıskalı Ali Haydar Efendi diye
meşhur olmuştur. İstanbul Fâtih Çarşamba’daki İsmet Efendi Dergâhının
postnişini. Nakşibendî tarikatının Hâlidî kolundan gelen silsilenin son
halkalarından bir halkadır. Çağdaşı ve kendisi gibi hukukçu diğer Haydar Efendi
(1837 – 1903) ile karıştırılmaması için, yaşça küçüklüğü dikkate alınarak
kaynaklarda ”Küçük Haydar Efendi” diye anılmıştır. Diğer Haydar Efendi ise
kaynaklarda “Büyük Haydar Efendi” olarak zikredilmiştir.
İki
yaşındayken annesini, dört yaşındayken babasını kaybeden Efendi Baba Ali Haydar
Efendi 1894 yılına kadar süren ilk tahsilini memleketinde yaptı. Fakat Şeyh
Şamil’in ve beraberinde ki Kafkas Müslümanlarının Rus zulmüne karşı
direnişlerinde o bölgedeki birçok müderris ve şeyh şehit olmuş, tekkeler ve
medreseler boş kalmış. Bu sebeple de, ilim tahsiline devam edebilmek için
Erzurum’a gelerek Bakırcı Medresesi’ne kaydoldu. Bir süre sonrada, buradan
İstanbul’a gidip Fâtih Câmiinde İslamî ilimleri öğrenimine devam etti.
Tahsilini tamamlayıp, Bâyezîd Dersiâmlarından Çarşambalı Hoca Ahmet Hamdi
Efendi’den 1901 senesinde umumi icazetname aldı. Buradaki Medrese
arkadaşlarının en meşhuru İskilipli Muhammed Atıf efendidir. Bir yandan
hocasının derslerine devam ederken diğer yandan kâdı yetiştiren
Medresetü’l-kudât’a giderek 1906 yılında mezûn oldu. Yapılan imtihanları
kazanıp, Fâtih Câmiinde talebe okutmaya başladı. Böylece Fâtih Dersiâmları
arasında yerini aldı. 1909 senesinde Fetvahanede fetva yazmakla
vazifelendirildi. Daha sonra Sahn-ı Seman (Fâtih) Medreseleri fıkıh
müderrisliğine tâyin edildi.
İlmiye
Salnamesi’ndeki kayıtlara göre Ali Haydar Efendi’nin müderrislik hayatı şu
şekildedir: “İlk olarak 1325 yılında Sadi Bey Medresesi üçüncü müderrisliği
görevine getirildi. Ardından sırasıyla: Dâru’l-Hilafet-i Aliyye Medresesi
kısm-ı âli fıkıh müderrisliği, Fetvahane Müsevvitliği, Heyet-i İtfaiyye
Reisliği, Sahn Medresesi Müderrisliği görevlerinde bulundu. 1334’ten 1337
tarihine kadar ve bilahare 1340-1341 senelerinde de huzur derslerine ‘muhatap’
ve ‘baş muhatap’ olarak iştirak etti.”
Ali
Haydar Efendi ilk başlarda tasavvuf ve tarikata karşı çok mesafeliydi. “Te’lifi
Mesail Heyeti” reisliğine atandığı, yani ilmî birikiminin çağın hukuki
problemlerini çözmeye malik olduğu kanaatinin “Meşihat-ı İslamiyye” tarafından
tasdiklendiği yıllarda bir Ramazan ayında Bandırma Merkez camiinde Ali Haydar
Efendi halka vaazlar veriyor. Vaazlarında, Şeriat’a muhalif olanlardan,
Müslümanları istila etmiş olan bid’at ve hurafelerden bahsediyor, yayılmasında
etkisi olan tekkelerin, tasavvuf ve tarikat ehlinin aleyhinde konuşuyordu.
Bir
gün sabah namazında kürsüye çıkarak; “Burada Bezzâz Ali Rızâ Efendi var, şöyle
yapar, böyle yapar.” diye aleyhinde konuşunca dinleyen cemaat üzüldü, hayal
kırıklığına uğradı. Cemâatin içindeki Bezzâz Ali Efendinin talebelerinden
Börekçi Hasan Efendi namazdan sonra Bezzâz Ali Rızâ Efendinin yanına gidip
durumu hocasına anlattı. Bezzâz Ali Rızâ Efendi; “Hiç merak etme, çok yakında
bizim yanımıza gelecek.” cevabını verdi. Çok geçmeden Ali Haydar Efendinin
gönlüne bir ateş düştü ve vaazda söylediği sözlerden pişman oldu. Pazar yerinde
bez satan Bezzâz Ali Rızâ Efendinin yanına giderek, söylediklerinden pişmanlık
duyduğunu bildirip, evlatlığa kabul etmesini istedi. Bezzâz Ali Rızâ Efendi
kolundan tuttu, sırtını okşadı ve “İstanbul’da Hacı Ahmed Efendi var, ona git.”
dedi.
Ahıskalı
Ali Haydar Efendi İstanbul’a gelip bu zatı buldu. O da Topkapı’da bulunan Maşlaklı
Ali Efendi denilen zata gönderdi. Ahıskalı Ali Haydar Efendiye Maşlaklı Ali
Efendinin sözleri çok tesir etmiş ve mana âleminde bir takım değişiklikler
olduğunu hisseden Ali Haydar Efendi Ali Rıza Bezzaz hazretlerine talebe olup
sohbet ve derslerine katıldı. Tasavvufun manevi yolunda sürekli ilerledi. Ali
Rızâ Efendinin vefâtı üzerine 1914 senesinde Şeyh İsmet Efendi dergâhı
postnişinliğine, şeyhinin işaretiyle müridân tarafından seçildi ve vakıf şartı
gereğince seçim mazbatası mühürlenip Meclis-i Meşayıh’a takdim edildi. Fakat
iktidarda olan İttihat ve Terakki hükümeti onun bu vazîfeye getirilmesine mâni
oldu. Usulsüz olan bu uygulama dergâh mensupları arasında huzursuzluğa yol
açtı.
Ahıskalı
Ali Haydar Efendinin postnişinliğine mâni olunmakla ilgili usulsüz uygulama,
mürîdândan Hâfız Halil Sâmi Efendi tarafından yazılan bir dilekçe ile saraya
intikâl ettirildi. Nihâyet 1919 senesinde Ali Haydar Efendinin postnişinliği
pâdişâh tarafından tasdik edilerek vazîfesi kendisine iâde edildi. Bu vazîfesi
tekke ve zâviyeler kapanıncaya kadar devâm etti. Şeyhülislâmlığın kaldırılması,
tekke ve zâviyelerin kapatılmasından sonra açıkta kaldı, sâdece dersiâm maaşı
ile iktifâ etti. Cebecibaşı Mahallesinde bulunan Şeyh İsmet Efendi dergâhında
ikâmet etti.
Derin
bilgisi ve kuvvetli bir hitâbet gücü olan Ahıskalı Ali Haydar Efendi, Mart
1915’te şeyhülislâmlıkta yeni kurulan “Te’lif-i Mesâil Heyeti” reisliğine tâyin
edildi. Bu görevi esnâsında Mecelle’yi ikmâl için kurulan komisyonda vazîfe
aldı ve iki senede Kitâbü’l-Büyû’ (Alışveriş kitabı) ve Kitabü’l-İcâre’yi
hazırladı.
Birinci
Dünyâ Harbi boyunca bu vazîfeyi devâm ettiren Ahıskalı Ali Haydar Efendi 1916
senesinden îtibâren her ramazan ayında huzur dersleri (pâdişâh huzûrunda
yapılan ilmî ders ve sohbet toplantıları) başmuhâtaplığı vazîfesini yürüttü. Bu
vazîfesi 1923 senesine kadar sürdü ve pâdişâhlığın kaldırılmasıyla son buldu.
Dört
pâdişâhın zamanında bilfiil vazîfe yapmış olan ve bilhassa Sultan İkinci
Abdülhamîd Hanın iltifatlarına kavuşan Ahıskalı Ali Haydar Efendi, Cumhûriyet
devri boyunca dînî tedrisât ile meşgul oldu. İskilipli Atıf Hoca, Tahir Mevlevî
gibi o devrin büyükleriyle hapiste kaldı. Birçok âlim hakkında idam kararı
verildiği halde kendisine manada kurtuluş işareti verildi ve Allah’ın hikmeti
ve inayeti ile hakkında beraat kararı verildi. Velakin bundan sonra yirmi beş
yıl kadar göz hapsinde tutuldu.
Oğlu Hâlid
Gürbüzler babasıyla ilgili olarak şunları söylemektedir:
“Babam
kimseyle kötü olmamamızı söylerdi. Oturalım, çaylar, kahveler içelim demez, devamlı
ilimle meşgul olurdu. Erzurum’dan Alvarlı Mehmed Efendi, Ramazanoğlu Sâmi
Efendi sık sık ziyaretine gelirlerdi. Hasib Efendi ile Mehmed Zahid Kotku
Efendi de gelirlerdi. Devrin bütün âlimleri ziyâretine gelir, sohbet
ederlerdi.” Din ve devlet hizmeti görenlere büyük kıymet veren Ahıskalı Ali
Haydar Efendi talebelerinin ve sevenlerinin ilmî yönden daha ileri olmalarını
ister; “Sulbümden değil, yolumdan gelen benim evladımdır.” derdi. Kendisi ilmî
mütâlaayı hiç bırakmazdı. Zevcesi Hanife Hanıma; “Hanife, Hanife yeni bir
câhilliğimi daha gördüm. Yeni bir şey daha öğrendim.” derdi. Kendi tahsilinin
kısa olduğundan bahsederek; “Benim tahsil müddetim beş senedir.” derdi.
Sert
mizaçlı bir insandı. İbâdete çok düşkündü. Geniş çaplı düşünür, Müslümanların
idaresi hakkında ihlaslı ve temiz insanların söz sâhibi olmasını, milletin ve
devletin devamını isterdi.
Küçük
oğlu Behâeddîn Gürbüzler’in ifâde ettiğine göre, ilim öğrenmek, öğretmek ve
insanlara İslâmiyeti anlatmakla meşgul olurdu. Siyâsetle meşgul olmazdı. Hatta
İttihat ve Terakki fırkasına girmesi için Hüseyin Câhit ve Talat Paşa
tarafından teklifte bulunulmasına rağmen, tekliflerini kabul etmemişti.
Talebelerine siyasetten uzak durmalarını tavsiye ederdi.
Tekke
ve zâviyelerin kapatılmasından sonra Türkiye’de kurulan yeni idâreye karşı
olduğu öne sürüldü. Ankara’ya götürülüp 1926’da İstiklal mahkemesinde
yargılandı. Merhum Atıf Hoca’nın “Frenk mukallitliği (taklitçiliği) ve Şapka”
adlı eserinden 100 adet kadar Bandırma’daki damadına satılmak üzere göndermesi
sebebiyle tutuklandı. Ankara’da Tahir Mevlevi ile aynı koğuşu paylaşmışlardır.
31 Ocak 1926 günü muhakeme edildi. Daha sonra ders şeriki(ortağı) İskilipli
Atıf efendi ile yüzleştirmesi yapıldı. Nihayet 3 Şubat 1926’da beraat etmiştir.
Dînî
ilimlere vâkıf olan Ahıskalı Ali Haydar Efendi, kuvvetli hitâbetiyle
dinleyenleri tesir altında bırakırdı. Ömrünü İslâm dînini öğrenmeye ve
öğretmeye v ermişti. Kur’ân-ı Kerîmi çok okurdu. Nefse güvenmemeyi telkin eder,
talebelerine ve sevenlerine nasihatlerde bulunurdu. Zamanın şartlarına göre
dînî konuları anlatmak hâricinde sessiz bir hayat yaşadı.
Dini
hizmetlere, emri- bil marufa büyük ehemmiyet verirdi ve “Din-i mübin-i İslam’ın
devam ve bekası Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker(Allah’ın emirlerini
anlatmak, yasaklarından sakındırmak)’in devamına; din-i mübin-i İslam’ın
inkirazı(yıkılması) emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker’in terkine bağlıdır.”
derdi.
Ali
Haydar Efendi ömrünün son on yılını Bandırmada medfun olan şeyhi Ali Rıza
Bezzaz Efendinin manada işaret ettiği Mahmud Efendi’yi yetiştirmekle geçirdi.
Mahmud Efendi,
şeyhinden şöyle naklediyor:
“Efendibabam
buyurdu ki: Mahmud’un elinden tutan, benim elimden tutmuş olur. Hakikat şu ki;
Bu fakirin elinden tutan Ali Rıza Bezzaz hazretlerinin elinden tutmuş olur.
Böylece halka halka silsile, ta Peygamber efendimize dayanır. İşte buna “sahih
yed” diyoruz.
Vefâtından
on gün evvel İstanbul Fâtih-Çarşamba’daki Şeyh İsmet Efendi dergâhının
yakınındaki evinde komaya girdi. On gün bitkisel hayat sürdü ve 1 Ağustos 1960
(H.1380) günü yarı beline kadar doğrulup “Allah” diyerek rûhunu teslim etti.
Cenâzesini
Mahmud Efendi, Mehmed Zâhid Kotku Efendi ile Ramazanoğlu Sami Efendi yıkadılar
ve vasiyeti üzerine hocası olan Reîsü’l-Ulema Çarşambalı Ahmed Efendinin de
kabrinin bulunduğu Fâtih Câmii kabristanına defnedilmek istendi. Fakat buna
müsaade edilmedi. Hatta cenaze namazının bile bu camide kılınmasına izin
verilmedi. Yavuz Selîm Câmiinde Ramazanoğlu Sâmi Efendi tarafından kıldırılan
cenâze namazından sonra Sakızağacı kabristanında defnedildi.
ESELERİ:
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Şerhi, Teshilu'l Feraiz.
KAYNAK:
Ali Haydar Efendi (K.S.) Vefatı (ismailaga.org.tr, 1 Ağustos 2014).