Cevat Akkanat

Şair ve Yazar

Doğum
06 Ocak, 1964
Eğitim
Dokuz Eylül Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Burç

Şair ve yazar. 6 Ocak 1964, Kireç Işıklar köyü / Dursunbey (Daha sonra Kepsut ilçesine bağlandı.) / Balıkesir doğumlu. Balıkesir Ticaret Lisesi (1983), Dokuz Eylül Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1991) mezunu. 2000 yılında Gelenek ve İkinci Yeni” başlıklı yüksek lisans tezini Kırıkkale Üniversitesinde tamamladı. 1991 yılından itibaren edebiyat öğretmeni olarak Nevşehir, Kırıkkale ve Bursa’da görev yaptıktan sonra 2017’de MEB merkez teşkilatında yönetici olarak çalışmaya başladı. Halen (01.01.2022) Ankara’da yaşıyor.

Yazı ve şiirleri 1983’ten itibaren Oluşum, Nitelik, Bireşim, Kardelen, Harman, Kırağı, Yalnız Ardıç, İlk Adım, Kıyı, Ekin, Kafdağı, Edebiyat Ortamı, Kültür Dünyası, Cuma, Yedi İklim, Dergâh, İnsan Saati, Karçiçeği, Yitik Düşler, Türk Dili, Virgül, Hazan, Taşra Edebiyat, Kırağı, Yolcu, Aşiyan, Endülüs, Gençliğin Sesi, Edebi Pankart, Virgül, Ayraç, Akatalpa, Tasfiye, Diyanet Aylık Dergi, Aşkın E Hali, Ruzigar, Sühan, TDED Dil ve Edebiyat, Türk Edebiyatı, Ay Vakti, İtibar, Akpınar, Olay Kitap Eki, Yeni Şafak Kitap Eki, Kitap Postası, Genç Nokta, Ayizi, MEB Ebabil, MEB Ya/da, Aydos, İstanbul BirNokta, Sebîlürreşad, İktibas, Lika (yönetmen, 1998), Hava Durağı (yönetmen, 2020) vd. dergilerle; Dergibi.com, Dunyabizim.com, Gerçek Tarih.com gibi sosyal medya platformlarında; Bulvar, Yazko Somut, İzmir Yeni Asır, Cumhuriyet, Avanos Kızılırmak, Kırıkkale Şehir, Bursa Yeni Marmara, Yeni Şafak, Akit, Sağduyu ve Millî Gazete gibi gazetelerde ve kişisel bloğunda (www.cevatakkanat.blogspot.com) yayımlandı.

Nevşehir ART FM’de ve Kanal 50 TV’de kültür-sanat programları hazırlayıp sundu (1995-97). Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri adlı eseriyle 2002 yılı Türkiye Yazarlar Birliği Edebi Tenkit Ödülünü aldı. Bursa Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ adına İbrahim Paşa Kültür Merkezi’nde haftalık kültürel faaliyetler organize etti. (2012-2016). MEB Eğitim Platformu Eğitim Bilişim Ağı (EBA)’nda “EBA Şiir Dünyamız” başlığı altında ses ve video arşivlerinin oluşturulmasına öncülük etti (2018- ).

Cevat Akkanat'ın yazı ve şiirlerinde kullandığı müstear isimlerden bazıları şunlardır: Ali Işıklarlı, Cuma Kelebek, Halil İbrahim Gümüş, Can Siirt, Cem Efendi... 

 

Cevat Akkanat İçin Ne Dediler?

 

[Cevat Akkanat] Şiirinde genellikle zalim, kötü egemenlere karşı mazlumların yanında olan kararlı bir duruş sergiler. Yanlışlara, haksızlıklara, olumsuzluklara, kötülüklere karşı hak adına bir direniş havası sezilir. Batı merkezli sömürgen, yağmacı kapitalizme karşı emeği, alın terini ve hakkı savunur. Emeğiyle yaşayan işçi, işsiz, köylü gibi sosyal ve ekonomik konum bakımından orta ve ortanın altındaki geniş halk kesimlerinin sözcülüğüne, onların hakkını arama temsilciliğine talip olmuştur. O, bu toplumcu, halkçı tavrını ilk gençlik yıllarında solcu, sosyalist bir bakış açısıyla dile getiriyordu. Daha sonraları İslami bilinçle düşünme sürecine girdi ve bu sefer aynı toplumcu duruşu, İslami bir bakış açısıyla dile getirdi. Şiirinde toplumsal konuları ele alırken yer yer sloganlara kaçan imgelere yer verdi. Bütün bunları daha iyi bir gelecek tasavvuru adına yaptı. Şiirinin dili ve üslup kurgusu da böylesine bir toplumsalcı heyecana bağlıdır.”  (Prof. Dr. Nurullah Çetin)

 

***

 

“Adını, geleneğe bağlanarak Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ından almış Hüzn ü Aşk. Bunu, kitapla aynı adı taşıyan ilk şiirin ilk dizelerinden anlıyoruz: ‘Hüsn ü Aşk’a telmihen/ ve elbet Aşk’ın dilinden!’ (…) Kitap, Hüzn ü Aşk, Müstesna Dünya ve Düşen Tarih olmak üzere dört bölümden oluşuyor. İlk bölüm Aşk Mevsimi, Perişan Türkü, Aaaaah Ah!, Türkü Çektim Sineme, Aşk’A’ğıt gibi, daha çok şairin kendi içine dönük şiirlerden oluşuyor. Bunlardan bir kısmında Halk ve Divan şiiri söyleyişlerine yakın ölçülü biçili bir üslup göze çarpıyor (…) Kitabın ikinci bölümü olan Müstesna Dünya, üslup olarak ilk bölüme yaklaşmakla birlikte fizikî alem ile fizikötesi arasında kurulan duygu gelgitlerini yansıtması bakımından ayrışır.” (Nurettin Durman)

 

***

 

“Kim ne derse desin demiyorum; bu hususta kimsenin bir şey söylemeye hakkı yok çünkü; “Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri” kitabı Türk Şiirinin dönüm noktalarından, önemli dönüm noktalarından birini temsil eden İkinci Yeni hareketi hakkında yapılmış en baba çalışmadır. Cevat Akkanat, en azından son beş on yılın edebiyat ortamı ortasında patlak vermiş bir ‘sosyal’ vaka’dır ve bu hadiseye kayıtsız kalmak mümkün değildir. Cevat Akkanat’ı takdir etmek, tebrik etmek, teşvik etmek, ve dahi böyle bir yazı kaleme alarak hakcağızını teslim etmek boynumuzun borcudur.” (Mehmet Aycı)

 

***

 

Aşina olanlar bilir ki Cevat Akkanat’ın şiirleri günlük konuşma dili kıvamında, son derece akıcı, bol çağrışımlı ve ironi yüklü şiirlerdir. Şair Gülümse Kulübü’nde bunlara başka bir şey daha ekliyor: Beslendiği kaynaklardan edindiği birikimi şiirlerinde yoğun bir şekilde kullanıyor. Bu artı değer unsurlarını daha ilk bakışta, şiirlerin adında görecek, şiirleri okudukça ise orada var oluşlarının derinliğini hissedeceksiniz.

Peki, Gülümse Kulübü’nde duygu, düşünce ve eylemlerine atıf yapılan diğer bir ifade ile Akkanat’ın bir yandan el aldığı, öte yandan kurduğu imgeler eşliğinde kendilerini yazın evreninde ağırladığı yıldızlar arasında kimler var?  Behçet Necatigil, Âşık Yaşar Reyhani, Mehmet Âkif, Hasan Basri Çantay, Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Ece Ayhan, Turgut Uyar, Sezai Karakoç, Cemal Süreya, Selim İleri, Nicolas Guillen, Federico Garcia Lorca, René Char, Tahsin Saraç, Bertholt Brecht, Selim İleri, Şair Nigar, Füruğ Ferruhzad, Heinrich Heine, Mahmud Derviş, Pierre Reverdy, Martin Espeda, Bahattin Karakoç, Ara Güler, Nuri Pakdil, Adalet Ağaoğlu, Asım Gültekin, Tarık Buğra, Cemil Turan, Nilgün Marmara, Hacı Taşan, Muharrem Ertaş…

Sadede gelelim. Kendisine özgü sefih simülasyonlarla kurgulanmış ve kesintisiz ‘ıslah etme’ süreçlerinin tahakkümleriyle donatılmış yerel bir ‘Panaptikon’da söz söyleyebilme cesareti gösteren şair, devrin alçalmış değerlerine karşı, sırtını yaslayabileceği dinamik bir kadro oluşturmuş. Öfkeyle nahifliğin iç içe olduğu şair bir yürekten beklenebilecek bir hamle!” (İbrahim Eryiğit)

 

***

 

Sesi kısılmayan ve imge bulmakta zorlanmayan, tekrara düşmeyen buluşlarla örülü renkli bir şiir Cevat Akkanat’ın okuruna sunduğu. Güncel olaylardan popülerlik çukuruna düşmeden besleniyor onun dizeleri. Görmezden gelinen yahut korkudan üzeri kapatılan acıları bireysel bir çığlığa dönüştüren şair; maruz kaldığı, şahidi olduğu olumsuzlukları da şiirine taşımayı başarıyor. Akkanat şiiriyle bireyselden toplumsala, toplumsaldan evrensele uzanan sıkıntıları tarihe düşerken bir taraftan da şiiri kendisi için bir müsekkin olarak kullanıyor. Akkanat’ın şiir yürüyüşünün hiçbir döneminde vazgeçemediği hiciv, müstehzi tavır ve epik söyleyiş Şanlı Şarkı’da da kitabın isminden başlayarak başat unsurlar olarak kendini hissettiriyor ancak o; sözü slogan söyleyişlere, bayağılığa düşürmeden yapıyor bunu.

Şiirin ne olduğunu, olması gerektiğini sorgulayan, denemekten kaçınmayan şair, sanat serüveninin her döneminde şiirine yenilik taşımaya, bunu yaparken de önceki sesini inkâr etmemeye özen gösteriyor. Ahenkten, buluşlardan, yeni söyleyişlerden, uyaklardan heceden ve hatta aruzdan kaçınmayan Akkanat, imge zenginliğini de içeriğe yaslayınca çağdaş sehlimümteni sayılabilecek şiirlere çıkıyor yolu. Şanlı Şarkı, şairin önceki şiirlerinde biraz uzak kalmayı tercih ettiği bireyselliği ve içliliği de bünyesinde barındırması yönüyle önemli bir kitap şairin dünya yolculuğunda.” (Hüseyin Kaya)

 

***

Korku Islığı’nda güç veren, güç katan şiirler mevcut. Islığın, ıslıklamanın kaynağının ‘korku’ olmadığını düşünüyorum. Egemenlerdir yuhalanan, muktedirlerdir. Yasaklarla ve kısıtlamalarla sınırlanmış genç bir şairin umuduna ve hayata tutunuş biçimlerine tanıklık edebilirsiniz bu kitapta. Direniş, dinamizm katmış şiirine Akkanat’ın. Bu yönüyle 70’lerden bir ada görünümünde kitap. Hem şiirsel atmosfer hem de söyleniş biçimi bakımından. ‘kapitalist lokantalar kulübü’ne karşı ‘soğan doğrayıcılığı’ yapacak kadar halkın içinden konuşan bir özne var kitapta. Muktedirlere ve zalimlere karşı, ezilenlerin ve mazlumların yanında...

Yeni ayırdına vardığım bir gerçek de Akkanat’ın bu toplamda korkunç cesaret yüklü oluşu.’Yürüyorum işte, kollarım omuzlarda/omuzlarımda kollar’ diyecek kadar kendine ve yoldaşlarına güveniyor. İyimser ve yarına inancı tam. Hayatın yangınından geçmiş. Umut yüklü. ‘Kül’ü değil, ‘alev’i seçmiş, dizginsiz alevi. Sesinin yüksek oluşu bundan. Sadece ‘aykırı şiirler’den teşekkül etmiyor Korku Islığı, tanıklıklarla ilerleyen, uçarılıklarla ve aşkla beslenip ‘inşaat işçileri’nde konaklayan, coşkunun göverten şiirleri diyebiliriz rahatlıkla.” (Mustafa Celep)

 

***

 

Akkanat’ın şiirleri somut olaylardan yola çıkarak yazılan; günlük konuşma dili, imge ve ironiyi esas alan gerçekçi bir şiirdir. Toplumsal olaylar, adaletsizlikler bu şiirlerin özünü oluşturur. Şiirlerin çağrışım gücü yüksek akıcı bir dille yazılması okuyucunun şiire dâhil olmasını kolaylaştırır. Şair, kendinden yola çıkarak yansıttığı dertlerine okuyucuyu da dâhil etmek ister. Tıpkı Akif’in şiirlerinde olduğu gibi vicdanları harekete geçirmek şairin hedeflerinden biridir. Akkanat’ın şiirleri şairin karakterinin yansımalarıdır. Her şiir şairinin izini taşır lakin Akkanat kadar şiiriyle yaşantısı uyuşan şair bulmak zordur. Akkanat’ın diğer bir özelliği de her dönemde bağımsız bir tutum sergileme gayretidir. “Şairane duruş” olarak da adlandırılabilecek bu durum Akkanat’ın taviz vermediği hususlardan biridir. Çünkü Akkanat’a göre şair akıntıya kapılmadan sezgileriyle topluma yön vermeli, yanlış olanı ifşa etmelidir. Bu aykırı tutum bir yıkıcılık düzleminde değil yapıcı bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Bu sebeple de gerekirse şairin sesi gür çıkmalıdır. Bu anlamda yirmili yaşlarında yazdığı “Korku Islığı” ile son yayınlanan “Post Ah” arasında bir heyecan ve duruş farkı göremezsiniz. Şair o yirmili yaşlarındaki heyecanı içinde diri tutmaya devam etmektedir.” (Yunus Emre Altuntaş)

 

 

ESERLERİ:

 

Şiir: Kara Oyun (1997), Güz Klasiği (1998), Sen Bir Sevda Ağacısın Türküler Büyütür Yüzün (2000), Tan Tan Traska (2002), Hüzn ü Aşk (2004). Korku Islığı (2011), Nasılsınız? (2021), Hâsılı Memlekette (2021), Şanlı Şarkı (2021), Gülümse Kulübü (2021), Post Ah (2021).

 

Deneme: Edebiyat Hayat Memat (2010), İlhan Berk’in Haşeması (2012), Köpekler Lügati (2016), Deneme Tahtası (2017), Festivalde Şempanze (2020), Issızlık Marşı (2021), Adalet Divanı (2021).

 

İnceleme/Eleştiri: Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri (2002), Şiirin İpek Sesi (2014), Şiirin Şiddeti (2015), Özgün Bir Toplum Kurucu Mehmet Âkif (2020), Şi’r-Pençe (2020).

 

Antoloji: Baba Bu Kitap Sana (2005), Ankara Şiirleri Antolojisi (2006), Daima Rabia- Mısır Direnişi İçin Şiirler (2013), Eskişehir Şairler Antolojisi (2013), Bursa Naat Okuyor (2016), Darbeye Direnen Şiirler-15 Temmuz Direniş Şiirleri (2016), Darbeye Direnen Şiirler-28 Şubat Direniş Şiirleri (2017).

 

Derleme: Bursa’nın Çanakkale Şehitleri (2007), Çanakkale Savaşları ve İstanbul (2008), Çanakkale Zaferi ve Bursa (2015), Sanat ve Edebiyat Hayatının 35. Yılında Bestami Yazgan (2017).

 

Biyografi: Feraizcizâde Mehmet Şakir (2014).

 

Ortak Kitaplar: 14. Bursa Edebiyat Günleri Bildiriler Kitabı (Bursa Büyükşehir Belediyesi Yay., 2011), Aşk Kapısı- Liselerarası Mevlana Şiir Yarışması Kitabı (Osmangazi Belediyesi Yay., 2012), Bursa'nın Yüz Güzeli (Bursa Büyükşehir Belediyesi Yay., 2012), Kardeşliğin Kalbiyle- Liselerarası Mevlana Şiir Yarışması Kitabı (Osmangazi Belediyesi Yay., 2013) gibi eserlere farklı düzeylerde (editörlük, metin yazarlığı, vb) katkı sağlamıştır.

 

KAYNAKÇA: Nurettin Durman / Köylüler Geliyor (Akit, 21.3.1997) - Cevat Akkanat’ın ‘Hüzn ü Aşk’ı (Vakit, 11.6.2005), İbrahim Eryiğit / Kara Oyun’un Neresindeyiz? (İktibas, Mayıs 1997), Hasan İmer / Yaşasın Diklenen Şiir (Akit, 17.5.1998) - Şiirin İlk ve Son Sünnetleri (Milli Gazete, 19.2.2001), İbrahim Taşköprülü / Yirmi Üç Gazel Daha (Sağduyu gazetesi, 15.2.1999), Oylum Yılmaz / Gelenek ve İkinci Yeni (Radikal Kitap, 10.11.2002), Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri / Cevat Akkanat (Cumhuriyet Kitap, 31.10.2002), Alâeddin Özdenören / İnsan Şiirin Çobanıdır (Açılı/yorum içinde, 2004), Mehmet Aycı / Hüzn ü Aşk’ın ‘Hüsn’ü (Milli Gazete, 19.9.2005), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, 2007), Ümit Aktaş / Şiirin Direnişi (Milat, 19.12.2011), Şahan Çoker / Şiirli Yazı (Diriliş Postası,18.01.2017), İbrahim Eryiğit / Özgün Bir Toplum Kurucu: Mehmet Âkif (İktibas, 01.06. 2020) Yunus Emre Altuntaş / Cevat Akkanat’tan Yeni Kitaplar (Diriliş Postası, 17.11.2021), Muhammed Işık / Gülümse Kulübü (İktibas, 01.01.2022), Bilgi teyidi (07.01.2022).

https://www.kitaphaber.com.tr/edebiyat-hayat-memat-cevat-akkanat-k412.html (Ferit Genç; Yayım Tarihi: 14.03.2011, Erişim Tarihi: 01.01.2020)

https://www.dunyabizim.com/kitap/egemenlerdir-yuhalanan-h8689.html (Mustafa Celep; Yayım Tarihi:07.02.2012;  Erişim Tarihi: 0l.01.2020)

https://www.dunyabizim.com/soylesi/edebiyatta-birbiri-ile-ugrasanlar-bitmiyor-h10994.html (Meryem Uçar; Yayım Tarihi: 21.09.2012 Erişim Tarihi: 01.01.2022)

AŞK BİTTİ

Çünkü hayatımız sultanım

tırmanıyor yokuşu

aşkın sularına teğet

kavisler çiziyor çünkü

 

Yaşanmıyor sultanım

sırlar ve gizemler evreni

yangın yeridir sözler

zehirli yılan dilleri

 

Yere düşüyor sükût

fırtınasızdır başımız

sultanım çok heyecan

korkak ceylan ürkekliği

 

Bitti aşk ve cehennem

yaşıyor kederler cenneti

ruhun ipince damarı ey

aşk ve ülkesi bitti

SİYAH, FAKAT AYDINLIK...

SİYAH, FAKAT AYDINLIK...

 

Cevat AKKANAT

 

Yayınlanmış eserleri, aldığı ödülleri ile rüştünü ispatlamış bir kalem erbabının son eserinden bahis açacağım: Batman'dan edebiyat âlemimize iştirak eden Behçet Yani'nin Siyah Zamanlar'ından...

1979 doğumlu bir şair, yazar Behçet Yani. Siyah Zamanlar'dan önce Sana İstemediğin Güllerden Birini Gönderiyorum ve Aşk Düşük Yaptı isimli kitaplara imza atmış. Deneme, mektup ve masal sahalarında da eserler vermiş olması, onu çok yönlü bir kimlikle karşımıza çıkarıyor.

Farklı edebî türlerle edebiyat hayatını sürdürmekle birlikte, Behçet Yani şiiri merkeze almıştır. Bunun ispatı için başka örnekler sunmaya gerek yok; 1998'den bu yana çeşitli yarışmalarda aldığı ödüllerin şiirde yoğunlaşması tek başına yeter...

Fakat, Behçet Yani'nin marifetiyle ilgili olarak "illa ki daha somut verilerle beni ikna et" diyen okurumuz varsa, buyursun, Siyah Zamanlar'a geçiyorum.

Ağustos sonlarında bir Van seyahati eşliğinde başladığım Siyah Zamanlar'ı Eylül'ün ilk haftası sonunda Bursa'da okuyup tamamlamışım. Eseri Van'da okumaya başlayışım benim için önemliydi ve bu bilinçle kitabı seyahat çantama almıştım. Çünkü, Behçet Yani'nin Siyah Zamanlar'da dile getirdiği pek çok dert, ülkenin bu coğrafyasına mahsustu. Bu coğrafyadan ilham alınarak oluşturulmuş metinleri algılama ve adlandırma faaliyetim, kim bilir, bu seyahat eşliğinde daha kolay olacaktı...

Doğrusu işbu yazı, söz konusu faaliyetimin bir dokümanı olacak.

Bakın, daha ilk şiirden aktaracağımız birkaç dize alevler arasından gelen bir çığlığı dillendiriyor: "Yakılan kitap külleriyle biledim yüreğimi", "söküp atalım şu öfke renkli apoletleri kalbimizden"... (s. 8)

Yangın, her yeri sarmıştır. Fakat şair, kitabın adı da olan şiirde, itiraz eder buna: "Ucuz bir kavme sığınıyor kadınlarımız" der mesela. Ardından bir alternatif sunar: "İbrahim bilinciyle giydim esvaplarımı/acıkınca helvadan putunu yiyen kavimden değilim"... (s. 19)

Çocukluk çağlarına kastediliş aynı dertten ötürüdür: "... bir sokağımız mı kaldı bu şehirde/bir evimiz,/gökyüzünde uçurtmalarımız mı hani nerede/..." (s. 20) "gözlerimde erken büyümenin tankları çıkıyor yola/ey küstah dişleriyle çocukluğumun ölüsünden/beslenen cüzamlı ağızlar/..." (s. 23) "ortadoğu'nun bağrında babasız doğan çocuk benim", (s. 24), "doğduğum mahallenin çocuklarıyla saklambaç oynadım/görünce zulmün paletlerini"... (s. 25), "güzel günlere inanan çocuklar yaralı bakıyor/gözlerin ıslak anne gözlerin ıslak" (s. 33)

Yasaklarla, tutsaklıklarla iç içe yaşanan hayatların hikâyesini anlatır şair: "en yasak dilde annem bana,/ninniler söylesin istiyorum" (s. 50), "sevgilimin gözlerinde yasaklı ülkenin acıları" (s. 52), "rehine bakışlı gelinlerin zılgıtı" (s. 65), "nöbete durmuş panzerlerden habersiz/kapının önüne çıkan kızıl çocuğun/havada dondu çığlığı" (s. 68)

Bu arada, şairin tanıklık yaptığı bütün kastedişler kutsala yabancı olanlardan gelmektedir. Kutsal, elbette vahyin dilini imlemektedir: "herkesin boynunda asılı bir balta/ibrahimi arıyorlar kırdığı putların hesabı için" (s. 21), "sığınacak bir medine'm yok benim/kavurucu küfürler içinde kimsesizim" (s. 75)

Bu olumsuzluklara rağmen, şair umut ışığı yüklenmiş, yüzünü güzellik, mutluluk dolu gelecek günlerin yâdına dönmüştür: "heey dostlar!/sevgiliye ulaşmış bir mektup gibi sevinin/karakolların yerinde çocuklar oynuyor/dünya güzellikler içinde/yaşamak bir başka güzel/gelin acıyalım savaşlardan söz edenlere/gelin acıyalım tahammülsüzlere/gelin kuşlara el sallayalım/..." (s. 61)

Şair kendinden emindir, en başta mensup olduğu köklü değerlere sonsuz bir güven beslemektedir: "ağlarsan ben üşürüm/gülersen vahyin indiği bir ev olurum, üşümem geçer" (s. 35), "söyleyin ebabiller taşlasın/titretsin yeryüzünü âmin deyişim" (s. 72), "ellerimin gücüyle taşlara uzanıyorum mümin çocuk/ebrehe'nin ordusuna karşı/ifsad edilmiş zeytin bahçelerimizde/çiçekler inadına açar/güneşi görmeden ölmeyeceğiz/sabahı görmeden" (s. 74)

Siyah Zamanlar'ın şairi kendine ait bir şiir dili kurmuş. Bununla birlikte yer yer başka şairlerin tecrübelerine ortak olduğunu görmüş olmamız, onun her daim ders başında olmasıyla açıklanabilir. Bu bağlamda, Behçet Yani'nin akrabalık ilişkisi kurduğu bazı şairleri zikredelim: Fuzulî, Şeyh Galib, Karacaoğlan, Sezai Karakoç, Orhan Veli, Nurullah Genç, İsmet Özel, Ahmed Arif, Nazım Hikmet...

Şöyle bitireceğim, Behçet Yani'yi ve Siyah Zamanlar'ı dikkate almak zorundasınız...

KAYNAK: Cevat Akkanat / Siyah, fakat aydınlık... (Milli Gazete, 30 Eylül 2010),

 

 

ŞEHRİ VE KENDİMİ GEZERİM

 

ŞEHRİ VE KENDİMİ GEZERİM

 

Cevat AKKANAT

 

Bilmediğim, içine ilk kez girdiğim bir şehri, tek başıma gezerim. Meğerki bir grupla, toplulukla yola çıkmış olayım, değişmez yalnız başınalığım. Koparım gruptan, ayrılırım yalnızlığıma.

Sürüden ayrılanı kurt kaparmış, aldırmam bu lafa. Dahası, üstüne üstüne giderim korkunun, dalarım şehrin içine…

Şehrin yabancısı için, şehir her bir yanıyla tam bir kördüğüm gibidir. Fakat samimi yabancı, bu kördüğümü her bir adım atışta çözer, aydınlatır. Şehir aydınlandıkça, yaban kişi, yine yaban kişidir, fakat artık şehir o çehreye aşina olmaya başlamıştır.

Şehri tek başına gezmeyi tercih edişim, bu aşinalığı hızlandırma çabasından kaynaklanır.

Şehir ve o şehrin yerlisi, benim kendilerinden hissettiğim tedirginliğin farkındadırlar. Aynen, onların benden duydukları endişeden benim farkında oluşum gibi. Yalnızlığım bu tür tedirginlik ve endişelerin dozajını artıracaktır ihtimal, fakat aynı zamanda tanışma sürecini hızlandıracak ve bizi birbirimizle kısa zamanda kaynaştıracaktır. Öyleyse, tek başınalığa ve yola devam…

Şehri gezmeye belli bir noktadan mı başlarım? Eğer otobüs terminaline, tren garına, deniz yahut hava limanına indiysem, evet, şehir oralardan başlar. Oralardaki rengi, kokuyu, hava durumunu hissetmeye çalışırım. İnsanların yüzüne, o yüzlerdeki ruhî ayrıntılara dair bakışlara dalarım. Şehre girdiğim bu mekânların duvarlarını, kapılarını, pencerelerini, iç ve dış maddi uzuvlarını inceler, oralara sinmiş başka hayatların izlerini takip etmeye çabalarım. Bu süreç vakte göre uzun yahut kısadır. Şehre gecenin geç vakitlerinde girdiysem, sabahın salât vaktine kadar sürer o mekânla ilgili sondaj çalışmalarım. Gündüz gözüyle şehre girdiğim “istasyonlar” ise, beni fazla oyalamaz. Bu yüzden, onlarla ilgili ilk izlenimlerim genellikle yüzeysel kalır ve onlara doğru yapacağım ikinci bir seferi temenni ederim.

Şehrin ibadetgâhları benim olmazsa olmaz mekânlarım arasındadır. İstisnasız oralar, sadece ibadet için değil, hayatî bütün ihtiyaçlarım için ana durak mevkiindedir. Bu derece önemli olduklarına göre, önce şehrin bulunduğum yerine en yakın camiini keşfederim. Burada yapacağım bir ibadet molası, benim ürkekliğimi ehlileştirecektir. Sonrasında şehrin en merkezî yahut tarihî camiini bulur, tanımaya çalışırım. Şehirde bulunduğum süre içinde, genellikle bu merkezî camii, benim ana mekânlarımdan birisi olur. Orada şehrin yerlileriyle oturur muhabbet ederim. Yorulduğum zamanlar gelir dinlenirim. Kimisinde kısa süreli de olsa, uyuduğum dahi olmuştur. Pek çoğu, ciddi okumalarıma, hatta yazı yazma çalışmalarıma şahittir.

Yabancısı olduğum şehirde, beni bekleyen en büyük serüven o şehrin yabancılarını aramaktır. Gözümü bir türlü alamam bu işten. Bu şehre göç etmiş, çeşitli zaruretler sonucu burada bir süre yaşamaya mecbur kalmış olanları mutlaka bulurum. Onlarla edeceğim birkaç tekellüm, sanki onların muhtemel cerihalarına ilaç olacaktır. Olur mu bilemem, fakat benim kendimi sağalttığım doğrudur…

Şehrin ana caddelerini elbette gezerim, fakat bunlardan önce, ara sokaklarda, çıkmazlardadır aklım fikrim. İnsanların boyasız, cilasız ömür sürdükleri bu hakikî hayat sahneleri, bana şehrin insanını en kolay anlatacak alanlardır. Oralarda göreceğim küçük yaşantı parçaları, pek çok büyük teoriden daha önemlidir benim nazarımda.

Bunun gibi, şehrin esnafı, eşrafından önce gelir benim için. Zira esnaf, eşrafın ayinesidir. Esnaf memnunsa şehrinden, eşraf iyidir. Esnaf karalar bağlamışsa, eşrafa lanetler olsun!..

Bu arada, esnafın memnuniyetini, dolayısıyla eşrafın haletini tespit için, elbette bir takım ilişkiler içine girerim. Çarşıları, pazarları gezerim, alışverişler yaparım, sohbetlere girişirim…

Şehrin çarşıları, pazarları… Eğer gittiğim şehir bir Anadolu şehriyse, o şehre ait ziraat, nebatat, hayvanat, zenaat, varsa sanayi pazarlarına giderim. Tahıl pazarları, peynir pazarları, zahire pazarları, bitpazarları… Eğer bir sınır şehrindeysem, kaçakçılık pazarına uğrarım. Kesem müsaitse bu pazarların hemen hepsinden bir şeyler almaya gayret ederim.

Beni kendisine çeken bir başka şey, şehrin maddi ve manevi kültür ve sanat değerleridir. Bir defa, kendisinde misafir bulunduğum şehirde çıkan günlük gazeteleri tespit eder, birer örnek alır, okur, incelerim. Mahalli şairleri sorar soruşturur, varsa eserlerini temin etmeye çalışırım. Âşıkların saz çaldığı kahvehaneleri tespit eder, takvim müsaitse onların telli sazları ve yanık sesleri eşliğinde kederlenir ve çayımı yudumlarım. Kitapçılara düşer yolum. Taşra kitapçılarına bayılırım. Merkez şehirlerde bulamayacağım imkânlar sunar bu kitapçılar bana. Hele ki bunlardan birisi gözlerden ırağa düşmüş bir sahaf olmasın, cilt cilt kitaplar alırım, üstelik makul fiyata.

Hayatına girmiş olduğum yeni şehrin başka kültür unsurları da vardır. Çok bilinen tarihi eserleri, bu eserlerdeki teşrifat, tezyinat… Bunları çıplak gözle görüp inceler, ardından daha derinlerde hayat bulan unsurlara çeviririm gözümü. Hanlara, konaklara, eski evlere, çeşmelere, yatırlara… Çeşitli yapılardaki kapılara, pencerelere… Onlardaki küçük taş yahut oymalara, nakışlara…

Ve daha başka şeylere bakarım: Şehrin illegal ilanlarına, reklam unsurlarına, duyurularına takılır kalırım. Bir dükkânın vitrin camına, bir elektrik direğine, gelişigüzel bir duvara iliştirilmiş amatör bildirilere asılır kalır gözüm…

Bilmediğim, içine ilk kez girdiğim, böylece kendisinde kendimi var kılmaya çalıştığım şehir, gezmekle, yaşanmakla biter mi? Bitmez. Aslında onun bünyesi ile benimki arasında yaşanacak pek çok şey vardır. Bu yüzden bitmez. Bir sonraki seyahate bırakılır yaşanacakların bir kısmı. Bir sonraki, bir sonraki…

“Fakat ne olursa olsun, insan, şehrin gözünün içine baktığında değişmeyen tek şeyi görür, kendi içindekini…”

 (Zonguldak - Kozlu, Aziziye Camii, 30 Ağustos 2010)

 

İlk kez 2 Eylül 2010 tarihli Milli Gazete'de yayımlanmıştır.

KAYNAK: Cevat Akkanat / Şehri ve Kendimi Gezerim (cevatakkanat.blogspot.com, 26 Ağustos 2019 Pazartesi)

 

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör