Amina Yarar

Modacı, Model

Eğitim
Yeditepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı
Diğer İsimler
Amina Muzur

Manken, modacı, stilist, çevirmen. Saraybosna doğumlu. Kızlık soyadı "Muzur" olup, MÜSİAD başkanı Erol Yarar'la evlendikten sonra "Yarar" soyadını aldı. İlk ve orta öğrenimini doğduğu şehir olan Saraybosna’da tamamladı. Lisans eğitimini İstanbul Marmara Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği, yüksek lisansını ise Yeditepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümlerinde aldı. Bir dönem eğitim alanında çalıştıktan sonra, aile şirketinde kurumsal marka ve iletişim direktörlüğü yaptı.

Amine Yarar, moda sektörüne 15 yaşında girdi ve tüm öğrencilik hayatı süresince farklı çalışmalarda yer aldı. Çok sevdiği bu alana farklı bir yaklaşımla ve daha insan odaklı bir yaklaşımla geri dönmeye karar verdi ve bu yaklaşımla sosyal ve profesyonel hayatta çok önem kazanmış olan Stil ve Renk Danışmanlığı üzerine önce Türkiye’de sonra, Londra’da London Collage of Fashion’da çeşitli eğitimler aldı. Son olarak Alman TYP Akademiye bağlı uluslararası StyleColor akademide eğitimini tamamlamıştır.  StyleColor Akademi ve AICI Uluslararası İmaj Danışmanları Derneği üyesidir. Evli ve iki çocuk annesidir.

Amina Yarar'ın Ömer Behmen'den tercüme ettiği "Genç Müslümanlar 1939-2005 Bosna-Hersek" adlı bir çeviri eseri vardır.

1993’ten beri İstanbul’da yaşayan ve başörtüsünü okul döneminde bile çıkarmayan, 2000 yılında Tekbir Giyim'in tesettür defilelerinde tesettürlü olarak mankenlik de yapan, ancak  MÜSİAD eski başkanı Erol Yarar'la evlendikten sonra başını açan Amina Yarar, tesettüre nasıl girdiğini ve tesettürden niye çıktığını soran bir gazeteciye şu cevabı vermişti:

 

" Ne zaman tesettüre girdiniz?

 

Türkiye'ye geldikten sonra kapandım. Kendi isteğimle aldığım bir karardı. Coşkulu bir dönemimdeydim. Savaştan sonra yaşadığımız manevi duyguların da etkisi vardı. Yaklaşık dört sene de örtülü kaldım. Hayatımın sonuna kadar örtülü olmak istiyordum.

 

Ne oldu da vazgeçtiniz?

 

1998 senesinde 28 Şubat sürecinde başörtülü öğrenciler üniversiteye alınmadı. Ben o yıllarda Türkiye'de yabancı uyruklu statüsünde okuyordum. Refah Partisi'ne de çok yakındım. O süreçte sıkıntılar başlayınca ben de uzaklaşmak zorunda kaldım. Yabancı olduğum için siyasi girişimlerde bulunmam yasaktı. O yüzden kendimi geri çektim. Yasak da başlayınca durum daha da kötü hale gelmişti. Duygularımı tarif etmem mümkün değil...

 

Yasaktan nasıl etkilendiniz?

 

Kendi ülkemde Müslüman halka soykırım yapılıyordu. Ben de bir Müslüman olarak tehdit altında bulunmamdan dolayı başka bir Müslüman ülkeye sığınmıştım. Müslümanlığı özgürce yaşama uğruna Türkiye'ye geliyorum ve tarif edilmesi çok zor olaylarla karşılaşıyorum. Müslüman bir ülkede başörtülü kadınların tanklarla üniversiteye girmesi engelleniyor. Benim için tankın taşıdığı anlam sizinkinden çok farklı. Ben savaş görmüş son nesilden geliyorum. O yüzden üniversitenin kapısında tankı gördüğümde neler yaşadığımı kimse bilemez. Bunu ancak Suriyeli ve Filistinli biri anlayabilir.

 

Bu yaşadıklarınız sizi korkuttu mu?

 

Burada yalnızdım. Herhangi bir yerden destek alacak durumda değildim. Çevremdekilere ne yapmak gerektiği konusunda danıştım. Başımı açmadan da bir çözüm bulup bulamayacağımı sordum. Ama kimse bu konuda bir şey söylemedi. Kendi kendime çözüm bulmaya çalıştım. Yabancı olduğum için de bir taraftan ayrıksıydım. Belki başımı açmadan da çözülebilirdi. Birçok arkadaşımız da öyle çözdü belki ama ben o dönemde bunu bilmiyordum. Bu kararı kendim vermek durumundaydım. Tabii bu sonra devam etti. Yüksek lisans, okul derken tekrar kapanma gibi bir durum olmadı. Tabii ki üzücü bir şey…

 

ÖRTÜ DEJENERE OLDU

 

Peki şimdi başörtüsünün üzerindeki yasaklar kalkarken durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Artık Türkiye'yi çok farklı değerlendiriyorum. Kimilerinin sandığı gibi 'özgürlük'ten çok, başörtüsü konusunda daha fazla sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Çünkü kendi camiamız içinde de bölünmeler var. Destek yok. İnsanlar yoldan sapmış durumda. Ben Türkiye'ye ilk geldiğim 1994 senesinde çevremden gördüğüm güzel örneklerle örtündüm. Ama şu anda bakarsanız, örnek alınmasını bırakın soğursunuz. Dejenere oldu. Elbette yanlış. Ben 37 yaşındayım, kimseyi örnek almam gerekmiyor. Kitabımız belli. Ama gençler için önemli.

 

Başörtülülere yönelik diğer kesimde olumlu bir tavır değişikliği var mı sizce?

 

Hayır, sadece gözler alıştı. Fikir değişikliği yok. Bugün hükümetten nefret edenler aynı zamanda başörtülülerden de nefret ediyorlar. Duygular değişmedi. Tam tersi daha da şiddetli hale geldi. Ancak insanlarda göz aşinalığı var artık. Eskiden örtülü insan sayısı daha azdı ve belli mekânlarda bulunurlar kabuklarından dışarı çıkmazlardı. Tahsil oranı düşüktü ve iş hayatına atılan kadınların sayıları azdı. Ama artık öyle değil. Maddi imkânlar arttı. Yurt dışına açıldılar, vizyonları genişledi.

 

BAŞÖRTÜSÜNÜ ÇIKARMAK ÇOK ZORDU

 

Bu şartlar altında geçmiş bugün olsa örtünür müydünüz?

 

Şartlara çok bağlamamak lazım. Bu yasağa maruz kalanlar çok kötü bir dönemden geçtiler ve çareler buldular. Şu anda örtünmenin önünde bir engel görmüyorum. Yapmak isteyen herkes bunun formülünü bulur ve uygular. Buna hazır olmak lazım. Arkadaşlarım sorduğu zaman 'Hiç kapanmasaydım ya da hiç açamasaydım şu anda kapalı olurdum' diyorum. Açmasaydım, muhtemelen şu an kapalı biri olurdum.

 

Yaşadıklarınızın tesirini üzerinizden atamadığınız için mi?

 

Evet. Çok etkilendim. Annem beni uyarmıştı. 'Başörtülü olmak zordur ve çocuk oyuncağı değildir' demişti. Ben bir günde karar verdim ve öyle kapandım. Çünkü 18 yaşındaydım. O anda insan yarın ne olacağını düşünemiyor. Başımı açacağımı bilseydim örtünmezdim. Çünkü onu yaşamak çok kötü bir şey. Mankenlikten dolayı herkes beni tanıyordu. Öyle bir konumdayken özellikle bir günde başımı açıp da insanların karşısında başı açık çıkmak çok zor bir şeydi.

 

Tepki geldiği için mi?

 

Hayır, kendi içinde yaşıyorsun bütün bunları. Ben bir ay boyunca okula gidemedim. Arkadaşlarım bana 'başını dik tutacaksın' dediler. Hayatımda çok önemli iki travma geçirdim. Biri savaş diğeri de açılmam oldu.

 

KAYNAKÇA: Erol Yarar'la evlendi, başını açtı (patronlardünyasi.com, 15 Ocak 2007), "28 Şubat bana Bosna Savaşı gibi geldi" (Büşra Sönmezışık röportajı, Yeni Şafak, 02.06.2013), Amina Yarar Kimdir? (aminayarar.com, 17.09.2016).

AMİNA YARAR: "28 ŞUBAT BANA BOSNA SAVAŞI GİBİ GELDİ"

AMİNA YARAR: "28 ŞUBAT BANA BOSNA SAVAŞI GİBİ GELDİ"

 

BÜŞRA SÖNMEZIŞIK RÖPORTAJI

 

18 yaşındayken başını örten Amina Yarar, Bosna Savaşı'ndan kaçıp Türkiye'ye okumaya geldiğini ancak 28 Şubat sürecinde okulun önünde tankları görünce ülkesindeki savaşı hatırlayıp ağır bir bunalım geçirdiğini söylüyor. Okumak için başını açınca bir ay okula gidemeyen Yarar, 'Bosna Savaşı ve 28 Şubat benim iki travmamdır' diyor.

Amina Yarar 1993 yılında Bosna Savaşı'ndan kaçıp Türkiye'ye geldi. Hepimiz onu bir dönemin başörtülü ilk mankeni olarak tanıdık. Ancak okula başörtüsüyle gittiği bir gün kapının önünde tankları görünce Bosna'daki savaşı hatırlayıp ağır bunalıma giren Yarar, okula devam etmek için başını açınca yaşadığı travmanın etkisiyle bir ay boyunca okula gidememiş. MÜSİAD eski Başkanı işadamı Erol Yarar'la evlendikten sonra pek çok işte çalışmış. Moda üzerine eğitimini tamamlayan Yarar, şimdilerde stil danışmanlığı yapıyor.

 

Eskiden tesettür mankenliğini yapıyordunuz. Manken olmaya nasıl karar verdiniz?

 

Aslında çok eski bir hikâye. Ben 15 yaşlarındayken moda sektörüne atıldım. Önce Bosna'da mankenlik eğitimi aldım. Sonra savaş başladı. Bu nedenle Bosna'dan ayrılmak zorunda kaldım. Türkiye'ye geldikten sonra mankenliğe devam ettim ve uzun süre Türkiye'de tesettür mankenliği yapan tek kişiydim.

 

Mankenliği neden bıraktınız?

 

Başımı açtıktan sonra mankenliği sürmek istemedim. Çünkü insanlar beni öyle tanıyorlardı. Dizi oyunculuğu ve mankenlik için tekliflerini geri çevirdim. Kendime güvendim ama çevreme güvenmedim. Sonra her şeyden elimi eteğimi çektim ve okuluma döndüm. Marmara Üniversitesinde İngilizce Öğretmenliği okudum. Yeditepe Üniversitesinde ise İngiliz Dili ve Edebiyatı üzerine mastır yaptım. 2000 yılında da evlendim.

 

MİLADIM BOSNA SAVAŞI VE 28 ŞUBAT

 

Ne zaman tesettüre girdiniz?

 

Türkiye'ye geldikten sonra kapandım. Kendi isteğimle aldığım bir karardı. Coşkulu bir dönemimdeydim. Savaştan sonra yaşadığımız manevi duyguların da etkisi vardı. Yaklaşık dört sene de örtülü kaldım. Hayatımın sonuna kadar örtülü olmak istiyordum.

 

Ne oldu da vazgeçtiniz?

 

1998 senesinde 28 Şubat sürecinde başörtülü öğrenciler üniversiteye alınmadı. Ben o yıllarda Türkiye'de yabancı uyruklu statüsünde okuyordum. Refah Partisi'ne de çok yakındım. O süreçte sıkıntılar başlayınca ben de uzaklaşmak zorunda kaldım. Yabancı olduğum için siyasi girişimlerde bulunmam yasaktı. O yüzden kendimi geri çektim. Yasak da başlayınca durum daha da kötü hale gelmişti. Duygularımı tarif etmem mümkün değil...

 

Yasaktan nasıl etkilendiniz?

 

Kendi ülkemde Müslüman halka soykırım yapılıyordu. Ben de bir Müslüman olarak tehdit altında bulunmamdan dolayı başka bir Müslüman ülkeye sığınmıştım. Müslümanlığı özgürce yaşama uğruna Türkiye'ye geliyorum ve tarif edilmesi çok zor olaylarla karşılaşıyorum. Müslüman bir ülkede başörtülü kadınların tanklarla üniversiteye girmesi engelleniyor. Benim için tankın taşıdığı anlam sizinkinden çok farklı. Ben savaş görmüş son nesilden geliyorum. O yüzden üniversitenin kapısında tankı gördüğümde neler yaşadığımı kimse bilemez. Bunu ancak Suriyeli ve Filistinli biri anlayabilir.

 

Bu yaşadıklarınız sizi korkuttu mu?

 

Burada yalnızdım. Herhangi bir yerden destek alacak durumda değildim. Çevremdekilere ne yapmak gerektiği konusunda danıştım. Başımı açmadan da bir çözüm bulup bulamayacağımı sordum. Ama kimse bu konuda bir şey söylemedi. Kendi kendime çözüm bulmaya çalıştım. Yabancı olduğum için de bir taraftan ayrıksıydım. Belki başımı açmadan da çözülebilirdi. Birçok arkadaşımız da öyle çözdü belki ama ben o dönemde bunu bilmiyordum. Bu kararı kendim vermek durumundaydım. Tabii bu sonra devam etti. Yüksek lisans, okul derken tekrar kapanma gibi bir durum olmadı. Tabii ki üzücü bir şey…

 

ÖRTÜ DEJENERE OLDU

 

Peki şimdi başörtüsünün üzerindeki yasaklar kalkarken durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Artık Türkiye'yi çok farklı değerlendiriyorum. Kimilerinin sandığı gibi 'özgürlük'ten çok, başörtüsü konusunda daha fazla sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Çünkü kendi camiamız içinde de bölünmeler var. Destek yok. İnsanlar yoldan sapmış durumda. Ben Türkiye'ye ilk geldiğim 1994 senesinde çevremden gördüğüm güzel örneklerle örtündüm. Ama şu anda bakarsanız, örnek alınmasını bırakın soğursunuz. Dejenere oldu. Elbette yanlış. Ben 37 yaşındayım, kimseyi örnek almam gerekmiyor. Kitabımız belli. Ama gençler için önemli.

 

Başörtülülere yönelik diğer kesimde olumlu bir tavır değişikliği var mı sizce?

 

Hayır, sadece gözler alıştı. Fikir değişikliği yok. Bugün hükümetten nefret edenler aynı zamanda başörtülülerden de nefret ediyorlar. Duygular değişmedi. Tam tersi daha da şiddetli hale geldi. Ancak insanlarda göz aşinalığı var artık. Eskiden örtülü insan sayısı daha azdı ve belli mekânlarda bulunurlar kabuklarından dışarı çıkmazlardı. Tahsil oranı düşüktü ve iş hayatına atılan kadınların sayıları azdı. Ama artık öyle değil. Maddi imkânlar arttı. Yurt dışına açıldılar, vizyonları genişledi.

 

BAŞÖRTÜSÜNÜ ÇIKARMAK ÇOK ZORDU

 

Bu şartlar altında geçmiş bugün olsa örtünür müydünüz?

 

Şartlara çok bağlamamak lazım. Bu yasağa maruz kalanlar çok kötü bir dönemden geçtiler ve çareler buldular. Şu anda örtünmenin önünde bir engel görmüyorum. Yapmak isteyen herkes bunun formülünü bulur ve uygular. Buna hazır olmak lazım. Arkadaşlarım sorduğu zaman 'Hiç kapanmasaydım ya da hiç açamasaydım şu anda kapalı olurdum' diyorum. Açmasaydım, muhtemelen şu an kapalı biri olurdum.

 

Yaşadıklarınızın tesirini üzerinizden atamadığınız için mi?

 

Evet. Çok etkilendim. Annem beni uyarmıştı. 'Başörtülü olmak zordur ve çocuk oyuncağı değildir' demişti. Ben bir günde karar verdim ve öyle kapandım. Çünkü 18 yaşındaydım. O anda insan yarın ne olacağını düşünemiyor. Başımı açacağımı bilseydim örtünmezdim. Çünkü onu yaşamak çok kötü bir şey. Mankenlikten dolayı herkes beni tanıyordu. Öyle bir konumdayken özellikle bir günde başımı açıp da insanların karşısında başı açık çıkmak çok zor bir şeydi.

 

Tepki geldiği için mi?

 

Hayır, kendi içinde yaşıyorsun bütün bunları. Ben bir ay boyunca okula gidemedim. Arkadaşlarım bana 'başını dik tutacaksın' dediler. Hayatımda çok önemli iki travma geçirdim. Biri savaş diğeri de açılmam oldu.

 

HUZUR SOKAĞI GİYİM KONUSUNDA KARARSIZ

 

Stil danışmanılığı fikri nasıl ortaya çıktı?

 

İlköğretimden sonra tekstil tasarımı sınavına girdim ve kazandım. Ama o dönemde kazandığım okulun namı çok kötüydü. Orada okumama annem kesinlikle müsaade etmedi. Oradan itibaren başladı modaya sevgim. Evlendikten sonra öğretmenlik yapmak istedim. Çok kısa eğitmenlik yaptım fakat aile hayatımın yoğunluğuna uymadı. Eşimin yanında üç yıl kadar kurumsal iletişim direktörlüğü yaptım. Orada da mutlu olmadığımı gördüm ve ayrıldım. Kendimi dinledim o süre içinde, nadasa bıraktım. Mankenlik yaptığım dönemde Türkiye'de stil danışmanlığı diye bir şey yoktu. 1997›de ünlü bir holdingten bana personel eğitimi teklifi geldi. Giyim kuşam hakkında seminer verdim.

 

Bu konuda hazırlık yaptınız mı?

 

İstanbul Moda Akademisi ve İngiltere'den eğitim aldım. Burada Alman Tip Akademisi denen bir okulda renk üzerine bir eğitim sürecinden geçtim. Şu an eğitimler hâlâ devam ediyor. İmaj koçluğuna kadar devam edeceğim.

 

Kimler gelir size?

 

Kurumsal ve bireysel olarak ikiye ayırıyoruz. Bireysel olarak bir müşteri geldiğinde stil danışmanlığı alıyor, stil analizi veya renk analizi yaptırıyor. Alışveriş danışmanlığı ve gardırop detoksu denilen evdeki bütün gardırobun baştan aşağıya düzenlenmesi hizmeti alabiliyor. Kişiyle birebir hangi hizmeti nereye kadar alacağına karar veriyoruz.

 

Talep var mı?

 

Türkiye'de bu iş henüz pek bilinmiyor. Amerika'da stil ve imaj danışmanlığı 1960 yılında başladı. O günden bu güne hayal edin nasıl geliştiğini. Film ve dizi setlerinde kostüm tasarımcısıyla stil danışmanı birlikte çalışıyor. O çok farklı bir olay. Ben şu anda dizileri izliyorum. Bazılarında çok başarılı bir stil çalışması var. Orada tasarım yok. Sponsor firmalardan gelen kostümler var. Günümüzdeki dizilerde 'Muhteşem Yüzyıl' hariç çoğu böyle. Burada stil danışmanı çok önemli. Eğer doğru uygulanırsa hem dizi oyuncusu hem de sponsor firmanın imajı doğru yansıtılıyor. Ama orada yanlış kişiye yanlış kıyafet veya renk giydirilirse hem firmanın imajı kötüye gidiyor hem de rol oyuncusu…

 

Hangi yapımları beğeniyorsunuz?

 

'İntikam' dizisinin staylingi çok başarılı. Bazı kişiler çok başarılı ama bazıları değil. Hakan ve Yağmur karakteri çok iyi giydiriliyor. Ancak Şahika öyle değil. 'Merhamet' dizisinin de başarılı. Ancak 'Huzur Sokağı' çok kötü giydiriliyor. İlk defa başörtülü başrol dizilerde oynuyor. Sponsorlar yarışa geçtiler. Bir karmaşa oldu. Hem stil yok hem de istikrar yok. Diğer dizilerde böyle değil. Üzüntü verici. Çünkü ilk olduğu için ne yazık ki akılda kalacak.

 

Türkiye'de yaptığınız iş ne kadar biliniyor?

 

Türkiye'de danışmanlık yeni başladı. Londra'da eğitim alırken pek çok ülkeden o okula eğitim almaya gelenler vardı. Bana 'Sen ne kadar şanslısın, Türk insanı giyinmeyi çok sever' diyorlardı. Ama sorun şu; Türkiye'de herkes iyi giyindiğini sanıyor. O yüzden bence işim daha zor. Avrupa'da insanlar birbirinin yaptığı işe daha çok saygı duyuyor. Ama Türkiye'de öyle değil. Herkes herşeyi biliyor ve yorum yapıyor. Mesela bir mağaza satış elemanı olan kız bana 'Benimle aynı işi yapıyorsun.' dedi.

 

NE İÇİN SAVAŞTIK BELLİ DEĞİL

 

Uzun yıllardır Türkiye'desiniz. Bosna'da hala savaşın izleri var mı?

 

Yeni jenerasyonun savaşla ilgili fikirleri çok daha farklı. Çünkü onlar savaş görmediler. Savaşı hisseden bizlerdik. Yoksulluğu ve travmaları bilmiyorlar. Onlar için hayatlarına devam etmek çok daha kolay. Ülke bölündü veya bölünmedi gibi endişeler yaşıyorduk. Ne uğruna savaştık belli değil. Bu kadar savaştık ve şehit verdik ama gelinen nokta aynı. Yine birlikte yaşıyoruz yine kapı komşumuz Sırp. Gençler mevcut durumu kabulleniyorlar. Bir dönem oradaydım. Savaş üzerimde çok ciddi ve keskin etkiler bıraktı. Hala Bosna'ya gittiğimde Sırpların bölgesine geçemiyorum. Bütün arkadaşlarım alışveriş yapıyorlar. Çünkü daha ucuz.

 

Neden?

 

Sırplar şu anda çok ciddi bir ekonomik kriz içindeler. Müslümanlara ihtiyaçları var. Anlaşmanın, müzakere yapmanın daha kolay olduğunu fark ettiler. Halk cihetinde bu böyle. O yüzden şu anda herkes kendi menfaatini düşünüyor. Onlar da çok yumuşak ve toleranslı. Siyaset de ekonomik durum da çok kötü. Herşey karmakarışık ve ne olduğu belli değil.

 

Bosna'yı özlüyor musunuz?

 

Çok özlüyorum ama orada yaşayamam. Ailem orada. O yüzden sıkça gidip geliyorum.

 

Aileniz savaştan sonra Türkiye'ye gelmeyi düşünmedi mi?

 

Hayır, onlar kendi vatanlarında her ne olursa olsun huzurluydular. Babam savaşta yaralandı. Annem daha keskin savunur ama babam daha ılımandır. Ben o zaman genç kızdım. Mevcut duruma uyum sağlamak zorundaydım. Şu anda bir anne olarak düşünüyorum da savaşta anne olmak çok büyük bir kahramanlık. Kendi annemi düşünüyorum ve bir gecede çok iyi bir durumdayken sıfıra indiği geliyor aklıma. Çocuğu ve kocası cephede savaşıyor. Bir kızı var. Ne yapacağını bilemiyor. Yaşlı bir annesi var. Annem şu anda hayatı ile ilgili bir kitap yazıyor.

KAYNAK: "28 Şubat bana Bosna Savaşı gibi geldi" (Büşra Sönmezışık röportajı, Yeni Şafak, 02.06.2013).

 

Yazar: BÜŞRA SÖNMEZIŞIK RÖPORTAJI

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör