Kaya Özsezgin

Profesör, Eleştirmen, Sanat Tarihçisi, Yazar

Doğum
24 Mayıs, 1938
Ölüm
17 Ağustos, 2016
Eğitim
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü
Burç

Sanat tarihi profesörü, akademisyen, eleştirmen, deneme yazarı, çevirmen (D. 24 Mayıs 1938, Diyarbakır - Ö. 17 Ağustos 2016, Ankara). İlk ve ortaöğrenimini Diyarbakır’da tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü (1950) mezunu. Çeşitli okullarda resim ve sanat tarihi öğretmeni, TRT Dış Yayınları Dairesinde program yapımcısı olarak görev yaptı.

1984’te Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesine öğretim görevlisi olarak atandı. 1989’da doçent, 1996’da profesör oldu. 1997’de aynı fakültenin dekanlığına atandı. Çeşitli yayın organlarında sanat üzerine yazıları ve eleştirileri yayımlandı.

 Sanat, sanatçılar ve resim sergileri üzerine deneme ve eleştirileri, başta Milliyet Sanat dergisi olmak üzere, Vatan ve Ulus gazetelerinde, Pazar Postası, Sanat ve Sanatçılar, Papirüs gibi çeşitli gazete ve dergilerde yayımlandı. Klâsik Türk ve dünya ressamları üzerine geniş kapsamlı inceleme ve araştırma çalışmaları yaptı. "Artist" dergisini yönetti. DİTAV kurucu üyelerinden idi. Bir süre de İstanbul Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde ek zamanlı öğretim üyesi olarak görev yaptı

Çok sayıda kitap ve çevirileri olan Prof. Dr. Kaya Özsezgin, İstanbul Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde öğretim üyeliği yaparken; yaz tatilini geçirdiği Aydın yöresinde beyin kanaması geçirdi. 15 Ağustos 2016 Pazartesi günü Aydın Devlet Hastanesi’nde ameliyata alındı. Kültür Bakanlığının temin ettiği bir ambulans uçakla Ankara İbn-i Sina Hastanesine nakledildi ise de yapılan tüm müdahalelere rağmen bu hastanede 17 Ağustos 2016 Çarşamba günü hayatını kaybetti. Cenazesi 19 Ağustos 2016 günü Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsünde düzenlenen tören sonrası Bilkent Doğramacızade Ali Sami Paşa Camiinde ikindi vakti kılınan cenaze namazının ardından Karşıyaka Mezarlığında toprağa verildi.

 

Ödülleri:

 

1989'da Sanat Kurumu Sanat Yazarı, 1995'te 7. İstanbul Sanat Fuarı Sanat Eleştirmeni Ödülünü almıştır.

 

ESERLERİ:

 

Deneme-Araştırma-İnceleme: Prometheus’un Dönüşü (1965), Sanat Üzerine Yazılar (1981), Başlangıcından Bugüne Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi (III.cilt 1982, IV.cilt 1989), Cumhuriyet Dönemi Türk Resmi (1983), Türk Resim Sanatında 25 Yıl (DYO Sergileri, 1991),

Türk Plastik Sanatları Tarihi (1993), Sanat Eserlerini İnceleme (1993), Bir Otodidaktın Tutkulu Serüveni (1996), Cumhuriyet’in 75. Yılında Türk Resmi (1999), Yorum ve Anlam (2009), İzlekler,  Sanat Yazıları (2010), The Sanat Çağı (2013).

Sözlük: Türk Plastik Sanatları, Ansiklopedik Sözlük (1994).

Monografi: Monografiler (Cevat Dereli, Kayıhan Keskinok, Nedim Güngör, 1982), Ekrem Kahraman (1991), İbrahim Çallı (1993), Sami Yetik (1997), Mustafa Pilevneli (1997), Fethi Arda (1997), Ayhan Türker (1999), Burhan Uygur (2000), Erdinç Bakla (2000), Onay Akbaş (2000), Zekâi Ormancı (2007), Ferruh Başağa (2009), Ahmet Güneştekin (2009), Güngör Taner (2009).

Çeviri: Diyarbakır Surları (A. Gabriel’den, 1993), Benim Galerilerim, Benim Ressamlarım (D.H. Kahnweiler’den, 1993), La Joconde, Bir Başyapıtın Anatomisi (René Huyghe’den, 1996), Picasso (Gertrude Stein’den, 1995), Paris Salon Sergileri “1759-1761-1763” (D. Diderot’dan, 1996), El Greco ya da Toledo’nun Gizi (M. Barrès’den, 1997), Cézanne Üzerine Anılar (E. Bernard’dan, 1997, 2001), Sanatta Değişmeyen Plastik Değerler (André Lhote’den, 2000), Başyapıtların Gizemli Dünyası (Madeleine Hours’tan, 2001), Boşluk ve Doluluk, Çin Resim Sanatının Anlatım Biçimi (François Cheng’den,2006),

Gerçeğin Daha Yakınında, Yazı Üzerine Diyaloglar (1994-1997) (Gao Xingjian ve Denis Bourgeois’tan, 2014).

KAYNAKÇA: Yurt Ansiklopedisi (c. IV, 1982), Şevket Beysanoğlu / Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları (c. 3, 1997, s. 410-411), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), Kaya Özsezgin / 75. Yılda Türk Resmi (Cumhuriyet Kitap, 10.8.2000), TBE Ansiklopedisi (c. 2, 2001), İş’te Kitap (Bahar 2002), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, 2007) -  Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013) - Diyarbakır Ansiklopedisi (2013) - Geçmişten Günümüze Diyarbakırlı İlim Adamları Yazarlar ve Sanatçılar (2014), Kaya Özsezgin yaşamını yitirdi - Sanat tarihçi, eleştirmen Kaya Özsezgin hayatını kaybetti (sozcu.com.tr, 18 Ağustos 2016), Yaşar Öztürk / Diyarbakır'ı Dinliyor Gözleri Kapalı (aydinlik.com.tr, 17.8.2017).

DİYARBAKIR’I DİNLİYORUM GÖZLERİM KAPALI

DİYARBAKIR’I DİNLİYORUM GÖZLERİM KAPALI

 

Prof. Dr. Kaya ÖZSEZGİN

 

Tarihsel değer taşıyan büyük kentlerin yaşamı, insan yaşamı gibi gelip geçici değildir, insanlar doğar, yaşar ve ölürler; büyük kentler ise sonsuza kadar yaşamlarını sürdürürler. Çünkü bu tür kentlerin harcı, tarihle birlikte oluşmuştur. Tarih, kimi kentlerin üzerinden akıp geçer, kimi kentlerin ise yapısına karışır, onların eti kemiği olur. Bu tür kent­ler, tarihle birlikte soluk alıp verirler; o nedenle doğası bir başka olur, toprağı bir başka kokar, ekinleri bir başka yeşerir; tarihsel yapıların­dan çevreye dağılan tılsımlı ışık, insanlarının yaşamını etkiler. Dünü bugüne bağlayan kültürel kökenler, geleceğe doğru uzanan yaşamın bi­çimlenmesinde önemli birer etken olmaya başlar. Toplumsal yaşamın diyalektik yasaları hükmünü icra ederken, yöreye özgü karakterler de, yüzlerce yıllık tarihsel ve kültürel birikimin ürünleri olarak toprağa kök salmaya devam ederler.

Eski bir yakın doğu kenti olarak Diyarbakır, böyle bir beldedir. Orada yaşanmış tarih, kentin taşına toprağına sinmiş, insanlarının yüz­lerine kazınmış, davranışlarına yön vermiştir.

Ne var ki bu kente kimliğini kazandıran şeylerin, zaman içinde bir bir elimizden kaçıp gitmekte olduğunu görmek de üzücüdür. Hızla artan nüfus, çarpık büyüme ve gecekondulaşma, kültürel değerlerin acımasız­ca yok edilişi, göreneklerin giderek yozlaşması, kent dokusunun insaf­sızca tahribi, Diyarbakır’ı bugün, sıradan bir kent görüntüsüne doğru koşar adım sürüklemektedir. Bir mücevher gibi korunması yaşatılması gereken, suriçi kent, bugün, belediye hizmetlerinin ulaşamadığı, derbe­derliğin ve kendi haline terkedilmişliğin girdabında bocalayan garip bir kaosa dönüşmekte, bir zamanlar içinde gezinmekten, evlerinin serin av­lularına dalıp çıkmaktan zevk duyduğumuz sokaklar, iki yakasında yükselen ne idüğü belirsiz yapılarla tanınmaz hale gelmektedir, insan sevgisi ve incelikle dokunmuş olan çevreler, üzerinde hoyrat bir elin ge­zindiği, olumlu ne varsa alıp götürdüğü birer virane görüntüsüne bürün­mektedir.

Kentin bugün varmış olduğu olumsuz çizgide, yediden yetmişe hepi­mizin az ya da çok bir sorumluluk payı bulunduğunu düşünüyorum. Ama nasıl sorumluluk yükü, Diyarbakır’ın tarihsel dokusuna, kültürüne, gele­nek ve göreneklerine sahip çıkması yönetici kadrolarda olsa gerek. Çok değil, bir otuz yıl geriden bugünlere doğru baktığımızda, olumsuz deği­şimin varmış olduğu noktayı kavramakta güçlük çekiyorsunuz. Dicle Üniversitesi’nin iki yıl kadar önce Diyarbakır’da düzenlediği sempoz­yumda, bir ağabey hemşehrimizin ağlamaklı bir sesle dile getirdiği ser­zenişi, şimdi yeniden duyar gibi oluyorum. O ağabeyimiz, Diyarbakır'ın sokaklarında, caddelerinde tanımadığı bir kenti gezer gibi dolaştığını, bir zamanların uygar ve saygın kentinden günümüze kalanların hızla tüken­diğini görmek bahtsızlığını yaşadığını anlatırken, ortak bir acımıza par­mak basıyordu. Diyarbakır’ın otuz - kırk yıl öncesini bilmeyen, bu kent­te o dönemin yaşamına karışmamış olanlar için, bu yakınmanın kuşkusuz hiçbir anlamı yoktu. Ama bizler, yeniyetmelik ve ilk gençlik yıllarım bu kentin havasım soluyarak yaşamış olanlar için, bu sözler aynı zamanda bir ağıttı.

Diyarbakır’a son birkaç kez gidişimde, hep bu ağıtın yankılan yan­sıdı kulaklarıma. Bir zamanlar heybetiyle gurur duyduğumuz, sırası gel­dikçe dünya üzerinde Çin şeddinden sonra ikinci sırayı aldığını övünçle söylediğimiz surların çevresinin, birer mezbelelik haline geldiğini, ele güne karşı Diyarbakır evi olarak göstereceğimiz mekânların, neredeyse tümüyle ortadan kalktığını göre göre dolaşıp durdum Diyarbakır’ın so­kaklarında. Bana geçmişi anımsatacak, bu kenti yeniden yaşatacak her şeyin, alıp başını gittiği bir ortamda düş kırıklığını yaşayıp durdum. Her şey, uzak bir geçmişte, anıların düşlere, düşlerin anılara karışıp git­tiği bilinmez bir zamanda kalmış gibiydi.

Bir daha geri gelmesi mümkün olmayan bu şeyleri düşlemekten ve gerçek Diyarbakır’ı anılarda yaşatmaktan başka ne yapılabilir?

Evet, Diyarbakır’ı dinliyorum gözlerim kapalı.

 

KAYNAK: Şevket Beysanoğlu / DFSA (2. bas. c. 3, s. 411-412, 1997).

KAYA ÖZSEZGİN DİYABAKIR’I DİNLİYOR GÖZLERİ KAPALI

KAYA ÖZSEZGİN DİYABAKIR’I DİNLİYOR GÖZLERİ KAPALI

 

Yaşar Öztürk

 

Kaya Özsezgin, kaşla göz arasında çekip gitti bu dünyadan. Görsel sanatlar büyük bir ustasını, yazarını, eleştirmenini, çevirmenini yitirdi. Diyarbakır ise bir aşığını.

Heykel, grafik ve özellikle resim bir açıdan şiirle aynı kaderi paylaşır. Yazıcıları yok gibidir. Türkiye’de en çok ne üretilir denildiğinde tek sözcük söylenebilirdi yakın zamana kadar: Şiir. Şimdilerde buna resim eklendi. Şiirde yaşanan bu kargaşa şimdi resimde de yaşanıyor. Eline kalemi alan, parayı bastırabilen  şiir kitabı sahibi, şair unvanını yakasına yapıştırıyor. Eline fırçayı alan, çekirdek, mısır yemek ve atıklarını yerlere yaymaktan öteye gitmeyen festival, kültür haftaları, şenliklerde bunları sergileyerek Ressam oluyorlar.

Sanatın gecekondulaşması, bayağılaştırılmasından öteye geçmeyen bu çarpıklığa karşı savaşanlardan biriydi Kaya Özsezgin. Sanat bilincinin oluşması için yazdığı ve çevirdiği yapıtların dışında sanat dergilerinde çırpınıp durdu toplumsal sanat bilincini oluşturmak için.

Uzmanından, yakından uzaktan ilgisi olmayanına herkese sanatı anlatabilmenin çabası içindeydi. 1965 yılında yayınlan ilk kitabı “Prometheus’un Dönüşü” adını taşıyordu. Kendisi Prometheus’tu. Sanatı Olympos dağında tutup, sanat ışığından insanların yararlanması istemeyen, kendilerini sanatın tanrıları tanrıçaları sananların elinden alıp halka sunmanın onurunu taşıdı.

Türk Resim Sanatının tarihini yazdığı gibi Türk Plastik Sanatçıları Ansiklopedik Sözlüğünü hazırladı. Neden mi? “Günümüzden geriye bakıldığında, sanat yaşamımıza ilişkin değerlendirme ve yorum güçlüklerine yol açan en büyük eksikliğin, yaşanılan dönemlerle ilgili yazılı belge bırakma geleneğimizin yeterli olmamasından kaynaklığı görülecektir. Çelişik bilgi aktarımlarına neden olan bu eksikliğin giderilmesi, gelecek kuşakları doğru yolda bilgilendirecek başvuru kaynaklarına yönelmemizi, her olayı ya da gelişmeyi belgeleyecek bir alışkanlık kazanmamızı gerektirir” diyor Kaya Özsezgin.

Bilgi yokluğu, bilgi kirliliği içinde yaşamanın acısını tüm hücrelerinde duyumsadığından araştırdı, yazdı, çevirdi... Plastik sanatlar yani resim heykel, seramik, karikatür, fotoğraf alanında yapıtları ve yaratıcılarını, 1255 sanatçının internette, ansiklopedilerde bulması olanaksız bilgileri bir araya getirdi. Güldesteler sundu.

Yüreği yangın yeriydi. Nesimi, Ali Emiri, Süleyman Nazif, Ziya Gökalp, Cahit Sıktı Tarancı, Celal Güzelses, Şevket Beysanoğlu, Adil Tekin, Cahit Uçuk, Orhan Asena, Tarık Ziya Ekinci, Gazi Yaşargil, Ahmet Arif, Fuat Edip Baksi, Esma Ocak, Aşık İhsani, Veysel Öngören, Halit Fahri Ozansoy, Ali Faik Ozansoy, Sezai Karakoç, Mehmet Emin Bozarslan, Adnan Binyazar, Taner Timur, Remzi İnanç, Mehmet Mercan, Özer Ozankaya, Mıgırdıç Magrosyan, Vedat Günyol, Yaşar Özel, Hamid Aytaç, Erol Demiröz, İhsan Işık, Mehdi Zana, Sami Hazinses, Recep Kaymak, Tuncer Necmioğlu,  Ferit öngören,  Ara Dinkjian, İzzet Altınmeşe, Necdet Adabağ, Erkal Yavi, Cemal Yıldırım, Nejat Diyarbekirli, Bedri Ayseli, Halil değertekin, M. Şeyhmus Güzel, Enver Yorulmaz, Şeyhmus Diken, Cuma Boynukara, Adnan Satıcı, Yılmaz Odabaşı, Mahsun Kırmızıgül, Aziz Yıldırım, Arif Tekin, Nurettin Elhuseyni... gibi birbirinden değerli aydınları yetiştiren Diyarbakır’ı düşündükçe bir ağıt çınlıyordu kulaklarında, ilk çevirisini Diyarbakır Surları üzerine yapan, Kaya Özsezgin’in. O 25 yıl önce söyleyeceğini söylemişti. İşte o yazısı:     

 

Diyarbakır’ı Dinliyorum Gözlerim Kapalı

 

Tarihsel değer taşıyan büyük kentlerin yaşamı, insan yaşamı gibi gelip geçici değildir. İnsanlar doğar, yaşar ve ölürler; büyük kentler ise sonsuza kadar yaşamlarını sürdürürler. Çünkü bu tür kentlerin harcı tarihle birlikte oluşmuştur. Tarih kimi kentlerin üzerinden akıp geçer, kimi kentlerin ise yapısına karışır, onların eti kemiği olur. Bu tür kentler, tarihle birlikte soluk alıp veririler; o nedenle doğası bir başka olur, toprağı bile bir başka kokar, ekinleri bir başka yeşerir: tarihsel yapılarından çevreye dağılan tılsımlı ışık, insanların yaşamını etkiler. Dünü bugüne bağlayan kültürel kökenler, geleceğe doğru uzanan yaşamın biçimlendirilmesinde önemli birer etken olmaya başlar. Toplumsal yaşamın diyalektik yasaları hükmünü icra ederken, yöreye özgü karakterler de, yüzlerce yıllık tarihsel ve kültürel birikimin ürünleri olarak toprağa kök salmaya devam ederler.

Eski bir Yakındoğu kenti olarak Diyarbakır, böyle bir beldedir. Orada yaşanmış tarih, kentin taşına toprağına sinmiş, insanları yüzlerine kazınmış davranışlarına yön vermiştir.

Ne var ki bu kente kimliğini kazandıran şeylerin zaman içinde bir elimizden kaçıp gitmekte olduğunu görmek de üzücüdür. Hızla artan nüfus, çarpık büyüme ve gecekondulaşma , kültürel değerlerin acımasızca yok edilişi, göreneklerin giderek yozlaşması, kent dokusunun insafsızca tahribi, Diyarbakır’ı bugün, sıradan bir kent görüntüsüne doğru koşar adım sürüklemektedir. Bir mücevher gibi korunması ve yaşatılması gereken suriçi kent, bugün belediye hizmetlerinin ulaşamadığı, derbederliğin ve kendi haline terk edilmişliğin girdabında bocalayan garip bir kaosa dönüşmekte, bir zamanlar içinde gezinmekten, evlerin serin avlularına dalıp çıkmaktan zevk duyduğum sokaklar, iki yakasında yükselen ne idüğü belirsiz yapılarla tanımaz hale gelmektedir. İnsan sevgisi ve incelikle dokunmuş olan çevreler, üzerinde hoyrat bir elin gezindiği, olumlu ne varsa alıp götürdüğü birer virane görüntüsüne bürünmektedir.

Kentin bugün varmış olduğu olumsuz çizgide, yediden yetmişe hepimizin az ya da çok bir çok sorumluluk payı bulunduğunu düşünüyorum. Ama nasıl sorumluluk yükü, Diyarbakır’ın tarihsel dokusuna, kültürüne, gelenek ve göreneklerine sahip çıkması yönetici kadrolarda olsa gerek. Çok değil otuz yıl geriden bugünlere doğru baktığımızda olumsuz değişimin varmış olduğu noktayı kavramakta güçlük çekiyorsunuz. Dicle Üniversitesi’nin iki yıl kadar önce (1989’da) Diyarbakır’da düzenlediği sempozyumda bir ağabey hemşerimizin ağlamaklı bir sesle dile getirdiği serzenişi şimdi yeniden duyar gibi oluyorum. O ağabeyimiz, Diyarbakır’ın sokaklarında caddelerinde tanımadığı bir kenti gezer gibi dolaştığını, bir zamanların uygar ve saygın kentinden günümüz kalanların hızla tükendiğini görmek bahtsızlığını yaşadığını anlatırken, ortak bir acımıza parmak basıyordu. Diyarbakır’ın otuz kırk yıl öncesini bilmeyen, bu kentte o dönemin yaşamına karışmamış olanlar için, bu yakınmanın kuşkusuz hiç bir anlamı yoktu. Ama bizler, yeniyetmelik ve ilk gençlik yıllarını bu kentin havasını soluyarak yaşamış olanlar için, bu sözler aynı zamanda bir ağıttı.

Diyarbakır’a son birkaç kez gidişimde hep bu ağıtın yankıları yansıdı kulaklarıma. Bir zamanlar heybetiyle gurur duyduğumuz sırası geldikçe Çin seddinden sonra ikinci sırayı aldığını övünçle söylediğimiz surların çevresinin, birer mezbelelik haline geldiğini, ele güne karşı Diyarbakır evi olarak gösterebileceğimiz mekanların neredeyse tümüyle ortadan kalktığını göre göre dolaşıp durdum Diyarbakır’ın sokaklarında. Bana geçmişi anımsatacak, bu kenti yeniden yaşatacak her şeyin, alıp başını gittiği bir ortamda düş kırıklığını yaşayıp durdum. Her şey uzak bir geçmişte anıların düşlere, düşlerin anılara karışıp gittiği bilinmez bir zamanda kalmış gibiydi.

Bir daha geri gelmesi mümkün olmayan bu şeyleri düşlemekten ve gerçek Diyarbakır’ı anılarda yaşatmaktan başka ne yapılabilir?

Evet, Diyarbakır’ı dinliyorum gözlerim kapalı...

(Kaya Özsezgin Diyarbakır Tanıtma, Kültür ve Yardımlaşma Vakfı Dergisi Mayıs 1991 ilk sayısı)   

 

Yazar: Yaşar Öztürk

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör