Cengiz Kara

Tıp Doktoru, Yazar

Doğum
26 Ağustos, 1964
Eğitim
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Burç

Yazar, hekim. 26 Ağustos 1964, Mersin doğumlu. Kocaeli / Darıca İlkokulu’nu, Darıca Ortaokulu’nu ve İstanbul / Kabataş Erkek Lisesi’ni (1981) bitirdi. Yükseköğrenimini Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yaptı. Yüksek lisansını tamamlayarak Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı oldu. 1987 yılından itibaren hekim olarak çalıştı. Dr. Kara, Ankara’da beyin ve sinir cerrahisi uzmanı olarak çalışmalarını sürdürmektedir.

Cengiz Kara,  Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda; yazarlık, roman inceleme ve ileri öykü seminerlerine katıldı... “Kayısı” başlıklı ilk öyküsü “Kurşun Kalem” edebiyat dergisinin Mart 2012 tarihli sayısında yayımlandı. Daha sonra aynı dergi ile birlikte; Cumhuriyet Kitap Eki”, “Kitap-lık”, “Ayna” ve “Mühür” gibi derilerde öykü ve yazılarını yayımlamayı sürdürdü. Akdeniz Opera Bale” (AKOB) dergisinde müzik kitapları üzerine tanıtım yazıları yazdı/yazıyor.Zayak” (2014) adlı öykü kitabı yayımlandı. Bu kitabı henüz dosya halindeyken “Kurşunkalem Öykü Ödülü”ne değer görülmüştü.

KAYNAK: İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12, 2018).

KAYISI

Ne zaman onu düşünsem, kayısı tadı alırım... Nahiyede hali vakti yerinde bir ailenin kızıydı. Denizi gören yamaçta, bahçe içinde iki katlı bir evde otururlardı. Üç kız kardeşin en küçükleriydi...

Kamuran, Mukadder, Vesile... Ablaları, Raquel Welch'in ilk gençlik hallerini andıran, atletik yapılı, güzel kızlardı. Dik durur, dik yürür, dik bakar, dik konuşurlardı... 'Erkeklerle her konuda aşık atabiliriz' tavırlarının yanı sıra, neşeli, canlı, konuşkandılar.

Vesile onlara benzemezdi. Sanki babasına; o uzun boyu, sert bakışları, sarkık bıyıkları, azametli yürüyüşüyle, Atilla'nın generallerinden biriymiş etkisi uyandıran, o mavi sakala inat, kız doğmuştu ve üstüne üstlük erkeksiliğin kırıntısını barındırmıyordu; ne bedeninde, ne ruhunda... Erkek bakışlar ablalarının vücutlarına, onunsa yüzüne takılırdı, en çok da gözlerine ve ağzına...

Zamanında çok güzel olduğu belli olan annesi, bazen biz yeni yetmeleri bahçeye davet eder, ikramda bulunurdu. Öğleden sonraki konukseverliğinin yerini, akşam vakti yaklaştığında tedirginlik alırdı. Bir keresinde kocasının eve erken geleceği tuttu ve adamın, 'sizin neden burada olduğunuzu biliyorum piç kuruları', bakışını görünce anladık durumu. Bu bahçelerine son girişimiz oldu. Evlerinin içiyse hiç bilinmezdi .

Olduğundan daha büyük dururdu Vesile. O dönemlerde kızlar yetişkin kadınlar gibi giydirilir, süslenirdi. Diğerlerinde gülünç bulduğumuz bu durum ona yakışırdı. Ablalarının gölgesinde kalmayı severdi adeta ve bilirdi ki onların göz alıcılıklarından yorulanlar, kendisini kuytusunda bulacaklar...

Bakışları bir yere sabitlendiğinde, sağ gözü hafifçe orta hatta kayardı. Bu kararında şehlalık ona ayrı bir çekicilik katsa da o, konuşurken veya bakışırken sizi soluna almayı tercih ederdi. Göğüslerini, başı ve omuzlarıyla saklamak ister gibi, biraz kambur dururdu. Dudakları da sanki hep birşeyler fısıldayacak gibi hafifçe açık... Acaba ne diyecek, diye ağzına bakakalırdınız.

Az konuşurdu, gözleriyle ise çok... Yap demezdi, gel demezdi, emretmezdi. Sadece ne istediğini bakışlarıyla söyler, yerine getirmeniz için zaman tanırdı; sabırlıydı. Arzu ettiğini karşılamak size haz verirdi. Sırf sizi düşünerek -aslında birşeyleri sadece sizin için- istiyor gibiydi bakışları. Onun yanında konuşmak değil susmak isterdiniz. Susmak ve gözleriyle ağzı arasında salınmak...

Sessizlik tuhaf bir durum alır gibi olduğunda cıvıltılı sesiyle komik bir şeyler anlatmaya başlardı. Söyledikleri aslında komik değildi, neşeli bile sayılmazdı. Başını iki yana sallayarak, bazen de geri devirerek sessiz denebilecek kahkahalar atardı. Sözcükler sanki çok uzun süre önce düşünülmüş, sizin için bekletilmiş ve işte o an salıverilmiş gibi ama yine de belli bir yavaşlıkta tane tane çıkardı ağzından. Sizse gülmenizin anlamsızlığını için için bilerek ancak kendinizi alamayarak ve aldırmayarak eşlik ederdiniz ona. İki sessiz zaman aralığı ortasında verilmiş bir es gibiydi bu. Sonrasında anlattıklarından hiçbirini hatırlamazdınız, sadece bakışları kalırdı belleğinizde.

Okulların başlamasına iki gün kalmıştı. Ertesi gün, yatılı öğrenci olacağım liseye gitmek için yola çıkacaktım. Evlerinin yakınındaki sebillik nar bahçelerine gittik arkadaşlarla. Derken kızlar geldi. Yazdan kalma bir gündü ve o yine gölgede oturmayı tercih etmişti. İkimiz de sanki bir daha hiç nar yiyemeyecekmişiz gibi iştahlıydık. Elimdekileri ayıklarken bana baktığını hissettim bir ara ve her zamanki gibi gözlerim önce gözlerine, sonra dudaklarına gitti. Bana çok uzun gelen bir süre onları öpmek isteyerek öylece kaldım. Neden sonra sessizliği bozdu, ''Kayısı,'' deyiverdi... Düşten uyandırırken ne olduğunu anlamaya çalışan çocuğuna bir kez daha seslenen anne gibi ekledi; ''Kayısı tadındalar...''

Şamatacılar gelene dek belki birkaç saniye daha göz göze kaldık. Vesile'yi gördüğüm son gündü bu...

(Öykü, Kurşun Kalem Edebiyat Dergisi, Mart 2012)

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör