Celal Sevimli

Hafız, Mevlüthan

Doğum
15 Mayıs, 1929
Ölüm
05 Ekim, 1988
-
Burç

Hafız ve mevlüthan (D. 15 Mayıs 1929, Diyarbakır – Ö. 5 Ekim 1988). Yakın dönemin ünlü mevlüthanlarından olan Celal Sevimli,Hafız-ı Kur’an olup gözleri görmez idi. Çok güzel mevlid okurdu. Birçok kişiye Kuran hocalığı yapmıştır. Ulu Cami’de müezzinlik ve Lala Bey Camii’nde Kur’an kursu öğretmenliği yaparak emekli olmuştur.

Tarık Çıkıntaş’ın en yakın arkadaşı olan Celal Sevimli’nin de TRT repertuarında derlemeleri vardır. Diyarbakır Halk Musiki Cemiyetinin mensuplarından olan Celal Sevimli’nin arşivimizde özel doldurulmuş biri mevlid olmak üzere üç adet kaseti mevcuttur. 21 Temmuz 1988‘de hepatit (sarılık) teşhisi konularak Diyarbakır Tıp Fakültesi Hastahanesine yatırılan Celal Sevimli, 5 Ekim 1988 tarihinde vefat etmiştir.

Şair ve yazarlarımızdan Mevlüt Mergen’in, merhum Celal Sevimliyle ilgili değerlendirmesi şöyledir:

"Gözü olduğu halde göremeyen, kulağı olduğu halde duyamayan, dili olduğu halde söyleyemeyen, kalbi olduğu halde hissedemeyen" milyonların arasında Hafız Celal Sevimli, yüce Allah'ın kendisine lütfettiği basiretle "gerçeği" gördüğü içindir ki ömrünü Kur'an'a hizmetle geçirmiş "Hadim'ül-Kur'an" yani Kur'an hizmetçisi ünvanını almıştır.

Önceleri Lale Bey Camisinin o küçücük hücresinde, sonraları Hacı Arif Yenice mescidinde Kur'an muallimi olarak 30 yılı aşkın bir zaman sürdürdü görevini.

Devletin kendisine bağladığı maaştan öte bir geliri olmayan Sevimli hoca, ömrü boyunca ekonomik sıkıntı nedir bilmedi, beyler gibi, ağalar, paşalar gibi yaşadı, çoğu zengin insanın gıpta ettiği bu yaşantısını ise şöyle izah ederdi: 'Benim bu yaşantım, Kur'an-ı Kerim'e olan hizmetim sebebiyledir.'

Yüce kitabımızı okurken gösterdiği titizliği, dinlerken de gösterirdi, istemezdi en küçük bir yanlışı olsun okuyanın, okutanın.Bu özelliği yüzündendir ki, çoğu insanın okuyuşunu beğenmezdi.Ama okuyuşunu beğendiği insanlara karşı sevgi ve saygıda da kusur etmezdi.

Israrla Hafız Mustafa'yı anardı, onun Kur'an okurken insanların kendinden geçtiklerini, dinleyenlerin içinden bazılarının 'Hafız yeter, cemaat helak oldu' demek durumunda kaldıklarını anlatırdı.

Hafız Tarık Çıkıntaş ile birlikte okudukları zamanları hatırlarım.Ulu Camide üç kürsünün olduğunu, çarşı tarafındaki kürsünün mukabele okuyan hafızlara ait olduğunu, ortadaki kürsüde Cuma vaazları verilirken, müze tarafındaki kürsüde ise Müftü Molla Halil Özaydın'ın vaaz verdiğini bizim nesil hatırlar amma, şimdikiler bilmezler.

Şunu da bilmezler yeni nesilden olanlar, Cuma günü Müftü vaaz ederken Ezan vaktinin geldiğini müezzin mahfelinde oturan hafızlardan biri hafif bir öksürükle hatibe hatırlatır ve biten vaazın ardından bütün Cami cemaati ile birlikte okunan Salavat-ı Şerife'nin camiyi adeta teprettiğini, yüreklerde oluşan heyecanın gözlerde sele dönüştüğünü bilmezler, nereden bilecekler ki, bugün o havayı estirenler yok ki!..

 “Bu ikilinin kendilerine has bazı özellikleri vardı, bunları da en yakınları bilirdi, başkaları bilmezdi, mesela her ikisinin de ceplerinde çoğu zaman badem bulunur ve tek tek yerlerdi de yanlarındakine bir tane evet bir tane verirlerdi, ancak sevdiklerine üç tane verirlerdi ki üç tane alanlardan olduğumu söylemeliyim.

"Görme engelli" diye nitelendirilseler de, yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi, görenlerden çok iyi gördüklerine tanıklık edebilirim, mesela bir keresinde Ankara'ya birlikte bir seyahat yapmıştık, Yıldırım Paketçi de beraberimizde idi. Hafızın gideceği bir adrese vardık, ancak hangi binadır bilemedik, bir binaya girdiğimizde Sevimli "bu bina değil" dedi, onun bitişiğindekine ayağımızı atar, atmaz "İşte geldik" dedi ve aradığımız adresi biz görenler, o sözde görmeyenin bilmesiyle bulduk.

Bir kere tanışıp konuştukları insanları, yıllar sonra da seslerinden tanıyabildiği gibi Sevimli'nin bir talebesini elinden tutmak suretiyle tanıdığını ve adını verdiğini görmüşümdür.

“Görenlerin ikiz kardeş zannettikleri "bugün yirmi üçüncü vefat yılı olan Sevimli ve Çıkıntaş" ikilisine yüce Allah'tan rahmet ve mağfiret diliyor, onları yüce kitabımıza olan hizmetleri sebebiyle eriştikleri manevi makamlardan ötürü kutluyor, yüce kitabımız Kur’an-ı Azimüşşan ve O'na hizmet edenler böylesi güzel insanlar sebebiyle bizler de affımızı talep ediyoruz.”

HAKKINDA: Mevlüt Mergen / “23 Yıl Ve Celal Sevimli!..” (Yeni Yurt, 5 Ekim 2011), Vedat Güldoğan / "Sevimli, Celal" (İhsan Işık / Diyarbakır Ansiklopedisi, 2013).

23 YIL VE CELAL SEVİMLİ!..

Damla...Damla...

VEFA

Nice yıllar dostane yaşadık, sürdük sefa,

Gün geldikçe analım demesinler "be vefa!.."

MM

MEVLÜT MERGEN

23 YIL VE CELAL SEVİMLİ!..

Ne demiştik 2010 yılının 6 Ekim günkü yazımızda?

Okurlarım belki hatırlamazlar ama hatırlatalım; demiştik ki, bu can bu tende durduğu ve bu köşe bizi terketmediği sürece her yıl 5 Ekim geldiğinde yazacak, o güzel insanı rahmetle anacak, hayatı boyunca sergilediği güzellikleri okurlarımıza anlatacağız.

Bunu da niçin yapacağız?

Vefasız olmadığımızı kanıtlamak ve merhum Celal Sevimli gibi insanların saygıya ve devamlı anılmaya layık olduklarını göstermek için.

Bu şehrin "Unutulmayanlarındandır Celal Sevimli" ve unutulmayacak olanlarındandır.

Çünkü o yüce kitabımız "Kur'an-ı Mübini" daha çocuk yaşta iken ezberlemiş, ezberlemekle kalmamış, ömrü boyu hem ezberletmeye ve hem de yüzünden okutmaya devam etmiştir.

O kadar çok talebe "rahle-i tedrisinden" geçmiştir ki, sayısını ancak Hazret-i Allah (c.c.) bilir.

Böylece Sevgili peygamberimizin (s.a.v.): "sizin hayırlınız Kur'an'ı öğrenen ve öğretendir" mübarek sözlerindeki "hayırlı" olma vasfını kazanmıştır.

Üstelik, gözlü olan, görür sandığını bilen bizler, o gözlerle çevreye bakınır, renkleri, çiçekleri tanır, gökyüzünü seyreder, ayı, güneşi, yıldızları görür ve bütün bunlardaki sırrı, hikmeti, düşünmez, gözlerimizi sadece görmek için zanneder, onların bize Allah tarafından "gerçeği" görmemiz için verildiğini düşünemezken, O ve O'nun gibi yüce insanlar "göz" nimetinden mahrum oldukları halde, yeni deyimle "görme engelli" oldukları halde "gerçeği" görebilmişlerdir.

Merhum Hasan Basri Çantay üç ciltlik Kur'an tercümesinde "Yunus suresinin 43. ayetini tercüme ederken şöyle bir dipnotuna yer verir ve bu notunu da "Beyzavi" tefsirinden alır:

"Bakmakdan maksad ibret almaktır. Bu hususta esas da kalb gözüdür. Onun içindir ki kalb gözü uyanık olan körler, gören ahmakların idrak edemeyecekleri şeyleri anlarlar"

"Gözü olduğu halde göremeyen, kulağı olduğu halde duyamayan, dili olduğu halde söyleyemeyen, kalbi olduğu halde hissedemeyen" milyonların arasında Hafız Celal Sevimli, yüce Allah'ın kendisine lütfettiği basiretle "gerçeği" gördüğü içindir ki ömrünü Kur'an'a hizmetle geçirmiş "Hadim'ül-Kur'an" yani Kur'an hizmetçisi ünvanını almıştır.

Önceleri "Lala Bey" Camisinin o küçücük hücresinde, sonraları "Hacı Arif Yenice" mescidinde "Kur'an muallimi" olarak 30 yılı aşkın bir zaman sürdürdü görevini.

Devletin kendisine bağladığı maaştan öte bir geliri olmayan Sevimli hoca, ömrü boyunca "ekonomik sıkıntı" nedir bilmedi, beyler gibi, ağalar, paşalar gibi yaşadı, çoğu zengin insanın gıpta ettiği bu yaşantısını ise şöyle izah ederdi: "Benim bu yaşantım, Kur'an-ı Kerim'e olan hizmetim sebebiyledir"

Yüce kitabımızı okurken gösterdiği titizliği, dinlerken de gösterirdi, istemezdi en küçük bir yanlışı olsun okuyanın, okutanın.

Bu özelliği yüzündendir ki, çoğu insanın okuyuşunu beğenmezdi.

Ama okuyuşunu beğendiği insanlara karşı sevgi ve saygıda da kusur etmezdi.

Israrla "Hafız Mustafa" yı anardı, onun Kur'an okurken insanların kendinden geçtiklerini, dinleyenlerin içinden bazılarının "Hafız yeter cemaat helak oldu" demek durumunda kaldıklarını anlatırdı.

Hafız Tarık Çıkıntaş ile birikte okudukları zamanları hatırlarım.

Ulu Camide üç kürsünün olduğunu, çarşı tarafındaki kürsünün mukabele okuyan hafızlara ait olduğunu, ortadaki kürsüde Cuma vaazları verilirken, müze tarafındaki kürsüde ise "Müftü Molla Halil Özaydın"ın vaaz verdiğini bizim nesil hatırlar amma, şimdikiler bilmezler.

Şunu da bilmezler yeni nesilden olanlar, Cuma günü Müftü vaaz ederken Ezan vaktinin geldiğini müezzin mahfelinde oturan hafızlardan biri hafif bir öksürükle hatibe hatırlatır ve biten vaazın ardından bütün Cami cemaati ile birlikte okunan Salavat-ı Şerife'nin camiyi adeta deprettiğini, yüreklerde oluşan heyecanın gözlerde sele dönüştüğünü bilmezler, nereden bilecekler ki, bugün o havayı estirenler yok ki!..

Yine nereden bilecekler ki gerek kurban bayramlarında ve gerekse diğer zamanlarda topluca okunan tekbirleri bu hafızların, makamşinaslıklarını sergileyerek "Itri"nin bestelediği makam ve tonda okuduklarını, okuttuklarını nereden bilecekler?

Kimse alınmasın ama, içimden geldiği gibi söyleyeceğim, bugün "gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım" zihniyeti egemen "kadrolu ve sendikalı" görevlilerin bir kısmında.

Böyle olunca da o günlerin yürekleri hoplatan heyecanı bugün yaşanamıyor.

Konuyu saptırmayalım ama, dert adamı söyletir, biz böyle güzel insanları gördük, onların sergiledikleri güzellikleri onlarla birlikte yaşadık, onlarla hem hal olduk ki, unutamıyor ve bugün o günlerin, o insanların özlemini çekiyoruz.

İnanç yönünden hangi mevsimi yaşıyoruz, hangi günlerdeyiz, bayramın kokusunu alırdık bu insanları dinlediğimizde.

Yıllarca gerek Celal Sevimli'yi ve gerekse merhum Tarık Çıkıntaş'ı sadece dinledim ve seyrettim, benim için erişilmez yıldızlar gibiydi onlar, tanışmayı dilerdim ama içimden: "sen kim, onlar kim" derdim kendi kendime, kendimi onlara layık göremezdim.

Hâlâ da layık olmadığım düşüncesini taşıyorum.

Fazla "özele" girmeyeceğim ama, bu ikilinin kendilerine has bazı özellikleri vardı, bunları da en yakınları bilirdi, başkaları bilmezdi, mesela her ikisinin de ceplerinde çoğu zaman badem bulunur ve tek tek yerlerdi de yanlarındakine bir tane evet bir tane verirlerdi, ancak sevdiklerine üç tane verirlerdi ki üç tane alanlardan olduğumu söylemeliyim.

"Görme engelli" diye nitelendirilseler de, yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi, görenlerden çok iyi gördüklerine tanıklık edebilirim, mesela bir keresinde Ankara'ya birlikte bir seyahat yapmıştık, Yıldırım Paketçi de beraberimizde idi. Hafızın gideceği bir adrese vardık, ancak hangi binadır bilemedik, bir binaya girdiğimizde Sevimli "bu bina değil" dedi, onun bitişiğindekine ayağımızı atar, atmaz "İşte geldik" dedi ve aradığımız adresi biz görenler, o sözde görmeyenin bilmesiyle bulduk.

Bir kere tanışıp konuştukları insanları, yıllar sonra da seslerinden tanıyabildiği gibi Sevimli'nin bir talebesini elinden tutmak suretiyle tanıdığını ve adını verdiğini görmüşümdür.

O'nun talebelerinden biri olan "İzzet Eşrafi Dinçer" ile bir gün Dağkapıda gezinirken, o zamanlar tanışmadığım Merhum Sevimli hocayı görür, görmez: "İzzet hocan geliyor" dediğimde, İzzet: "Hemen yan sokağa girelim" deyince şaşırmış ve "İzzet hocan seni, sen hocanı görmüyorsunuz, niçin yan sokağa giriyoruz?" soruma şu cevabı vermişti merhum İzzet Eşrafi Dinçer: "Vallahi o beni ayak seslerimden bile tanır!.."

Görenlerin ikiz kardeş zannettikleri "bugün yirmi üçüncü vefat yılı olan Sevimli ve Çıkıntaş" ikilisine yüce Allah'tan rahmet ve mağfiret diliyor, onları yüce kitabımıza olan hizmetleri sebebiyle eriştikleri manevi makamlardan ötürü kutluyor, yüce kitabımız Kur’an-ı Azimüşşan ve O'na hizmet edenler böylesi güzel insanlar sebebiyle bizler de affımızı talep ediyoruz.

Laf lafı açtı ve biz, Celal Sevimli'den sonra geçen 23 yılın muhasebesini yapacaktık ki, konu başlığımızdan da bu anlaşılmaktadır, ama o 23 yılı bir tek kelimeye sığdıralım ve hiç bitmeyerek büyüyen bir "hasret dağı" diyelim o yirmi üç seneye…

Selam ve Dua ile.

Yazar: MEVLÜT MERGEN

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör