Ali Balkız

Öykü Yazarı

Doğum
09 Mart, 1945
Eğitim
Ankara Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen Okulu
Burç

Öykü yazarı. 9 Mart 1945, Eğricek köyü / Kangal / Sivas doğumlu. İlkokulu 1960 yılında köyünde bitirdi, aynı yıl ailesiyle birlikte Malatya'ya göç etti. Malatya Ticaret Lisesi (1966), Ankara Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen Okulu (1970) mezunu. Çeşitli ticaret liselerinde meslek dersleri öğretmenliği (1970-80) yaptı. 12 Eylül 1980 askeri darbesine karşı çıktığı için, sıkıyönetim mahkemelerince beş yıla mahkûm edilerek cezaevine (1981-83) konuldu. Cezası bittikten sonra bir şirkette yöneticilik (1984-89) yaptı ve sonrasında kendi kurduğu işletmesini yönetti. Türkiye Yazarlar  Sendikası, 68'liler Vakfı, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (Genel Başkanı), İnsan Hakları Derneği, Aşık Veysel Derneği üyesidir.

Edebiyat çalışmalarına 1986 yılında başladı. İlk öyküsü (Güller Kitaplara), 1986'da Varlık dergisinde yer almıştı. Sonraki yıllarda öyküleri ve diğer yazılarını Varlık, Damar, Evrensel Kültür, İnsancıl, Karşı, Kıyı, Pir Sultan Abdal, Nefes, Türk Dili dergileri ile Cumhuriyet, Siyah Beyaz, Evrensel gazetelerinde yayımladı. 1987'de Öykü Demeti dosyası ile TAYAD ödülünde mansiyon, aynı yıl Güller Kitaplara kitabıyla Akademi Kitabevi ödülünde mansiyon aldı. Yaşam Bir An'lar Toplamıdır adlı kitabı ile de 1991'de Ömer Seyfettin Öykü Ödülünü, 1997-98 PEN Yazarlar Derneği Orhan Kemal Öykü Ödülü birinciliğini, 1998 Haldun Taner Öykü Ödülü ikinciliğini kazandı.

“Ali Balkız, doğayla bütünleşen, yaşamı ve insanları doğayla kucaklaştıran, kaynaştıran öykülerin yazarıdır. Öykülere egemen olan hiç beklenilmeyen biçimlerdeki bitişler ve yazarın hemen her öyküye kattığı, gizli gizli yedirdiği alaysamalar özgünlüğünü çoğaltıyor. İlk kitaplarındaki öykülerde geri planda: kalan doğa-insan ilişkisi ve betimlemeler son kitaplara doğru artık öyküye iyice egemen olmuş bir duruma geliyor. Bu özellikle de Ali Balkız öykücülüğünün kendine özgü damarı yakaladığının ve kimliğine kavuştuğunun göstergesi oluyor. Doğayı anlatırken, doğanın bağrında yaşayan ya da o doğa parçasına ait olan insanların ilişkileri ve yaşadıkları anlar, çeliuşkilerinin sergilenmesi  öykülerin ortak paydasını oluşturuyor. Bu temelde yükselen öykülerde yitirilen değerlerin geçit yaptığına tanıklık ediyoruz. Bu değerler kimi kez siyasal  olabileceği gibi, insani ilişkilerdeki tükenmişlik ve doğanın aynı biçimde yitirilişi de olabiliyor. Bu tükenmişlikle  yitmişliğin  edebiyat diliyle anlatılışı Ali Balkız öykücülüğünün başarısını  ortaya koyuyor: Balkız, yine de her öyküsüne kattığı iyimserlik, umut, sevgi ve güzellikle sanatçı olmanın hakkını veriyor.” (Hüseyin Atabaş)

ESERLERİ:

ÖYKÜ: Güller Kitaplara (1988), Dolmuşta Bir Kadın (1990), Karadeniz Dağ Kartalı (1991), Karın Altı Kardelen (1993), Yaşam Bir An'lar Toplamıdır (1995), Bütün Ülke Yeşil Vadi (1997), Dil Bağı (1999).

İNCELEME-ARAŞTIRMA: Sivas'tan Sydney'e Pir Sultan (1994), Pir Sultan'da Birlik Mücadelesi (2002).

KAYNAKÇA: Cemil Kavukçu / Kesit: Ali Balkız Öykücülüğü (Damar dergisi, Ekim 1991), Metin Turan / Hep Beni Öpüp Hem de Niçin Ağlarlar ki (Yazılı Günler dergisi, Nisan 1991), Sennur Sezer / Yaşam Bir An'lar Toplamıdır (Evrensel gazetesi, 21.4.1996), Ülkü Çağın / İyimserlik, umut, sevgi ve güzelliğin öykücüsü - Zerrin Taşpınar / "Öyküleri okurken Pan flütünü üflüyor durmadan" - Hüseyin Atabaş / Bütün Ülke Yeşil Vadi mi? - Öner Yağcı / Ali Balkız'ın Öykücülüğü - Yok olan doğaya özlem (Cumhuriyet Kitap, 27.4.2000), Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi (2001), İhsan Işık / Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013).

HAKAN’dan

Yüksel Caddesi'nin bu ucu bulvara çıkar.

İki yana dizilmiş akasya ağaçları arasından sadece yayalar geçer. Ağaçların dallarında serçeler, eteklerinde gençler öpüşür, ötüşür dururlar gün boyu. Fıskiyeden fışkıran su, tepesine konulmuş şapkaya çarpar, şemsiye olur, düzenli akışlarla geri döner, eteğindeki havuzu coşturur da coşturur. Havuz havuza akar, havuz havuza... Su sesi, serçe sesi ve insan seli birbirine karışıp bulvara akar. Bulvardan geçen araçlar alır onları Ulus'a, Çankaya'ya taşır, başka seslere, başka sellere ulaştırır.

Havuzların iki yanında oturaklar, oturaklarda insanlar... Bir şeyler yiyip içenler, bekleşenler, vakit öldürenler, dinlenenler, gazete okuyanlar, müzik dinleyenler, gelip geçeni aval aval seyredenler, göz süzenler, laf atanlar, kız tavlayanlar ve oturmak için kalkacak birilerini bekleyenler. Boşalan yere koşarken geç kalıp orayı bir başkasına kaptıranlar.

Baş havuzda köpüren su önce durulur, sonra dar bir oluktan orta havuza düşer. Düştüğü yeri köpürtüp, üstündeki çeriçöpü harmanlayıp alt havuza akar. Alt havuzdan döner, baş havuza fıskiye olur. Bu hep böyledir. Hep aynı su, hep aynı yol. Ak dön, fışkır, dön ak. Kim biliyor bunu? Kimse...

Ne taşır bu su? Akasya yaprakları, çekirdek kabukları, serçe tüyleri, simit küncüleri, kâğıttan kayıklar, bir de belediye görevlisi Abidin Amca'nın umutlarını.

Abidin Amca yıllardır burada çalışıyor. Sabah süpürüyor, öğlen süpürüyor, akşam süpürüyor, ömrünü törpülüyor, gecekonduda oturuyor ve oğlan okutuyor. Bir de çavuşunu gözetliyor, sürekli... Azcık dinleneyim diye oturmuşken, ya şuralardan bir yerden kalabalığın arasından çıkıp gelecek olursa... Bu yaştan sonra azar da işitilmez ki...

Hakan Boyacı Rıfat Efendi'nin yanında çalışıyor.

Bedeni yirmi beş, aklı ise beş yaşında.

O yaştaki çocuklar gidip tuvaleti kullanırlar ama, Hakan Kızılay'ın orta refüjünü tuvalet sanıyor. Rıfat Efendi her ne kadar tembih etse de, o yine de akıp giden trafiğe aldırmadan, yolun ortasına yapıyor. Çocuk değil ki, koca adam... Görenin dili tutuluyor. Genç kızlar, kadınlar afallıyor, korkuyor, başlarını çevirip, yönlerini değiştirip kaçıyorlar oradan. Sürücüler neredeyse kaza yapıyorlar. Trafik durmuşsa, camlarını açıp, bağırıp, sövüp sayıyorlar. Belediyeciler, polisler ne yapacaklarını bilemiyorlar. Ceza mı yazsınlar, nezarete mi atsınlar?.. Hakan bu...

Hakan'ın elleri kocaman, boyu uzun, kilosu tombul. Seyrek kara sakalı, kırmızı yanaklarını örtmeye yetmiyor bile. Hiç tıraş olmamış, iyi de olmuş. Nasıl tıraş olacakmış, kim edecekmiş, mahallenin berberi Memiş de olmasaymış, onun saçını kim kesecekmiş?.. «Allah Memiş'ten razı olsun» muş... Rıfat Efendi böyle diyor.

 

(Yaşam Bir An’lar Toplamıdır, 1995)

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör