Asker, general, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayının kurucusu
(D. 1892, İstanbul – Ö. 1975, İstanbul). Harp
Okulunu bitirdikten (1912) sonra Erzincan’da 3. Ordu Karargâhında
göreve atandı. Bu sırada çıkan Balkan Savaşı’na gönüllü olarak katıldı. 1920
yılı başlarında Ankara'da Mustafa Kemal'in refakat subaylığı ve muhafızlığına
getirildi, on sekiz yıl bu görevde kaldı. Bir muhafız birliği kurma fikri,
Çerkez Ethem’in 17 Temmuz 1920 günü, Ankara Garı’ndaki küçük makam odasında
Mustafa Kemal’i ziyareti sırasında aklına geldi. Çünkü bu ziyaret sırasında
Çerkez Ethem'in etrafında tepeden tırnağa silâhlı yirmi kadar muhafız
bulunuyordu. Yüzbaşı İsmail Hakkı (Tekçe) Bey, bu durumdan kuşkulanarak, bir
ara Ankara Komutanı Nuri (Conker) Bey'e, bir muhafız birliği kurmak istediğini
söyledi ve onayını aldı. Aynı gün harekete geçerek, 18 Temmuz 1920 akşamı
dokuz mangalık bir muhafız takımını göreve başlattı.
Önce, Mustafa Kemal’i ve dolayısıyla Türkiye Büyük Millet
Meclisini korumak göreviyle bir takım olarak kurulan birlik, sonradan tabur
olarak düzenlendi; İkinci İnönü, Sakarya ve Başkomutan Meydan Savaşlarına
katılarak üstün başarı gösterdi. 1927’de alay olarak düzenlenen birliğin
komutanı olan İsmail Hakkı Tekçe, muhafız birliğinin sadece kurucusu değil,
özenli at bir yetiştiricisi ve aynı zamanda Atatürk'ün yürekli bir
koruyucusuydu. Trabzon Milletvekili Ali Şükrü’yü 26.3.1923’te öldüren Topal Osman’ı 2.4.1923’te yakalayan birliğin de
komutanı olan Tekçe, 1951’de generalliğe yükseldi, 1961’de emekliye ayrıldı.
1975 yılında İstanbul’da hayatını kaybetti. Kurtuluş Savaşı ve Atatürk’le
ilgili anıları Hasan Pulur tarafından Muhafızı
Atatürk’ü Anlatıyor adlı kitapta yayımlandı.
Kitapta yer alan anılardan bazı başlıklar şunlardır:
“Atatürk'ün Bir Tek Muhafız Eri Bile Yoktu...
Çerkez Ethem ve Maiyeti...
9 Manga, 81 Er, 3 Çavuş, Muhafız Takımı Kuruluyor...
Sakarya Meydan Savaşı...
"Selahattin Adil Paşa'yı İdam Edin"... Bizi de
Cepheye Gönderin...
Büyük Taarruz... Cumhuriyet'in İlanı...
Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey'i Adamlarına Bağdurtan
Topal Osman'ı Tepeleme Görevi Muhafız Taburuna Verilmişti...
Topal Osman Kimdir?.. Ankara Niçin Başkent Oldu?...
Kurtuluş Savaşı'nın En Namlı Kumandanı Halit Paşa Meclis'te
Vuruluyor... Serbest Fırka...
Yirmi Asırlık Türk Toprağı Esir Kalamaz...
Ata ve Mussolini... Saraya Dönüş...”
KAYNAK:
Türkiye Ansiklopedisi 2 (1974), Muhafızı Atatürk’ü Anlatıyor
(kaynakyayinlari.com, erişim: 22.1.2016).
SON KOMİTACI
İSMAİL HAKKI TEKÇE
İsmail AKBAL
Gerçek
katil Tekçe miydi? Topal Osman tarafından öldürüldüğü düşünülen Trabzon
milletvekili Ali Şükrü Bey'in (üstte) gerçek katilinin İsmail Hakkı Tekçe
olduğu yönünde iddialar mevcuttur.
Komitacılık
bir İttihatçı geleneğiydi. ‘Son komitacı’ İsmail Hakkı Tekçe 20 Nisan 1920’de
Mustafa Kemal’in yanında göreve başlamış ve 18 yıl boyunca ondan başka merci
tanımamıştı. Emir verildiğinde gözünü kırpmadan kendini ölüme atmış, inandığı
davaya zarar verenleri gözünü kırpmadan susturmuştu. İsmail Akbal’dan Derin Tarih
okuyucuları için son komitacı İsmail Hakkı Tekçe’nin hazin öyküsü…
***
İttihad
ve Terakki Cemiyeti'nin iktidar mücadelesi sırasında siyasî hayatımız yeni bir
kavramla tanıştı: Komitacılık. İktidar yarışında sorunların illegal yollarla
çözülmesine 'komitacı faaliyetler', bu faaliyetleri yürütenlere de
'komitacılar' denilmiştir. Balkanlarda komitacı eylemleri tecrübe eden ve
subaylardan oluşan bu gözükara fedailer, 1903'den itibaren İttihadcılar, Milli
Mücadelede ise Mustafa Kemal Paşa tarafından yaygın bir şekilde kullanılmıştır.
Biraz eski arkadaşlıkların hatırına, biraz da Talat Paşa'nın etkisiyle Mustafa
Kemal Paşa komitacıların yoğun desteğini almıştı. Ancak Talat Paşa'nın ölümü
üzerine çoğu uzaklaşıp Enver Paşa'nın yanında yer aldı. Mustafa Kemal'in
yanında kalan ve sorgusuz sualsiz emirlerini yerine getirenler de vardı
elbette. İsmail Hakkı Tekçe bunlardan biridir. 20 Nisan 1920'de Mustafa
Kemal'in yanında göreve başladıktan sonra 18 yıl boyunca ondan başka merci
tanımamıştı. Emir verildiğinde düşünmeden kendini ölüme atmış, inandığı davaya
zarar verenleri gözünü kırpmadan susturmuştu.
Komitacı
geleneğine Yakup Cemil geleneği diyebiliriz. Yakup Cemil'in o söz dinlemeyen,
fütursuz, asabi tutumu İsmail Hakkı'ya da sirayet etmişti. Yalnızca ona değil;
Deli Halid Paşa'ya, Topal Osman'a ve daha birçoklarına da…
Sakin başlayan
bir hayat
İsmail
Hakkı 18 Haziran 1892 günü Üsküdar'da doğdu. Babası kendisi gibi asker olan
Binbaşı Rusçuklu Mehmet Efendi, annesi Firdevs Hanım'dır. Eğitim ve öğretim
hayatına İstanbul'da başlar, Mahalle Mektebi'ne yazılır. Paşakapısı ve Topkapı
Rüşdiyelerinde okuduktan sonra 1910'da Kuleli Askeri Lisesi'ne girer ve 27
Temmuz 1912'de teğmen rütbesiyle mezun olarak 10. Kolordu Komutanlığı emrine
verilir.
Piyade
subayı olarak ordu saflarına katılan İsmail Hakkı, Kolordu merkezi olan
Erzincan'a ulaşır ulaşmaz geçici olarak 31. Tümen emrine verilir. Yaklaşık 1,5
ay sonra Balkan Savaşı'nın çıkması üzerine gönüllü olarak cepheye nakledilir.
25
Ekim 1912'de Çatalca'da, sonrasında Bolayır'da 30. Tümen'in emrine verilerek
muharebelere katıldığını görürüz. Gelibolu'da hayatını değiştirecek lideriyle
karşılaşır. Mustafa Kemal'i Genelkurmay 1. Şube Müdürüyken tanır. Büyük Derbent
civarında emrine verilen 100 kişilik bir kuvvetle eşkıya takip eder ve komitacı
eylemlerle tanışması burada olur. 1913 Aralık'ında terhis edilir. 30 Mart
1914'te Sivas'a hareket emri alır. Temmuzda genel seferberliğin ilanı üzerine
Tedarik-i Vesait-i Nakliye (Nakil Araçlarının Tedariki) Komisyonu'na üye tayin
edilir. Sarıkamış muharebelerine katılır; sonrasında 3. Kafkas Tümeni emrine
verilir. Ardından komutanlığını Deli Halid Paşa'nın yaptığı 19. Tümen Kurmay 1.
Şubesinde görevlendirilir (KKK Arşivi, 328-C-334, İsmail Hakkı Tekçe Dosyası)
İsmail
Hakkı gerek cephede, gerekse cephe gerisinde verilen bütün görevleri başarıyla
tamamlamıştır. Askerî görevleri pek iyi bilinirse de, komitacılık faaliyetleri
karanlıktadır. Zira bunlar gizli görevlerdir.
Karabekir'i
atlatan komitacı
Trabzon
Valisi Mehmed Galib, Mustafa Kemal Paşa'nın en azılı muhaliflerindendi; bu
demektir ki, yok edilmesi gerekiyordu. Buna karşılık Kâzım Karabekir Paşa,
valiye karşı herhangi bir eyleme girişilmesine karşıydı. Ne var ki, Mustafa
Kemal, Karabekir'in haberi olmadan, gizli bir şifreyle Halid Bey'e
“Sustur!" emrini verdi. İsmail Hakkı Bey olayların gelişimini şöyle
anlatır:
“24
Eylül 1919 sabahı Trabzon valisi Galib Bey, Ardasa'ya gelmişti. Valinin yanında
6 kişilik bir muhafızı olduğu gibi, kaza jandarma komutanına da emir vererek,
15-20 jandarma ile kaymakamlık binasını emniyete almıştı. Ben, bölüğümle evvela
baskın şeklinde, sessizce jandarmaları silahtan tecrit ederek oradan
uzaklaştırdım. Sonra da şoförün yanına giderek otomobili bozmasını söyledim.
Zavallı
şoför:
-
Yapamam efendim! dedi.
Yavaşça
tabancayı göstererek:
-
Bu millî bir vazifedir.
Ya
yaparsın ya da kurşunu yersin! dedim.,
Biraz
düşündü, etrafına bakındı, işin şakası olmadığını anlayınca motorun altına
yatarak emrimi yapmaya mecbur oldu. Vali Bey, 24-25 gecesini Gümüşhane'de
geçirecek, Karabekir Paşa'yla da buluşacaktı. Hareket saati gelmişti.
Otomobilin bozulduğunu öğrenince telgraf-haneye koşup Erzurum'la uzun uzun
konuştu. Ben de o zamana kadar kendisini götürecek bir araç aramaktaydım.
Nihayet farları olmayan bir kamyonet bulabildim. Vali Bey'i zorla içine koyarak
hareket ettim.
2
çamurluk üzerine birer er oturtmuş, tüfeklerin harbisini çıkararak pamuk
sardırmış, motor yağına batırtarak ateşlemiştim ve onun ışığında Kopdağı'nı
aşarak valiyi Erzurum'a getirdim. Adam hayatından endişe içindeydi. Kendisine
her türlü şeref ve haysiyetinin korunacağını, millî harekete karşı oynadığı
rolün buna sebep olduğunu anlatıyordum. Bu durum karşısında biraz
sakinleşmişti."
Mustafa Kemal'in
komitacı talebi
Çerkez
Ethem, Mustafa Kemal'i ölümle tehdit etmektedir. Bunun üzerine Mustafa Kemal
bir şahsî muhafız bulma ihtiyacı hissetmiş, Kâzım Karabekir'e “Zata
mahsustur" kaydıyla bir telgraf göndermişti. İçinde bulunulan durum
anlatılarak, komitacı bir muhafıza ihtiyaç hissedildiği, bu ihtiyacın
giderilmesi için de Karabekir'e bağlı olarak görev yapan Albay Halid'in, kendi
nezdine gönderilmesi talep ediliyordu.
Karabekir,
Ermenistan harekâtında zaaf meydana getireceği gerekçesiyle bu talebi kabul
etmedi. Bunun üzerine Mustafa Kemal, her zaman yaptığı gibi Karabekir'i devre
dışı bıraktı ve Deli Halid Paşa ile bizzat yazışarak bu ihtiyacı giderme yolunu
seçti.
Gerçekten
de bölgeyi bırakamayan Halid Bey, Üsteğmen İsmail Hakkı'nın istenen vasıflara
uygun olduğunu ve kendisini görevlendirdiğini bildirdi. Karabekir ise
yazışmaları ve görevlendirmeyi öğrendiğinde oldukça rahatsız olmuş ve bunu
anılarında dile getirmişti.
Karabekir,
Mustafa Kemal Paşa'ya 29 Nisan 1920'de çektiği telgrafta sitemlerinin yanında,
komitacı faaliyetler ve Halid Bey hakkındaki endişelerini iletmektedir. Mustafa
Kemal bir şekilde Karabekir'i sakinleştirir ve gönlünü alır. Zaten Karabekir'in
olayları fazla uzatmayan bir yapısı vardır. Komitacılık konusu ve İsmail
Hakkı'nın görevlendirilmesiyle ilgili Karabekir-Mustafa Kemal krizi böylece
kapanır.
Nihayetinde
İsmail Hakkı, birliğinden ayrılarak Ankara'ya gitmek üzere hareket eder. Ancak
Trabzon'da Halid Bey tarafından kendisine bir başka görev verilir. Bu, gizli
bir görevdir: Eski İçişleri Bakanı ve Peyâm-ı Sabah başyazarı Ali Kemal'i
susturmak.
Ali Kemal'i
susturma görevi
Ali
Kemal'i de susturacaktı ama… Tekçe, millî direniş karşıtı faaliyetleri
nedeniyle Peyam-ı Sabah başyazarı ve eski İçişleri Bakanı Ali Kemal'i
öldürmekle görevlendirilmiş ama başarılı olamamıştı.
Damat
Ferit'e yakın duran İstanbul basını, Milli Mücadele'yi ve Mustafa Kemal'i
yerden yere vuruyordu. Vuranların başında da Peyam-ı Sabah başyazarı, eski
İçişleri Bakanı Ali Kemal ve Alemdar başyazarı Refi Cevad (Ulunay) geliyordu.
Ali Kemal gazetesinde Anadolu'daki millî hareketi bir İttihadcı ayaklanması gibi
göstererek hakaret üstüne hakaret yağdırmaktaydı. Ali Kemal'in susturulma
zamanı gelmişti. Bu görev, Halid Bey tarafından İsmail Hakkı'ya verildi. Ancak
bazı istenmeyen olaylar yüzünden Ali Kemal susturulamadı. İsmail Hakkı Tekçe
anılarında gizli görevin başarılamamasının talihsiz bir tesadüften
kaynaklandığını şu sözlerle aktarır:
“İşte
ben bu baykuşu susturmak, ortadan kaldırmak için emir subayı olan arkadaşımla
beraber İstanbul'a kadar gelmiştim. Bir müddet kalabalık içerisinde yürüyerek
etrafı tetkik edecek, sonra Ali Kemal'i arayacak ve bir pusuya düşürmek
fırsatını gözetleyecektim. Aksi tesadüfe bakınız ki, o zaman Eminönü'nde meşhur
muhallebici Hacı Receb'in önüne gelmiştim ki, bir kısım adamlarıyla Trabzon
valisi olan Galib Bey'le göz göze gelmeyeyim mi? Evvela adam beni sivil görünce
şaşaladı, fakat benim de o an onu görmekten doğan heyecanımdan anlamış olmalı
ki, yanındakilere bir şeyler söyledi. Ve hemen:
-
Polis! Polis! diye bağırmaya başladılar.
Arkadaşım,
“Aman İsmail Hakkı kaç, herif seni tanıdı, tutturacak!" dedi. Ben
kalabalığa karışırken “Bu tarafa gitti, o olmalı," gibi sesler duyuyordum.
Belli etmemeye çalışarak kendimi Yenicami avlusundaki satıcıların arasına
attıktan sonra Mısır Çarşısı yoluyla kaçmayı başardım.
Daha
sonra Üsküdar'a geçerek takiplerden kurtulmak için yeni vazifeme katılmak
zorunda kaldım. Çünkü İstanbul zabıtası, büyük bir alarm halinde beni aramaya
koyulmuştu. İşte 1922'de Nureddin Paşa'nın İzmit'te linç ettirdiği bu adam, 2
yıl evvel benim elimden böyle kurtulmuştu."
İsmail
Hakkı, Karakol Cemiyeti aracılığıyla Anadolu'ya geçer ve Ankara'ya ulaşır. 17
Nisan 1920'de Mustafa Kemal'in emrinde muhafızlık görevine başlar. Yahya Kâhya
ise Meşrutiyetin ilanından sonra sivrilen ve Trabzon'daki olaylarda varlığını
hep hissettirmiş olan bir komitacıydı. Balkan Savaşı'ndaki cesareti ve
kahramanlıkları nedeniyle Teşkilât-ı Mahsusa'ya kabul edilmiş, zamanla İttihad
ve Terakki'nin vazgeçilmez komitacılarından olmuştur.
Enver Paşa'nın
kırmızı otomobili
Milli
Mücadele'nin liderliği konusunda Enver Paşa-Mustafa Kemal Paşa mücadelesinde
Yahya Kâhya, Enver Paşa tarafını tutmuş ve onun adeta Doğu Karadeniz'deki
vekilliğini üstlenmişti. 1921 yılına geldiğimizde Yahya Kâhya, bütün
hazırlıklarını tamamlamış, Enver Paşa'yı beklemektedir. Hatta Enver Paşa'nın
kırmızı otomobilini dahi satın alarak Trabzon'a getirtmiştir.
Yahya
Kâhya'nın faaliyetleri ve Enver Paşa'nın Anadolu'ya geçme planları yapması
Ankara'yı ve Mustafa Kemal Paşa'yı endişeye sürüklemişti. Karabekir Paşa, Yahya
Kâhya'yı etkisiz hale getirmek için otoriter bir subay olan Albay Sami Sabit
Bey'i (Karaman) Trabzon'a gönderdi, Yahya Kâhya'yı ise yargılanmak üzere Sivas
Bidayet Mahkemesi'ne… Fakat Kâhya, mahkemeden beraat edip tekrar Trabzon'a
döndü. Yargılamadan hiç ders almamıştı; aynen eski hayatına devam ediyordu.
Etrafındakilere, “Sanki bütün bu işlerde ben tek başıma idim. Daha üstüme
varırlarsa her şeyi olduğu gibi ortaya dökerim" yollu tehditler
savurmakta, çok çabuk sinirlenmekte ve küfürler etmekteydi. Ne var ki, Ankara'nın
o tarihlerde Trabzon'a müdahale etmek gibi bir lüksü yoktu. Herkes Büyük
Taarruz'un sonucunu bekliyordu. O halde bu işi komitacılar çözmeliydi.
Soğuksu'da pusu
Bu
sırada bölgedeki siyasî havayı gerginleştiren bir olay patlak verdi: Yahya
Kâhya 3 Temmuz akşamı Soğuksu'ya giderken bir suikasta kurban gitti.
İstikbal'in naklettiğine göre beraberinde 2 misafiri olduğu halde akşam üzeri
otomobiliyle Soğuksu'ya giderken yolun sık ormanlarla çevrili kesiminde pusu
kuran 3 kişi tarafından suikasta uğramıştı. Otomobilin önüne çıkan kişi şoföre
ateş ederken, yolun kenarına saklanmış 2 kişi arkadakilere ateş etmişti.
Şoförün vurulmasıyla kendisini otomobilden dışarı atan Yahya Kâhya, biri
başından olmak üzere toplam 9 kurşun yarası alıp hayatını kaybetmişti.
Katilleri gören birçok kimse tip ve kıyafetlerini tarif etmişlerdi.
Cinayetten
hemen sonra polis soruşturmalara başlamış ve pek çok kişiyi sorguya çekmişse
de, hiçbir neticeye ulaşamamıştı. Halk arasında Trabzon Tümen Komutanı ve
askerler suçlanıyordu. Meclis, olayı soruşturmak için 18 Temmuz 1922'de
Trabzon'a bir Araştırma Kurulu göndermiş olsa da, dedikodulardan ibaret bir
rapordan başka elle tutulur bir sonuca varamamıştı.
Yahya
Kâhya cinayeti uzun yıllar esrarını korudu. Bütün şüpheler Topal Osman üzerinde
toplanmış, ancak herhangi bir delil bulunamamıştı. Olaydan tam 55 yıl sonra
yayınlanan anılarda cinayeti işleyenin Topal Osman değil, İsmail Hakkı olduğu
ortaya çıktı. Üstelik bunu kendisi itiraf ediyordu pervasızca:
“Tümen
komutanı Sami Sabit Bey, Trabzon'a hakim olarak sükûnu sağladıktan sonra
Kâhya'yı tutuklayarak Sivas'a göndermiş, fakat Kâhya türlü tesirler altında
serbest bırakılmış, tekrar Trabzon'a dönmüştü. Bir süre burada uslu uslu duran
Kâhya, yeniden eski oyunlara kalkınca, Giresunlu Osman Ağa'nın 2 fedaisini
yanıma alarak onun da hesabının görülmesi bana düştü. Trabzon'a ani gelişim
tümen komutanını şaşırtmıştı. Beni çağırarak ne için geldiğimi sordular. Biraz
deniz havası almak, eski birliğimle ilişiğimi kesmek üzere geldiğimi söyledim.
İnanır göründüler. Ben ise Yahya Kâhya'yı inceliyor ve takip ediyordum.
Adamlarım Polathane'de (Akçaabat) benim talimatımı bekliyorlardı. Nihayet
Soğuksu'ya gidip geldiğini tespit ederek adamlarımla pusu kurup işini
bitirdik" (Günaydın, 4 Aralık 1977). Burada dikkat edilmesi gereken nokta,
'onun da' ifadesidir. Dolayısıyla daha önce böyle kaç tane görev ifa ettiğini
kestirmek oldukça zordur.
Topal Osman'ın
başsız cesedi
Gerçek
katil Tekçe miydi? Topal Osman tarafından öldürüldüğü düşünülen Trabzon
milletvekili Ali Şükrü Bey'in (üstte) gerçek katilinin İsmail Hakkı Tekçe
olduğu yönünde iddialar mevcuttur.
27
Mart 1923 gecesi 2. Grup önderlerinden Trabzon Milletvekili Ali Şükrü birden
ortalıktan kaybolmuş, 2 gün sonra cesedi Mehye köyünde bulunmuş, soruşturma
neticesinde cinayetin failinin Topal Osman olduğu kanaatine varılmıştı. Bunun
üzerine Mustafa Kemal Paşa, Muhafız Birliği Komutanı İsmail Hakkı'yı gizlice
yanına çağırarak Topal Osman'ı ölü ya da diri ele geçirmesi emrini vermişti.
İsmail Hakkı yaptığı araştırma sonucunda Topal Osman'ın Ayrancı Bağlarında
Papazın Köşkü denilen yerde bulunduğunu, 100 kadar adamıyla teslim olmaya
niyetli olmadığını ve savunma tedbirleri almış olduğunu tespit etti.
Topal
Osman'ın bulunduğu yer, Çankaya'ya hakim bir nokta olduğu için bazı tedbirlerin
alınması öngörüldü. Topal Osman üzerine asker gönderen Mustafa Kemal Paşa'ya
kızgındı ve köşke saldırması ihtimal dahilindeydi. Mustafa Kemal Paşa, eşi
Latife Hanım ve Yaveri Salih (Bozok) Bey aileleriyle birlikte istasyondaki özel
kalemin bulunduğu eski karargâh binasına götürüldüler. Mustafa Kemal Paşa'nın
köşkü terk etmesi çok yerinde bir karar olmuştu; çünkü aynı akşam Topal Osman
köşkü basmış ve üst katını kurşunlarla delik deşik etmişti.
1-2
Nisan 1923 gecesi İsmail Hakkı, yarım saat süren bir çarpışma sonunda 12
adamıyla birlikte Topal Osman'ı yaralı ele geçirdi, sonra kafasını keserek
öldürdü. Teslim alınanlar bir süre tutuklu kaldıktan sonra Mustafa Kemal
Paşa'nın emriyle terhis edilerek Giresun'a gönderildiler.
Ali Şükrü'nün
gerçek katili
Şahitlerden
çoğu olayı görmezden gelirken, Trabzon'daki İstikbal gazetesi Ankara'yı
suçladı. İlginç bir iddia da yıllar sonra Teoman Alpaslan tarafından ortaya
atıldı. Alpaslan, Topal Osman Ağa adlı eserinde bütün suçu İsmail Hakkı
Tekçe'nin üzerine atmakta, öldürme emrini verenin Mustafa Kemal Paşa ve çevresi
olduğunu ima etmektedir. Amaç da güya Mustafa Kemal Paşa'nın seçimleri
yenilemek istemesi ve bunun Meclis tarafından kabul edilebilmesi için Ali Şükrü
Bey'in devreden çıkarılmasıdır. Alpaslan ortaya attığı iddialarının sonunda bu
tarihî hatanın düzeltilmesini de talep eder:
“Osman
Ağa, Ali Şükrü Bey'in öldürüleceğini bilseydi kesin olarak evine davet etmezdi.
Ali Şükrü Bey, Osman Ağa'nın evinden ayrıldıktan sonra birileri tarafından
kaçırılıp öldürülmüştür. Osman Ağa'nın cinayetten, sonradan haberdar olduğu
kesindir. Çünkü cinayet işlendikten sonra son derece rahat bir şekilde
Ankara'da dolaşmış, hatta Meclis'e bile gelmiştir. Ali Şükrü Bey'i öldürenler
arasında İsmail Hakkı Tekçe kesin olarak vardır. Yaralı yakalanan Osman Ağa'nın
'Bana tuzak kurdunuz' yakınmaları üzerine kurşun yağmuruna tutan ve öldükten
sonra da hırsını alamayan ve başını kesen İsmail Hakkı Tekçe'dir. Bir kere
düşünün; Osman Ağa yakalansaydı, Yahya Kâhya ve Ali Şükrü cinayetini işleyenin
İsmail Hakkı Tekçe olduğunu açık olarak söyleyecekti. Bu nedenle İsmail Hakkı
Tekçe, Osman Ağa'nın vücudunu kurşun yağmuruna tutup kafasını kesmiştir. Bu
tarihî yanlış nasıl düzeltilecektir? Bunun vebali İsmail Hakkı Tekçe'nin
üstündedir."
Emrindeki
askerlerden olan Vahap Okay'ın anılarında da İsmail Hakkı Tekçe'yi siyasî
cinayetlerle ilişkilendiren sözler mevcuttur. Okay anılarında Tekçe'nin ününün
siyasî cinayetlerden geldiğini söyler:
“Onun
menkıbeleri yaygındır orduda. Uyuyan nöbetçileri nöbet yerinde vurması, subay
hapis etmesi ve ordudan kovması, hatta Atatürk'ün hizmetinde politikacı vurması
dilden dile öykü olarak dolaşmaktadır."
Tekçe'nin
zamanında vurulan ve onunla ilişkilendirilen ilk ve tek politikacı Ali Şükrü
Bey olduğuna göre, Okay'ın kastettiği, bu cinayet olsa gerektir. Ali Şükrü
cinayetinin ardından oluşan gerginliğin de etkisiyle TBMM kendisini tatil etmiş
ve 3 ay içinde yeni seçimler yapılmıştı. Seçimlerde muhaliflerin büyük
çoğunluğu Meclis dışında kalmıştı. İşte dikensiz gül bahçesine dönen bu Meclis,
Cumhuriyeti ilan edecektir.
Tekçe'nin
kuvvetlerinin 1937-38 Dersim operasyonlarına katıldığını söylemek, etkinliğinin
hangi boyutlara ulaştığını görmek açısından yeterli olacaktır.
Komitacılığın
ardından sakin bir hayat
Sonradan
adı Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'na dönüştürülen alayın çekirdeğini kuran
İsmail Hakkı, soyadı kanununun çıkmasından sonra Tekçe soyadını almış, uzun
yıllar süren ve başarılarla dolu (!) olan vatan hizmetinde Harp, Gümüş Liyakat
ve Kıdem zamları taltiflerine layık görülmüştür.
18
yıl Atatürk'ün hizmetinde bulunan Tekçe, onun nezdinde saygın bir konuma
sahipti. Öyle ki, Atatürk tarafından kendisine ikamet etmesi için bir apartman,
tarla ve birçok değerli hediye verilmişti (Milliyet, 16 Aralık 1950). Üstelik
gerek İnönü, gerekse Kazım Orbay ile yaşanan 'Tekçe krizleri'nde daima
kollanmıştır.
İsmail
Hakkı, çetin ve yoğun çalışma hayatından dolayı geç evlenmiştir. Kesin tarihine
nüfus kayıtlarından ulaşamamamıza rağmen, 1930'un sonlarına doğru Emine Samiye
Hanım'la evlenmiş ve bu evlilikten Türkân adlı bir kızı doğmuştur. Üsküdar'daki
nüfus kayıtlarında Emine Saniye'den boşanmış olduğunu, daha sonra kendisinden
oldukça küçük yaşta olan Fatma Behin Hanım'la evlendiğini görmekteyiz.
İsmail
Hakkı oldukça düzenli ve kurallarla dolu bir hayat anlayışına sahipti. Her
sabah erkenden kalkıp yürüyüşe çıkmakta, rastladıklarını selamlamakta ve selam
vermeyenleri çok sert bir şekilde azarlamaktaydı. Ancak bu kuralcılık, tedavisi
mümkün olmayan bir hastalığı da beraberinde getirmişti: Asabiyet. Kendisini
komitacı eylemlerin içine sokan ve sonuna kadar bağlı kaldığı komutanı Halid
Bey'den, onun da Yakup Cemil'den kaptığı bu hastalık bazen iradesini
kaybettirecek noktalara varmaktaydı.
1936
Nisan'ında Atatürk'ün güvenliğinden sorumlu Basri adlı bir polis memuruna
selamlaşma hassasiyeti yüzünden küfür ettiği, ağır hakaretlerde bulunduğu ve
tartakladığı, hatta polis memurunun darptan dolayı 15 gün istirahat raporu
aldığı, ayrıca olay üzerine Ankara Emniyet Müdürlüğü ile küçük bir kriz
yaşandığı kayıtlara geçmiştir (BCA, 030.10.88.582.5). İsmail Hakkı'nın o
kuralcı, programcı ve korkutucu tarafının canlı şahitlerinden biri olan
emrindeki askerlerden Vehbi Koç onu şöyle anlatır:
“Ankara'da
Büyük Millet Meclisi 20 Nisan 1920'de (23 Nisan olmalı- İ.A.) açıldı. O
sıralarda Mustafa Kemal Paşa'nın muhafız kumandanı da İsmail Hakkı Tekçe idi. O
kadar sözü geçen bir kumandandı ki, binbaşı olduğu halde general kadar hükmü
vardı. Her dilediğinin yerine getirilmesini isterdi. Hâlâ kendisini gördükçe
korkarım."
İsmail
Hakkı askerlik yaşamındaki titizlik ve tavizsizliğini inkılaplar konusunda da
göstermiştir. Özellikle harf devriminden asla taviz vermezdi. Bu konuda
emrindekileri çok sert bir şekilde uyarır; şiddetli cezalar verir, hatta tehdit
ederdi (Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Tarihçesi, 1985, s. 51).
1942'de
Tuğgeneralliğe yükseltilen İsmail Hakkı Tekçe, 1951'de Tümgeneral olarak emekli
olmuştur. Uzun yıllar devam eden yoğun mücadeleler sonunda sakin bir hayat
sürmeyi tercih etmiş, 1968'de anılarını Milliyet gazetesinde yayınlamıştır. 5
Ekim 1975'de hayatını kaybetmiş ve nâşı Zincirlikuyu Mezarlığı'na
defnedilmiştir.
İsmail
Hakkı Tekçe son komitacıdır. Ondan sonra komitacı faaliyetler sona ermiş ama
komitacılık suçlamaları devam etmiştir. Nitekim 9 Temmuz 1959'da Başbakan Adnan
Menderes DP teşkilatına gönderdiği tamimde, muhalefetin ve CHP'nin
çalışmalarını Balkan Komitacılığı ile bir tutmuştur. Ayrıca CHP'nin
faaliyetlerine komitacılık demekte ve dikkatli olun uyarısı yapmaktadır.
KAYNAKÇA:
Son komitacı İsmail Hakkı Tekçe (Milliyet, 7 Ekim 1959, naklen www.gzt.com,
erişim 28.07.2018).