Gazeteci-yazar (D. 1925, Aydın –
Ö. 21 Haziran 2010, İstanbul). Karikatürist Turhan Selçuk’un kardeşidir. Adana
Erkek Lisesi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1950) mezunu. Bir süre
avukatlık ve matbaacılık yaptı. Kardeşi Turhan Selçuk’la birlikte yönetimine
katıldığı Dolmuş adlı mizah dergisinde gazeteciliğe başladı (1955). Daha
sonra fıkra yazarı olarak Akşam, Tanin, Vatan, Akbaba gazete ve
dergilerinde çalıştı. 1960’tan sonra Yön ve Kitaplar dergilerinde
yazdı. 1963 yılından itibaren Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı
yaptı. Nadir Nadi’nin ölümünden sonra bu gazetenin yayın kurulu başkanlığını,
Berin Nadi’nin ölümünden sonra da imtiyaz sahipliğini üstlendi.
12 Mart Muhtırası verildiğinde,
İlhan Selçuk ihtilalle yönetime el koymak isteyen cuntanın içinde yer aldığı
gerekçesiyle tutuklanmış, Erenköy'de dönemin ünlü işkence karargâhı Ziverbey
Köşkü'nde işkence görmüştü. Selçuk'un adı Ergenekon soruşturmasıyla bir kez
daha ülke gündemine gelmiş, soruşturma kapsamında sorgulanarak serbest
bırakılmıştı.
İlk
yazıları 41 Buçuk adlı mizah dergisinde çıkmıştı (1952). Cumhuriyet
gazetesinde yazdığı köşe yazılarıyla tanındı. Yazılarında Türkiye’nin çağdaşlaşması
ve bu doğrultuda Atatürkçülüğü ve aydınlanmacılığı savundu. Zaman zaman, güncel
sorunlardan başka tarih, edebiyat ve sanat üzerine yazılar yazdı. Yazılarından
dolayı 12 Mart (1971) ve 12 Eylül (1980) dönemlerinde gözaltında alınarak
işkence gördü ve tutuklu kaldı. Anadolu’nun pek çok yerinde çeşitli konularda
konferanslar verdi. 2002 Yılı Hacı Bektaş Dostluk ve Barış Ödülü kendisine
verildi. 21 Haziran 2010 günü İstanbul’da öldü. Nevşehir'in Hacıbektaş ilçesinde
toprağa verilmiştir.
ESERLERİ:
DENEME-İNCELEME:
Mustafa Kemal’in Saati (1969), Yeni Krallar Yeni Soytarılar (1976),
Atatürkçülüğün Alfabesi (1981), Ağlamak ve Gülmek (1982),
Düşünüyorum Öyleyse Vurun (1984), Görülmüştür (1986), İşbitiren
Ekonomi: Liberalizm Devlet Müdahalesi ve 24 Ocak (1986), Japon Gülü (1989),
Türkiye’de Alevilik ve Bektaşilik (Gencay Şaylan ve Şenay Kalkan ile,
1991), Duvarın Üstündeki Tilki (1995), İskele Sancak: Sağ Sol Şeriat (1996),
Enel Hakk’ın Hakkı (1998).
GEZİ:
Güzel Amerikalı (1967), Uzak Komşu Rusya’dan Gezi Notları (1967),
Sovyetler İran Amerika İzlenimleri (1976).
ANI: Ziverbey
Köşkü (1987).
ROMAN:
Yüzbaşı Selahattin’in Romanı (belgesel roman, 2 cilt: 1973-75).
HAKKINDA:
Yurt Ansiklopedisi (c. VIII, 1982-83), Seyit Kemal Karaalioğlu / Resimli Türk
Edebiyatçılar Sözlüğü (1982), Alpay Kabacalı / Aydınlanma Bilgesi: İlhan Selçuk
(1996), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999),
Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), TBE Ansiklopedisi
(2001), Aydın Doğan’dan Mektup (Cumhuriyet, 7.12.2005), İhsan Işık / Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006), İlhan Selçuk Vefat Etti
(Gazeteler, 21.06.2010).
Makedonya
Kralı Filipos, oğlu İskender'in ne akıllı bir kişi olacağını ilk ne zaman
sezmiş?
Bir at
varmış, öylesine azılıymış ki, kimse sırtına binemiyormuş. Hayvan, bütün
binicilerini üstünden atıp benzetmiş; kiminin kafasını, kiminin çenesini,
kiminin kolunu, kiminin bacağını kırmış. Hani şu Amerikan filmlerinde rodeo
denilen zanaatın ustalarını izliyoruz ya; onlara benzer ne kadar Makedonya
kovboyu varsa azgın atı bir kez deneyip derslerini almışlar; toprağı öpmüşler.
İskender,
atla binicilerini izlerken görmüş ki, hayvan gölgesinden ürktüğü için azıyor.
Bunun üzerine atın sırtına atlayıp güneşe doğru sürmüş.
Arkaya
düşen gölgesini görmediğinden ürkmemiş beygir, durulmuş, İskender'in buyruğuna
girmiş; herkes bu işe şaşıp kalmış.
Kral
Filipos düşünmüş:
- Benim ne
akıllı bir oğlum var, demiş, ünlü bilgeleri öğretmen olarak görevlendirip
kendisine iyi bir eğitim vereyim.
O çağın en
ünlü bilgesi Aristoteles olduğundan Kral Filipos'un emriyle İskender'i
yetiştirmeye çalışmış. İskender büyük yeteneklerini geliştirmiş; ama
"cihangirlik" tutkularına saplanmış; dünyayı avucunun içine almaya
çalışmış; ordusunu ardına takmış, gidebildiğince gitmiş; önüne kim çıkarsa
ezmiş geçmiş.
Çoğu zaman (yalnız at değil) insanoğlu da kendi gölgesinden korkup
azgınlaşır.
Böyle
durumlarda en iyisi sanırım yüzünü güneşe karşı dönmektir. Çünkü kendi
gölgesinden korkan adam, güneşe, bir başka deyişle aydınlığa, (daha başka bir
deyişle gerçeğe) sırıtını dönen kimsedir.
Ürküp
azgınlaşması da bundandır.
Aristoteles'in
İskender'i olgun bir insan olarak yetiştirebildiği kanısında değilim.
Büyük
İskender yaman bir savaşçı, ünlü bir "cihangir" olabilir. Lisenin
ilk sınıf edebiyat kitabında Aristoteles ile İskender'e ilişkin söylenecekleri
okumuştuk. Anımsadığıma göre savaş meydanında yatan ölüler arasında dolaşan
İskender, hocasına sorar:
- Aristo
bu nedir?
Bilge
cevap verir:
- Zafer
veya hiç!..
Okul
kitaplarında Cengiz Han'dan Attila'ya, İskender'den Sezar'a değin nice "cihangir"in
neden ordularının başına geçip yen yuvarlağını ele geçirmeye çalıştıkları
anlatılmaz, ama insan okuldan ayrıldıktan sonra merak edip kendisine sorabilir:
- Bu
adamlar, niçin koskoca ordularla ülkeden ülkeye dolaşıp dünyayı ele geçirmeye
çabalamışlar?
Bu sorunun
yanıtını kurcaladıkça kişioğlu bilinçlenir; her bir savaşın ardında hangi
nedenin yattığını öğrenip anlar; savaşçılığın iyi bir şey olmadığını algılar;
ama iş işten geçmiş olur.
Eflatun
demiş ki:
- Ancak
krallar filozof, ya da filozoflar kral olursa devletler mutlu olabilir.
Günümüz
koşullarında pek akıllıca sayılmasa da, insanı düşünmeye yönelten bir yanı
vardır bu sözün; çünkü devlet yönetiminde düşüncenin, fikrin mantığın ağır
basmasını istiyor Eflatun.
Oysa tarih
boyunca devlet yönetimlerinde mantığın pek az payı olmuştur.
Descartes'in
ünlü özdeyişini anımsayın:
- Düşünüyorum,
öyleyse varım.
Bu özdeyiş
çoğu yerde şöyle anlaşılmış:
- Düşünüyorum,
öyleyse vurun.
Çağımızda fikir özgürlüğüne karşı çıkanlar da böyle davranmıyorlar
mı?
(Düşünüyorum Öyleyse Vurun, 1984)