Yönetmen, senaryo yazarı (D. 1937, Bolvadin / Afyonkarahisar - Ö. 23 Ağustos 2009, İstanbul). İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü’nü (1959) bitirdi. 1963’te askerden döndükten sonra Yeni İstanbul gazetesinde Tarık Buğra’nın yönettiği sanat sayfasında sinema yazıları yazmaya başladı. Bir yandan da Erman Film Stüdyoları’nda yönetmen yardımcısı olarak çalıştı. 1968 yılına kadar yaklaşık elli filmde Dr. Arşevir Alınak, Osman Seden ve Orhan Aksoy gibi yönetmenlere yardımcılık yaptı. Bir belgesel olan “Kâbe Yolları”nda filminde ilk kez yönetmen olarak görev aldı. 1969’da Elif Film şirketini kurdu ve “milli sinema” olarak adlandırılan akıma uygun filmler çekmeye başladı.
Yücel
Çakmaklı, “Birleşen Yollar” filminde, Türk toplumunda var olan iki ayrı hayat
anlayışının yollarını kesiştirerek, ilerleyen süreçte bir tez sinemasına
dönüşecek bu akımın ilk ipuçlarını veriyordu. Sinemamıza getirdiği farklı bakış açısıyla çığır açan yönüyle öncü
bir kimliğe sahip oldu. İlk tohumları Osmanlı Devleti’nin son yıllarında atılan
sinemamız, Cumhuriyet’le birlikte tek parti sisteminin sinemadaki uygulayıcısı
olan âdeta tek-yönetmen Muhsin Ertuğrul’un kimliğinde, yeni rejimin talep
ettiği türdeki insan tipini perdeye yansıtan bir anlatımla şekillenmeye
başladı.
Türk sinemasının 1950’lerde serpilip yayılmaya başlamasıyla, sektöre
gerek finansman gerekse senaryocu, kameraman, ışıkçı, kurgucu, asistan, yönetmen
ve oyuncu anlamında pek çok
yeni ad girmesine ve sinemanın bir zanaat olarak kabul görmesine tanıklık etti.
Sinemada işlenen temalar, daha çok Amerikan, Hint ve Arap sinemalarından dertlenmiş
melodram ya da komedi formunda, kişiler arasında geçen küçük gerilimleri,
dramları, gündelik olanı işliyor, yeni rejimin toplum hayatı anlayışını bir
statüko olarak kabullenerek sorgulama ihtiyacı duymuyordu. Tarihi birikimin
vermiş olduğu uygarlık donanımının uzantılarının görsel belirtisi için bir
kaygı taşınmıyor, bu varlık belirtileri belki zaman zaman bir halk sineması
formunda olan Yeşilçam’ın masalların ruhuna uygunluğun dışavurumu olarak ortaya
çıkıyordu.
1960’larda bir kaygı olarak beliren toplumsal gerçekçi yaklaşım ise, uygarlık
dairemizin kendi normlarından çok, artık yeni toplumsal sistemin kendi dilinden bir dertlenme
çizgisi biçiminde vücut buluyor, sadece modernleşme yönünde eksenini tayin
etmiş bu toplumsal yapının, yine modernleşmenin bir başka varyantı olan toplumsal
gerçekçilik cinsinden kaynaklanıyordu. Bu on yıldaki toplumsal endişeyi taşıyan
diğer bir akım “ulusal sinema” oluyordu.
Türk sinemasında 1970 yılı, bu coğrafyanın tarihî dokusunda içkin
olan maneviyat ikliminin ilk bilinçli adımına başlangıç oluşturdu. Yıllardır
dışlanan sahici manevî perspektif, Yeşilçam’ın söylem normları cinsinden olsa
da sinemaya, büyük gövdesiyle bir halk sineması görünümünde olan Yeşilçam’a
sirayet etti. Bu yıllarda çekeceği filmlerinin toplamının “milli sinema”
tanımlamasıyla literatüre geçecek olan Yücel Çakmaklı, 1964’te Tohum dergisinde yayımlanan “Millî Sinema İhtiyacı” başlıklı yazısında,
şöyle bir açıklamada bulunuyordu:
“Filmlerimizin büyük kısmı,
sinemayı sadece bir ticaret vasıtası telakki eden tüccar prodüktör ve rejisörlerin
yaptıkları uydurma Amerikan filmlerinin taklidi veya piyasa romanlarından
aktarılmış bayağı komediler, ağdalı melodramlardır. (...) Türk sineması ancak köylüsü ve şehirlisi
ile manevî kıymetleri maddeden üstün tutan Müslüman Türk halkının inançları,
millî karakterleri, gelenekleri ile yoğrulmuş, Anadolu gerçeklerini yansıtan
filmler vererek ‘millî sinema’ hüviyetine kavuşabilecektir.”
Bu uzun soluklu yola ilk adım olarak, Elif Film prodüksiyonuyla,
Şule Yüksel Şenler’in romanı Huzur Sokağı’ndan uyarlanan “Birleşen Yollar”la çıkan Çakmaklı, filmde,
Türk toplumunda var olan iki ayrı hayat anlayışının yollarını kesiştirerek,
zaman zaman da çarpıştırarak, bir yandan medeniyet anlayışına dair Batı’yla
tarihi kimliğimiz olan İslâm’ı diyaloglarda karşılaştırmalı bir yöntemle ele aldı.
İlerleyen süreçte bir tez sinemasına dönüşecek olan bu akımın ilk ipuçlarını veriyordu. “Birleşen Yollar” aynı
zamanda bu akımın sonraki çalışmaları için de bir örnek
oluşturuyordu. Çakmaklı, bu filminde, seçkin sanatsal ve kapsamlı bir estetik anlayışı
yönelim olarak seçmiş, halkın alışageldiği cinsten ortalama Yeşilçam söylemini
vasat olarak almış, elit bir düzlemi amaçlamamıştır. Ancak film, sinemasal
anlatımında derinlemesine işlenmemiş olsa da, toplum resmine ilk kez uygarlık
perspektifinden yaklaşan bir çalışma olma özelliğini taşıyordu.
Ancak bu filmlerin sinema dili, yine de seçeneği olan bir
bakışı önceleyen yeni bir tarzın ve mutlaka bu manevi algılamanın estetik
dünyada vücut buluşu, dile gelişi olan tasavvufun ileri sürdüğü incelmiş,
olgunlaşmış, damıtılmış bir yapıya sahip olmaktan biraz uzak kaldı. Bunun en uç
örneğinin “Oğlum Osman”da yaşandığı söylenebilir; gerekçesi de yönetmenin faydacı bir yönelimle hareket ediyor
olmasıyla açıklanabilir. Çakmaklı, 1990’da kendisiyle yapılan bir röportajda
sinemaya dair bir görüşünü; “Benim sinema anlayışımda öz önde gelir. Kesinlikle
biçimciliği ön planda tutmam. Bana göre biçimi öz belirler.” şeklinde açıklamıştı.
Çakmaklı,
yönetmenliğini 1975-90 yılları arasında, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu
(TRT) bünyesinde sürdürdü. Kısa hikâyelerden oluşan TV filmleri yaptı. Rasim
Özdenören’in hikâyelerinden uyarladığı ve 1978’de Prag’da televizyon filmleri
dalında ödül alan ilk yapım olan “Çok Sesli Bir Ölüm” ve “Çözülme” bu tarz
çalışmalarıdır. Tarık Dursun K.’dan “Denizin Kanı”, Tarık Buğra’dan “Küçük Ağa”
ve “Kuruluş” gibi romanlardan uyarlanan televizyon dizileri çekti. Necip Fazıl
Kısakürek’in “Bir Adam Yaratmak” ve Turan Oflazoğlu’nun “IV. Murad” gibi
tiyatro eserlerinden televizyon oyunları yaptı. Çektiği Hacı Arif Bey’in hayat
hikâyesi ve bir Rumeli türküsünden yola çıkarak yaptığı “Aliş’le Zeynep” müzik ağırlıklı
dramlar olarak sayılabilir.
Yücel Çakmaklı, çocukluğu ve ilk gençliğinde edindiği altın değerindeki deneyimleriyle Türk sinemasının en otantik yönetmenlerinden biri olmaya hak kazanmış ve pek çok ilke imza atarak değişik konuları işleyen filmleriyle çalışkan bir yönetmen olarak dikkat çekmişti. 2008 yılında TBMM tarafından “Devlet Üstün Hizmet Madalyası”na, aynı yıl TC Kültür Bakanlığı tarafından sinemadaki 50 yıllık hizmetleri dolayısıyla “Emek Ödülü”ne layık görülmüştü.
Yücel Çakmaklı’nın esnek ve insani ruh dünyası Türk sineması için paha
biçilmez bir değerdedir. Bir kalp yetmezliği nedeniyle, geçirdiği
ameliyattan sonra 23 Ağustos 2009 tarihinde İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde
öldü ve Zincirlikuyu Mezarlığında toprağa verildi.
Yönetmeni olduğu filmler:
Birleşen Yollar (1970), Çile (1972), Zehra (1972), Ben Doğarken Ölmüşüm (1973), Oğlum Osman (1973), Diriliş 1974), Garip Kuş 1974), Kızım Ayşe 1974), Memleketim 1974), Oynaş (1977), Çok Sesli Bir Ölüm (1977), Çözülme (1977), Bir Adam Yaratmak (1977), Denizin Kanı (1978), Bağrıyanık Ömer ile Güzel Zeynep (1978), IV. Murat (1980), Hacı Arif Bey (1982), Küçük Ağa (1983), Aliş ile Zeynep (1984), Kuruluş / Osmancık (1987), Minyeli Abdullah (1989), Sahibini Arayan Madalya (1989), Minyeli Abdullah 2 (1990), Kurdoğlu / Osmanlı Bedel İster (1991), Bişr-i Hafi / Bir Zamanlar Sarhoştu (1992), Mümin ile Kafir (1992), Kanayan Bosna (1993), Kanayan Yara - Bosna Mavi Karanlık (1994), Son Türbedar (1996), Emir Sultan (1997), Cumbadan Rumbaya (2005).
Yapımcısı olduğu filmler:
Diriliş (1974), Garip Kuş (1974), Kızım Ayşe (1974), Birleşen Yollar (1970), Memleketim (1974), Sınıfta Şenlik Var (1975), Mümin ile Kafir (1992).
Senaryosunu yazdığı filmler:
Birleşen Yollar (1970), Kızım Ayşe (1974), Küçük Ağa (1983), Bişr-i Hafi / Bir Zamanlar Sarhoştu (1992).
Katkıda bulunduğu filmler:
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1985), Dinle Neyden (2008).
KAYNAKÇA: Salih Dirikli / Fleşbek-Türk Sinema-TV’sinde İslami Endişeler ve Çizgi Dışı Oluşumlar (1. cilt, s.21, 1995), İhsan Işık / Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006), İhsan Kabil / Türk Sinemasında Farklı Bir Kimlik: Yücel Çakmaklı (Türk Edebiyatı, 432/22, 2009), Özkul Eren: “Yücel Bey’in Son Dönemde Iki Büyük Projesi Vardı” (Türk Edebiyatı, 432/24, 2009).