Sebahattin Dündar

Eğitimci, Şair

Doğum
Eğitim
Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Burç

Eğitimci, şair. 1940 yılında Ardahan’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini babasının memuriyeti dolayısı ile Ardahan, Kars, Artvin ve Erzurum da okudu. İlk ve orta eğitimini tamamladıktan sonra 1961 de Sultan Ahmet Akşam Tekniker Okuluna başladı. Bir yıl devam etti. Ertesi yıl Atatürk Üniversitesi Fen Ed. Fak. Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne kayıt oldu.

1966 yılında mezun oldu. Yirmi beş yıl edebiyat öğretmeni ve idareci olarak Kdz. Ereğli Lisesi, Zonguldak Mehmet Çelikel Lisesi, TED.Kdz Ereğli Koleji Vakfı Özel Lisesi ve Kdz. Ereğli Anadolu Lisesinde görev yaptı. 1992 yılında emekli oldu. Üç yıl daha Kdz. Ereğli’de yaşamını sürdürdü ve 1995 yılında Kdz. Ereğli’sinden ayrılarak Muğla’nın Bodrum ilçesine, on dört yıl sonra da  “2009 yılında” Fethiye’ye yerleşti.

Sebahattin Dündar, gençlik yıllarında hobi olarak şiir yazıyordu. Fethiye’nin doğal güzellikleri yanında, tanıştığı çoğu emekli meslektaşlarının, özellikle Ünal Şöhret Dirlik’in şiire, sanata olan tutkuları, üretkenlikleri, yaşadıkları çevreye katkıları, ona cesaret verdi. Şiirlerini gözden geçirmeye, daha üretken olmaya, yeni şiirler yazmaya başladı.  2013 yılında şiirlerinin bir kısmını “Hişt” adlı kitabında yayınladı. Bu şiirlerin bir kısmı ve yeni şiirlerinden bazıları Milliyet Blogda yayımlanmış ve yayınlanmaya devam ediyor. Yeni şiirlerini kitap olarak yayınlama çalışmaları bitme aşamasındadır. 

KAYNAK: Kendisinden alınan bilgiler (2015).

AİLE RESİMLERİ

AİLE RESİMLERİ

 

Süt dişlerinin anısına

Hedik kaynatılıyor kuşhanede

Altını kalamışlar

Renkler, kırmızı, sarı, siyah olmalı.

Ana, baba, kardeşler

Mutlu gülümsüyorlar.

O, kundakta ve kucakta.

 

Rüzgârın eli uzun,

Hırsızlığı o gün başlamış,

Bir sağdan esmiş, bir soldan,

Renkler uçup gitmiş.

Resim şimdi

Siyah beyaz...

 

Özlem ekili resimlerin

Dört bir yana dağılan gözlerdeki

Kimi sıcak, muzip, resmi,

Kimi sıradan bakışları, gülücükleri

Zamanda eskimiş, solmuş...

 

Bakmayın o resimlere

O ben, ben değilim artık.

Başımda ne rüzgârlar esiyor şimdi

Alttan, üstten, sağdan, soldan

Ayırmakta zorlandığım özlemler

Beynimde uçuşuyor...

 

Siyah beyaz resimlerde geziyorum

Arkadaşlar, kardeşler

Sevimli anıları körüklüyor

Saçlarımı okşuyor babam,

Yüreğimi serin esintiler sarıyor.

Ellerini uzatıyor annem,

Sıcacık, içimi ısıtıyor.

Sarılıyor, öpüyor öpüyorum,

Boğazımda bir düğüm nefesimi kesiyor.

 

BİLEMEDİM

Rüzgârgülü olmuş döneklik serde

El etek öpüyor sürünüp yerde

Adam çalışıyor bilmem ki nerde

Adam mı, değil mi? bilmedim gitti

 

Onmaz ki dert nasıl dertle yürünür

Onur yerde iki büklüm sürünür

Zaman olur tüm renklere bürünür

Dönek mi, binek mi? bilmedim gitti

 

Buluyor yalıyor gözü her yerde

Sınır tanımadan atlar her derde

Her işten anlıyor yeter ki ver de

Doğru mu, yanlış mı? bilmedim gitti

 

Bir kıymık iş için, arını satar

İşine gelirse, her yerde yatar

Hiç durmaz varına, variyet katar

Harun mu, Karun mu? Bilmedim gitti

BİRLEŞELİM

Anadolu toprağımdır ben burada doğmuşum

Emanettir atalardan onunla yoğrulmuşum

Dağlarına ovasına suyuna vurulmuşum

Kıymet bilmezi görünce küselim mi kardeşim

 

Bu toprağın ekmeğinden suyundan beslenerek

Yarını hiç düşünmeden gününü gün ederek

Ahlak sınırını aşıp insanlığı teperek

Zulmedenleri görünce yitelim mi kardeşim

 

Nice beş para etmeyen sırtı kalınlar gördüm

Arkasına güvenip te hava basan çok gördüm

Davar güdemez denilen nice yöneten gördüm

Başımıza çıktılarsa şaşalım mı kardeşim

 

Kim ölmüş yalandan deyip yalana tapanları

Alilerin külahlını veliye takanları

Üç kuruşa namusunu yabana satanları

Has insandır sayarlarsa ölelim mi kardeşim

 

Vatan bizim ne küselim ne yitelim dostlarım

Ne şaşalım ne ölelim birleşelim dostlarım

Boşa konuşmadan halka ulaşalım dostlarım

Yüze ulaşsa birimiz kurtuluruz kardeşim.

 

BULANIK SU

Bulanık bir suda yapayalnızım

Bir başımayım sanki evrende

Elimde zıpkın

Gözlerim radar

Aşağıda sinarit orta halli bir yunus kadar

Çeksem parmağımı ucunda ölüm var

 

Sen geliyorsun aklıma

Elveda deyip trene binişin,

Mendil sallayışın

Yanağındaki gözyaşın  

Ve gözden kayboluşun

Kahroluşum

 

Acımak mı şimdi

Kime, niye, söyle

Kendimle savaşıyorum

Biliyor musun?

Parmağım kaşınıyor

Anlıyor musun?

FİGEN

Kutsalımızdı Göztepe de mehtap.

İki servi idi gökle bağımız,

Uzanıp aya dokunurduk ikimiz iki serviden.

Ayın şavkıyla süslü rüyadan

Bir deniz vardı ayaklarımızın altında

Tek canlı bir ışık mendirekte yanıp sönerdi..

 

Mehtap, iki servi ve denizin sihri içinde

Kâh karşı kavanozda arzulu bir beta,

Kâh kavanozumda sevgili cellâdım olurdu.

 

Kimi içimi okuyan gözleri parlar,         

Kimi şarkılar dökülürdü dudaklarından,

Kimi hülyalara dalar, yitip giderdi

Ve iğde kokardı Figen...

 

Ay buluta girince üşürdü Figen,

Gözlerinde arzu ve şefkat kaybolurdu

Korkardı, sarılırdı sıkıca                     

İsterdi ki buluta girmesin ay.

Siyah saçları solardı ay buluta girince…

 

Ay buluta girince

Parçalanır bölünürdü tutkularım, sevdam.

Bir yanda Figen sinmiş, sığınmış, sarılmış,

Bir yanda bakılası mehtap,  serviler ve deniz

Kalırdım şaşkın, çaresiz...

 

Hangisini tadayım bilemezdim.

Mehtabı mı Figen’i mi?

Figen kazanırdı hep, nedendir bilemezdim.

Ay buluta girince.        

Sebahattin Dündar

 

GİDECEĞİM YOK

Benim gideceğim yok

Al beni götür be rüzgâr…

Buraları anladık;

Sahte, bozuk,

Yalanı dolanı çok

Yaz gününde ekinine kar yağar

Kör olası dünyamda çok nasır var

Al beni götür be rüzgâr

 

Deniz, dalgalar

Güneş, ay,

Gökyüzü, gurup, mehtap, yıldızlar,

Börtü böcek ve sen, ve sen,

Sende şeytan tüyü var.

Seni de gönlüm ister ey yar…

 

Neyse!

Takılıp kalmayalım bir güzele,  

Gitmeliyim, al beni götür be rüzgâr

Çaresiz katlanırım

Varsın yapışsın, gelsin benimle bu ikilem

Ne ki var görmeliyim,

Bilmedik, anlamadık bir şey kalmasın...

Al beni götür be rüzgâr,

Al beni götür

Benim gideceğim yok.

 

Sebahattin Dündar

SAPANCANIN KIYISINDA

Kahredici bir sabırdır sürüp gider

Hissiz güzellik üstüne

Zafer mi dersin her gün bir milim ilerleyen?

Yenilgi midir ya da?

Bu çalkantı, gürültü,

Sonra bu durgunluk gölde

Yorgun bir günün sonunda

Küçük, çok küçük titreşimler

Derinliklerinde neler gizler?

Yanıp sönen üçgenler , üçgenler..

 

İşte orada ekmeksiz köyün minaresi

Ve Hızır’ı doyuran çobanın kaval sesi

Bir kötülük mü Tanrım bir iyilik midir yoksa?

Tutan o bedduanın ardından bu güzellik.

Doğan güneş, uzayan bir altın sütun gölde

Esen rüzgâr bir serinlik içimizde

Ve dalgalarda sen varsın Tanrım.

Hırçınlık var, sükûn var.

Sonra ölümüne yol alan arabalar karşıda.

Küçük, çok küçük titreşimler

Derinliklerinde neler gizler?

Yanıp sönen üçgenler üçgenler.

 

 

O ESKİ GÜNLER

Puslu bir mazinin içinde kalan anılar,

Yaşanan, sonsuza bırakılan anılar

Akıp gidiyor hızla, bulanmış seçilmiyor,

İçimizde yanan o dumansız yangınlar...

 

Bazen hatırlıyoruz gülerek, atarak ve katarak

Bazen unutuyoruz oysa ne de çok ağlamıştık

Dilimizde bildik bir tekerlemedir artık

Neydi o günler, ah o eski günler

 

Delikanlı günlerden saklanan sırlı anılar

Sayfaları çatlak silik bir ayna gibi

Arasından kayıp düşen çürük çiçek,

Solgun sarı yaprak

Eğilip alsam mı yerden diye düşünmek

Tozlu izler bırakıp yitip gitmek.

Of! Ne acı şey eskiyi unutmak...

 Neydi o günler, ah o eski günler.

 

Yalnızlığın sessiz çığlığı geçmişten gelerek

Masadaki rakı bardağına dolup taşıyor

Hüzünlü bir şarkı olup uçuyor yankılanarak

Boğazımda en ağrılı bir ağrı

Burnumun ucunda istilacı bir sızı

Geçmişe bir köprü olup uzuyor

Çiçeği Gül, yaprağı Pelin uzatıyor

Gözümden bir damla gözyaşı sıvışarak

Masaya yayılan rakıyla karışıyor...

 

Neydi o günler, ah o eski günler

O hüzünlü şarkının güftesi oluyor.

 

SAPANCA'NIN KIYISINDA

Kahredici bir sabırdır sürüp gider

Hissiz güzellik üstüne

Zafer mi desin her gün milimle ilerleyen?

Yenilgi midir ya da?

Bu çalkantı, gürültü,

Sonra bu durgunluk gölde

Yorgun bir günün sonunda.

 

***

 

Küçük çok küçük titreşimler

Derinliklerinde neler gizler?

Yanıp sönen üçgenler, üçgenler..

                         

***

 

İşte orada ekmeksiz köyün minaresi

Ve Hızır’ı doyuran çobanın kaval sesi

Bir kötülük mü Tanrım bir iyilik midir yoksa?

Tutan o bedduanın ardından bu güzellik.

                   

***

 

Doğan güneş, uzayan bir altın sütun gölde,

Esen rüzgâr bir serinlik içimizde

Ve dalgalarda sen varsın Tanrı’m

Hırçınlık var,sükun var.

Sonra ölümüne yol alan arabalar karşıda.

                      

***

Küçük çok küçük titreşimler

Derinliklerinde neler gizler?

Yanıp sönen üçgenler, üçgenler..

 

Ocak-1971

UNUTULMAK

Zamanın yuttuğu bir yıldız gibi

İstemem kaybolmak hafızalarda

Eğer olsa bu günümüz gün gibi

Unutulmaz yaşar insan akılda

 

Ne yaşar, ne görür, ne sever isen

Kazınır zihnine hiç istemesen

İçinden gelerek dostum dediysen

İnanmam, unuttum, kimdi desen de

 

İnsanda bir tutku yarına gitmek

En güçlü bilinmek, sözü edilmek

Anarlar nasılsa bedava demek

Unutulur, her şey tamam olsa da

 

Derdi çok, belki de hastadır dersin

Atlatır nasılsa hatırlar dersin

Her kapı çalınca ha geldi dersin

Duyarsın o gitmiş şimdi uzakta        

 

İnsanda yolacak tüy kalmadıysa

Yanılıp doğruyu yüze dediyse

Adı çizilenler listesindeyse

Aransa bulunmaz koca defterde

 

Birlikte yaşadık taşlara kazdık

Anılar silinmez sandık aldandık

Her şeyde bir son var hesaplamadık

Belki de devadır zaman her derde

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör