Eğitimci,
şair ve yazar. 1 Eylül 1943 tarihinde Kırşehir’in Kaman ilçesinde doğdu. İlk ve
ortaokulu Kaman’da bitirdi. 1964 yılında Kırşehir Öğretmen Okulunu bitirdikten
sonra Urfa’nın Siverek ilçesine bağlı Yoğunca köyünde bir yıl, Ağrı’nın Eleşkirt
ilçesine bağlı Mollasüleyman köyünde iki yıl, Kaman’ın köylerinde dört yıl
çalıştıktan sonra 1971 - 1992 yılları arası Kaman merkezde öğretmenlik yaparak
23 Eylül 1992 de emekli oldu.
Öğretmen
Okulunda anasını özleyerek başladığı şiirlerine ara sıra kesintiler olsa da
devam etti. Yine çalıştığı yıllarda ve emekli olduktan sonra şiirlerinin
yanında yöresel gelenek görenek, masal ve fıkra araştırmaları, söyleşi, anı ve
öykü denemeleri ile yazım hayatını da devam ettirdi. Şiir ve yazılarını yerel
Kaman Ak Haber gazetesi, Kırşehir gazeteleri
ve dergilerde yayımladı.
Halen
Kaman’da ikamet etmekte olan Mümtaz Boyacıoğlu’nun, yayımlanmış kitaplarının
yanı sıra; öyküler, derlemeler, araştırma ve incelemelerinden oluşan basıma
hazır 7 kitabı daha vardır. Halen hayatını ve çalışmalarını Kaman’da
sürdürmektedir.
ESERLERİ:
Masal: İyi Geceler (1971).
Şiir: Ben Şiirim (2007).
Anı: Ben de Çocuktum Özlemlerimle
(2011).
KAYNAK:
Mümtaz Boyacıoğlu (Bilgi teyidi, 2018).
Bir sevdadır, anam sevdam.
Kara sevdam, anam sevdam.
Al beni, götür buradan.
Kara sevdam, anam sevdam.
Kar mı yağdı, saçlarına.
Neler geldi, başlarına.
Kurban olam, kaşlarına.
Kara sevdam. Anam sevdam.
Hemi sıla, hem de ana.
Hasret kaldım, kurban cana.
Ben yanmayım, kimler yana.
Kara sevdam, anam sevdam
Pek küçük, bıraktın beni.
Hiçbir şey, tutmaz yerini.
Bir tek daha, görsem seni
Kara sevdam. Anam sevdam.
Erken soldu, yeşil yaprak.
Akıp gitti, Kızılırmak.
Gökyüzünde, bulut olmak.
Kara sevdam. Anam sevdam.
Barış sana, kardeşim.
Barış sana, ey dünya.
Sevgi sana, ey dünya.
Sevgi sana, dünyalım.
Her şey sana, sevdalım.
Bir tohum, bir fidan,
Dikeceğiz yüreğimize.
Sevgi ile sulayacağız.
Sevgi ile bulacağız,
Barışı.
Ben barışa sevdalıyım.
Ben yarışa varım.
Ben barış için yarışacağım.
Dün siz vardınız.
Bugün biz varız.
Yarın onlar olacak.
İçimizdeki bu sevdayı,
Kimler anlayacak:
Atam anlamış.
Anlamışta anlatmış.
YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ:
İnsanlık için bu yarış.
Evrenseldir bu haykırış.
Top, tüfek, tank,
Atom, nükleer deneme.
Uzay yarışı.
Kan ve kin.
İstemiyoruz dünyamızda.
Öcü, cin, peri.
Karanlık, kötülük,
Dağılın,
Her şeyinizle boğulun.
Sizi toprak kabul eder ancak,
Ölünüzle, dirinizle gömülün.
Barış, sevgi,
Aydınlık...çiçek.
Daha nice duygular,
Hepsi bizim için,
Hepsi yarın için gelecek.
Hüsniye Özgür
Geçmiş tahta başına,
Elinde tebeşir,
Halkı toplanmış başına,
Mustafa Kemal’im ders verir.
60 kilometre yaya yapıldak,
Yalın ayak, baş kabak,
Üstümüzü, başımızı çalılar
yırtarak
Aya yıldızlara bakarak,
Anadan uzak, babadan uzak,
Okulumuza güçlükle vardık,
Yunduk yıkandık,
Giyinip kuşandık,
Sevgiyle okşandık.
Derste, atölyede
Çalıştık, çalıştık,
Bir yumurtayı bile kırmaya
sakındık.
Ve öğretmen olup
Issız yollarda
Köyde, bahçede, bağda
Işık olup dağılıp saçıldık.
Yumuk gözlere umut,
Titrek yüreklere
Kıvılcım olduk.
Issız Anadolu,
Yetim Anadolu
Kıraç susuz Anadolu
Ve gözyaşlarımız pınar,
Pınarlar ırmak oldu
çağlayarak,
Kıraç toprakları suladık, akarak,
akarak.
Hüsniye Öğretmenimi tanıdım
Seksen beş yaşında,
Gözlerinden ışıklar saçıyor,
Toprağa can verenlere
Ülke için çalışanlara
bakıyor.
Okulumu bir daha görebilsem,
Bakıcımın koluna girip
Okuluma gidip camını silip,
Yerlerini bir paspas
yapabilsem,
Siz emekli değil misiniz?
Bu yaşta mı çalışacaksınız?
Dedim.
Birden fırladı yerinden,
Kaşlarını çattı,
Elini bana doğru uzatırken,
Tokat vuracak diye çekildim
geriye.
“Ne, ne dedin sen?
Bana bak çocuk
Öğretmenin emeklisi olmaz,
Öğretmen ölene dek
çalışacak.”
Sözün bittiği yerde dondum
kaldım.
Ama çok, çok ders aldım.
Ben çocuğum,
Beş, sekiz, on yaşlarında.
Aklım ermez,
Bir şeyden anlamaz,
Söz dinlemez,
Yapamaz, çatamaz,
Bilmez, göremez,
Bir çocuğum,
Sizin gözünüzde.
Babamın, annemin,
Tüm büyüklerin gözünde,
Ben çocuğum.
Okul yolunda,
Annemin kollarında,
Babamın yanında,
Büyüklerimin göremediği,
Bilemediği,
Anlayamadığı,
Anlamak istemedikleri,
Bir çocuğum ben.
Evinden kaçan,
Parkta yatan,
Sokakta gezen,
Tiner çeken,
Çanta kaçıran,
İtilen,
Kakılan,
Horlanan,
Zorlanan,
Dövülen,
Sövülen,
Kovulan, çocuğum.
Ben çocuğum.
Çöpte ekmek toplayan,
Yaşıtları gibi okula
gidemeyen,
Doyasıya oynayamayan,
Oynayanlara imrenen,
Onları gizlice izleyen,
İnsanca doğan,
İnsan gibi yaşayamayan,
Sokak çocukları, dediğiniz,
Köprü altı çocukları,
dediğiniz,
O çok sevdiğiniz,
Biz çocuklarız.
Bakın büyüklerim:
Sizi ben çok severim.
Ellerinizden öperim.
Her sözünüzü tuttum,
Bundan sonrada tutacağım.
Sizin yaptıklarınızı
unutmadım,
Unutmayacağım.
Öğrettiklerinizin hepsini,
Hatta biraz daha fazlasını,
Yapacağım.
Bakın neler yapacağım:
Çimleri çiğnemeyeceğim.
Çiğnetmeyeceğim.
Çiçekleri koparmayacağım.
Yolda oynamayacağım.
Yanlışlıklarla,
Kafamı oynatmayacağım.
Üstümü kirletmeyeceğim.
Çevremi kirletmeyeceğim.
Hakkımı çiğnetmeyeceğim.
Haklıyı ezdirmeyeceğim.
Karanlık yerlerde
gezmeyeceğim.
Kirli işlere bulaşmayacağım.
Kötü emellere alet
olmayacağım.
Çünkü ben çocuğum.
Tüm bu çocukları
toplayacağım.
Onlarla gülüp,
Onlarla oynayacağım.
Önce, sevgiye doyuracağım.
Sonra, oyunlara doyuracağım.
Tıka, basa, yedireceğim.
Tertemiz, giydireceğim.
Tertemiz, gezdireceğim.
Okula göndereceğim.
Güzeli, doğruyu, öğreteceğim.
Sevmeyi, sevilmeyi,
öğreteceğim.
Onları dinleyeceğim.
Beyinlerini bilgi ile
Beceri ile dolduracağım.
Buyurmayacağım.
Onlardan, buyruk alacağım.
İşte ben, böyle çocuğum.
Ben çocuğum.
Bunları nasıl mı yapacağım?
Kolay.
Soyandan al,
Çocuklara ver.
Soyan doymaz.
Biz çocuğuz.
Çabuk doyarız.
Yetim kaldım, vatanımda,
yurdumda.
Bir daha gel, Atatürk’üm, bir
daha.
Ebe dede, her bilene, sordum
da,
Dediler ki: uyandırman, sakın
ha.
Kara sesler, karartıyor, her
yanı.
Hortumcular, boşaltıyor, bankayı.
Yönetenler, düşünmüyor,
vatanı.
Gören suçlu. Karışmayın,
sakın ha.
Mor menekşe, boyun büker,
yasından.
Paparazi, göbek atar,
basından.
Herkes kesti, ekmeğinden,
aşından.
Dertli ozan, saz çalmasın,
sakın ha.
Eserlerin, yok oluyor,
durmadan.
Yobazlarda, kol geziyor, her
yandan.
Faili meçhul, aydınlar,
yarından.
Umut kesti, yazdırmayın,
sakın ha.
Imefe de, mekan tuttu,
yurdumu.
Borca soktuk, oğlan ile
torunu.
Gün bu gündür, kim neylesin,
yarını.
Sağır sultan, duyurmayın,
sakın ha.
İşçi, memur, dar gelirli,
yürüyor.
Yalan, dolan hileleri,
görüyor.
Fazla değil, haklarını,
istiyor.
Nerde hakkın. İstemeyin,
sakın ha.
Kara Fatma, Kağnılarla,
yollarda.
İnönü, Sakarya,
Dumlupınar’da.
Savaşların, unutuldu, her
yanda.
Yeni nesli, Avutmayın, sakın
ha.
Kırık tekne, ile çıktın,
Samsun’a.
Kelle koltuğunda, girdin
Sivas’a.
Ne telaşa kapıldın, nede
yasa.
Tarih yazar unutmayın sakın
ha.
Bir daha gel, Atatürk’üm, bir
daha.
Bir daha gel, Atatürk’üm, bir
daha.
Sabahta bitecek,
Ölüm sessizliğinde deniz.
Kuş sesleri de artık
duyulmaz.
Bu yorgun yıllar götürür.
Ta uzaklara,
Tek umut uzakta,
Tek yaşam ıssız orman,
Ya da bir çöl, uçsuz
bucaksız.
Yalnız kalınca özlerim,
Çölü, ormanı,
Dağı, taşı,
Yalnızlık bana dokunmaz,
Yalnız kalmaksa ölüm,
Ben zaten çoktan ölmüşüm,
Ve yalnız yaşamaksa sevgi,
Ben onları çoktan aştım,
Doldum, taştım.
Geride gözyaşı,
Üç günlük hıçkırık,
Hiç birini istemiyorum,
Yeter ki beni rahat bırakın.
İstemiyorum artık.
Kalanlara geçim gerek
Ufak tefek yorgunluk ta
geçecek,
Yaşam normale dönecek.
Dünden iyi bu günün
Artık hesabı verilmez dünün.
Yapacaktı, yaptıydı diyerek,
İster yerinin, ister öğünün.
Yedisi, kırkı, yıldönümü,
Bir tabak helva da tadın,
Bunca geçen ömrümü
Adın eserlerde, anılarda
Bahtına ne çıkarsa ayda,
yılda
Varsın yatsın rahmetli nurda,
Veya,
Öldüğü yerde bir daha ölesi,
Daha görülmemişti böylesi,
Duanızı istemem,
Beddualarınız yeter bana
Kendimle götürürüm her şeyimi
Hayırlıdır böylesi.
Anıldıkça söylenir,
Dua bir kefede,
Beddua ötekinde.
Verdiğinle gidersin dostum,
Kalanlardan bekleme,
Herkes kendi derdinde.
Ve akşam karanlığında
Ölüm yorgunluğu,
Ve gecenin sessizliğindeki
Sonsuzluğu,
Ve ıssızlıkta ki yalnızlığı,
Yalnız bırakan acımasızlığı,
Yaşarken,
Nereden bilecekler,
Yalnız kalan cansızlığı
Ve geri dönenler,
Ve sevdiğini söyleyenler,
Ve üstünü örtenler,
Bir daha çıkmasın diye,
Toprağı dövenler,
Geri gelir sanırlar,
Gelir de,
Payımızı elimizden alır
sanırlar.
Var oluştan beri böyle
insanlar.
Böyle uyguladılar.
Böyle kuyladılar.
Ve gidenler, bir daha geri
gelmediler,
Gelip de, kimsenin payını
bölmediler.
Anam başak toplar,
Sarı sıcakta başak.
Çocuk yatacak,
Kurulur iki ağaç arasına
salıncak,
Çocuğa bir salıncak.
Anam başak toplayacak
Acep salıncağı kim
sallayacak.
Sallanır koyu yeşil gölgede,
Çocuk uyuyacak,
Anam başak toplayacak.
Yorulamaz, dinlenemez,
çalışırken,
Bir eli başımda,
Bir eli ile bıtırak
temizlerken.
Dinlenir anam ancak
Beni emzirirken,
İşte ta o zaman tanıştım
ceviz ile.
Ta o gün gördüm, cevizin
yeşilini,
Ta o gün gördüm, cevizin
yemişini.
Anamın bıtıraklı eli kafamda
gezinirken
Cevizi seyrederken
Gökyüzü yeşil mi olmuş ne?
Maviyi göremedim yapraktan.
Serin ılık esen rüzgardan,
Yeşili seyrederken,
Can biten topraktan,
Salıncakta ben varım,
Cevizde salıncak.
Beni daldan dala kim atacak.
Aradım gelmişini, geçmişini,
Kaman’ı yurt tutmuş,
Toprağına sağlam tutunmuş.
Kaman’da ceviz.
Ceviz oynar, ceviz yeriz.
Bize çerez, katık bize ceviz
Anam beni emzirirken,
Anam bıtırak temizlerken
Toprakta bıtırak ve başak,
Tepesinde sarı sıcak,
Cevizin gölgesinde kim
yatacak
Cevizin gölgesinde,
Yatıp oturmak nerede.
Gün batmadan daha,
Kağnı yüklenecek,
Gıcır, gıcır, yaya, yapıldak,
Köye gidilecek,
Evde iş, güç görülecek.
Gökyüzünün mavisini de
gördüm.
Koşup oynarken.
Salıncağı artık ben salladım,
Kardeşim uyurken.
Derede çimerdik mal güderken.
Ve bir gün çırptık cevizi.
Cevizin parası ile aldık
çeyizi
Allı geline allı duvak,
Cevizde yeşil yaprak,
Allı gelin ile koşarak,
Tuttuk cevizin yolunu,
Okşadık kanadını kolunu.
Salıncakta allı gelin
Yeşil gökyüzü, sarı sıcak,
Daldan dala atılacak,
Burcu, burcu kokan dal,
Allı gelin ile al, al.
Halka tuttuk bedene,
Gelişmiyor, iki kucak.
Koşup oynarken köşe bucak
Tepemizden anam bakıyor,
Sarı sıcak yakıyor.
Ellerine kına yakıyor.
Kapkara, ceviz kınası.
Ne ağrısı kalmış, ne de
yarası.
Bıtıraklar artık batmıyor.
Allı gelini görmüş,
Mutluluktan yerinde bile
yatamıyor.
Koyu yeşil ceviz dalı,
Beyaz kefen, allı duvak
Kınalı ellerde toprak,
Üstünü örterken başak,
Ve toprağı kucaklayarak,
Bir elinde ceviz dalı,
Diğerinde başak,
El sallarken allı geline,
“Torunlarıma iyi bakın,”
“Cevizin dalında sallayın.”
“Daldan dala atın onları,”
“Mutlu olsun sonları.”
“Gözüm açık kalmasın,”
“Gözünüz gibi koruyun
canları.”
Cevizin dalında salıncak,
Salıncakta daha çok çocuk
oynayacak,
Her salıncak, sallandıkça,
Anam mutlu uyuyacak,
Çıktım yücesine seyran eyledim
Cebel önü çayır çimen görünür.
Bir firkat geldi de coştum
ağladım
Al yeşil bahçeli “KAMAN” görünür
Anadolu’nun her yanında adına ve şiirlerine rastladığımız Dadaloğlu’nun birçok yerde mezarı bulunmaktadır. Kaman’da bunlardan bir tanesidir.
19. Yüzyıl Halk Ozanı Dadaloğlu ve onun bağlı bulunduğu Türkmen oymağı olan Avşarlar, geçimlerini hayvan beslemekle sağladıkları için geniş otlaklara ihtiyaçları vardır. Bu nedenle kış aylarında, Mersin’den, Adana, Şam, Halep, Rakkadan Fırat Nehrini izleyerek kuzeye doğru, Elbistan ve Uzunyayla’ya kadar olan bu geniş alanı kışlak olarak, Torosların kuzeyinde Niğde, Kayseri, Kırşehir, Yozgat Bozok Yaylarını da yazlık olarak kullanmışlardır
Avşarlar, konargöçer olarak yaşarlarken hiç durmadan gezdikleri için devlete vergi vermekten de kaçınmışlardır. Bu karışık ve disiplin bozucu durumlarını önlemek için devlet tarafından üzerlerine asker gönderilmiştir. Yılda iki kez Torosları aşarak yaşam mücadelelerini sürdüren Avşarları yerleşik düzene geçmeleri için zorlayan Osmanlı yönetiminin emirlerine karşı gelerek göçlerine devam etmişlerdir.
Bu karşı gelişi, bu haykırışı, Dadaloğlu’nun şu dizelerinde görürüz.
Kalktı göç eyledi Avşar elleri,
Ağır, ağır giden iller bizimdir.
Hakkımızda devlet vermiş fermanı,
Ferman Padişahın, dağlar
bizimdir.
Bu haykırışları bazen kuzey
yaylaların sertliğinde, bazen de Çukur Ovanın sıcaklığındadır.
19. Yüzyılın halk ozanlarından olan Dadaloğlu, 1785 – 1876 yılları arasında Çukurova, Toroslar ve Anadolu’da konar-göçer Türkmen Aşiretlerini dolaşarak yaşamış toplumcu bir halk ozanıdır.
Dadaloğlu’nun şiirlerinde, içinde yetiştiği dönemin ve Avşarların tarihini buluyoruz. Yaşam uğraşlarını ve yaşam kültürlerini buluyoruz. Türkmen yiğitlerinin kılıç sallayışlarının, at binişlerinin öykülerini görüyoruz.
Türküleriyle, bozlaklarıyla halkının yaşam biçimlerini dile getirirken, Padişaha, Osmanlıya karşı çıkışıyla da bir kavga ve yiğitlik ozanı olarak görüyoruz kendisini.
Osmanlı aydınlarının halk ozanlarına önem vermemeleri, şiirlerin zamanında tam olarak saptanmaması yüzünden halk ozanlarının söyledikleri şiirler karışıklığa uğradığı gibi bir kısmı da kaybolmuştur.
Dadaloğlu’nun şiirlerinde de hiçbir yazılı kayıt bulunmasa da, O’nun duygu pınarından dökülen şiirlerini, Avşarlar belleklerinde taşıyarak Çukurova’da ve Anadolu’da pınar olup akmışlar, her yörede yaymışlardır. Bu nedenle halkın sahiplendiği şiirleri aşiret geleneklerine uyularak dillerde ve gönüllerde yaşayarak unutulmamıştır.
Dadaloğlu’nun asıl adı Veli’dir. Anasının daha sonraları Kırşehir yöresine yerleşen Cerit aşiretinden olduğu rivayet edilmektedir. Babası Aşık Musa, Avşar aşiretinden olup Kaman’a bağlı Savcılı ve Toklümen Bucaklarında imamlık yaptığı, aynı zamanda bir saz şairi de olduğu için, Toklumen’li Aşık Said’in de hocası olduğu söylenir.
Dadaloğlu kendi deyimi ile yedi iklim dört köşeyi baştanbaşa dolaşıp Türkmen aşiretlerine sazıyla, sözüyle güç verirken, soy ve kan bağı nedeniyle Kırşehir İlini ve Kaman İlçesini de oba oba gezerek şiirler söylemiştir.
Dadaloğlu ve göçer Türkmenlerinin en son Kaman’a geldiklerini son iki şiirinden de anlıyoruz.
Şiirin bir bölümünde;
Şu Kaman’ın dağlarına,
Cebel önü çayır çimen görünür,
Bir firkat geldi de coştum ağladım,
Al yeşil bahçeli Kaman görünür.
Dadaloğlu’nun Kaman’da ne işi var, neden gelmiş buralara kadar diye bir soru gelebilir aklımıza.
Araştırmacı Öğretmen Yaşar Şahin arkadaşımızdan aldığımız bilgilere göre; Uzun ve mücadele dolu yaşamında artık yaşlanmıştır. Daha önceleri, birinci eşinden habersiz, Kaman’ın Hamit Köyündeki Ceritlerden bir hanımla ikinci evlilik yapmıştır. Yaşlanınca ikinci eşinin yanına dönmek isteyince durumu öğrenen Cerit Beyleri ikinci eşini Dadaloğlu’na vermezler. Yaşlılık, hasretlik ve yokluk çeken Dadaloğlu, Kaman ve çevre köylerde kır atı ile gezip, saz çalarak yaşamını sürdürmeye çalışır. Artık gezemez duruma gelince söylentilere göre Kuluncak – Terelik mevkiinde bir bağ evinde, diğer söylentiye göre de açlık ve kıtlığın yoğun olduğu bu dönemde Terelik suyu üzerinde bulunan Mamalıların su değirmenine sığınır. Değirmen kömbesi ile yaşamını sürdürürken nihayet bu değirmende yaşamını yitirir.
Her ne kadar mezarının nerede olduğu bilinmese de, yönetime başkaldırısı ve Yörüklerin yaşam biçimlerini şiirleri ile anlatan DADALOĞLU’NU seven halk tarafından Kaman’ın kuzeyinde bulunan Ziyaret tepesine kaldırıldığı rivayet edilmektedir. Bir mezarın bulunduğu bu tepede akşamları bir ışığın yandığını, ermiş bir kişinin burada yattığını kabullenen Kaman halkı kutsal saydıkları bu tepede gerekli zamanlarda yağmur duasına çıkmaktadır.
Yaşar Şahin Arkadaşımız uzun araştırmalar
sonu elde ettiği belgelerle; “Dadaloğlu’nun ömrünün son günlerini Kaman
civarında geçirdiğini ve mezarının bu topraklarda olduğunu savunmuştur.” O zamanın il genel meclisi üyesi H. Ali
Kutlu konuyu Valiliğe taşımıştır. Valilik ve İl Genel Meclisi tarafından
desteklenen bu görüşe yine o yılların Kaman Belediye Başkanı H. Yusuf Canpolat
sahip çıkmıştır. Belediye Meclis kararı ile Dadaloğlu’nun Mezarının var
sayıldığı Ziyaret Tepesinin adının “Dadaloğlu Kültür Merkezi olmasına, anıt
mezarının ve heykelinin buraya yapılmasına” karar alınmıştır.
Belediyece kurulan araştırma komisyonunun çalışmaları sonrası elde edilen
bulgular Belediye Kültür Müdürü Mehmet Atılgan tarafından derlenerek “ÇUKUROVA’DAN KAMAN’A DADALOĞLU”
kitabını yayınlamıştır.
Yine bugün efkar ile doluyum.
Kara gözlüm civan boylum
ağlama.
Bugün yarın belki düğün
olacak.
Ekmek ile halva alırım sana.
İnci, boncuk, takılar
alamadım.
Altın zincir, küpeler
takamadım.
Gül yüzüne doyarak bakamadım.
Yavrum allı fistan alırım
sana.
Kaldırıp başını bakma yüzüme.
Kurban olam senin kara
gözüne.
Hele bir çıkayım gurbet
düzüne,
Lastik, potin, çizme alırım
sana.
Hani diyorum ki,
Şöyle usulca açılsam.
Hani diyorum ki,
Şöyle yavaşça sarılsam.
Hani diyorum ki, bazen,
Yalnızlığa,
Yapayalnızlığa alışsam.
Ah bir alışabilsem.
Hani diyorum ki, bazen,
Alsam başımı gitsem.
Hani diyorum ki,
Her şeyi dert etmesem.
Yemesem içmesem de,
Hani diyorum ki, bazen,
Netsem neylesem de,
Ah o sevdiğimi,
Bir eğlesem.
Bir eğleyebilsem.
Hani diyorum ki bazen,
Çocuklara gitsem,
Çiçekler derlesem,
Hani diyorum ki,
O çiçek gibi çocukları,
Bir sevsem.
Ah bir gül verebilsem.
Hani diyorum ki bazen,
Saz çalabilsem.
Türkü söyleyebilsem.
İnlesem.
İnim inim inlesem.
Türkü dinlesem.
Hani diyorum ki,
Şöyle dertlice, delice,,
Yüreğimi delercesine,
Bir türkü söylesem.
Bir türkü söyleyebilsem.
Hani diyorum ki bazen,
Kendi kendime,
Gülmeyenleri,
Gülemeyenleri,
Bir görsem.
Bir görebilsem.
Bir güldürsem.
Bir güldürebilsem.
Hani diyorum ki,
Güzelim.
Yağmur yağarda,
Toprak kokar ya,
Güneş doğar ya,
Güneşle beraber,
Çiçekler açar ya.
Kelebekler uçar ya,
Çocuklar coşar ya.
Hani diyorum ki,
İşte o zaman,
Mutluluğu gördüğüm an,
Bir ölsem.
Ah bir ölebilsem
Ocak ayı bahar yaşar dağları
Yosun kokusunda kaldırımlar
Rüyalarımda gerçek anılar
Çiğ ıslatmış otları
Tepemde dolanıyor sis
bulutları
Hanımeli uzanmış odama
Hoş geldin ziyareti mi ne?
Bayram ediyor ciğerlerim
Bir tiryaki açlığı ile
Fısıltıyla kulağıma;
“İŞTE BURASI FETHİYE”
İncirköy’den doğan güneş
Kanat çırptı bulutlara
Bulutlara dolaştı kartal,
Taktı cırnağına Kütüphanede
“Tut kanadımdan Kamanlı”
“Sıkı tut bırakma”
Kartalda kanat
Rüzgarlı kanatta ben
Dolaşıyoruz tepelerden
bakarak
Ak Başıyla Baba Dağı
Uzatmış yeşil etek şalını
Çalışta denize kadar
Telmessos’u, Meğri’yi,
Fethiye’yi
Sahilde kursunlar
Bir bel kırımında Ölü Deniz
yolu
Kaya Köyde yetim kalmış taş
evler
Baykuşlar yanık ağıtlar
söyler
Geceleri Rodos’a doğru
yönleriyle
Bu ağıtlar niye
Kaya mezarlarda krallar
Krallar taş, kayalar tarih
kokar
“İŞTE BURASI FETHİYE”
Şehir üstünde bir tur
Tarih bulutunu delerek
Direklere değme sakın
Direkleri bekler tekneler
Bir tepsi saflığında deniz
Yorgun ürkek martılar
Bir tur daha
Mavinin yeşilin üzerinden
Foça’da, Günlük Başında
villalar
Villalar, seralar
“Villaların çoğunu
Sattılar yabancılara
Karıştık, alıştık birbirimize
Olduk hısım akraba
İşin içinde para var ya”
Sordum kartala bir daha
Duyamadım ne diye
“İyi bak, unutma”
“İŞTE BURASI FETHİYE”
Kargı’dan geçiyoruz
Düğün mü yapılmış eşeklere?
Efesinde kınalı çorap
Kiliminde nakış, kıldan
çadırı
Öküz derisinden çarığı
Dünden kalan tüm izler
Enver Yörük Müzesinde
sergiler
“Tepenin arkası benim köyüm,
Tütün tarlalarında emek
Keçi güttüğüm tepeler,
Çimdiğimiz dereler
Ekmeğim, aşım, toprağım
buralar
Çıktık alnımızın akıyla
Dereden tepeden geldik nereye
Boyacıoğlu gördüğün her yer;
İŞTE BURASI FETHİYE”
Çalış plajı durgun
Ak bir gerdan uzunca
Martıları inci dizili
Gün batımında
İnce kum, Çakıl taşları
Yorgun dalgalarla bitiyor
dansları
Güneş suya hasretle dalıyor
Gök kızıl, deniz yanıyor
Kışın ılık nefesi ısıtıyor
içimi
Öyle azgın da bakmaz denizi
Kudurmuyor Karadeniz örneği
Ocak ayında çiçek
Çiçeğe tutunmuş böcek
Anadolu donmuş her yer sis
Doğuda buz ve kar
Anadolum alışık yalnızlığa
Ben Anadolu’ma sevdalıyım
Düşlerimi böldü Fethiye
Hello, selam merhaba
İŞTE BURASI FETHİYE
İtildiniz, kakıldınız
Yalnız bırakıldınız
Dışarı atıldınız
Yine de evim dediniz
Erim dediniz
Çocuğum dediniz
Böyle yürüyordu düzen
Böyle gitmedi
Verilenler yetmedi
İnatla sabırla
Güçlüklerle yarıştınız
Çok zorluklar aştınız
Hatta taştınız
Ama ulaştınız
Daha da ulaşacaksınız
Hatta aşacaksınız
Öyle sevecen
Öyle özverilisiniz ki
Sizin eşiniz toprak
Sizin işiniz vermek
Hem de karşılıksız vermek
Çünkü sen kadınsın
Çünkü sen anasın
Çünkü sen verensin
Ve sen
Toprak kadar da kutsalsın
NOT; BEN ŞİİRİM İsimli şiir kitabından
Yüzyıllar önce Kaman çevresinde dere boylarına, bahçelere
dikilen ceviz ağaçları toprağını sevmiş, suyunu sevmiş, iklimini sevmiş olmalı
ki yöre halkına kaliteli ürünler vermiş.
Yüzyıllar önce diyorum, çünkü;
Kaman'da ki anıt cevizin
350 yaşında olduğu belirlendi. Bu son yıllarda yaşı 40’e yaklaştı. Demek ki
asırlardan beri Kaman'da yetişen cevizin ünü durup dururken yayılmamış her
tarafa.
“Ceviz
ile peynir,
Ne güzel yenir.”
Özdeyişinden hareketle,
Cevizi ile peyniri, gevrek ekmeğinin
arasında dürüm alan yöre halkı gelen konuklarına da ikramda kusur etmemişler.
Uzun kış günlerinde çerez olarak da yenen cevizimiz Kaman dışına da hediye
olarak taşmış, ta o yıllardan bu yana.
Ayrıca; “An beni bir koz ile de,
Çıkarsa
da, çürük çıksın,”
Özdeyişi de, günümüze kadar gelmiştir.
Hediye olarak çevreye gönderilen cevizlerimizin lezzeti ve kalitesi
gönderildikleri yerlerde kabul görmüş olmalı ki, ta o günlerden KAMAN CEVİZİ
ismi yayılmaya başlamış Anadolu da.
Kabuğunun ince oluşu,
Büyük oluşu,
İçinin beyaz ve dolu oluşu,
Lezzetli oluşu,
Damak tadına düşkün olan halkımız
tarafından kabul görürde adı çevreye yayılmaz mı? Adı dalga dalga yayılan bu
yemişimizin adını pek çok yöre kullanmaya başlamışlar.
Hatta Ankara, İstanbul, İzmir gibi bir çok
büyük şehirlerde tezgahlarda satılan cevizlerin üzerinde KAMAN CEVİZİ yazıları
görünmeye başlar yıllar öncesinden günümüze kadar. KAMAN CEVİZİ ile hiçbir
ilgisi olmayan çetin ve ufak cevizlerle bile bizim adımızı kullanıyorlar o gündür
bu gündür. Hatta pek çok Kamanlı bu tür reklamı görünce satıcılara müdahale
bile ederler. Bu satıcılar, bu görüntülerle her ne kadar bizim adımızı
kullansalar da, aynı zamanda bizim reklamımızı da yapıyorlardı farkına
varmadan.
Zaman ve olaylar öyle ilerliyor ve
gelişiyordu ki, her il, ilçe ve köyler bile kendini tanıtabilmek için adı ile
tarihi ile ürettiği ile şenlikler yapmaya başladılar. Bu şenliklerde kavun,
karpuz, kiraz, üzüm gibi meyve isimlerinin yanında her yerin özelliği ne ise o
isim kullanılmaya başlandı. Her tarafta yapılmaya başlanan bu şenliklerin
elbette o yöreye tanıtım ve ekonomik getirisi de oluyordu. Bu düşünceden
hareketle, KAMAN CEVİZİNİN adından
yararlanmak, Kaman'ımızı ve cevizimizi tanıtmak amacı ile geçmiş yıllarda ön
çalışmalar başladı.
Belediye Başkanı Y. Ziya Aygün döneminde
(1984 -1989) Kırşehir'de kutlanan AHİ Şenliklerine Belediyece katılırlarken
halk oyunları ekibimizle bizim okulu da davet ettiler. Topluca Kırşehir'deki
törenlere katıldık. Törenin uygun bir yerinde, 5 - 6 cevizin
yanında, "GELECEK YIL KAMAN CEVİZ ŞENLİĞİNDE BULUŞALIM" yazılı
paketleri bizim öğrencilerimiz protokole ve halka dağıttılar. Büyük ilgi
toplayan bu başlangıç çalışmalarımız yöneticilerimizi daha da hızlandırdı.
Fakat her nedense ertesi yıllarda bir türlü ceviz şenliğine başlanamadı. Ama
atılan bu ilk adım da belleklere yerleşti.
Artık Kaman'da ceviz festivali yapılmalıydı.
1990 yılında ilki yapılan KAMAN CEVİZ
festivali, Belediye Başkanı Yusuf Canpolat zamanında yapıldı. Komite içinde
kurulan her komisyon kendi dallarında canla başla çalıştılar. Kaman'a ve
cevizimize yakışır ilk festival 3 gün sürdü.
İlk ceviz festivalinin her türlü
sorumluluğunu belediye yüklenmişti. Fakat Ceviz konusunda yıllarını harcamış
Rahmetli Yüksek Ziraat Mühendisi LOKMAN
AVŞAR bu ilk festivalde yatmadı, oturmadı, bir saniye dinlenmeden Kaman
merkez ve tüm köylerde, dağ bayır, gece gündüz demeden, cevizleri bir bir
taradı, örnek cevizler alarak, cevizleri iç ve kabuklar olarak ayırdı. Altın
tartar gibi ölçüm ve tartmalarla cevizlerin oranlarını, kalitelerini
belirledi.
İlk ceviz festivali, Kaman ceviz festivali
değil de, sanki Lokman Avşar festivali idi. Canla başla çalışırken ceviz
konusunda bir şeyler anlatırken, açlığını ve uykusunu unutuyordu. Bu çabalarla
Kaman Cevizinin adını Kaman’dan ve ülkemizden dışarı taşırırken kapama ceviz
bahçelerinin kurulmasına da ön ayak oluyordu. Her gördüğüne, tanıdığına ve
konuştuğuna, "ceviz bahçesi
kuralım," gibi uyarılarda bulunuyordu.
Bu kadar çalışkan, bu kadar dayanıklı, bu kadar işine bağlı, cevizle yatıp
cevizle kalkan, Kaman Cevizinin babası, değerli arkadaşım Lokman Avşar'ın bu
denli çalışmalarını kim göz ardı edebilir ki?
İlk yıllarda, cevizi tanıtabilmek ve
satabilmek için Belediye çevre köylerden ceviz satın alarak belediye önünde
kurduğu tezgahta az da olsa dışardan gelen konuklara ceviz satımını
gerçekleştirdi. Ayrıca bu alınan cevizlerin çoğu da gelen konuklara hediye
edildi.
İlk yıllarda halkımız tarafından ceviz
getirip satma sıkıntısı yaşanıyordu. Ceviz festivali her yıl yapılarak devam
edince, ceviz üreticileri kendi yetiştirdikleri cevizleri satmaya başladılar.
Daha sonraları festival günleri bir panayır havası almaya başladı. Üretici,
cevizin yanında diğer ürettiği sebze, meyve ve bakliyat ürünlerini de satmaya
başladılar.
1. Ceviz festivalini, ertesi yıllarda ki
festivaller izledi. Her yıl daha da ileri gidilerek bir yıl öncekine göre
eksik ve yanlışlıklar giderildi. Kaman Ceviz Kültür ve Sanat Festivali artık
Kaman ile özdeşleşti ve rayına oturdu.
1990 yılından bu yana yapılmakta olan KAMAN
CEVİZ KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ birkaç kez kesintiye uğrasa da üreticilerin ve
halkımızın istekleri doğrultusunda devam etmektedir.
Yine 1990 yılından bu yana ceviz bahçeleri
kurulmaya başlandı. İlk yıllar belediye, ceviz bahçesi kuracaklara yardımcı
oldu. O yıllarda kurulan ceviz bahçeleri artık bu yıllarda ürünlerini vermeye
başladı.
İlçemiz çevresinde ceviz bahçesi kurmada ilk
sırayı BAŞKÖY beldemiz önde götürmekte. Şu anda Kaman çevresinde 100 e yakın
bahçe kurulmuş durumda. Buna her yıl 10’larcası da eklenmektedir.
Kaman Cevizinin adı, Kaman dışına
yayıldıkça, çevre il ve ilçelerden tohum ve fidan istekleri de gün geçtikçe
çoğalmaya başladı. Bahçesinde fidan yetiştiren pek çok üretici, bütçesine
ekonomik katkıda bulundular.
Öncelikle cevizin önemi, beslenmede ki yeri
yeterince işleniyor.
Eskiden kalan cevizlerin
dışında kurulan ceviz bahçelerimiz üretime geçmiş durumda. Birkaç yıla kadar
ilçemizin ekonomisine önemli katkılarının olacağını kimse göz ardı edemez.
Ayrıca, ülkemiz içinde ve
dışında sosyal dayanışmanın ve kültür alış verişinin de öncülüğünü yapan bu
festivalin kesintisiz yapılmasında ki faydalar elbette pek çoktur.
İlçemizin tanıtımında en büyük yeri olan cevizin önemi de gün geçtikçe daha iyi
anlaşılmaktadır.
Bir yaşamın
bittiğini selâ ile duyururken ceviz dallarının sallandığını, hatta birçok cevizin yere düştüğünü görür
gibi oluyorum.
Eskiden beri Kaman
cevizinin ünlü olduğunu, adının tüm yurtta söylendiğini duymuştuk. İşte bu
noktadan başlayarak bu merkezden ilerleyerek yaptığı çalışmalar ile adını tüm
yurda ve tüm dünya'da duyuran Yüksek Ziraat Mühendisi Lokman Avşar gece, gündüz
çalışmaları ile başarılarına başarı katmıştır. Kaman cevizinin adından
yararlanarak 1989 yılında 1.si yapılan Kaman ceviz şenliğinde Kaman cevizinin
kalitesi gün ışığına Lokman Avşar'ın çabaları ile çıkmıştır. Kaman 1, Kaman 2,
Kaman 3, Kaman 4, ve 5 cevizleri Türkiye ve dünyada yerini almıştır. Kalite ve
tat alanında yerini alan bu ceviz türlerini araştırması tanıtması ve çoğaltması
için yaptığı çalışmalara tüm insanların yanında kurtlar, kuşlar ve tüm canlılar
tanıklık ederler herhalde.
Kaman
cevizinin kalitesi belirlenip tanıtıldıktan sonra "görevim bu kadar,
benden bu kadar" deyip yan gelip yatmadı Ceviz Lokman. Artık ceviz
bahçeleri yapılmalı, cevizler çoğaltılmalı idi. Bu inançla herkese ceviz
bahçesini kurması için bildiği tüm bilgileri aktardı. Yılmadı, usanmadı. Dağda,
taşta, ilde, ilçede, köyde ceviz bahçesinin özelliklerini anlattı. Başarılı da
oldu. Gerek tv kanallarında, gerek gazete ve dergilerde, gerekse fotokopi
baskıları ile tüm bilgilerini herkese aktardı. Cevizi ve ceviz bahçesini
anlatırken adam kendinden geçiyor, diğer
geleni görmüyor, vaktin geçtiğini bilmiyor, acıkmıyor susamıyordu. Bildiklerini
anlatırken ağzı ve boğazı kuruyor sesi kısılıyordu ama O yine anlatmaya devam
ediyordu. Dünyası, malı-melalı,
canı-cananı her şeyi cevizdi, O'nun.
İşte bu nedenle ben kendisine "CEVİZ LOKMAN" demiştim de,
yüzünde tatlı bir tebessüm görmüştüm o an.
1957-1960
yıllarında orta okuldaki başarı ve çalışkanlığı 2004'e kadar, daha da artarak
ve hızla devem ediyor.. Başarılı olmak
onun işi idi. Ta o zaman ki sessiz, sakin, duygulu oluşu tüm yaşamında da devam
etti. Yalnız sessizliğini ceviz sevdası, ceviz tutkusu bozdu her halde.
İlk
ceviz şenliği yıllarında ceviz tespit etmek için gittiğimiz her ceviz
dallarının altında ceviz meyvelerini toplarken mutlu oluşunu bence görmek bir
ayrıcalıktı. Her ağacın cevizinden birkaç tane alıyor, torbalıyor. Torbanın
üzerine cevizin künyesini yazıyor, ceviz ağacını numaralandırıyor, topladığı
tüm cevizleri altın terazisi ile tek tek tartıyor. Kabuğunu bir ayrı, içini bir
ayrı, altın kalbi ile altın gibi tartarak, ölçerek buldu bu Kaman Cevizlerinin
özelliklerini. Buldu da ne yaptı. Elin adamı sahiplendi. Kaman Cevizinin adını
değiştirdi. Özelliklerini farklı tanıttı. Kitap bastı elin adamı. İşte bu olay
bundan sonra rahatsız eder bence Ceviz Lokman'ımı.
Kaman
ve çevresin de bir, iki, üç, beş, on ve yüzlerce çoğaldı ceviz bahçeleri. Ceviz
bahçeleri çoğaldıkça Ceviz Lokman'ımın çocukları da çoğaldı. Çünkü Lokman her
bahçeyi çocuğu gibi görür. Meyvelerini de torunlarım diye severdi. İşte bu
nedenle dünyada Lokman'dan çocuğu çok olan, Lokman' dan torunu çok olan bir
kişi daha yoktur diye düşünüyorum.
Projelerinin
içinde, birincisi ceviz ve ceviz bahçeleri, ardından badem bahçeleri, susuz
ceviz ve badem bahçeleri ile kavak üretimi vardı. Bunların hepsini de uyguladı.
Gördü ve keyfini de yaşadı kanımca
Ceviz
bahçeleri çoğalırken ceviz fidanları da çoğaldı son yıllarda. Ceviz fidanı
ticareti bir sektör haline geldi Kaman'da. Sonbahar ve kış aylarında binlerce
Kaman Cevizinin özelliklerini taşıyan fidanlar ülke genelinde Pazar buldu ve
dağıtılıyor.
Biraz da sayfanın öbür yüzüne bakalım.
Kaman Cevizi ve Lokman:
Ne
bir iş yerinde, ne bir sokakta, ne bir cadde de, ne bir parkta ceviz ve Lokman
ismi göremedim. Eğer var ise beni bağışlayın.
Hani
gönül istiyor, şöyle cevizli bir yol. Cevizli bir cadde. Lokman görünen ve
ceviz kokan bir park, bir anıt.
Derler ki: "Kör ölür badem gözlü
olur." Bende diyorum ki: "Ceviz Lokman aramızdan ayrıldı. Acaba ceviz
gözlü olur mu ki?"
Belli
ki sağlığında Kaman'ı istemiş yakınlarından. Cenazesi Ankara'dan alınarak
Kırşehir'e, Kırşehir'den Hirfanlı Gölü kenarında ki büyük bir bahçeye, oradan
doğduğu köy olan Savcılı Meryemkaşı Köyünün Mahallesi olan Akpınar'a uğradıktan
sonra Kaman'a getirildi. Belediyede yapılan saygı ve anma töreni kendini
sevenleri ve ceviz bahçesi sahipleri ve tüm dostlarını duygulandırdı.
Anıt
Ceviz diye adlandırdığı cevizi çok sever her fırsatta ziyaret ederdi.
Atatürk'ün "İstikbal Göklerdedir" dediği bakış gibi gözlerini kıpış
kıpış eder sağ eliyle gözlerini siper ederek usulca mırıldanırdı.
"Kaman'ın ve Kamanlının geleceği bu cevizlerdedir." Derdi.
Anıt
cevizin gölgesi gibi, şöyle ceviz gölgeli, ceviz şiirli, ceviz meyvesi
görünümlü bir anıt mezarı sen çoktan hak ettin Ceviz Lokmanım. Mezarının yeri çok
uygun. Çevresi dolmadan önlem alınarak anıt mezara uygun bir yer çevrilirse
ileride yapılmak istenenler kolay olur diye düşünüyorum. Bence sevenlerin ve
ceviz üreticileri seni unutmazlar ki.
Diyorum
ki: Bir ilde, bir ilçede, bir kasaba ve bir köyde bilim ve sanatçılara gerekli
değer, gerekli önem, gerekli olanak tanınmaz ise o bilim ve sanat adamını yok
edebilirsiniz. Fakat bunun yanında o ilin, o ilçenin, o kasaba ve köyün de
adını, kültürel, sosyal ve ekonomik değerini de kaybedersin. Acaba bu
yanlışlığın tedavisi var mı ki?
Şiir, öykü, ve romanlarda, oyunlarda,
ressamın tablosunda ki yöre isimlerini belleklerden silmek kolay mı?
İşte
bize büyük bir fırsat. İşte bize bir ceviz Lokman. Çalışmalarını başarılarını
anlatmakla bitiremeyiz. Mademki adam başarılı, mademki adamın eserleri Kaman'ı
aştı, işte bu başarı ve çalışmayı ölümsüzleştirelim. Anıtlaştıralım. CEVİZ
LOKMAN adına kurulacak bilim ve araştırma kurumunu görür müyüz ki?
Sen
rahat uyu be hey koca Ceviz Lokman. Sana ne var? Senin cevizlerin var. Senin
toprağın var. Bu toprak var ya, bu toprak. Bereketli toprak. Can toprak.
Üretken toprak. Ve de iletken toprak. Senin tenini kendinde hisseder hissetmez,
ne zaman iletti, ne zaman haber verdi ceviz ağaçlarına? O an tüm ceviz ağaçları
senin resimlerini çizdi gövdelerine. Tüm ceviz yaprakları senin şarkılarını
söyledi. Tüm ceviz meyveleri bu şarkılara tempo tuttu. Kuşlarda katıldı bu
koroya sanki. Cevizim, Ceviz Lokman'ım.
Her
ceviz dikilişinde senin ömrün uzuyor. Senin adın ölümsüzleşiyor. Dağ aşırı,
deniz aşırı adın yayılıyor tüm dünyada. Rahmetli Madaralı'nın dediği
"ceviz diken 150 yıl yaşar." Tezine karşı gelir gibi sen binlerce yıl
yaşarsında bizler görür müyüz ki?
Koca Lokman'ım. Cevizim. Ceviz Lokman'ım.
Sana ağıt
yakışmaz. Sana şiir yakışır. Sana türkü yakışır.
Sana ceviz yakışır. Cevizim. Ceviz
gözlüm.
Hani diyorum ki,
Ceviz Lokman'ım.
Şöyle bahçeme bir
ceviz diksem.
Ceviz büyüdükçe, sen de büyüsen.
Her cevize bakışta,
Hani diyorum ki
Her cevize dokunuşta
Gövdende torunlarıma,
Bir salıncak kursam
Dallarınla, yapraklarınla
Bir türkü söylesem.
Hani diyorum ki
Be Koca Ceviz Lokman'ım
Bir de ben,
Bir de ben, senin gibi,
Bir
ölümsüzleşebilsem.
11
Ağustos 2004
Mümtaz BOYACIOĞLU
İspanya’da
bilim adamlarının yaptığı ve American College of cardiology dergisi’nde Eylül
2006 da yayınlanan bir araştırmada cevizin damarlar üzerine etkisi
araştırılmış.
Çalışma
12 sağlıklı, 12 kolestrolü yüksek olan toplam 24 kişi üzerinde
gerçekleştirilmiş. Araştırmaya katılanlar 1 hafta süreyle yağ oranı yüksek
yemeklerle beslenmiş. Her öğün sonrasında araştırmaya katılanların yarısına
Sonuçta
hem zeytinyağının hem de cevizin yağlı besinlerin damara verdiği zararı
azalttığı gösterilmiş. Ayrıca cevizin damarların esnekliğini de koruduğu
belirlenmiş.
YAŞAMA SANATI Fatih Üniversitesi ve
Hastanesi, Sağlık, Kültür, Sanat, Magazin Dergisi
Sayı
: 7, Ocak – Şubat – Mart 2007
Nasrettin
Hoca bir gün dinlenmek için bir ceviz ağacının altına uzanır. Tam uykuya
dalacağı sırada, gözü yan tarafta bulunan kabak bitkisine takılır. Küçücük
bitkide kocaman kabakları fark eder. Başını kaldırıp ceviz ağacına bakar,
kocaman ağaçta küçücük cevizleri görür. Kendi kendine:
- Ne tuhaf bir durum, koca ağaçta küçücük cevizler, küçücük bitkide kocaman
kabaklar, bu işte bir terslik var, diye düşünür. Bence bu kabaklar ceviz
ağacında olmalıydı, der.
Tekrar uyumak için gözlerini kapatır. Bu sırada ağaçtan bir ceviz başına düşer.
Birden büyük bir acı ile yerinden fırlar. Bir cevize birde kabağa baktıktan
sonra:
-Allah’ım sen her şeyin iyisini bilirsin, ya daldakiler kabak olsaydı halim ne
olacaktı, diye sevinir.
Aralık
2015
Mümtaz Boyacıoğlu
Eğitimci – Şair – Yazar
KAMAN
1 = Ceviz çürüksüz olmaz.
2 = Cevizin içi dışına benzemez.
3 = Cevizle ekmek yemesi,
Güzelle muhabbet etmesi.
4 = Koz gölgesi, kız gölgesi.
5 = Koz kabuksuz olmaz.
6 = Cevizi karga diker,
Kızılcık kendi biter.
7 = Ceviz zamanında çırpılır.
- 1 -
Çırptım cevizi,
Aldım çeyizi.
- 2 -
Ceviz ile peynir,
Ne güzel yenir.
- 3 -
Gölgemiz serin,
Mazimiz derin.
- 4 -
Evde mobilyayız,
Kilimde boyayız.
- 5 -
Yuvayız kuşlara,
Salıncağız çocuklara.
- 6 -
Dereye ceviz ektim,
festivale gözüm diktim.
- 7 -
Katık olduk,
Kütük olduk.
Kaman da,
Kıymet bulduk.
- 8 -
Kaman’da çok olur ceviz,
Çocuklara olur çeyiz,
Bir ceviz kesen, on diksin,
Yurdumuza gelsin döviz.
- 9 -
Ceviz diktim havara,
Borcum kaldı sonbahara,
Bu yılda bekle sevgilim,
İşimiz kaldı mevlaya.
- 10 -
Sandığımı, beşiğimi,
Kapıdaki eşiğimi,
Çorbadaki kaşığımı,
Cevizden yaptır sevdiğim.
- 11 -
Katık ile, kütük ile,
Hizmet verdim bile bile,
Çırpım zamanı gelmeden,
Nazlım, iyi dilek dile.
- 12 -
Ulu başım oldu duman,
Festivalde işim tamam,
Memleketim oldu KAMAN,
Kıymet bilen yerde kaldım.
Aralık
2015
Mümtaz
Boyacıoğlu
Eğitimci
– Şair - Yazar
KAMAN
Ben Kaman’a sevdalıyım
ezelden.
Dağlarında kekiklerim yok
olmuş
Haber aldım çirkin ile
güzelden.
Ovasında ağalarım yok olmuş.
Baran Dağı göz kırpıyor
durmadan.
Hasta, yoksul hatırını
sormadan.
Varılmıyor dosta, beden yormadan.
Hatır gönül, eşim dostum yok
olmuş.
Kurmadılar fabrikayı, bacayı,
Ayırdılar öğretmeni, hocayı,
Öğretmezler kelimeyi, heceyi.
Bunca zaman, bunca emek yok
olmuş.
Kurtuluşta kucak açtı Atama.
Silah tutan hizmet verdi
vatana.
Saygılıydı aç, kefensiz yatana.
Şehit, gazi gönüllerde yok
olmuş.
Bir tat vardı Başpınar’ın
suyunda.
Kuşlar öter idi bahçe,
bağında.
İlim, bilim, teknoloji
çağında.
Suyun tadı, kuşun adı yok
olmuş.
Gece, gündüz çalışıyor
kahveler.
Markasızda giyinmiyor bu
gençler.
Hükümet kurar, yıkar eli
boşlar.
Bunca aylar, bunca yıllar yok
olmuş.
Dadaloğlu haykırırdı
dağlarda.
Anıt Ceviz örnek oldu
dünyada.
En iyisi yetişiyor Kaman’da.
Dağlarımda ozanlarım yok
olmuş.
Vardım baktım çarşısına,
evine.
Söz geçmiyor oğlan ile geline.
Hele sahip olamazsan diline.
Büyük küçük, sevgi saygı yok
olmuş.
Ben Kaman’a sevdalıyım
hemşerim.
Hasretinden yollarına
düşerim.
Dağı, taşı ellerimle eşerim.
Bende sevda, orda sevgi yok
olmuş.
Boyacıoğlu’yum, geldim,
giderim.
Azı bana yeter, çoğu neylerim.
Gözyaşımı ekmeğime dürerim.
Gözde yaşım, evde aşım yok
olmuş
EV BAĞDA, BAĞ
DAĞDA
Bir gün
atına atlayan genç, anasının da isteği üzerine karşı köydeki kız kardeşini
görmeye, hal hatır sormaya gider. Yolda atını yıldırım hızıyla sürer. Bir
sigara içimine kalmadan bacısının evine varır. Kapıyı çalar. Çıkan olmaz. Sağa
sola bakar. Bağırır çağırır. Kimse yok. Tekrar atına biner. Köyüne dönmek üzere
hareket ederken, komşular görürler. Bacısının bağ damına göçtüklerini söylerler. Genç, sürer atını bağ tarafına. Tozu dumana katar. Bir solukta bağa
yaklaşır.
Bağda
toz dumanı gören bacısı dikkatlice izlemeye koyulur. Gelenin kardeşi olduğunu
bilir. Sevinçle bekler. Bağ damında kardeşine bir şeyler ikram etmenin
yollarını arar. Fakat buna imkan yoktur. Attan indirmeden geri göndermenin
yollarını arar kısa sürede kafasında. Bu ara kardeşi gelir hışımla. Bacısı
koşarak karşılar kardeşini. Daha inmesine fırsat vermeden, atın dizgininden
tutarak:
-Vay benim güzel kardeşim. Hoş geldin. Sefalar getirdin. Başım
gözüm üstüne geldin. Senin geldiğin yollara kurban olurum. Canımın içi.
Gönlümün köşesi.
Şimdi sana, in desem,
İnmezsin,
Yağlı yumurta pişirsem
Yemezsin,
Ev bağda,
Bağ dağda.
Tava delik,
İş yağda.
Haydi kardeşim, Allah işini, gücünü rast getirsin. Anama, babama
selam söyle. Ben iyiyim. Beni merak etmesinler. Bağı kaynatıp da köye dönünce
bende sizi ziyaret ederim, demiş.
Neye uğradığını anlamayan kardeşi, kör
pişman köyünün yolunu tutmuş.
ONLARDA BİZE BENZİYOR
1950 ,
60’lı yıllarda, N. Ağabeyimizin anası hastalanır. O yıllarda Kaman’da hastane
ve doktor da yoktur. Anasını alır Ankara’ya götürür. Özel bir doktora muayene ettirir. İlaçlarını alır. İtfaiye
meydanından anasının ihtiyaçlarını da
alır. Geri dönecek arabanın daha zamanı vardır. Hürmet olsun, birazda değişiklik olsun diye
Kızılay’a gezmeye götürür anasını. Bunlar bir kaldırımda vitrinlere bakarak
ağır ağır gezerlerken, N. Ağabey, karşı kaldırımlarda ki turistleri görür.
Durur. Zaten anasının kolunu hiç bırakmıyor. Eliyle işaret ederek:
-Ana,
bak şu karşıdan gidenleri görüyor musun? İşte onlar gavur. Gelmişler bizim
ülkemizi geziyorlar. Hem kadın erkek. Hem de açık saçık giyinmişler. Gördün mü?
Bak. İyi bak, der.
Anası bakar. Bir daha bakar. Gözünü ufalar, iyice bakar. Bir türlü
inanamaz. Oğlunun kolundan sıkıca
tutarak hayretle:
-Amanın, oğlan. Onlar da bize benziyor, der.
NEZEVET ALAMADIM
Davulcu Bektaş Usta ile zurnacı Derviş Usta bir
düğündedirler. Güz aylarının ayazı akşamları kendini daha iyi hissettirir.
Düğün telaşı, yiyen içenlerin emirleri davulcu ile zurnacıyı pek rahat
bırakmazlar. Soğukta kavrulan eller ısınma fırsatı bulamazlar. “Çal davulcu,
vur zurnacı,” emirleri gecenin geç vakitlerine kadar devam eder. Gizli saklı
alabildikleri birkaç kadeh rakı ayakta tutar onları. Yorgunluk, halsizlik,
üstüne birde soğuk eklenince artık çekilmez olur düğün derdi.
Geç vakit izin alan Bektaş Usta ile Derviş
Usta kahvecinin yanına gelirler. Bir köşeye çekilip üstlerini paltoları ile
örterler. Şapkaları ile gözlerini kapatırlar. Uyumaya çalışırlar. Derviş Usta
hülyalara dalarak, bir türlü uyuyamaz. Kaşıntı ve soğukta üstünün tuzu
biberidir. Bektaş Usta kafayı koyduktan biraz sonra horlamaya başlar. Bu ara
kaşıntı da başlar. Elini güç bela uzatır. Bir kafa bulur. Hatır, hutur kaşımaya
başlar. Derviş usta, Bektaş Usta’nın elini kafasından aşağı indirir. Biraz
sonra Bektaş Usta elini yine uzatır, Derviş Ustanın kafasını tekrar kaşımaya
başlar.
Derviş Usta, Bektaş Ustaya
eliyle dürterken:
-Ne yapıyorsun, Bektaş
Usta? Diye sorar.
Bektaş Usta, yan
değiştirirken uyku sersemliği ve yorgunluğun verdiği halsizlikle:
-Kafamı kaşıyorum yahu,
der.
Derviş Usta:
-O kafa benim kafam, ula
Bektaş. Sen kendi kafanı kaşı, der.
Bektaş usta homurdanarak:
Not; Basıma hazır (YAŞANMIŞ HALK
FIKRALARI) isimli kitabımdan 3 örnek fıkra
İç Anadolu’nun orta Kızılırmak
yayı içerisinde: 39º.21’ Kuzey, 33º.43’ Doğu meridyenlerinin kesiştiği yerde,
Kuşkale Dağının kuzey yamacında kurulmuş, deniz seviyesinden
1913 yılında Bucak merkezi 1924 yılında da belediyelik olan Kaman, 1 Eylül 1944 yılında ilçe olmuştur. 1954 – 1957 yılları arasında siyasi nedenlerle Kırşehir’in ilçe olması sonucu Kaman Ankara’ya bağlanmış, 1957 de Kırşehir’in tekrar il olmasıyla Kaman’da Kırşehir’e bağlanmıştır.
* * * * * * *
Kaman İlçesine
Yaklaşık 5000 yıllık bir yerleşim geçmişine sahip olan Kaman İlçemizin adının bir rivayete göre Türklerin ilk dini olan Şaman dininden geldiğini bazı kaynaklar belirtilse de bu konuda bir kesinlik görülmüyor.
Yine bir rivayette ise MÖ
1200-2200 yılları arasında Kızılırmak civarında yaşamış olan Etiler (Hititler)
den sonra kurulan Geomagen (Kumanlar) dan değişikliğe uğrayıp Kaman ismini
aldığını, Ayrıca Roma ve Bizans çağlarında yöreye gelen "CHNAMANE"
adının Türkler tarafından değişikliğe uğrayıp Kaman adını aldığı varsayımını da
görmekteyiz.
Ayrıca Kaman isminin, Dede Korkut'un ilk cümlelerinde geçen ve Bekdiklerin ana boyu olan Bayat Boyu Beyi KAMGAN BEY' den geldiği görüşü de ileri sürülmektedir. Bugün BEKDİK ismiyle bilinen bu Türkmenler Maraş, Ereğli, Kırşehir, Nevşehir, Kaman, Aksaray ve Koçhisar da yoğunlukla bulunurlar. Oğuzların çeşitli kollarının gelerek Kaman’ın köylerinin temellerini attıklarını, çevre köylerin adlarının incelendiğinde de Oğuzlarla yakın ilişkileri görülür.
Kaman’ın 900’lü yıllardan itibaren yörenin Türk – İslam diyarı olarak kapılarının açılmasıyla coğrafi ve kültür birliği yapmış bir yerleşim yeri olarak her zaman için Kırşehir’in tarihi dokusu içerisinde yeri vardır.
** * * * * *
Kaman, 1944 yılında ilçe olduğunda bir köy görünümündedir. İlçe olduktan
sonra gelen devlet hizmetlerinin yanında geniş arazilerinde tarım ve
hayvancılıkla uğraşan Kaman Halkının ekonomisinde görülen gelişmeler sonrası
şehir görünümü veren binaların yapıldığını görürüz.
1950 li yıllarda Hırfanlı Barajının yapılmasıyla oluşacak Hırfanlı gölü
sularının altında kalacak toprak sahiplerinin aldıkları paraların büyük bir
kısmı, 1960 lı yıllarda ise yurt dışına çalışmaya gidenlerin gönderdikleri
Avrupa Ülkelerinin dövizleri de Kaman ekonomisine canlılık getirmiştir.
Ankara Kırşehir arasına sıkışmış ilçemizde tarım ve hayvancılığın belli
ölçüde yapılması yanında sanayi bacalarının yükseldiğini göremiyoruz. 1950 li
yıllardan bu yana ilçemiz ve köylerimizde okuyan gençlerin ülke geneline
dağıldıklarını ve 1980 yılından bu yana emekli olanların büyük bir bölümünün
Kaman merkeze ve köylere tekrar dönmeleri sonucu, bir dinlenme ve tatil şehri
havasına büründüğünü görüyoruz.
*
* * * * * * *
Kaman Cevizinin ilçemiz çevresindeki il ve ilçelerde yaptığı iyi bir isim
sonrası, İlki 1990 yapılan “KAMAN CEVİZ KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİİNDE” Yüksek
Ziraat Mühendisi Lokman AVŞAR komite üyeleriyle birlikte gece gündüz çalışarak
bilimsel verilere dayanarak Kaman-1, Kaman-2, Kaman-3, Kaman-4 ve Kaman-5 ceviz
türlerini belirlemişlerdir. Lokman Avşar’ın Tv kanallarında, panellerde,
tarlada, bağda, bahçede yılmadan usanmadan, yorulmadan tanıtım çalışmalarını
sürdürdüğünü hiçbir Kamanlı göz ardı edemez.
Kaman-1 Cevizimiz 6 Nisan 2010 tarihinde Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesi adına tescil edilerek artık bir marka olmuştur. Belirtilen
tarihten itibaren başlatılan çalışmalar sonrası Kaman–1 cevizimizin tescil
haklarının Kırşehir Ahi Üniversitesine devredilmesine karar verilmiş, 13 Ekim
2012 tarihinde 21. si düzenlenen Ceviz Festivalinde Kırşehir Ahi
Üniversitesinin Rektör Yardımcısı DR. Güney Erener ve Kahraman Maraş Sütçü İmam
Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Sinan Baş arasında Kaman –1 Cevizinin
tescil belgesi, imza töreniyle devredildi.
Prof. Dr. Sinan Baş arasında imzalanan protokolle resmileştirilmiştir.
Kaman çevresindeki önceki cevizlerle, 1990 yılından bugüne kadar kurulan
ceviz bahçelerinin üretimi ve ceviz fidanlarına yurt genelinde duyulan ilgiden
dolayı üretimlerine hız verilmiş olup Kaman ekonomisine de canlılık getirdiğini
görüyoruz.
Ceviz meyvesi ve fidanıyla birlikte, Savcılı ve Yelek Kasabalarımızın
yanında, birçok köylerimizde kışın seralarda, yazın açık bahçelerde yetişen
doğal sebze, meyve, tahıl ve hayvan ürünleri de yeteri kadar pazarlanmaktadır.
**
* * * * * * *
1998 yılında 300 kadar öğrenciyle kurulan Kaman Meslek Yüksek Okulu şu an
2000 e ulaşan sayısıyla ilçemizin eğitim, kültür ve ekonomisine yeterli katkıda
bulunduğunu görüyoruz.
** * * * * * * *
*Ankara’ya
*Her yıl ekim ayında yapılan “Kaman Ceviz, Kültür ve Sanat Festivali’ne”
gelerek Kaman Cevizini ve tüm pazar gereksinimlerinizin yanında bir bayram
havasında gezip tozma ve gönlünce eğlenme fırsatı bulacağınızı,
*Bir iç denizi aratmayan Hırfanlı Gölü Savcılı plajında gönlünüzce bir
hafta sonu tatilini geçirebileceğinizi,
*1986 yılından beri kazısı devam
eden Çağırkan Kalehöyükten çıkarılan, önemli bir tarihe ışık tutan tarihi
eserlerin sergilendiği, ABD tarafından 2011 yılında “DÜNYADA EN İYİ YEŞİL MÜZE”
ödülünü alan KAMAN KALEHÖYÜK MÜZESİ ile JAPON BAHÇESİNİ gezebileceğinizi,
*Kaman’da eski adı Ziyaret Tepesi şimdilerde DADALOĞLU KÜLTÜR PARKI olan
tepedeki Dadaloğlu’nun Anıt Mezarı ile Heykelini de görerek gerekli bilgileri
alabileceğinizi,
*Önceden iletişim kurduktan sonra, belediyemizin önünde ve Kaman Abdallar
Derneği binamızda ustalarımızın davul zurna şovlarıyla, memleket havasına
hasret olanların kulaklarının paslarını açma fırsatı bulabileceğinizi,
*Zamanın yetmesi durumunda Ömerhacılı Beldemizdeki Ömerhacılı Kalesi ile
Elibebekli Tepesini de ziyaret ederek Elibebekli Efsanesini de
öğrenebileceğinizi salık verebiliriz.
** * * * * * *
Anadolu’nun tam ortasında kurulmuş olan, zengin doğa güzellikleri, güler
yüzlü, paylaşımcı ve özverili insanlarının bulunduğu şirin ve yeşil KAMAN’a
bizi deyip yüzünü bizlere doğru dönerek gelen herkesi bu güzel ilçemizde
ağırlamaktan her zaman onur duyarız.
(Sakın ha, Kaman’a özel, KAMAN BESMECİNİ de yemeden gidenler “Kaman’ı
gezdim, gördüm,” demesinler.)
Darıözü’nde
oturduğumuz için uğraşımız hayvancılık, sebzecilik, bağ ve bahçe işleriydi. Eli
sopa tutan iş yapar, yani bizde herkes üreticiydi. İşçi başkanımız anam, Akşam
yatarken kafasında kurduğu işleri sabah olunca aramızda taksim ederdi. Zaten
herkesin işi belli olduğu için kimse itiraz edemezdi. Biraz nazlanan olursa da
ya bir azarla veya anamın tatlı diliyle bir kurbanı her işi hallederdi. Bu
kollektif çalışmalar daha çok baharda başlar, yazın devam eder, eylül ayının
sonu veya ekim ayının ortalarına kadar devam ederdi.
22 dönüm tarlamız da tüm ziraat
işlerini yapardık. Asıl Darıözü’nün kenarında 2 dönüm kadar kavaklık ve
söğütlüğümüz, bu kavaklığın hemen üzerinde 3 dönüm kadar meyve ağaçlarımız ve
sebze yerimiz, sebze yerinin üzerinde 3-4 dönüm kadar bağımız, tarlanın en üst
kısmında 4 dönüm kadar yerde evimiz ve boşluk vardı. Geriye kalan 9/10 dönüm
kadar yere de buğday ekerdik. Kışlık yiyeceğimiz de bu ekinden çıkardı.
İlk yıllarda pek meyve ağacımız
yoktu. Babam ile anam, bizim oralarda yetişebilen her ağaçtan sebze yerine
diktiler. Uzun sürmedi, dikilenler meyve vermeye başladılar birkaç yıl içinde.
İlerleyen yıllarda bu meyve ağaçları da tüm meyve ihtiyaçlarımızı karşıladığı
gibi, kuru ve dirisinden öte tüm eş ve dostlarımızı da gönüllerdi anam. Ah şu
okula giderken bir de bize taşıtmasa bu meyve ve sebzeleri.
Taşındıktan birkaç yıl sonra
babamın bölesi1 olan Çolak Necip, 4 dönüm kadar bağ dikti, sebze yerinin üst
kısmına. Bağın kenarına da badem ve kayısı diktiler. Darıözü’nün toprağı bir
ayrı verimliydi. Ömerhacılı ve Müderris’in dağlarından sel sularının getirdiği
milli toprakta can biterdi. Her dikilen hızla gelişiyor çabuk meyve veriyordu
tüm meyveler. Üç dört yıl içinde üzümlerimiz de yetişmeye başladı. Pekmez
kaynatmanın da zevkini yaşadık uzun yıllar.
Sebze yerine her yıl sebzeler
dikerdik. Sebze yerlerinin bellenmesinde bizim de emeğimiz geçerdi. Yanmış
hayvan gübresiyle doğal yetişen sebzelerin tadını şimdilerde nerede bulacağız.
Yazın bol - derin yediğimiz bu sebzelerin ve meyvelerin kuru ve dirilerinin pek
çoğunu kışa ayırırdık. Burada ürettiğimiz bütün sebze ve meyvelerin sayesinde
kışın rahat ederdik.
Baharın okula gidip gelirken
madımakla, mantarla başlar, tüm sebze ve meyvelerin yanında süt ve yoğurdu,
Kaman’daki akraba, eş ve dostlara taşımaktan iyice usanırdık. Anamın bu akraba
ve dost sevgisini o zamanlar pek anlayamazdık. Hatta bazen de kendisine
kızardık. Fakat buyruklarını da yine yerine getirirdik. Ama zaman geçtikçe
anamın çevresinden gördüğü sevgiyi ve saygıyı yaşadıkça, eli ve dili ile
kazandığı hatır ve gönülü gördükçe onun adına başımız göğe değecekti sanki
sevincimizden.
Yavan, yarım ekmeğini kaç kişi
var ise hepsi ile paylaşır, her bir lokmayı kuzu yediriyormuş gibi
tatlandırırdı. Darıözü’nde kaldığımız sürede Kaman’ın Zeynep Bacısı, daha sonra
ilerleyen yıllarda Kırıkkale’ de Cevat’ın yanında kaldı. Tüm Kırıkkale’nin
Babaannesi oldu. Darıözü’ndeki o küs olduğumuz aileden başka bir kişinin kötü
dediğini ben değil kimse duymamıştır.
Babamın
bu bahçe işinde en büyük görevi, Ördek Gölünden akarsuyu getirip bağ ve bahçeyi
sulamaktı. Söz açılmışken biraz da babamı anlatayım.
Evin tüm alet ve araç
gereçlerini yapar, takardı. Keser, kazma, kürek, bel sapları en güzelinden.
Kesici aletlerin ağızları ustura gibi. Ateşte ütüleyerek yaptığı değnekler
şimdi olsa hepsi birer antika olurdu. Evde gerekli olan tüm alet ve edevat
tamamdı. Fazladan yapıp da ahır ve çelenlere taktığı sapları ve değnekleri her
gelen gidene hediye ederdi. El açıklığında babam anamdan önce, anam babamdan
önceydi.
Anam, Darıözü’nde ürettiği her
şeyi Kaman’da pazarda satarak evimizi geçindirirdi. Üretici anam, Kesede anamda
idi. Babamla çarşamba günleri pazara giden anam, sattıklarından üç beş artırır
babama harçlık verirmiş. Babam da kahvelere falan pek gitmezdi. Bu para ile
eve, bahçe ve hayvanlara gerekli olan ip, zincir, zikke,2 kazma, kürek gibi
araç gereç alırdı. Anamdan çekindiği için her halde birçoğunu göstermezdi.
Fakat bir gün görünürdü bu aldıkları. Anam kızarak; “Ben dişimden tırnağımdan
artırarak sana harçlık veriyorum. Sende gidip ipe sapa harcıyorsun. Bunlara ne
gerek var. Zaten ev dolu bunlarla. El içine çıkıyorsun. Paran cebinde dursun,”
derdi. Babam bazen suçlanır seslenmezdi, bazen de karşı gelirdi. Ama bu karşı
geliş kırıcı değil de kendini kurtarıcı cinsten olurdu.
Darıözü’ndeki tarlanın tüm
özelliklerini anlattım. Sıra geldi kavaklık ve söğütlüğe. Kavaklar bir yandan
yetiştikçe babam satar, topluca bir ihtiyaçlarımızı karşılardık. Kesilenlerin
yerlerine ve diğer uygun yerlere ağabeyimle ben çok kavak, söğüt diktik.
Söğütlerden de uygun olanları kışa girmeden keser odun yapardık.
Bağ ve bahçe işlerinden sonra
sırada hayvanlarımız var.
İki ineğimiz, bir iki danamız
bulunurdu.
Yılına göre, 40- 80 arası
koyunumuz olurdu.
Şimdiki mersedes taksileri
aratmayacak o günlerin en iyi binit aracı bir eşeğimiz hiç eksik olmazdı.
Eşeğin tüm bakım ve donanımından babam sorumluydu.
Birçok yıl gülük besledik. Ben
çok gülük güttüm. Yüz, yüz elli civarında olurdu.
Yeteri kadar tavuk ve ördeğimiz
ile ağabeyimin güvercinleri olurdu.
Köpeğimiz hiç eksik olmazdı.
Bu hayvan bakımı, bağ ve bahçe
bakımı ile geçimimizi sürdürür giderdik, anamın öncülüğünde.
Bağ bahçe işleri ve hayvan gütme
işleri günlük yaşamın bir parçası iken birde kış hazırlıkları vardı. Ekin,
sebze, meyve, kuru diri hazırlığı zaten anamın başkanlığında belli takvime
bağlanmış tıkır tıkır yürüyüp gidiyordu.
Asıl önemli olan bu kadar hayvan
kışın nasıl beslenecekti. Önceleri bu işi babam yapardı. Yaz boyu öz
kenarlarından ve kavakların içinden ot biçerdi. Bu otları evire çevire kurutur
daha sonra evin önüne horum3 yapardık. Sekiz, on kağnı çektiğimiz olurdu.
Ayrıca saman da alarak samanlığa doldururduk. Yemler ayrı ayrı torbalanırdı.
Kışın hayvanlarının yiyeceği çok olan kişi, o kışın en mutlu kişisiydi.
Babam gittikçe yaşlanıyor, bizde
ağabeyimle gençlik dönemine giriyoruz. Babam bu çayır biçmeyi bize öğretti.
Birkaç yıl beraber ot biçtik. Daha sonraları ben yalnız biçmeye başladım. Sekiz
on kağnı otu yalnız biçerdim. Çok güzel tırpan kurar ve çekiçlerdim. Tırpanın
sapını babamın rendesi ile eğri yerleri düzeltirdim. Elceğini de çok iyi
yaparak sıkıca bağlardım. Hiç oynamazdı. Ben tırpan sapını uzun kullanırdım.
Herkes benim tırpan ile ot biçemezdi. Çifte macar veya başak marka tırpanlardan
yedi buçuk numara kullanırdım. En iyi masat4 ve örs çekiç5 de hemen yanı
başımda. Babamdan kalma ki, en iyisinden.
Çekiçle, masatla gir çayırın içine. Çayır mı dayanır bana?
Tüm işler yaz tatiline denk
gelirdi. Okula gitmeden her işi görürdüm.
Hatta anama, “ben okula gitmeden
işlerinin ağır olanlarını bitireyim de, ben gidince sen rahat et,” derdim.
Fakat anam da bana kıyamazdı. Yinede ortaklaşa ve anlaşarak yapabildiğim her
işi yapardım.
Bu yaptığım işler ve “sana iş
kalmasın,” sözüm, meğer anamın çok hoşuna gidermiş. Ömür boyu bu sözü tekrar
etti durdu. Hatta diğer kardeşlerimin, “Ana, sen bu oğlunu bizlerden çok
seviyorsun,” dediklerinde, hemen cevabını yapıştırırdı.
-Sizler kendi keyfinizde
gezerken, bu oğlum, Darıözü’nde benim işimi hafifletmek için benden çok
çalışırdı. “Ana ben gitmeden her işini yapayım da sana iş kalmasın,” derdi. Tabii
onun için bu oğlumu çok severim,” diye karşılıklarını verirdi.
Ot biçmenin, ev işlerine yardım
etmenin tadını daha o yıllarda bile almıştım. Kendimden büyüklerle ot biçmem,
tırpan çekiçlemem, çeşitli konularda konuşmam bana güven verirdi. Daha olgun ve
yaşlı olduğumu hissederek kendi kendime biraz da böbürlenirdim. Akşam eve
gelince, Kaman’dan gelenlerden duyduğum bazı olay ve haberleri eve ilk
duyurmanın tadını yaşardım. Hele de elimi yüzümü yıkarken, anamın ve
ablalarımın elime su dökmeleri pek hoşuma giderdi. Babama yapılanlar artık bana
da yapılıyordu. Bu büyüklük rolünü de çok seviyordum. Ayrıca anamın saklı ve
gizli yiyeceklerinden de nasibimi alıyordum. Anamın, “sizi kurban ederim. Oğlan
akşama kadar çalışıyor. Tırpan sallıyor. Tabii ayırım yaparım. Sizi de kurban
ederim,” diyerek beni kayırması da çok hoşuma gidiyordu.
1
– Böle = Anamızın kız
kardeşinin çocukları için söylenir.
2
– Zikke = Demir kazık,
havyaları bağlamak için.
3
– Horum = Kışın hayvanların
yemeleri için dışarı kayılan ot yığını.
4
– Masat = Tırpan ve kesici
aletleri bileme taşı.
5
– Örs = Üzerinde tırpan
ağzını keskinleştirmek için kullanılan demir.
Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti bugün, yani 25 Aralık 1919 da Kaman’da. Bu nedenle 25 Aralık, Kaman tarihinde çok önemli bir gün. Kamanlılar için çok önemli bir gün. Çünkü Mustafa Kemal ve Arkadaşları kurtuluş yolunda, Kaman’da.
1914 –
1918 Birinci Dünya Savaşında yenik düşen Müttefiklerimizin yanında bizde yenik
düşmüş sayıldık. Hemen fırsatı değerlendiren İtilaf devletleri yurdumuzu dört
bir yandan sararak paylaşmaya başlarlar. Bu ne demekti? Bu işgal demekti,
paylaşmak demekti, özgürlüğümüzün elimizden alınması demekti. İstanbul yönetimi
her ne kadar taviz vererek yaşamını sürdürmeye çalışsa da, her geçen gün işgal
kuvvetleri dişini biraz daha fazla gösteriyordu.
Bütün bu
kuşatmanın sonunda 15 Mayıs 1919 da Yunanlıların İzmir’e asker çıkarmaları
bardağı taşıran son damla olur. Gazeteci Hasan Tahsin’in ilk kurşunuyla direniş
de başlamış oldu.
Yurdumuzun
düşmanlar tarafından paylaşılmasına, nice ocakların sönmesine, yabancı
bayrağının tepemizde dalgalanmasına razı olmayan halkımız, bu durumu onurlarına
yediremeyip ellerinden gelen duaları edip beklemektedirler,"Ya Rabbim, bize bir sahip gönder!” diyerek.
Doğu bölgelerine ordu müfettişi olarak atanan Mustafa Kemal ve Arkadaşları 16 Mayısta İstanbul’dan ayrılıp, 19 Mayıs 1919 da Samsun’a ayak basarlar. İşte tam bu sırada, çoktandır kafasına koyduğu, yurdumuzu düşmandan kurtarmanın planını halkıyla paylaşma başlar. Samsun’dan Havza'ya geçerken Mustafa Kemal'in sesi duyulur tüm Anadolu’da, tüm dünyada;
"Bizi öldürmek değil, diri diri mezara sokmak istiyorlar. Şimdi çukurun kenarındayız. Fakat hiçbir zaman ümit kesmeyeceğiz. Cesaretimiz bizi kurtaracaktır.!”
Mustafa Kemal ile doğan bu ışık, Türk Milleti'ne aradığı kurtuluş yolunu göstermiştir. Umutsuz insanlara umut veren bu ses tüm Anadolu'nun sesi olmuştur. O’nun cesareti ve yurt sevgisi Çanakkale'yi kurtarmamış mıydı? Şimdi sırada bütün vatanı kurtarmak vardı. Halk ona bağrını açtı. Bütün yüreklere su serpildi. Amasya’da – Erzurum’da - Sivas'ta M. Kemal halkıyla el eleydi. Yerel halkın oluşturduğu milli güç Kuva-i Milliye güçleri ve dernekler birleştiriliyor, halkı temsil edecek Heyet-i Temsiliye M. Kemal'in başkanlığında oluşturuluyordu. Milli güçler Heyet-i Temsiliye tarafından yönetilmeye başlanıyordu.
MUSTAFA
Kemal ve Temsil Heyeti Ankara’ya gitmek üzere Sivas’tan hareket ederek
Müdafa-i
Hukuk Cemiyetinin Kaman temsilcisi Bektaşoğlu Ali çavuş, devamlı Kırşehir ile
irtibat halindedir. Daha Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı günden beri tüm
gelişmeleri Kırşehir Müdafa-i Hukuk Cemiyetinden ve ileri gelenlerden devamlı
haber alır. Ta o günlerden beri Kaman halkının birlik ve beraberliğini
sağlarken yurdumuzun düşmanlar tarafından paylaşıldığını, kurtuluşun Mustafa
Kemal ve Arkadaşlarının öncülüğünde halkımızın destekleriyle olacağını devamlı
olarak gündüzleri pırtı dükkanında, geceleri ise köy odasında toplantılar
yaparak Kaman halkına anlatır.
Kaman’ın ileri gelenlerini, oda sahiplerini, ata binen eli silah tutanlarını odasında toplayarak meşmeret ederler. Dışarıdan ve köylerden gelecek konukların hangi odalarda kalacakları, konukların atlarına iyi bakılması, oda sahipleri ve komşuların konukları için koyun, hindi ve tavuk keserek yemek hazırlamaları, her türlü rahatlarının sağlanması için ellerinden geldiğince yardımcı olmaları konuşulur. Fırsat buldukça da dükkanları, komşuları ve cami cemaatlerini ziyaret ederek hazırlıklar ve çalışmalar hakkında da bilgi alış verişinde bulunur.
Ali
Çavuş, Mustafa Kemal ve temsil Heyetinin yemeklerini de hazırlamak için
Kırşehirli Mehmet Efendilerin Ziya Beyin Hanımı Azime Hanımla kendi hanımı
Şöhret Hanımı keyfanı olarak görevlendir. Keyfanı ve yardımcıları Ali Çavuşun
kardeşi Bekir Ağanın evinde hazırlıklarına başlarlar.
Dünya var olalı tüm canlılar her sabah güneşin doğduğu tarafa bakarlar. Kimi güneşin ışığını, kimi yeni bir günün başlamasını, kimileri ise güneşle gelen mutluluğu paylaşmak için dönerler yönlerini doğuya, güneşin doğduğu yöne. Umut, güneşin doğduğu tarafta. 25 Aralık sabahı da Kaman Halkının gözü doğuya çevrilidir. Yüksek tepelerde hafif kar olmasına rağmen Baran Dağından doğacak güneşte o gün ayrı bir özellik var. Bir umut var. Bir beklenti var. Ta 19 Mayıstan beri bu umut ışığı hiç sönmemiş ki. O günden beri kara bulutlar hep dağılmış ülkemizin üzerinden. O günden beri Kaman halkı da bekler olmuş, bakar olmuşlar doğudan yana. Çünkü bu ışığın kaynağı her gün bir adım daha yaklaşıyor onlara doğru. İple çekiyorlar her günü. İçlerinden geçenleri kıyı, köşe, bucakta birbirleriyle paylaşıyorlar“Şu ışık gelse de bir görsek umudumuzu, bir görebilsek bağımsız yaşamanın tadını tuzunu. Bu duyduğumuz masal kahramanı ya bir hayal ise, ya bir rüya ise, ya buraya uğramadan başka yerden giderse.”
******
25 Aralık
1919 Sabahı erken Kırşehir’den hareket
Dua sonrası kısa bir konuşma yapan imam Mehmet Efendi; “Hoş geldiniz Paşalarım, Aslanlarım. Hepimiz sizin emrinizdeyiz” der. Köy halkı hep birden bağırırlar. “Öl de ölelim, paşam” diye. Ortalığın sakinleşmesinden sonra; Mustafa Kemal, arabadan inmeden kısa ve öz konuşarak, düşmandan kurtulmanın müjdesini vererek yollarına devam ederler.
Kırşehir atlıları Kırşehir’e dönerlerken, üç köyün atlıları Samanlı Gediğinde bekleyen Kaman atlılarıyla buluşup, kısa bir cirit gösterisi sonunda nöbetlerini teslim etmenin gururu ile köylerine dönerler.
Kaman atlılarının yanında ağırlaşan arabaların içindeki sarı saçlı, mavi gözlü umut kaynağı Mustafa Kemal’i tanıyan baş atlı arabaya yaklaşıp selamını verdikten sonra, tekmilini vererek, “Kaman’ın 100 Kuvay-ı Milliye atlıları emrinizdedir paşam.” Der.
Kuşluk
vaktinin güneşine benzeyen gözleri ile atlıları süzerken göksünü kabartıp
birazda duygulu, elini kaldırıp selamı alırken; “Sağ olun aslanlarım. Ben ve arkadaşlarım sizlere güvenerek geldik
buralara. Bir an evvel giderek işimize bakalım,” diyerek yola devam işaretini
verir.
Yel gibi eserek, ırmak gibi çağlayarak üç araba ve atlılar bir anda gelirler Darıözü’nde ki Şevket Çavuş’un Hanına. Arabalar hanın avlusuna çekilir. Konuklar hazırlanmış atlarına binerek hiç vakit kayıp etmeden Kaman atlılarının arasında Kocapınar’a doğru hareket ederler.
Kaman’ın doğu kuzeyinde ve üç kilometre kadar uzağında bulunan Kocapınar'da, Kaman Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Bektaşoğlu Ali Çavuş, üyeler Çakıroğlu Musa Kahya, Kara Ömeroğlu Mehmet Efendi, Evişoğlu Hüseyin ve bucak halkı, atlısı, yayanı toplanırlar önceden. Konukları öyle sıradan konuklar değil, yarının Türkiye'sinin kurucularıdır.
Başta
Bektaşoğlu Ali Çavuşun hareketleri hızlanır. Beraber bekledikleri Müdafayı
Hukuk Cemiyetindeki arkadaşları ve Kamanın ileri gelenlerinin önünde bir ileri
bir geri dolaşarak; “Değerli
hemşerilerim. Paşamız gelince, ortalığı daraltmayalım. Ne söylerse iyi
dinleyelim, sağ ol paşam, diyelim,” tembihlerini durmadan yineler.
Nihayet konuklar gelir ve ortalık karışır. Sarmaş dolaş, sevinç gözyaşlarıyla kısa süren karşılama sonrası Kocapınar’dan hareket eden heyet, şimdiki Yıldırım Sokaktan, Hamit Caddesinden, Efe Kazımın kahvesinin önünden, zahirecilerin bulunduğu Gazi Caddesinden ilerleyip Ömerhacılı Caddesi ile birleştiği yerdeki dükkanların arasında bulunan köy meydanına gelmeden atlarından inip yürüyerek, Kaman halkının arasına girerler Kaman'a yüzlerce atlı eşliğinde.
Umutları Baran Dağı kadar olan ve alev saçan gözleriyle halkının o saf ve tertemiz duygularını okurcasına kaya gibi duran Mustafa Kemal; “bu iş tamam, bu bilinçli ve kararlı halkla neler yapılmaz ki,” dercesine arkadaşlarına işaretini verir ve eli ile selamlamaya başlar dört bir yanı.
Kendisiyle gurur duyduğumuz, köyümüzün ileri geleni, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin köyümüzdeki Başkanı, Bektaşoğlu Ali çavuş, Safaların odasının güneyindeki binek taşının üstüne çıkarak gür sesiyle konuşmaya başlar;
“Kıymetli komşularım. Kıymetli köylülerim. Baylar, bayanlar. Çok şükür ki beklediğimiz büyük kurtarıcı, yiğit adam sağ selamet arkadaşlarıyla birlikte Kaman’ımıza geldiler. Bizlere onur verdiler. Gurur verdiler. Kendilerine sizin adınıza ve kendi adıma hoş geldiniz, sefalar getirdiniz Paşalarım diyorum. Kaman halkı, büyük küçük, kadın erkek hepimiz emrinizdeyiz. Yeter ki şu cennet vatanımızı düşmanın elinden bir kurtaralım.” diyerek halkın sabrını daha fazla taşırmadan Mustafa Kemal’i buyur eder binek taşının üstüne. Kaman halkının, çığlıkları ve coşkuları sanki gökyüzünün bulutlarını delerler.
Binek
taşının üzerine çıkarak halkını izleyen Mustafa Kemal bir süre bekledikten
sonra konuşmasına başlar.
“Sevgili Kamanlılar, Anadolu Halkı vefakar ve cefakardır. Biliyorsunuz yurdumuzun dört bir yanını düşmanlar sardı. Hatta paylaşmaya bile başladılar. Bu güzel yurdumuzun düşman çizmeleri altında çiğnenmesine hanginiz razı olursunuz. Hangimiz razı oluruz. Sizin bize verdiğiniz güçle yurdumuzu düşmanlardan kurtarıp refah içinde hep beraber yaşayacağız.” diye yaptığı konuşmayı; “olmayız Paşam, olamayız paşam, yanındayız ve emrindeyiz Paşam. öl de ölelim. Yeter ki vatanımız kurtulsun.” diye bağırmalarla keserler Paşamızın konuşmasını.
Halkın çığlıkları ve alkışları arasında Ali Çavuş Mustafa Kemal’in elinden tutarak indirir binek taşından. Tekrar taşın üzerine çıkar; “Değerli hemşerilerim. Biliyorsunuz konuklarımız uzun yoldan gelerek yoruldular. Şimdilik izin veriniz de biraz dinlensinler,” diyerek biraz ilerde hazırlanan atlara binerek Hacıpınar mevkiindeki odalarına doğru hareket ederler Mustafa Kemal ve Temsil heyeti. Tam bu ara yine ana baba gününe döner ortalık. Biraz yakından görebilmek, hatta dokunabilmek için yarış ederler birbirleriyle. Fakat hızla giden konukların yanına görevli atlılar kimseleri yaklaştırmazlar.
Ali
Çavuşun konağında yemek yiyerek dinlenirlerken, Hamitli Rıza Bey gelerek bir
süre konakta, bir süre de konağın kuzeyindeki ara sokakta yol güvenliği ve
çalışmalar hakkında uzun uzun konuşurlar. Rıza Beyin ayrıldıktan sonra meraklı
bakışlar arasında arkadaşlarının yanına gelirken mahallenin çocukları Mustafa
Kemal’in etrafını sararlar. Ali Çavuş’un çocuklara kızmasına karşı gelerek; “Dokunma çocuklara Ali Çavuş. Vatanı sizlerle
kurtaracağız, geleceği de onlarla kuracağız,” diyerek Cumhuriyetin
de müjdesini Kaman’da vermiş olur.
Akşam
yemeğinde yer sofrasının etrafını çeviren konuklar Mustafa Kemal’in başlamasını
beklerler. Mustafa Kemal, her yerde olduğu gibi uzanarak hindinin kanadını koparıp
tam ağzına götüreceği sırada, sofrada bulunanlar Paşalarını ilgiyle izlerler.
Kısa bir süre sonra hayretle bakışlarını Rauf Paşa çevirirler. Bakışları
anlayan Rauf Paşa çekinerek ve yutkunarak; “Paşam beyaz göğüs eti dururken neden hep kanatları yiyorsunuz?” Der. “Mustafa Kemal şöyle bir
döner arkadaşına doğru, çok sert bakar, etrafı süzer, Rauf Paşaya dönerek; “uçacağız da, ondan paşa.“ Der.
Bir süre sessizlik devam eder. Ortalık yatışınca iştahla yoğurt çorbası,
kavurma, tavuklu pilav ve yoğurtlu balbaşı pekmez yenir. Yemekleri ve özellikle
balbaşı pekmezi beğenen Mustafa Kemal yemekleri yapan hanımı tanımak ve
teşekkür etmek amacıyla görmek ister. Azime Hanım, “ben utanırım paşamdan,” diyerek
evin dip taraflarına giderek saklanır. Çay ve kahveler içilerek edilen
sohbetler sonrası odasına çekilen Mustafa kemal bir süre notlarını yazar.
Hazırlanan atlarına binen konukların yanında Ali Çavuş, konuklarını uğurlamaya gelen Kaman ileri gelenleri ve aynı kalabalık atlılarla evden ayrılarak Kocapınar’ın yolu tutulur. Şevket Çavuşun hanındaki arabalar daha önceden getirilerek hazırlanmıştır.
Atlarından inen Mustafa Kemal ve arkadaşları, başta Ali Çavuş olmak üzere uğurlamaya gelenlerle vedalaşarak arabalarına binerek Ankara’ya doğru ilerlerlerken cirit oynayan atlıların arasında el sallayarak gözden uzaklaşırlar.
Geride
kalanlar Kaman’a dönerler gözyaşları ve kurtuluş umutlarıyla. Pek konuşmazlar,
konuşamazlar bir türlü. Herkesin kafasında tek düşünce, tek umut kurtuluş.
Ali Çavuşun
konağı dolar taşar konuklarla. Mustafa Kemal ve Arkadaşlarının gelişleri
konuşulur, yorumlar yapılır ta o günden günümüze kadar.
Aralık
2015
Yaşar ŞAHİN
Araştırmacı – Şair – Yazar
Umut
yok artık doğan güneşten
Ayrılık
zamanı geldi
Bitti
tükendi kalmadı derken
Kara
kara düşünür bulutlar
Karadeniz’de
Samsun’da
saklı ışıklar
Anadolu’ya
birden aktılar
Samsun
Havza Amasya
Mustafa
Kemal’in yanında halk
Önünde
halk arkasında halk var ya
Tokat’ta
kardaş Erzurum’da dadaş
Sivas’ta
vatandaş
Temsil
Heyetinde baş
Kenetlendi
gündüz ve gece
Alındı
kararlar
Okundu
ezberlendi hece hece
Aktı
ışık Sivas’tan Kayseri’den Kırşehir’e
Kaman’da
bir umut bin bir neşe
Baktılar
doğuya
Aktılar
rüzgar atlar doğuya
Arabalar
kanatsız uçarak
Geldiler
soluk soluğa
Mustafa
Kemal’i gördüm Kaman’da
Darıözü’nde
Kocapınar’da çamurlu yolda
Çıktı
binek taşına
Baktı
Ali Çavuşa baktı her yana arkadaşlarına
Kayboldu
birden gözlerindeki duman
Halkıyla
göz göze geldiği zaman
Selamladı
Kaman’ı Kamanlıyı
Baktı
baktı baktı halkına
Okudu
kurtuluş umudunu onlardan
Yaşlısı
genci kadını erkeği
Sarılar
içindeki mavi ışığı
Çoluk
çocuk dinlediler izlediler
Hep
bir ağızdan
“Öl
de ölelim Paşam” diye kükrediler
Sarı
Saçlıya ah bir dokunabilse
Umut
mavi ışıkta
Mavi
gözleri yakından bir görebilse
Dokunmak
için dalgalandı
Kamanlı
kucaklamak için sallandı
Mavi
gözler ışık saçar
Ve
kurtuluşa alınır karar
Ayrılamadı
birden halkından
Kaman
bir köydü o zaman
Ama
yürekleri kocaman
Sallandı
ardından el kol
Daracık
sokak
Eğri
büğrü yol
Sert
emirli Ali Çavuş
Nöbetçi
dikilir uçamaz bir kuş
Hacıpınar’dadır
konağı
Hizmet
için koşturur
Aşçısı
çiftçisi bir yukarı bir aşağı
Yemekte
yine koparılır kanatlar
Uçmak
için takılır kartal kanatlar
Konuklarla
dolar taşar odalar
Bir
bir ağırlanır yolcular
Bacaklara
sarılır çocuklar
Bazıları
çocuklara kızar
“Bırak
Ali Çavuş dokunma çocuklara
Kurtuluşu
sizlerle kazanacağız
Ama
geleceği onlarla kuracağız”
Halkımız
çoktan hak etti hürriyeti
Diye
gizlice müjdeler Cumhuriyeti
Sabah
erken kalkar keyfanı
Kontrol
eder tekrar her yanı
Azık
hazırlamıştır akşamdan
Hindi
tavuk peynir pekmezden baldan
Birkaç
büküm yufka ekmek de tandırdan
Tutuşturur
bekçinin eline
Tez
götür Mustafa’mın erine
İki
heybe yüklenir atlara
Hava
soğuk gözler bakar bulutlara
“Köyünüz
ne kadar güzel”
Tekrarlanır
durur dudaklarda
Al
atlar doru atlar
Şaklar
birden kırbaçlar
Cirit
oynayan atlılar
Yel
gibi alıp götürürler
Kaman’dan
Kocapınar’a kadar
Umut
yolcuları uğurlanırlar
Kalanlarda
gözyaşı
Gidenlerde
sevinç ve daha işin başı
Atlıların
çelik kanatları arasında batıya
Kuruluşun
kurtuluşun başkentine doğru
Uçarlar
uçarlar durmadan batıya
Ayrılık
umutların ayrılığı
Kalır
gerilerde mavi gözün aydınlığı
Kucaklaşma
gözyaşı katıktır kalanlara
Gözler
Ali Çavuşun dudaklarında
Kulaklar
tüm sessizliğin doruklarında
Beklerler
bakarlar
Bakarlar
bakarlar Ali Çavuşa
Dayanamaz
Mehmet Çavuş
“Konuş
be adam, ne dedi
Mustafa
Kemal Paşa”
Yutkunur
Ali Çavuş konuşamaz
Boğazı
düğümlenir hıçkırıktan
Yağmur
gibi dökülür gözyaşları
Yürek
ağızda gözlerinde duman
“Tamam
arkadaşlar bu iş tamam
Umutlarımız
gerçek oldu
Güneş
doğacak çok yakındır zaman”
Memleketim, Anadolum.
Güzel yurdum vay.
Vay, kara yazılım vay.
Vay, kadersizim vay.
Vay, öğretmenim vay.
Okutanım,
Okuyanım, umutları.
Uyan, uyan diye,
Uyaranım vay.
Umutları, boşa gidenim,
Vay, umutsuzum vay.
At, katır sırtında,
Uca, dağlar ardında.
Çoğu kez, yaya yapıldak,
Yürüyenin vay.
Vay, yananım vay
Vay aydınlatanım vay.
Kimler yetiştirdin, kimler?
Doktorlar, Hakimler
Politikacılar, Alimler
Vay, seni düşünenler vay.
Vay, başına üşüşenler vay.
İşçi oldun, diyorlar,
Aşçı oldun, diyorlar.
Simit satmışın,
Garson, diyorlar.
Zevk için mi yaptın bunları?
Öğretmenim.
Neye daraldın?
Vay, çalışkanım vay.
Vay, çalışanım vay.
Yarım gün çalış,
Yarım gün yat.
İki gün hafta sonu,
Dört gün boş haftada
Dahası var.
İki hafta, karne tatilini
İki ay yaz tatili.
Bayram seyran derken,
Toru topu çalıştığın,
Beş ay,
E... Yan gel, yat.
Yedi ay.
Deniz kenarı,
Hotel motel,
Seni bekliyor,
Kızgın güneş,
Sıcak kum.
Buzlu bira, soğuk rakı
Al yanına birde sarışını.
Doyasıya gez, yaşa.
Sana engel olan mı var?
Düzensizim
Dengesizim vay,
Vay beceriksizim vay.
Dağlarımda yıldızları
toplarım
Bahar gelir çiğdemlerin
zamanı
Kayasında keklikleri yoklarım
Mor menekşe, lale, sümbül,
zamanı
Koyunlarım kuzuları koklarken
Kekiklerim burcu burcu
kokarken
Gelin kızlar helkeleri takarken
Koyunları dağda sağım zamanı
Kağnılarım gıcır gıcır
yollarda
Çatal boynuz öküzlerim
tarlada
Ebe nine pekmez yapar
bağlarda
Bahar, yaz, kışa kadar iş
zamanı
Kış gelende ocak başı
tatlanır
Kiler dolar, tezek, saman
saklanır
Gizli gizli pencereler
tıklanır
Gençler için eğlencenin
zamanı
Toprak ile karılırdık her
zaman
Sebze meyve üretirdik
durmadan
Canla başla sarılırdık
yormadan
Yaşlı olduk artık bakma
zamanı
Anamı da görebilsem yanımda
Emekleri vücudumda canımda
Kanı dolaşıyor benim kanımda
Anam ile buluşmanın zamanı.
Yeter artık Mümtaz yorma
kendini
Tepeye döndürdün kendi
derdini
Öldükten sonra fakirle
zengini
Aynı toprağa koymanın zamanı
Bir yudum gözyaşında buldum
Ağlayan bulutlarda ıslak
Gecenin sessizliğinde gizli
Yalnızlık ay kadar uzak
Hasretlik boğuyor yüreğimizi
Sabahı bekler gecenin
sonsuzluğu
Bir umut bir hayat bir can
Ve özlem yüklü hıçkırık
Avuçlardan yere düşer
Sevdanın yükü
Islanır toprağa çamura
karışarak
Kırağı düşer üstüne
Toprak sahip olur candan
Kök salar büyütür yücelere
Karıncalar,
Arılar kardeşçe el uzatır
Kelebekler tek sıra boyunca
Bulutları deler de, ta
uzaylara
Acı çekse de yıldızlar
Yol vermese de dağlar
Aşkını taşır yerden göğe
gökten yere
Vurdukça güm güm bağrına
Yeri göğü kaplar çığlığı
Denizler köpürür
Yer titrer gök titrer suçlu
suçlu
Ancak duyar sevda şarkılarını
İnatla bakan gözler
Ayak izlerinde arar derinlerde
Bir de bakar ki
Uzaklardan geliyor yüreğin
sesi
Hepimiz bir çocukluk dönemi geçirmişizdir. Kimileri 4-5 yaşına gelince oğlakların ardına çoban olmuştur. Kimileri evlerinde oyuncakların içinde kendini bulmuştur. Kreşler, anaokulları ve ilkokullar. Lise ve üniversite dönemi. Yaşamak istediğimiz çocukluğu her zaman yaşamak elimizde olmamıştır.
Yazar ve Şair dostumuz Mümtaz Boyacıoğlu’nun "BEN DE ÇOCUKTUM ÖZLEMLERİMLE" anı kitabını okuyunca ; benim de çocukluk dönemine gidivermemi sağladı. Ne kadar ortak şeylerimiz varmış. Anne ve baba çifte gitmiş. Evde keçi var. Hem de Halep keçisi. İki tane de oğlağı var. Tut, tutabilirsen, nerde zarar, oraya koşar. Hadi bakayım oyun oyna, çocukluğunu yaşa. Sonra okul yaşına geliyorsun; 8-10 km. aşağıda bir okula gidiyorsun. En küçükleri de sensin. Akşam geliyorsun. Ödevler var. Metinleri yazdırıyorlar. Çoğu zaman babam, yardım ediyor. Ama kızarak, yardım ediyor. Neyse ki, ilkokul üçten ayrılmış. Üçüncü sınıftan sonra yardım mı, dersiniz, azar mı dersiniz. Ondan kurtuldum.
26 başlık adı altında anılarını sıralamış. Hem yazmış, hem o günleri yaşamış. Anılarının içinde, bir gün öğretmenler, birkaç ay maaş alamamışlar. Bir öğretmen Atatürk’e mektup yazmış. Mektubu alınca hemen Kırşehir’e hareket etmiş. Öğretmenlerle toplantı yapmış. Konu doğru. Hemen ödenekler aktarılmış, biriken maaşlar ödenmiş.
Bütün çocuklar uçurtmayı uçurmak isterler. Ben çok istedim. Ama zamanım olmadı. Ama bazıları, gazete kağıdından da olsa, yaptılar. Uçurmaya çalıştılar. Hele kargıları güzelce kesip, renkli, renkli kağıtlarla yaptıkları uçurtma. Komşumuzun çocuğu Zeynel, güzel uçurtma yapardı. 21 Mart Nevruz Bayramı geldiğinde uğraş verir yapar. Uzun, uzun da ip alırdı. 3-4 km. uzaklara kadar giderdi. Ne kadar da süzülürdü. Meltem esen yerlerde uçurtma iyi uçardı. Poyrazda ters, yüz eder, ip kırar. Ama meltem esince ılgın, ılgın süzülürdü. Biri Mümtaz öğretmeni çiftliğine davet eder, arkadaşı çiftliğini gezdirir. Cevizler boy, boy olmuş. Kirazlar da öyle. Örnek bir çiftlik, ama ona sürprizi vardır. Dolaptan bir uçurtma çıkarır. Gel Mümtaz uçuralım. 70' inde iki öğretmen uçurtmayı uçururlar. Onları çocukları, torunları görse neler, düşünür. Çocukluğunu yetmişinde yaşamak. İşte güzellik bu. Ben de bunları okuyunca, uçurtmayı uçurmuş gibi oldum. Bir daha Kaman’a yolum düşerse, o uçurtmayı görmek isterim.
Küs oldukları komşuda radyo sesini duymak. Tam bir türküyü, ya da ajansı dinlemeye başladığında kapatılıvermek. Anasının zoruna gider. Bir gün kente gittiğinde, bir ahbabında iki radyo görür.
“ Ağam bu radyonun birini bana ver. Götüreyim. Komşu, ajans bile dinletmiyor.”
“ Al götür, ama idareli kullanın pili çabuk bitiyor.” Annesi koca pilleri, radyoyu eşeğe yükler. Köye getirir. En fazla baba sevinir. Çocuklar da işin havasında. Bir türkü çıkınca sona kadar açma. Dinlemekten öteye caka satmak.
Çocukluğumda köye ilk radyoyu babam almıştı. Bir tarlayı 750 liraya sattı. Aldı bir radyo, Mümtaz Öğretmenin anılarında anlattığı gibi kocaman iki pil, biri yuvarlak, biri düz. Bir iki evin arasında upuzun bir anten. Kısa dalgayı açınca yukarıdaki askeriye telsizi anonsu başlardı. Ankara radyosu, meteoroloji ve Polis radyosu. Bir de Bizim Radyo vardı. Yurt dışından Türkçe yayın yapardı. Sonra büyük piller gitti. AGA radyosu geldi. Bunun pili içinde, öyle uzun, uzun anteni de yoktu.
Mümtaz öğretmenimin annesi, babası çocuklarının zorlu okul günlüğünü sezerler, kentten bire ev tutup, hem köydeki evi, tarlayı, hem de bu eve bakarlar. Çocuklarını okuturlar. Çocukları okusun, adam olsun. Ne kadar ortak yan var ki, benim babam da benim 10 km. git, 10 km. gel. Eve geldiğimde yemeği bile zor yermişim. Yorgunluk, bitkinlik. İkinci sene, babam karar verdi. “ Benim elimde gül gibi mesleğim var. Gider açarım dükkanı ve ederim tıraş" diyor. Göçü sarıyor. Kente gidiyor. Okul yolumuz birden 1 km. iniyor. Hem de kentin en eski, en iyi okulu. Cumhuriyet Okulu. Saat 8.30 da Kampana (Çan) çalar. Evden çıkarız. 9. a 10 kala zil çalar. Sıra ile içeri gireriz. Bir zil daha çalar ders başlar. Mart ayı gelince köye git, bağ, bahçe işi. Senede iki okul değiştir. Sonra babam baktı olmuyor. Köyde ne var, yoksa sattı. Kentten bir ev aldı. Konar -göçer yaşamdan kurtulduk. Rahmetli babam berberlikten zengin olmadı. Ama çocuklarını okuttu. Bizim arkamızdan birçok aile sökün etti. Geldiler hem çalıştılar, hem çocuklarını okuttular.
İşte anıları okudukça ortak paydalar çoğaldı. Köy- kent olgusu derken, çocukluğunu yaşamadan büyümek. İşte bunu bir kez daha yaşadım. Mümtaz Öğretmenin yüreğine sağlık. O araştırıyor, yazıyor. Köy Enstitülerini, yaşadığı toplum içindeki Abdalları araştırıyor.
Onları yazıyor. Hem de Abdallar Derneği’nin Başkanlığını yapıyor. Ne tesadüf ki; ben de çocukluk ve gençlik dönemim Say Mahallesinde Abdalların içinde geçti. Yaşadığım sanat kültürünü onların içinde aldım. Her zaman bize sahip çıktılar. 12 Mart, 12 Eylül de Say mahallesinde yaşamanın zevkini aldım. Kimse bize fiske vuramadı. İşte güzellikler bu. Gırnatacı Halil, Fosforlu Hüseyin, Derinceli Ali, Topal Ali bana bir kültür hazinesi sundular. Hem anlattılar, karşılarına alıp, büyük adam gibi sohbet ettiler.
Onları anmak, onlarla bir kültürü tekrar yaşamak. Demircinin körüğünü, kalaycının körüğünü çekmek, zaman gelip, bir davulu eline alıp çalmak. Şimdi Say Mahallesinden anemimin yanına giderken gururla yürümek. Çocukluğumu yaşayamadım, ama okuduğum kitap beni çocukluğuma götürdü. Yaşamadıklarımı yaşadım saydım.
KİRMEN
Celal Necati ÜÇYILDIZ
(*) Mümtaz Boyacıoğlu,
Ben de Çocuktum Özlemlerimle.
Anılar.
0533 5783636 KAMAN-KIRŞEHİR
Emekli eğitimci araştırmacı-yazar hemşehrimiz Mümtaz Boyacıoğlu'nun “Bende Çocuktum Özlemlerimle” adlı üçüncü kitabı yayınlandı.
Mümtaz Boyacıoğlu'nun 1949-1960 yılları arasındaki çocukluk anılarından derlediği “Bende Çocuktum Özlemlerimle” adlı kitabının yanında 1971 yılında bir arkadaşı ile derlediği yöresel masal kitabı “İyi Geceler” ile 2007 yılında yayınlanan “Ben Şiirim” isimli şiir kitabı bulunuyor.
1 Eylül 1943 Kaman nüfusuna kayıtlı emekli eğitimci araştırmacı-yazar Mümtaz Boyacıoğlu'nun büyük bölümü yerel gazetelerin yanında değişik kültür-sanat dergilerinde yayınlanan araştırma-derleme çalışmaları da bulunuyor.
“Yadırgı” isimli Abdalların yaşam biçimlerini anlatan öykü kitabı, "Sürmeli" isimli masal kitabı, "Yaşanmış Halk Fıkraları" isimli fıkra kitabı, basıma hazır "Köy Enstitülerinin Karartılamayan Işıkları" isimli araştırma kitabı, “Kurtuluş Yolunda Kaman” araştırma kitabı ile ömrünün son günlerini Kaman'da geçiren ve hayatını Kaman'da kaybeden Dadaloğlu'nun 1. Anma Etkinlikleri'ni de kitap olarak hazırlayan Boyacıoğlu, Düziçi Köy Enstitüsü'nden 1947'de mezun olan Hüsniye Özgür öğretmeninin “Öğretmenin emeklisi olmaz” ilkeli sözünden hareketle okuyarak, araştırarak, yazarak yaşamını bir gereksinim olarak sürdürüyor.
Bana çocukluğumu geri
verin;
Topaç döndüreyim ip atlayayım
Evle sokak arasında gide gele
Yeniden çocukluğumu yaşayayım.
Bana gençliğimi geri
verin;
Bir bardaktan su içeceklerim olsun
Açlık, yorgunluk hiç gelmesin aklıma
Mutluluk kırlangıçları kanat vursun.
Bana insanlığımı geri
verin;
Alışkanlığım olsun küçüğe sevgi
Acıyı tadayım, çileyi çekeyim verin
İnsan gölgelerinde bulayım güzelliği.
Bana benliğimi geri
verin;
Düşmanıma dost elimi uzatayım
Dostlarıma bağlanıp ta yürekten
Evrende kişiliğimi bulayım.
Bana öğretmenliğimi
geri verin;
Dalayım bilimin derinliklerine
Eşsiz bir buket edeyim çiçeklerden
Sımsıkı sarılayım Atatürk ilkelerine.
Çocukluğumu da
gençliğimi de insanlığımı da
Benliğimde yoğurarak sunayım bir arada.
Muhsin DURUCAN
Şiirimle giriş yapmam sonrasında değerli meslektaşım
Mümtaz Boyacıoğlu’nun “Ben
de çocuktum özlemlerimle” sözcükleriyle adlandırdığı yapıtından
söz etmek istiyorum.
Ortak dostumuz Ünal Şöhret Dirlik kanalı ile yeniden
tanışıp buluştuğumuz (soyadını değiştirmiş!) Mümtaz Ağabeyimin adıma imzalayıp
gönderdikleri kitap, çok renkli kapak içinde 16 formaya sığdırılmış…
Oldukça empatik de geldi. Köyümü ya da beni mi anlatmış, dediğim oldu.
Çoğunluğu çocukluğumun kapsama alanına girmektedir. Doğrusu çocukluğuma gittim,
gittim, geldim. Kimi yerlerinde kendimi buldum. Nerelerinde mi? Özellikle
arkasızlığımda, öksüzlüğümde ve köyümden kaçışımda…
Öğrencilik yıllarımda köy romanını olarak Fakir
Baykurt’un Bizim Köy’ünü okudum.
Şimdilerde de etkisindeyim! “Ben
de çocuktum özlemlerimle” roman değil, folklor ağırlıklı
çocukluk anıları… Ne ki işlenen yine köy ve köylü…100 m’lik koşuya
Mümtaz, Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu’nda
beğendiğim ve örnek aldığım ağabeyimdi. Anımsadığım kadarı ile köy
öğretmenliği yıllarımızda Ağrı’da ve Kaman’da karşılaştığımız da oldu. Sanatçı
yönünü bilirim. Boyacıoğlu’nun şimdiye dek “İyi
geceler” adlı masal ve “Ben şiirim”
adlı şiir kitabı yayımladığını, 2011 yılında “Ben de çocuktum özlemlerimle” adlı folklorik anılarını kaleme
aldığı üçüncü kitabına imza attığı konusunda bilgilendim.
Bu yapıt, anı türünden çok halk bilimi derinliğini
içermektedir. Nasıl ya da neleri mi? Açıklayayım: Köylünün dilini, gelenek ve
göreneklerini, adetlerini, inanışlarını, oyunlarını, düğünlerini, kinini,
nefretini ve sevgisini…
Evet, Kaman’da ve Darıözü köyünde geçen çocukluk
günlerini ustaca anlatımı ve kendine özgü biçemi (üslup) ile kaleme almayı
başarmış yazar dostum!
Ortaokul yıllarımızda hevesle isteyip de
babalarımıza aldıramadığımız elbiseler, saatler, kalemler ve defterler yanı
sıra kitaplar… Birer birer geçti belleğimden. Genç yaşta kaybettiğim annemi,
babam sık sık çevre illere doktora götürürdü. Ben her gidişlerinde kitap isterdim.
Getirirlerdi! O zaman sevincim coşku coşku yükselirdi!
Kitabı içselleştirerek okudum!
Özellikle annesini ve anlatılan o hain-hırsız köylüleri gözümde ve gönlümde
canlandırdım. O bölüm beni etkiledi! Kimi yerde içim acıdı! Köy yaşamı sıktı!
Özgürlüğü büyük kentte buldum!
Bu yapıtı herkesin okumasını salık verirken yurt,
ulus, bayrak ve Atatürk sevgisinin güçlü kalemi Mümtaz eğitimciyi yürekten
kutlayarak esenlikler diliyorum.
Ne kadar anlatsam bitmez sevginiz
İnsanlar içinde ayrı yeriniz
Kaman’a bağlılık vardır yanınız
Bin hizmeti vardır Mümtaz Hocamın
Kaman’da yazılır gastede adın
Kaman için koşan vardır hizmetin
Şairler yanında ayrıdır tadın
Bin hizmeti vardır Mümtaz Hocamın
Ustalara hizmet için baş olmuş
Onlar için gözde hep yaş olmuş
Sevda köşesinde sanki taş olmuş
Bin hizmeti vardır Mümtaz Hocamın
Yeşil Kaman Dadaloğlu kokuyor
Mümtaz Hoca insanlığı okuyor
Gönül deryasına dolup akıyor
Bin hizmeti vardır Mümtaz Hocamın
Bin hizmeti vardır Mümtaz Hocamın
Arzuladı yine gönlüm hep seni
Kaman’a gelince ararsın beni
Dostların sevgisi bil senden yanı
Bin hizmeti vardır Mümtaz Hocamın
İsa Erdoğan’da hep sizi arar
Gelenden gidenden hep seni sorar
Kalma Ereğli’de edersin zarar
Bin hizmeti vardır Mümtaz Hocamın
1 Eylül 2011
Ozan İsa Erdoğan
Kırşehir
Çocukluk anılarını masalsı, akıcı ve duru bir Türkçe ile
kaleme almak suretiyle, "Ben de Çocuktum Özlemlerimle" isimli
kitabında toplayarak çocukluk yıllarına duyduğu özlemi dile getiren emekli
öğretmen, araştırmacı yazar Mümtaz Boyacıoğlu'nun kalemine ve yüreğine sağlık
dileklerimizi sunarken; Yeşil Kaman'ımızın kültürüne bu tür kitap yayınları ile
sağladığı katkıları da unutmamak gerekir.
Kitabının önsözünde değerli dostlarını; teknolijeden uzak, hormonsuz, saf,
tertemiz o günkü doğal açık hava tiyatrosunda buluşmaya davet eden Mümtaz
Boyacıoğlu'nun bu samimi davetine icabetmek isteyenlere "Bende Çocuktum
Özlemlerimle" isimli kitabını okumalarını öneriyorum.
Bu vesileyle sayın hocam Mümtaz Boyacıoğlu'na, başarılarının ve Kaman kültürüne
katkılarının devamını diliyorum.
Recep Altun / Kaman
Mümtaz Boyacıoğlu 1943 yılında Kaman’da doğdu. İlk ve Ortaokulu Kamanda okudu. 1961 yılında Kırşehir’de açılan öğretmen okulunu 1954 yılında bitirdi. Siverek’te 1 yıl, Eleşkirt’te iki yıl ve Kaman köylerinde 4 yıl ve Kaman merkezde de yirmi yıl öğretmenlik yaptı. 1992 yılında emekli oldu.
Emekli olmadan önce “İyi geceler” isimli masal kitabını bir arkadaşı ile yayınladı. 2007 yılında şiirlerini “Ben Şiirim” isimli bir kitapta topladı. Üçüncü kitabı, “Ben de Çocuktum Özlemlerimle” isimli eserini de 2011 yılında yayınları.
Değişik gazete ve dergilerde yazı ve şiirleri yayınlanmakta olan Mümtaz Boyacıoğlu Köy Enstitüsü mezunlarıyla söyleşiler yapmakta ve “Köy Enstiitülerinin Karatılamayan Yüzü” isimli eseri üzerinde Çalışmaktadır. Boş vakitlerini fotoğraf çekmekle ve araştırmalar yapmakla değerlendiren Boyacıoğlu; kısa bir zamandan beri Fethiye’de kızının yanında ve fethiye’nin konuğudur. Yakın bir zamanda Kaman’a dönecek olan yazar Fethiye’yi çok sevdiğini söylemektedir.
Ben de Çocuktum Özlemlerimle (160 sayfa) isimli kitabının ön sözünde şöyle diyor öğretmen Boyacıoğlu:
-Bazen gözümüz dalar, şöyle bakar kalırız. Pek de uzun sürmez. Birileri elini gezdirir gözümüzün önünde, ses ve hareketlerle etkilemek ister.
-Nerelere gittik, nerelerden geldik bir anda. Dalar gideriz ta çocukluğumuza. Çocukluğumuzun o en ince ayrıntılarına. Oyunlar, arkadaşlıklar, mahalle, okul, kır, dağ, bayır, film izlemiş gibi oluruz birkaç saniyede. Birileri elimizden, kolumuzdan tutar da farkına bile varamayız, bir türlü.
-Neden çocukluğumuz.
-Neden çocukluk yılları, neden çocukluk anıları?
-Neden bütün değerler çocukluğumuzda gizli?
-Neden unutamıyoruz o günleri, ne var o çör çöpün içinde ki oyunlarda?
-Çok dövüşür, çabuk küser, kısa zamanda barışırdık. Sorunlarımızı tartışır, bir lokmayı, hatta daha ilerideki günlerde, sevdalı günlerimizi, gönül meselelerimizi de paylaşırdık birlikte.
-Farkında olmadan geleceğin tüm sorunları o günlerde omuzlarımıza bir bir yükleniyormuş meğer. Ama olsun. Bizler yine de dolu dolu yaşarken çocukluğumuzu, geleceğin ağır yüklerine alışıp, topraktan üretmeyi, dengeli tüketmeyi, sorunlara katılımı ve hakça paylaşmayı da o günlerde içimize sindirmişiz.
Senaryo kendimizden, oynayanlar kendimiz, Bezirhane, küllük, temeklik oyun alanlarımız. Taş, toprak, ağaç ve evcil hayvanlarımız da sahnelerimizin dekoruydu.
-Teknolojiden uzak, hormonsuz, saf, o günkü doğal açık hava tiyatromuzda buluşmaya davet ediyorum değerli dostlarımı.
Şiir,
Türk Edebiyatının en eski ve en çok işlenen bir türüdür.
ŞİİR,
kimi zaman bir savaşçı, kimi zaman keskin bir bıçak, kimi zaman da ipek gibi
yumuşaktır. Bazen ay ışığında gezinir, yıldızlar altında sevişir, bazen bir ana
yüreği, bazen de vatan toprağıdır. Bazen bülbül gibi sevdalı, gül gibi
duyguludur.
Bütün
bu özellikleriyle şiir insanın düşünüp de söyleyemediği hisleridir. Bunu en iyi
anlayan ve anlatan mutlu kişi de ŞAİR dir. Yani şiir anlatılmazın
anlatılmasıdır.
Bu bakımdan
şair, şiiri açıklamaz, açıklayamaz ki. Zaten duygusunu daha açık anlatabilse
şiir yazamaz ki.
Şiir
okunur, onun açıklaması dudaktaki tebessüm, içteki taşkınlık ve gözdeki
parlaklıktır. Bu zevki tattırmayan da şiir değildir.
Doğduğum
ve doyduğum, 25 yıl öğretmenlik yaptığım ve kültürüme hizmeti görev bildiğim
KAMAN’ ımın yetiştirdiği seçkin değerlerinden Emekli Öğretmen – Şair – Yazar,
Sayın MÜMTAZ ( Yılmaz ) BOYACIOĞLU ve O’nun BEN ŞİİRİM adını verdiği
şiirlerinden oluşturduğu eseri hakkında bana da yazma fırsatı verdiği için çok
mutluyum.
Şiirlerindeki
tema ve söyleyiş özelliği ile;
İç
dünyasını, duygularını, yaşadığı ortamın üzüntü ve sevincini, yerine göre
birleştirip kaynaştıran şairimizin insan sevgisi, doğa sevgisi kadar güçlü ve
köklüdür.
Süse
ve yapmacığa kaymadan sade içten bir anlatım. Halka dönük bir şairde ilk aranan
özelik de bu değil mi?
Türkçesi
arı, ifadesi düzgün ve uslubü akıcı Mümtaz Boyacıoğlu’nun şiirlerine halk tarzı
hakimdir. Elbette O, halkı ve halk kaynaklarını iyi bilen bir şairdir.
Şiirlerinde Anadolu insanını, özgürlüğü, barışı ve yarınlara ışık tutacak değerleri
buluyoruz.
Kutlanmalı
ve alkışlanmalı.
Kaman
yöresinden derlediği İYİ GECELER isimli masal kitabından sonra çeşitli gazete
ve dergilerde geleneklerimiz – göreneklerimiz konularında pek çok
araştırmalarına rastladım.
En
kısa zamanda, BEN ŞİİRİM isimli şiir kitabını görmek sevindirici.
Kendisini
kutlar, sağlık ve başarılar dilerim.
20
Temmuz 2006
YAŞAR
ŞAHİN
Eğitimci
– Araştırmacı – Şair - Yazar
Ali AYDEMİR: Sayın Hocam! Kısaca hayat hikayenizi
anlatır mısınız?
Mümtaz BOYACIOĞLU:
1943
yılı Kaman doğumluyum. İlkokulu ve ortaokulu
1949
– 1960 yılları arası çocukluğumda bağ, bahçe, mal, davar işleriyle özlemlerimi yaşamadan
geçirdim.
1961
de Kırşehir’de ilk açılan Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra bir yıl Urfa -
Siverek, Yoğunca Köyünde, 2 yıl Ağrı - Eleşkirt Mollasüleyman Köyünde, 4 yıl
Kaman’ın İmancı ve Çağırkan köylerinde çalıştıktan sonra, 21 yıl da Kaman
merkezde çalışarak 1992 yılında emekli oldum. Kaman’da çalıştığım yıllarda, 20
yıla yakın zamanda reklam ve tabela yazarak yarım günlerimi değerlendirdim.
Aklımın
erdiği günden bu güne kadar gördüklerim ve yaşadıklarımın ışığında bugünkü
yerimi yakaladım. Bu çizgide yaşamımı sürdürüyorum.
Ali AYDEMİR: Emekli bir
eğitimcisiniz. Boş zamanlarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz? Zevkinize göre
güzel bir ev ve bahçe yapmışsınız. Neler söylersiniz?
Mümtaz BOYACIOĞLU:
Boş
zaman sözünü pek sevmem. Benim hiç boş zamanım olmadı
ki. Hep üretirim, hep çalışırım. Elimden gelen bay, bayan işlerinin hepsini
yaparım. Evde fazla kaldığımdan olmalı ki bayan komşularımla iyi anlaşır, onlardan
pek çok şeyler öğrenirim. Kendilerine de faydalı olduğuma inanıyorum. (kekli,
pastalı, kısırlı çaylı günlerimiz eksik olmaz.)
Evin
tamirinde, bahçenin tanziminde de pek çok emeğim var. Her çeşit el aletlerim
varken bu yıl en son bir de kaynak makinası aldım.
Öğretmen olduktan sonra, çalıştığım yıllarda
omuzlarımdaki yüklerin ağırlığını hissettim. Fakat hiç yılmadım. Çünkü içimde “Vatan,
Millet” aşkı vardı. Her gördüğüm ve yaşadığım zorlukların üstesinden gelmek
için çok çalıştım. Bu ara şiirler ve düz yazılarım da gazete ile dergilerde
yayınlanıyordu.
Öğretmenliğimin 6. yılında (1971) Kaman’da bir
öğretmen arkadaşımla, “İyi Geceler” isimli masal kitabımızı yayımladık.
Emekli
olduktan sonra kırtasiye dükkanı açarak yedi yıl kadar çalıştırdım.
Kırtasiyenin yanında iki tane de bisiklet bayiliğini alarak Kaman’da bisiklet sporunun
sevgisini aşıladığıma inanıyorun.
Ali AYDEMİR: Kaman'da kültür deyince ilk akla gelenlerden
birisisiniz. Kaman'da neler yaptınız? Hala neler ile uğraşıyorsunuz?
Mümtaz BOYACIOĞLU:
Kültür
deyince ilk akla gelmem biraz abartılı geliyor bana. Eli kalem tutan, tutmayan,
duygu ve düşüncelerini yazılı veya sözlü aktararak çevresine faydalı olan
herkesi kültürlü görüyor saygı duyuyorum.
Burada
Yaşar Şahin arkadaşımdan da söz etmeden geçemeyeceğim. Ortaokul, öğretmen okulu
ve öğretmenlik yıllarındaki araştırmalarını on yıldır gazete ve dergilerde
yazar. Kırşehir il, ilçe ve köylerinde ayağının değmediği yol ve taş
kalmamıştır bence. Eğer yazdıklarını bir kurum veya şahıs kitap olarak
bastırsaydı, belki yirmi ciltlik kitap olurdu. Bu yörenin tarih ve kültürü tüm
bu yazıların içindedir. Gözleri puslu gördüğünden çizgisiz kağıtlara eğri büğrü
yazdıklarını Kaman Ak Haber Gazetesine yetiştirmenin çabasından hiç vazgeçmedi.
Buna
benzer kültür değerlerimizi ve şiirlerini yazarak toplumu aydınlatmaya çalışan
pek çok arkadaşımız var. Her alanda yeteneği olan bu değerli sanatçı
arkadaşlarımıza da Yaşar Hocamla birlikte yardımcı olmaya çalışırız.
Belirli
gün ve haftalarda ödevi olan öğrenciler sıkça ziyaret ederler. Onlara yardımcı
olmakla daha da mutlu oluyorum.
Okullarda,
eğitici ve kültürel ağırlıklı konularda konferanslara ve tv programlarına
katılarak çevreme faydalı olmaya çalışıyorum.
Gösterişten
uzak, halkın yaşamının içinde, imeceyi, üretmeyi ve paylaşmayı, seviyorum.
Ali AYDEMİR: Şiire ne
zaman başladınız? İlk yazdığınız şiiri hatırlıyor musunuz? Şimdiye kadar kaç
şiiriniz oldu?
Mümtaz BOYACIOĞLU:
Ali Bey, sizde öğretmensiniz. O günlerin
koşullarını yaklaşık olarak benim kadar yaşamışsınızdır. Yoksulluk, aşırı
işler, babamın anamın gece gündüz karın tokluğuna çalışmaları ta o günlerde bir
tortu olarak yerleşti içime. Kamera gibi tümünü aldım ve sır gibi sakladım. İşte
bu birimker filizlenip artık taşmaya başladı. Daha ortaokul yıllarında
günlükler tutarak, şiir denemeleri yazarak, yazmaya başladım diyebilirim.
Yazdıklarımın birçoğunu kaybettim, birçoğunu ise yırtarak attım. Ama, ne kadar
uzak durmaya çalışsanız bile bu yaşamın tam içindesiniz. Sıkıntılarla yoğrulup
karılıyorsunuz. İşte bu yoğrulup karılmadır beni tetikleyen ve yazmaya zorlayan
etkenler.
Öğretmen okulunda bizleri çok iyi
yetiştirdiler. Bize küpür dosyası tutturdular. İlk günler zor gelse de zamanla
çok faydasını gördüm. Okuduk, yazdık, yazdık okuduk derken kaybolanları saymaz
isek, “Anacığım” isimli ilk
şiirimi yazdım.
2005 de ilk şiir kitabım olan, “Ben Şiirim”
isimli şiir kitabım yayımlandı.
Pek sık şiir yazmam. Duygu, düşünce ve
yaşam biçimi olan üçgeni yakaladığım zaman yazmaya çalışırım.
“Eğitim ve Kültür
ağırlıklı yazılarla, yaşam, doğa ve Mustafa Kemal Atatürk’le ilgili şiirler” yazıyorum.
Şiirlerimin
hiç saymadım. Bu arada bir de sır vereyim. Kendi şiirlerimi bile ezbere bilmem.
Ali AYDEMİR: Şiir kitabınız var. Araştırmalar yapıyorsunuz. Gazete
ve dergilerde köşe yazarlığınız var. Neler söylemek istersiniz?
Mümtaz BOYACIOĞLU:
Tadında ve yerinde yazmaktan yanayım. Aferin desinler, belli kişilerle
resimlerim çıksın, tv de, gazete ve dergilerde yalnız benim şiir ve yazılarım
çıksın diye çaba harcamam. Uygun yerde ve zamanda, olmam gereken yerde olurum.
Araştırmalar yapıyorum. Daha çok da
söyleşiler yapıyorum. Bir maden tüneline benzettiğim Köy Enstitüleri mezunları
ile söyleşiler yaptım. Hani kazmayı vurdukça yeni cevherlere ulaşırsın ya,
aynen öyle. Hiç anıları yazılıp yayınlanmamış o isimsiz kahraman köy Enstitüsü
mezunu öğretmenler var ya, hepsi bir cevher, hepsi bir aydınlık, hepsi bir
vatan sevdalısıdırlar.
Gündüz çocukların öğretmenleri, gece
büyüklerin okutmanı, boş zamanlarında köyün duvarcısı, demircisi, marangozu,
doktoru, hemşiresi, her şeyi.
Bir örnek vermek istiyorum. Hasanoğlan Köy
Enstitüsü mezunu İlyas Sürmeli Öğretmenimiz Kaman’ın Ömerkahya Köyünde
çalıştığı yıllarda gündüz öğrenciler, gece de yapım için gelen okulun
malzemelerini beklemekten oturduğu evin yıkılmak üzere olan duvarını yapamaz.
Ve bir gece duvar yıkılır. Döşeme ağaçlarının uçları yere gelerek üçgen
şeklinde bir hal alır. Anası, hanımı ve çocukları bu yıkıntıdan sağ çıkarlar. “Ulen
Mümtaz, anam ve çocuklarım o üçgenin arasında kalmışlar. Burunları bile
kanamadı.” Der.
Mersinde Düziçi Köy Enstitüsü mezunu Hüsniye
Özgür öğretmenimle söyleşi yapacağım. “Emekli öğretmen Mümtaz Boyacıoğlu,”
diye kendimi tanıtmak istedim. Hüsniye öğretmenim yerinden hızlıca kalkarak ve
benim üstüme doğru yürürken elini de uzatarak, “bana bak Mümtaz Bey. Yanlış
konuşuyorsun. Öğretmenin emeklisi olmaz. Emeklisin de, ta Kırşehir’den gelerek
benimle neden söyleşi yapıyorsun.” Dedi. O günden sonra kendi kendime, “üretici
öğretmen,” demeye başladım.
Bu çalışmamla 45 kadar Köy Enstitüsü
öğretmenlerimle söyleşi yaptım. İki kitap olacak kadar bilgiler ve resimler
derledim. Ne yazık ki bu öğretmenlerimizin üçte biri kadarı aramızdan
ayrıldılar. Nur içinde yatsınlar.
Köy Enstitülerinin karartılamayan ışıkları
başlıklı söyleşi ve resimlerini,
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 25 Aralık
1919 da Kaman’a gelerek bir gece kalmalarını,
Dadaloğlu’nun
ömrünün son günlerini Kaman’da yaşadığını, mezarının ve heykelinin Dadaloğlu
parkında (Ziyaret Tepesinde) bulunduğunu,
Lokman
Avşar ve Kaman Cevizi hakkında yazı ve resimlerimi,
Anamın
günlüğü isimli anılardan oluşan yaşam öyküsünü
Kaman
Abdalları hakkında, inceleme araştırma ve söyleşilerimi,
Çevremizde
söylenen yetmiş kadar fıkrayı derleyerek bilgisayarıma yükledim. Az bir
çalışmayla bu kitaplar basılmaya hazır olur.
Torunum
“Ben de Çocuktum Özlemlerimle” isimli kitabımı Kaman Ceviz Festivalinde satmak
isterken, bir öğretmen arkadaşımın beş liraya pahalı demesine, “sigara on
lira arkadaşım,” diyerek kitaplarımı
toplayıp eve hapsettim.
Bir
öğretmenin kitap okumadığı günümüzde, hazırladığım kitapları bastırsam bile kim
okuyacak. Varsın bilgisayarda yüklü dursun. Torunlarıma ev, kat, yat miras
bırakamıyorum. Hiç olmazsa bu çalışmalarımı onlara bırakayım istiyorum.
Bu
çalışmalarımdan bazı parçalar ile halkımızın yaşam biçimleri olan kültür
hazinelerinden birçok kesitleri gazete ve dergilerde yayınlanıyor.
Ortaokuldan
üniversiteye kadar öğrencilere verilen ödevlere yardımcı olurken, onların
sevinçli hallerini görünce de mutlu oluyorum.
Ali AYDEMİR: Sayın Hocam! KIYŞAD (Kırşehir Yazarlar ve Şairler
Derneği'nin) kurucu üyesisiniz. Şu an dernekten kopmuş gibisiniz. Sizi üzen ve
rahatsız eden nedenleri açıklayabilir misin?
Mümtaz BOYACIOĞLU:
Aşık
Paşa, Ahi Evran Veli, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli ve daha birçok ilim ve bilim
adamları, birlik ve dirliğin temsilcileri yüzyıllar önce bu toprakta, yani
Kırşehir’de yetişecek, sen, ben ve bizler onların izinden gitmeyeceğiz öyle mi?
Hayır,
Ali Bey hayır. Bu örgütsüzlük bizim azalmamızın, hatta kaybolmamızın en büyük
etkenidir. Yukarıda saydığım aydın kişiler kendi dallarında örgüt kurup
gelişmemişler mi? İşte bizler de onların açtığı çığırdan gitmek zorundaydık. Bu
zorunluluk günü gelince KIYŞAD’ı doğurdu. Tüm arkadaşlarla birlik olup bu
derneği kurduk. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
Derneği
kurup belli bir takvimde bir araya gelerek güzel etkinlikler yapabilmek için
karar aldık. Her ayın ilk cumartesi günleri toplandık. Şiirli, sazlı sözlü sohbetler
güzel oluyordu fakat hiçbir şey üretemiyorduk.
Aşık
Paşa şiir şölenini bizim derneğimiz yürütüyordu. Plan program yapılarak,
yetkililerle görüşerek I. Aşık Paşa Şiir şölenini geçirdik.
Günler
geçtikçe ferdi sivrilmeler, şiir hakkında ders vermeler, şiir okumak için adam
seçmeler, gidilecek gelinecek yerleri kendi kafalarına göre seçmeler beni
rahatsız etmeye başladı.
Resimlerde
ben çıkayım, protokolün yanında ben görüneyim gibi birçok konular ağır basınca
dernek kendi amacından çıkartılarak iki, üç kişiye hizmet etmeye başladı.
Bir
dernekte her üye aynı hakka sahiptir. Senin şiirin güzel, senin konuşman güzel,
senin davranışın güzel gibi ayırım yapılamaz. Yapılırsa sonuç buraya gelir.
Kendimize
bir yer tutup dernek kimliğini kazanamayıp göçmen kuşları gibi her ay bir ayrı
yerde toplanmaya başladık. Çıkartacağımız dergi, kitap, şiir yıllıkları da hep
lafta kaldı.
Bu
görüntü ve uygulamalar beni rahatsız etti. Bir evlat gibi büyütüp yürütmeye
çalıştığım derneğimizin amacına uygun çalışmadığını gördüğüm için, 20 Mart 2013
tarihli dilekçemle ayrılmak zorunda kaldım. Bu yanlışlıkları daha sonra gören
birçok arkadaşım da, ya istifa ederek, ya da toplantıyı terk ederek tepkilerini
gösterdiler.
Yönetim
kurulundan üç kişinin ayrılması ve bunca tepkilerden sonra yapılacak tek iş, olağan
üstü genel kurula gitmek.
Ali AYDEMİR: Dernek haricinde şair ve yazarlarla bir araya geliyor
musunuz? Bir araya geldiğinizde saatlerinizi, günlerinizi nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Mümtaz BOYACIOĞLU:
Paylaşmayı severim. Şair ve besteci arkadaşım
İlhan Şahin, sesi çok güzel olan Selver Tabur, şair ve beste yapan Ufuk Arslan,
Ozan Adnan Torun, Ustalarımızdan Davulcu Adem, Kemancı Haydar Akyol, Sazcı
Selahattin Ertürk, Zurnacı Zeynel Zöçer, Zurnacı Ferdi Göçer ve daha birçokları
ile ortalama haftada bir gün sazlı,
sözlü ve şiirli toplantıları benim bahçede
yaparız. Komşularımız da bizleri dinlemeye gelirler. Benim evin bahçesini
gördünüz, orası bir bayram yerine döner çoğu günler.
Kırşehir’li
ve Mucur’lu arkadaşlarımız da bizleri yalnız bırakmıyorlar sağ olsunlar.
Kaman’dan biz de arkadaşlarımızla fırsat buldukça bu sanatçı arkadaşlarımızı
ziyaret ederiz.
Ali YDEMİR: Şairler ve yazarlar olarak yeni yetişen nesillere
neler söylemek istersiniz?
Mümtaz BOYACIOĞLU:
Biz çocukken, babam Darıözü’nde
ki ördek gölünden suyu çevirip getirir. Yeni bellenip düzeltilmiş, üzerine
sebze meyve veya kavak dikilmiş yerleri sularken bazı yerler su çıkamazdı.
Babam kürekle o engelleri kaldırır suyun her tarafa dağılmasını sağlardı. Evet,
Ali Bey bizlerde o gençlerimize öyle bir yardımcı olmalıyız ki bizlerden daha
ileri gitsinler. O su gibi akarken her tarafı da sulasınlar.
Örgütlenmenin en güzel
örneklerini gösterip onların önlerini açmalıyız. 20 yaşındaki bir üniversite
öğrencisine şiir okuma ve konuşma fırsatı vermeden, yetmiş yaşın üzerinde şiiri
okuyup konuşmayı ben yapıyorsam, bu gençlerin bize güveni kalmaz. Havanda su
dövmeyelim. Birbirimizi kandırmayalım.
Ali AYDEMİR: Son sorum Hocam; insanlara, gençlere ve şairliğe,
yazarlığa ilgi gösterenlere neleri
öğütlersiniz? Teşekkür ediyorum.
Mümtaz BOYACIOĞLU:
Sanata
meyilli olan, ben sanatçıyım diyen, sanatın kıyısından kenarından
geçmeye çalışan veya geçen herkes görevini ve yerini bilmeli. Öyle kolay değil
sanatçı olmak, sanatçıyım demek. Toplumun liderleri, öncüleri olmak kolay değil.
Sanat ve sanatçı;
Sanatçı;
üreten kişidir.
Sanatçı;
önceden gören kişidir.
Sanatçı,
aydınlatan kişidir.
Sanatçı;
halkıyla iç içe olan kişidir.
Sanatçı;
kendinden önce halkını düşünen, gözeten kişidir.
Sanatçı;
halkının sorunları önceden görüp topluma yansıtan kişidir.
Sanatçı;
alan değil, hep kendinden veren kişidir.
Sanatçı;
yaşam biçimiyle örnek olup haksızlığa ve yanlışlığa karşı olurken güzeli ve doğruyu
da önceden görüp halkını aydınlatan kişidir.
Ben
sanatçıyım diyen herkes, kendini yaşadığı toplum içinden soyutlayamaz. Çünkü
beraber yaşıyor. İç içe yaşıyor et tırnak misali.
Eğer
bu özellikleri taşımayıp, o toplumun
sorunlarını, acılarını, dertlerini birlikte yaşamayıp yalnız ben diyorsa o kişi,
ağzı ile kuş tutsa bile bir yere varamaz.
Eğer
bu özellikleri taşımıyorsa o kişi boşa zaman harcayıp kimseyi oyalayıp kendini
kandırmasın.
O
kişi eğer bu tutumundan vazgeçmiyorsa, halkımız öyle bir dışlar ki O’nu, dışarı
çıkıp kimsenin yüzüne bakamaz.
“Teşekkür ederim Ali Bey. Daha nice
güzel ve seçkin söyleşilerde bulunacağınıza inanıyor, başarılar diliyorum.”
27.10.2014
Ali AYDEMİR (İdari)
Emekli Öğretmen – Şair Yazar - MUCUR
27 Ekim 2014
Mümtaz BOYACIOĞLU
Eğitimci – Şair – Yazar / KAMAN