Mümtaz Boyacıoğlu

Eğitimci, Yazar, Şair

Doğum
01 Eylül, 1943
Eğitim
Kırşehir Öğretmen Okulu
Burç

Eğitimci, şair ve yazar. 1 Eylül 1943 tarihinde Kırşehir’in Kaman ilçesinde doğdu. İlk ve ortaokulu Kaman’da bitirdi. 1964 yılında Kırşehir Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra Urfa’nın Siverek ilçesine bağlı Yoğunca köyünde bir yıl, Ağrı’nın Eleşkirt ilçesine bağlı Mollasüleyman köyünde iki yıl, Kaman’ın köylerinde dört yıl çalıştıktan sonra 1971 - 1992 yılları arası Kaman merkezde öğretmenlik yaparak 23 Eylül 1992 de emekli oldu.

Öğretmen Okulunda anasını özleyerek başladığı şiirlerine ara sıra kesintiler olsa da devam etti. Yine çalıştığı yıllarda ve emekli olduktan sonra şiirlerinin yanında yöresel gelenek görenek, masal ve fıkra araştırmaları, söyleşi, anı ve öykü denemeleri ile yazım hayatını da devam ettirdi. Şiir ve yazılarını yerel Kaman Ak Haber gazetesi, Kırşehir gazeteleri ve dergilerde yayımladı.

Halen Kaman’da ikamet etmekte olan Mümtaz Boyacıoğlu’nun, yayımlanmış kitaplarının yanı sıra; öyküler, derlemeler, araştırma ve incelemelerinden oluşan basıma hazır 7 kitabı daha vardır. Halen hayatını ve çalışmalarını Kaman’da sürdürmektedir. 

ESERLERİ:

Masal: İyi Geceler (1971).

Şiir: Ben Şiirim (2007).           

Anı: Ben de Çocuktum Özlemlerimle (2011).

KAYNAK: Mümtaz Boyacıoğlu (Bilgi teyidi, 2018).

ANAM SEVDAM

Bir sevdadır, anam sevdam.

Kara sevdam, anam sevdam.

Al beni, götür buradan.

Kara sevdam, anam sevdam.

 

Kar mı yağdı, saçlarına.

Neler geldi, başlarına.

Kurban olam, kaşlarına.

Kara sevdam. Anam sevdam.

 

Hemi sıla, hem de ana.

Hasret kaldım, kurban cana.

Ben yanmayım, kimler yana.

Kara sevdam, anam sevdam

 

Pek küçük, bıraktın beni.

Hiçbir şey, tutmaz yerini.

Bir tek daha, görsem seni

Kara sevdam. Anam sevdam.

 

Erken soldu, yeşil yaprak.

Akıp gitti, Kızılırmak.

Gökyüzünde, bulut olmak.

Kara  sevdam. Anam sevdam.

BARIŞ

Barış sana, kardeşim.

Barış sana, ey dünya.

Sevgi sana, ey dünya.

Sevgi sana, dünyalım.

Her şey sana, sevdalım.

 

Bir tohum, bir fidan,

Dikeceğiz yüreğimize.

Sevgi ile sulayacağız.

Sevgi ile bulacağız,

Barışı.

Ben barışa sevdalıyım.

Ben yarışa varım.

Ben barış için yarışacağım.

 

Dün siz vardınız.

Bugün biz varız.

Yarın onlar olacak.

İçimizdeki bu sevdayı,

Kimler anlayacak:

 

Atam anlamış.

Anlamışta anlatmış.

YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ:

İnsanlık için bu yarış.

Evrenseldir bu haykırış.

 

Top, tüfek, tank,

Atom, nükleer deneme.

Uzay yarışı.

Kan ve kin.

İstemiyoruz dünyamızda.

 

Öcü, cin, peri.

Karanlık, kötülük,

Dağılın,

Her şeyinizle boğulun.

Sizi toprak kabul eder ancak,

Ölünüzle, dirinizle gömülün.

 

Barış, sevgi,

Aydınlık...çiçek.

Daha nice duygular,

Hepsi bizim için,

Hepsi yarın için gelecek.

BEN BİR ÖĞRETMEN TANIDIM

Hüsniye Özgür

Geçmiş tahta başına,

Elinde tebeşir,

Halkı toplanmış başına,

Mustafa Kemal’im ders verir.

 

60 kilometre yaya yapıldak,

Yalın ayak, baş kabak,

Üstümüzü, başımızı çalılar yırtarak

Aya yıldızlara bakarak,

Anadan uzak, babadan uzak,

Okulumuza güçlükle vardık,

Yunduk yıkandık,

Giyinip kuşandık,

Sevgiyle okşandık.

Derste, atölyede

Çalıştık, çalıştık,

Bir yumurtayı bile kırmaya sakındık.

Ve öğretmen olup

Issız yollarda

Köyde, bahçede, bağda

Işık olup dağılıp saçıldık.

Yumuk gözlere umut,

Titrek yüreklere

Kıvılcım olduk.

Issız Anadolu,

Yetim Anadolu

Kıraç susuz Anadolu

Ve gözyaşlarımız pınar,

Pınarlar ırmak oldu çağlayarak,

Kıraç toprakları suladık, akarak, akarak.

 

Hüsniye Öğretmenimi tanıdım

Seksen beş yaşında,

 

Gözlerinden ışıklar saçıyor,

Toprağa can verenlere

Ülke için çalışanlara bakıyor.

 

Okulumu bir daha görebilsem, Bakıcımın koluna girip

Okuluma gidip camını silip,

Yerlerini bir paspas yapabilsem,

 

Siz emekli değil misiniz?

Bu yaşta mı çalışacaksınız? Dedim.

Birden fırladı yerinden,

Kaşlarını çattı,

Elini bana doğru uzatırken,

Tokat vuracak diye çekildim geriye.

“Ne, ne dedin sen?

Bana bak çocuk

Öğretmenin emeklisi olmaz,

Öğretmen ölene dek

çalışacak.”

Sözün bittiği yerde dondum kaldım.

Ama çok, çok ders aldım.

BEN ÇOCUĞUM

Ben çocuğum,

Beş, sekiz, on yaşlarında.

Aklım ermez,

Bir şeyden anlamaz,

Söz dinlemez,

Yapamaz, çatamaz,

Bilmez, göremez,

Bir çocuğum,

Sizin gözünüzde.

Babamın, annemin,

Tüm büyüklerin gözünde,

Ben çocuğum.

 

Okul yolunda,

Annemin kollarında,

Babamın yanında,

Büyüklerimin göremediği,

Bilemediği,

Anlayamadığı,

Anlamak istemedikleri,

Bir çocuğum ben.

 

Evinden kaçan,

Parkta yatan,

Sokakta gezen,

Tiner çeken,

Çanta kaçıran,

İtilen,

Kakılan,

Horlanan,

Zorlanan,

 

Dövülen,

Sövülen,

Kovulan, çocuğum.

Ben çocuğum.

 

Çöpte ekmek toplayan,

Yaşıtları gibi okula gidemeyen,

Doyasıya oynayamayan,

Oynayanlara imrenen,

Onları gizlice izleyen,

İnsanca doğan,

İnsan gibi yaşayamayan,

Sokak çocukları, dediğiniz,

Köprü altı çocukları, dediğiniz,

O çok sevdiğiniz,

Biz çocuklarız.

 

Bakın büyüklerim:

Sizi ben çok severim.

Ellerinizden öperim.

Her sözünüzü tuttum,

Bundan sonrada tutacağım.

Sizin yaptıklarınızı unutmadım,

Unutmayacağım.

Öğrettiklerinizin hepsini,

Hatta biraz daha fazlasını,

Yapacağım.

 

Bakın neler yapacağım:

Çimleri çiğnemeyeceğim.

Çiğnetmeyeceğim.

Çiçekleri koparmayacağım.

Yolda oynamayacağım.

Yanlışlıklarla,

Kafamı oynatmayacağım.

Üstümü kirletmeyeceğim.

Çevremi kirletmeyeceğim.

Hakkımı çiğnetmeyeceğim.

Haklıyı ezdirmeyeceğim.

Karanlık yerlerde gezmeyeceğim.

Kirli işlere bulaşmayacağım.

Kötü emellere alet olmayacağım.

Çünkü ben çocuğum.

 

Tüm bu çocukları toplayacağım.

Onlarla gülüp,

Onlarla oynayacağım.

Önce, sevgiye doyuracağım.

Sonra, oyunlara doyuracağım.

Tıka, basa, yedireceğim.

 

Tertemiz, giydireceğim.

Tertemiz, gezdireceğim.

Okula göndereceğim.

Güzeli, doğruyu, öğreteceğim.

Sevmeyi, sevilmeyi, öğreteceğim.

Onları dinleyeceğim.

Beyinlerini bilgi ile

Beceri ile dolduracağım.

Buyurmayacağım.

Onlardan, buyruk alacağım.

İşte ben, böyle çocuğum.

Ben çocuğum.

 

Bunları nasıl mı yapacağım?

Kolay.

 

Soyandan al,

Çocuklara ver.

 

Soyan doymaz.

Biz çocuğuz.

Çabuk doyarız.

BİR DAHA GEL ATATÜRK’ÜM BİR DAHA

Yetim kaldım, vatanımda, yurdumda.

Bir daha gel, Atatürk’üm, bir daha.

Ebe dede, her bilene, sordum da,

Dediler ki: uyandırman, sakın ha.

 

Kara sesler, karartıyor, her yanı.

Hortumcular, boşaltıyor, bankayı.

Yönetenler, düşünmüyor, vatanı.

Gören suçlu. Karışmayın, sakın ha.

 

Mor menekşe, boyun büker, yasından.

Paparazi, göbek atar, basından.

Herkes kesti, ekmeğinden, aşından.

Dertli ozan, saz çalmasın, sakın ha.

 

Eserlerin, yok oluyor, durmadan.

Yobazlarda, kol geziyor, her yandan.

Faili meçhul, aydınlar, yarından.

Umut kesti, yazdırmayın, sakın ha.

 

Imefe de, mekan tuttu, yurdumu.

Borca soktuk, oğlan ile torunu.

Gün bu gündür, kim neylesin, yarını.

Sağır sultan, duyurmayın, sakın ha.

 

İşçi, memur, dar gelirli, yürüyor.

Yalan, dolan hileleri, görüyor.

Fazla değil, haklarını, istiyor.

Nerde hakkın. İstemeyin, sakın ha.

 

Kara Fatma, Kağnılarla, yollarda.

İnönü, Sakarya, Dumlupınar’da.

Savaşların, unutuldu, her yanda.

Yeni nesli, Avutmayın, sakın ha.

 

Kırık tekne, ile çıktın, Samsun’a.

Kelle koltuğunda, girdin Sivas’a.

Ne telaşa kapıldın, nede yasa.

Tarih yazar unutmayın sakın ha.

 

Bir daha gel, Atatürk’üm, bir daha.

Bir daha gel, Atatürk’üm, bir daha.

BİR GİDİŞ, AMA TAM GİDİŞ

Sabahta bitecek,

Ölüm sessizliğinde deniz.

Kuş sesleri de artık duyulmaz.

Bu yorgun yıllar götürür.

Ta uzaklara,

Tek umut uzakta,

Tek yaşam ıssız orman,

Ya da bir çöl, uçsuz bucaksız.

Yalnız kalınca özlerim,

Çölü, ormanı,

Dağı, taşı,

Yalnızlık bana dokunmaz,

Yalnız kalmaksa ölüm,

Ben zaten çoktan ölmüşüm,

Ve yalnız yaşamaksa sevgi,

Ben onları çoktan aştım,

Doldum, taştım.

 

Geride gözyaşı,

Üç günlük hıçkırık,

Hiç birini istemiyorum,

Yeter ki beni rahat bırakın.

İstemiyorum artık.

 

Kalanlara geçim gerek

Ufak tefek yorgunluk ta geçecek,

Yaşam normale dönecek.

Dünden iyi bu günün

Artık hesabı verilmez dünün.

Yapacaktı, yaptıydı diyerek,

İster yerinin, ister öğünün.

 

Yedisi, kırkı, yıldönümü,

Bir tabak helva da tadın,

Bunca geçen ömrümü

Adın eserlerde, anılarda

Bahtına ne çıkarsa ayda, yılda

Varsın yatsın rahmetli nurda,

Veya,

Öldüğü yerde bir daha ölesi,

Daha görülmemişti böylesi,

Duanızı istemem,

Beddualarınız yeter bana

Kendimle götürürüm her şeyimi

Hayırlıdır böylesi.

Anıldıkça söylenir,

Dua bir kefede,

Beddua ötekinde.

Verdiğinle gidersin dostum,

Kalanlardan bekleme,

Herkes kendi derdinde.

Ve akşam karanlığında

Ölüm yorgunluğu,

Ve gecenin sessizliğindeki

Sonsuzluğu,

Ve ıssızlıkta ki yalnızlığı,

Yalnız bırakan acımasızlığı,

Yaşarken,

Nereden bilecekler,

Yalnız kalan cansızlığı

 

Ve geri dönenler,

Ve sevdiğini söyleyenler,

Ve üstünü örtenler,

Bir daha çıkmasın diye,

Toprağı dövenler,

Geri gelir sanırlar,

Gelir de,

Payımızı elimizden alır sanırlar.

 

Var oluştan beri böyle insanlar.

Böyle uyguladılar.

Böyle kuyladılar.

 

Ve gidenler, bir daha geri gelmediler,

Gelip de, kimsenin payını bölmediler.

CEVİZDE SALINCAK

Anam başak toplar,

Sarı sıcakta başak.

Çocuk yatacak,

Kurulur iki ağaç arasına salıncak,

Çocuğa bir salıncak.

Anam başak toplayacak

Acep salıncağı kim sallayacak.

Sallanır koyu yeşil gölgede,

Çocuk uyuyacak,

Anam başak toplayacak.

 

Yorulamaz, dinlenemez, çalışırken,

Bir eli başımda,

Bir eli ile bıtırak temizlerken.

Dinlenir anam ancak

Beni emzirirken,

İşte ta o zaman tanıştım ceviz ile.

Ta o gün gördüm, cevizin yeşilini,

Ta o gün gördüm, cevizin yemişini.

Anamın bıtıraklı eli kafamda gezinirken

Cevizi seyrederken

Gökyüzü yeşil mi olmuş ne?

Maviyi göremedim yapraktan.

Serin ılık esen rüzgardan,

Yeşili seyrederken,

Can biten topraktan,

Salıncakta ben varım,

Cevizde salıncak.

Beni daldan dala kim atacak.

Aradım gelmişini, geçmişini,

Kaman’ı yurt tutmuş,

Toprağına sağlam tutunmuş.

Kaman’da ceviz.

Ceviz oynar, ceviz yeriz.

Bize çerez, katık bize ceviz

Anam beni emzirirken,

Anam bıtırak temizlerken

Toprakta bıtırak ve başak,

Tepesinde sarı sıcak,

Cevizin gölgesinde kim yatacak

Cevizin gölgesinde,

Yatıp oturmak nerede.

Gün batmadan daha,

Kağnı yüklenecek,

Gıcır, gıcır, yaya, yapıldak,

Köye gidilecek,

Evde iş, güç görülecek.

Gökyüzünün mavisini de gördüm.

Koşup oynarken.

Salıncağı artık ben salladım,

Kardeşim uyurken.

Derede çimerdik mal güderken.

 

Ve bir gün çırptık cevizi.

Cevizin parası ile aldık çeyizi

Allı geline allı duvak,

Cevizde yeşil yaprak,

Allı gelin ile koşarak,

Tuttuk cevizin yolunu,

Okşadık kanadını kolunu.

Salıncakta allı gelin

Yeşil gökyüzü, sarı sıcak,

Daldan dala atılacak,

Burcu, burcu kokan dal,

Allı gelin ile al, al.

 

Halka tuttuk bedene,

Gelişmiyor, iki kucak.

Koşup oynarken köşe bucak

Tepemizden anam bakıyor,

Sarı sıcak yakıyor.

Ellerine kına yakıyor.

Kapkara, ceviz kınası.

Ne ağrısı kalmış, ne de yarası.

Bıtıraklar artık batmıyor.

Allı gelini görmüş,

Mutluluktan yerinde bile yatamıyor.

 

Koyu yeşil ceviz dalı,

Beyaz kefen, allı duvak

Kınalı ellerde toprak,

Üstünü örterken başak,

Ve toprağı kucaklayarak,

Bir elinde ceviz dalı,

Diğerinde başak,

El sallarken allı geline,

“Torunlarıma iyi bakın,”

“Cevizin dalında sallayın.”

“Daldan dala atın onları,”

“Mutlu olsun sonları.”

“Gözüm açık kalmasın,”

“Gözünüz gibi koruyun canları.”

Cevizin dalında salıncak,

Salıncakta daha çok çocuk oynayacak,

Her salıncak, sallandıkça,

Anam mutlu uyuyacak,

Dağların Korkusuz Büyük Halk Ozanı DADALOĞLU KAMAN’DA

Çıktım yücesine seyran eyledim

Cebel önü çayır çimen görünür.

Bir firkat geldi de coştum ağladım

Al yeşil bahçeli “KAMAN” görünür

 

Anadolu’nun her yanında adına ve şiirlerine rastladığımız Dadaloğlu’nun birçok yerde mezarı bulunmaktadır. Kaman’da bunlardan bir tanesidir.

 

19. Yüzyıl Halk Ozanı Dadaloğlu ve onun bağlı bulunduğu Türkmen oymağı olan Avşarlar, geçimlerini hayvan beslemekle sağladıkları için geniş otlaklara ihtiyaçları vardır. Bu nedenle kış aylarında, Mersin’den, Adana, Şam, Halep, Rakkadan Fırat Nehrini izleyerek kuzeye doğru, Elbistan ve Uzunyayla’ya kadar olan bu geniş alanı kışlak olarak, Torosların kuzeyinde Niğde, Kayseri, Kırşehir, Yozgat Bozok Yaylarını da yazlık olarak kullanmışlardır

 Avşarlar, konargöçer olarak yaşarlarken hiç durmadan gezdikleri için devlete vergi vermekten de kaçınmışlardır. Bu karışık ve disiplin bozucu durumlarını önlemek için devlet tarafından üzerlerine asker gönderilmiştir. Yılda iki kez Torosları aşarak yaşam mücadelelerini sürdüren Avşarları yerleşik düzene geçmeleri için zorlayan Osmanlı yönetiminin emirlerine karşı gelerek göçlerine devam etmişlerdir.        

                                                

Bu karşı gelişi, bu haykırışı, Dadaloğlu’nun şu dizelerinde görürüz.

 

Kalktı göç eyledi Avşar elleri,

Ağır, ağır giden iller bizimdir.

Hakkımızda devlet vermiş fermanı,

Ferman Padişahın, dağlar bizimdir.

 

Bu haykırışları bazen kuzey yaylaların sertliğinde, bazen de Çukur Ovanın sıcaklığındadır.

 

19. Yüzyılın halk ozanlarından olan Dadaloğlu, 1785 – 1876 yılları arasında Çukurova, Toroslar ve Anadolu’da konar-göçer Türkmen Aşiretlerini dolaşarak yaşamış toplumcu bir halk ozanıdır.

Dadaloğlu’nun şiirlerinde, içinde yetiştiği dönemin ve Avşarların tarihini buluyoruz. Yaşam uğraşlarını ve yaşam kültürlerini buluyoruz. Türkmen yiğitlerinin kılıç sallayışlarının, at binişlerinin öykülerini görüyoruz.

Türküleriyle, bozlaklarıyla halkının yaşam biçimlerini dile getirirken, Padişaha, Osmanlıya karşı çıkışıyla da bir kavga ve yiğitlik ozanı olarak görüyoruz kendisini.

Osmanlı aydınlarının halk ozanlarına önem vermemeleri, şiirlerin zamanında tam olarak saptanmaması yüzünden halk ozanlarının söyledikleri şiirler karışıklığa uğradığı gibi bir kısmı da kaybolmuştur.    

Dadaloğlu’nun şiirlerinde de hiçbir yazılı kayıt bulunmasa da, O’nun duygu pınarından dökülen şiirlerini,  Avşarlar belleklerinde taşıyarak Çukurova’da ve Anadolu’da pınar olup akmışlar,  her yörede yaymışlardır. Bu nedenle halkın sahiplendiği şiirleri aşiret geleneklerine uyularak dillerde ve gönüllerde yaşayarak unutulmamıştır.

Dadaloğlu’nun asıl adı Veli’dir. Anasının daha sonraları Kırşehir yöresine yerleşen Cerit aşiretinden olduğu rivayet edilmektedir. Babası Aşık Musa, Avşar aşiretinden olup Kaman’a bağlı Savcılı ve Toklümen Bucaklarında imamlık yaptığı, aynı zamanda bir saz şairi de olduğu için, Toklumen’li Aşık Said’in de hocası olduğu söylenir. 

 

Dadaloğlu kendi deyimi ile yedi iklim dört köşeyi baştanbaşa dolaşıp Türkmen aşiretlerine sazıyla, sözüyle güç verirken, soy ve kan bağı nedeniyle Kırşehir İlini ve Kaman İlçesini de oba oba gezerek şiirler söylemiştir.

Dadaloğlu ve göçer Türkmenlerinin en son Kaman’a geldiklerini son iki şiirinden de anlıyoruz.

Şiirin bir bölümünde;   

 

Şu Kaman’ın dağlarına,      

Selam verdim ağalarına,    

Civan bir mert buyur etti, 

Çardaklıca bağlarına.

 

Şiirin bir bölümünde ise;         

 

Dadaloğlu der ki, dağıldık bittik.

Gurbet ellerinde, perişan olduk.

Atları sürüyü, söyleyin nettik?

Bomboş geldik şu Kaman’a duydun mu?

 

Şiirin de ise;                 

Çıktım yücesine seyran eyledim,

Cebel önü çayır çimen görünür,

Bir firkat geldi de coştum ağladım,

Al yeşil bahçeli Kaman görünür.

 

Dadaloğlu’nun Kaman’da ne işi var, neden gelmiş buralara kadar diye bir soru gelebilir aklımıza.

Araştırmacı Öğretmen Yaşar Şahin arkadaşımızdan aldığımız bilgilere göre; Uzun ve mücadele dolu yaşamında artık yaşlanmıştır. Daha önceleri, birinci eşinden habersiz, Kaman’ın Hamit Köyündeki Ceritlerden bir hanımla ikinci evlilik yapmıştır. Yaşlanınca ikinci eşinin yanına dönmek isteyince durumu öğrenen Cerit Beyleri ikinci eşini Dadaloğlu’na vermezler. Yaşlılık, hasretlik ve yokluk çeken Dadaloğlu, Kaman ve çevre köylerde kır atı ile gezip, saz çalarak yaşamını sürdürmeye çalışır. Artık gezemez duruma gelince söylentilere göre Kuluncak – Terelik mevkiinde bir bağ evinde, diğer söylentiye göre de açlık ve kıtlığın yoğun olduğu bu dönemde Terelik suyu üzerinde bulunan Mamalıların su değirmenine sığınır. Değirmen kömbesi ile yaşamını sürdürürken nihayet bu değirmende yaşamını yitirir.

 

Her ne kadar mezarının nerede olduğu bilinmese de, yönetime başkaldırısı ve Yörüklerin yaşam biçimlerini şiirleri ile anlatan DADALOĞLU’NU seven halk tarafından Kaman’ın kuzeyinde bulunan Ziyaret tepesine kaldırıldığı rivayet edilmektedir. Bir mezarın bulunduğu bu tepede akşamları bir ışığın yandığını, ermiş bir kişinin burada yattığını kabullenen Kaman halkı kutsal saydıkları bu tepede gerekli zamanlarda yağmur duasına çıkmaktadır.

 

Yaşar Şahin Arkadaşımız uzun araştırmalar sonu elde ettiği belgelerle; “Dadaloğlu’nun ömrünün son günlerini Kaman civarında geçirdiğini ve mezarının bu topraklarda olduğunu savunmuştur. O zamanın il genel meclisi üyesi H. Ali Kutlu konuyu Valiliğe taşımıştır. Valilik ve İl Genel Meclisi tarafından desteklenen bu görüşe yine o yılların Kaman Belediye Başkanı H. Yusuf Canpolat sahip çıkmıştır. Belediye Meclis kararı ile Dadaloğlu’nun Mezarının var sayıldığı Ziyaret Tepesinin adının “Dadaloğlu Kültür Merkezi olmasına, anıt mezarının ve heykelinin buraya yapılmasına” karar alınmıştır. Belediyece kurulan araştırma komisyonunun çalışmaları sonrası elde edilen bulgular Belediye Kültür Müdürü Mehmet Atılgan tarafından derlenerek “ÇUKUROVA’DAN KAMAN’A DADALOĞLU” kitabını yayınlamıştır.                                                               

EFKARLIYIM

Yine bugün efkar ile doluyum.

Kara gözlüm civan boylum ağlama.

Bugün yarın belki düğün olacak.

Ekmek ile halva alırım sana.

 

İnci, boncuk, takılar alamadım.

Altın zincir, küpeler takamadım.

Gül yüzüne doyarak bakamadım.

Yavrum allı fistan alırım sana.

 

Kaldırıp başını bakma yüzüme.

Kurban olam senin kara gözüne.

Hele bir çıkayım gurbet düzüne,

Lastik, potin, çizme alırım sana.

HANİ DİYORUM Kİ

Hani diyorum ki,

Şöyle usulca açılsam.

Hani diyorum ki,

Şöyle yavaşça sarılsam.

Hani diyorum ki, bazen,

Yalnızlığa,

Yapayalnızlığa alışsam.

Ah bir alışabilsem.

 

Hani diyorum ki, bazen,

Alsam başımı gitsem.

Hani diyorum ki,

Her şeyi dert etmesem.

Yemesem içmesem de,

Hani diyorum ki, bazen,

Netsem neylesem de,

Ah o sevdiğimi,

Bir eğlesem.

Bir eğleyebilsem.

 

Hani diyorum ki bazen,

Çocuklara gitsem,

Çiçekler derlesem,

Hani diyorum ki,

O çiçek gibi çocukları,

Bir sevsem.

Ah bir gül verebilsem.

 

Hani diyorum ki bazen,

Saz çalabilsem.

Türkü söyleyebilsem.

İnlesem.

İnim inim inlesem.

Türkü dinlesem.

 

Hani diyorum ki,

Şöyle dertlice, delice,,

Yüreğimi delercesine,

Bir türkü söylesem.

Bir türkü söyleyebilsem.

 

Hani diyorum ki bazen,

Kendi kendime,

Gülmeyenleri,

Gülemeyenleri,

Bir görsem.

Bir görebilsem.

Bir güldürsem.

Bir güldürebilsem.

 

Hani diyorum ki,

Güzelim.

Yağmur yağarda,

Toprak kokar ya,

Güneş  doğar ya,

Güneşle beraber,

Çiçekler açar ya.

Kelebekler uçar ya,

Çocuklar coşar ya.

Hani diyorum ki,

İşte o zaman,

 

Mutluluğu gördüğüm an,

Bir ölsem.

Ah bir ölebilsem

İŞTE BURASI FETHİYE

Ocak ayı bahar yaşar dağları

Yosun kokusunda kaldırımlar

Rüyalarımda gerçek anılar

Çiğ ıslatmış otları

Tepemde dolanıyor sis bulutları

Hanımeli uzanmış odama

Hoş geldin ziyareti mi ne?

Bayram ediyor ciğerlerim

Bir tiryaki açlığı ile

Fısıltıyla kulağıma;

“İŞTE BURASI FETHİYE”

 

İncirköy’den doğan güneş

Kanat çırptı bulutlara

Bulutlara dolaştı kartal,

Taktı cırnağına Kütüphanede

“Tut kanadımdan Kamanlı”

“Sıkı tut bırakma”

Kartalda kanat

Rüzgarlı kanatta ben

Dolaşıyoruz tepelerden bakarak

Ak Başıyla Baba Dağı

Uzatmış yeşil etek şalını

Çalışta denize kadar

Telmessos’u, Meğri’yi, Fethiye’yi

Sahilde kursunlar

Bir bel kırımında Ölü Deniz yolu

Kaya Köyde yetim kalmış taş evler

Baykuşlar yanık ağıtlar söyler

Geceleri Rodos’a doğru yönleriyle

Bu ağıtlar niye

Kaya mezarlarda krallar

Krallar taş, kayalar tarih kokar

“İŞTE BURASI FETHİYE”

 

Şehir üstünde bir tur

Tarih bulutunu delerek

Direklere değme sakın

Direkleri bekler tekneler

Bir tepsi saflığında deniz

Yorgun ürkek martılar

Bir tur daha

Mavinin yeşilin üzerinden

Foça’da, Günlük Başında villalar

Villalar, seralar

“Villaların çoğunu

Sattılar yabancılara

Karıştık, alıştık birbirimize

Olduk hısım akraba

İşin içinde para var ya”

Sordum kartala bir daha

Duyamadım ne diye

“İyi bak, unutma”

“İŞTE BURASI FETHİYE”

 

Kargı’dan geçiyoruz

Düğün mü yapılmış eşeklere?

Efesinde kınalı çorap

Kiliminde nakış, kıldan çadırı

Öküz derisinden çarığı

Dünden kalan tüm izler

Enver Yörük Müzesinde sergiler

 

“Tepenin arkası benim köyüm,

Tütün tarlalarında emek

Keçi güttüğüm tepeler,

Çimdiğimiz dereler

Ekmeğim, aşım, toprağım buralar

Çıktık alnımızın akıyla

Dereden tepeden geldik nereye

Boyacıoğlu gördüğün her yer;

İŞTE BURASI FETHİYE”

 

Çalış plajı durgun

Ak bir gerdan uzunca

Martıları inci dizili

Gün batımında

İnce kum, Çakıl taşları

Yorgun dalgalarla bitiyor dansları

Güneş suya hasretle dalıyor

Gök kızıl, deniz yanıyor

Kışın ılık nefesi ısıtıyor içimi

Öyle azgın da bakmaz denizi

Kudurmuyor Karadeniz örneği

Ocak ayında çiçek

Çiçeğe tutunmuş böcek

Anadolu donmuş her yer sis

Doğuda buz ve kar

Anadolum alışık yalnızlığa

Ben Anadolu’ma sevdalıyım

Düşlerimi böldü Fethiye

Hello, selam merhaba

İŞTE BURASI FETHİYE

KADINSIN ANASIN

İtildiniz, kakıldınız

Yalnız bırakıldınız

Dışarı atıldınız

Yine de evim dediniz

Erim dediniz

Çocuğum dediniz

 

Böyle yürüyordu düzen

Böyle gitmedi

Verilenler yetmedi

İnatla sabırla

Güçlüklerle yarıştınız

Çok zorluklar aştınız

Hatta taştınız

Ama ulaştınız

Daha da ulaşacaksınız

Hatta aşacaksınız

 

Öyle sevecen

Öyle özverilisiniz ki

Sizin eşiniz toprak

Sizin işiniz vermek

Hem de karşılıksız vermek

 

Çünkü sen kadınsın

Çünkü sen anasın

Çünkü sen verensin

Ve sen

Toprak kadar da kutsalsın

 

NOT; BEN ŞİİRİM İsimli şiir kitabından 

KAMAN CEVİZİ VE LOKMAN AVŞAR

Yüzyıllar önce Kaman çevresinde dere boylarına, bahçelere dikilen ceviz ağaçları toprağını sevmiş, suyunu sevmiş, iklimini sevmiş olmalı ki yöre halkına kaliteli ürünler vermiş.

         Yüzyıllar önce diyorum, çünkü;

Kaman'da ki anıt cevizin 350 yaşında olduğu belirlendi. Bu son yıllarda yaşı 40’e yaklaştı. Demek ki asırlardan beri Kaman'da yetişen cevizin ünü durup dururken yayılmamış her tarafa.
                            “Ceviz ile peynir,

                   Ne güzel yenir.”

Özdeyişinden hareketle,

         Cevizi ile peyniri, gevrek ekmeğinin arasında dürüm alan yöre halkı gelen konuklarına da ikramda kusur etmemişler. Uzun kış günlerinde çerez olarak da yenen cevizimiz Kaman dışına da hediye olarak taşmış, ta o yıllardan bu yana.

         Ayrıca;                   “An beni bir koz ile de,

                   Çıkarsa da, çürük çıksın,”

Özdeyişi de, günümüze kadar gelmiştir. Hediye olarak çevreye gönderilen cevizlerimizin lezzeti ve kalitesi gönderildikleri yerlerde kabul görmüş olmalı ki, ta o günlerden KAMAN CEVİZİ ismi yayılmaya başlamış Anadolu da.

         Kabuğunun ince oluşu,

         Büyük oluşu,

         İçinin beyaz ve dolu oluşu,

         Lezzetli oluşu,

         Damak tadına düşkün olan halkımız tarafından kabul görürde adı çevreye yayılmaz mı? Adı dalga dalga yayılan bu yemişimizin adını pek çok yöre kullanmaya başlamışlar.

Hatta Ankara, İstanbul, İzmir gibi bir çok büyük şehirlerde tezgahlarda satılan cevizlerin üzerinde KAMAN CEVİZİ yazıları görünmeye başlar yıllar öncesinden günümüze kadar. KAMAN CEVİZİ ile hiçbir ilgisi olmayan çetin ve ufak cevizlerle bile bizim adımızı kullanıyorlar o gündür bu gündür. Hatta pek çok Kamanlı bu tür reklamı görünce satıcılara müdahale bile ederler. Bu satıcılar, bu görüntülerle her ne kadar bizim adımızı kullansalar da, aynı zamanda bizim reklamımızı da yapıyorlardı farkına varmadan.

Zaman ve olaylar öyle ilerliyor ve gelişiyordu ki, her il, ilçe ve köyler bile kendini tanıtabilmek için adı ile tarihi ile ürettiği ile şenlikler yapmaya başladılar. Bu şenliklerde kavun, karpuz, kiraz, üzüm gibi meyve isimlerinin yanında her yerin özelliği ne ise o isim kullanılmaya başlandı. Her tarafta yapılmaya başlanan bu şenliklerin elbette o yöreye tanıtım ve ekonomik getirisi de oluyordu. Bu düşünceden hareketle,   KAMAN CEVİZİNİN adından yararlanmak, Kaman'ımızı ve cevizimizi tanıtmak amacı ile geçmiş yıllarda ön çalışmalar başladı.

Belediye Başkanı Y. Ziya Aygün döneminde (1984 -1989) Kırşehir'de kutlanan AHİ Şenliklerine Belediyece katılırlarken halk oyunları ekibimizle bizim okulu da davet ettiler. Topluca Kırşehir'deki törenlere katıldık. Törenin uygun bir yerinde,  5 - 6 cevizin yanında,  "GELECEK YIL KAMAN CEVİZ ŞENLİĞİNDE BULUŞALIM" yazılı paketleri bizim öğrencilerimiz protokole ve halka dağıttılar.  Büyük ilgi toplayan bu başlangıç çalışmalarımız yöneticilerimizi daha da hızlandırdı. Fakat her nedense ertesi yıllarda bir türlü ceviz şenliğine başlanamadı. Ama atılan bu ilk adım da belleklere yerleşti.

Artık Kaman'da ceviz festivali yapılmalıydı.

1990 yılında ilki yapılan KAMAN CEVİZ festivali, Belediye Başkanı Yusuf Canpolat zamanında yapıldı. Komite içinde kurulan her komisyon kendi dallarında canla başla çalıştılar. Kaman'a ve cevizimize yakışır ilk festival 3 gün sürdü.

İlk ceviz festivalinin her türlü sorumluluğunu belediye yüklenmişti. Fakat Ceviz konusunda yıllarını harcamış Rahmetli Yüksek Ziraat Mühendisi LOKMAN AVŞAR bu ilk festivalde yatmadı, oturmadı, bir saniye dinlenmeden Kaman merkez ve tüm köylerde, dağ bayır, gece gündüz demeden, cevizleri bir bir taradı, örnek cevizler alarak, cevizleri iç ve kabuklar olarak ayırdı. Altın tartar gibi ölçüm ve tartmalarla cevizlerin oranlarını, kalitelerini  belirledi.

İlk ceviz festivali, Kaman ceviz festivali değil de, sanki Lokman Avşar festivali idi. Canla başla çalışırken ceviz konusunda bir şeyler anlatırken, açlığını ve uykusunu unutuyordu. Bu çabalarla Kaman Cevizinin adını Kaman’dan ve ülkemizden dışarı taşırırken kapama ceviz bahçelerinin kurulmasına da ön ayak oluyordu. Her gördüğüne, tanıdığına ve konuştuğuna, "ceviz bahçesi kuralım," gibi uyarılarda bulunuyordu.
Bu kadar çalışkan, bu kadar dayanıklı, bu kadar işine bağlı, cevizle yatıp cevizle kalkan, Kaman Cevizinin babası, değerli arkadaşım Lokman Avşar'ın bu denli çalışmalarını kim göz ardı edebilir ki?

İlk yıllarda, cevizi tanıtabilmek ve satabilmek için Belediye çevre köylerden ceviz satın alarak belediye önünde kurduğu tezgahta az da olsa dışardan gelen konuklara ceviz satımını gerçekleştirdi. Ayrıca bu alınan cevizlerin çoğu da gelen konuklara hediye edildi.

İlk yıllarda halkımız tarafından ceviz getirip satma sıkıntısı yaşanıyordu. Ceviz festivali her yıl yapılarak devam edince, ceviz üreticileri kendi yetiştirdikleri cevizleri satmaya başladılar. Daha sonraları festival günleri bir panayır havası almaya başladı. Üretici, cevizin yanında diğer ürettiği sebze, meyve ve bakliyat ürünlerini de satmaya başladılar.

1. Ceviz festivalini, ertesi yıllarda ki festivaller izledi.  Her yıl daha da ileri gidilerek bir yıl öncekine göre eksik ve yanlışlıklar giderildi. Kaman Ceviz Kültür ve Sanat Festivali artık Kaman ile özdeşleşti ve rayına oturdu.

1990 yılından bu yana yapılmakta olan KAMAN CEVİZ KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ birkaç kez kesintiye uğrasa da üreticilerin ve halkımızın istekleri doğrultusunda devam etmektedir.

Yine 1990 yılından bu yana ceviz bahçeleri kurulmaya başlandı. İlk yıllar belediye, ceviz bahçesi kuracaklara yardımcı oldu. O yıllarda kurulan ceviz bahçeleri artık bu yıllarda ürünlerini vermeye başladı.

İlçemiz çevresinde ceviz bahçesi kurmada ilk sırayı BAŞKÖY beldemiz önde götürmekte. Şu anda Kaman çevresinde 100 e yakın bahçe kurulmuş durumda. Buna her yıl 10’larcası da eklenmektedir.

Kaman Cevizinin adı, Kaman dışına yayıldıkça, çevre il ve ilçelerden tohum ve fidan istekleri de gün geçtikçe çoğalmaya başladı. Bahçesinde fidan yetiştiren pek çok üretici, bütçesine ekonomik katkıda bulundular.  

 

Öncelikle cevizin önemi, beslenmede ki yeri yeterince işleniyor.
         Eskiden kalan cevizlerin dışında kurulan ceviz bahçelerimiz üretime geçmiş durumda. Birkaç yıla kadar ilçemizin ekonomisine önemli katkılarının olacağını kimse göz ardı edemez.
         Ayrıca, ülkemiz içinde ve dışında sosyal dayanışmanın ve kültür alış verişinin de öncülüğünü yapan bu festivalin kesintisiz yapılmasında ki faydalar elbette pek çoktur.
İlçemizin tanıtımında en büyük yeri olan cevizin önemi de gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır.

CEVİZ LOKMAN'IM

Bir yaşamın bittiğini selâ ile duyururken ceviz dallarının sallandığını,  hatta birçok cevizin yere düştüğünü görür gibi oluyorum.

Eskiden beri Kaman cevizinin ünlü olduğunu, adının tüm yurtta söylendiğini duymuştuk. İşte bu noktadan başlayarak bu merkezden ilerleyerek yaptığı çalışmalar ile adını tüm yurda ve tüm dünya'da duyuran Yüksek Ziraat Mühendisi Lokman Avşar gece, gündüz çalışmaları ile başarılarına başarı katmıştır. Kaman cevizinin adından yararlanarak 1989 yılında 1.si yapılan Kaman ceviz şenliğinde Kaman cevizinin kalitesi gün ışığına Lokman Avşar'ın çabaları ile çıkmıştır. Kaman 1, Kaman 2, Kaman 3, Kaman 4, ve 5 cevizleri Türkiye ve dünyada yerini almıştır. Kalite ve tat alanında yerini alan bu ceviz türlerini araştırması tanıtması ve çoğaltması için yaptığı çalışmalara tüm insanların yanında kurtlar, kuşlar ve tüm canlılar tanıklık ederler herhalde.

         Kaman cevizinin kalitesi belirlenip tanıtıldıktan sonra "görevim bu kadar, benden bu kadar" deyip yan gelip yatmadı Ceviz Lokman. Artık ceviz bahçeleri yapılmalı, cevizler çoğaltılmalı idi. Bu inançla herkese ceviz bahçesini kurması için bildiği tüm bilgileri aktardı. Yılmadı, usanmadı. Dağda, taşta, ilde, ilçede, köyde ceviz bahçesinin özelliklerini anlattı. Başarılı da oldu. Gerek tv kanallarında, gerek gazete ve dergilerde, gerekse fotokopi baskıları ile tüm bilgilerini herkese aktardı. Cevizi ve ceviz bahçesini anlatırken adam kendinden geçiyor,  diğer geleni görmüyor, vaktin geçtiğini bilmiyor, acıkmıyor susamıyordu. Bildiklerini anlatırken ağzı ve boğazı kuruyor sesi kısılıyordu ama O yine anlatmaya devam ediyordu.  Dünyası, malı-melalı, canı-cananı her şeyi cevizdi, O'nun.  İşte bu nedenle ben kendisine "CEVİZ LOKMAN" demiştim de, yüzünde tatlı bir tebessüm görmüştüm o an.

         1957-1960 yıllarında orta okuldaki başarı ve çalışkanlığı 2004'e kadar, daha da artarak ve hızla  devem ediyor.. Başarılı olmak onun işi idi. Ta o zaman ki sessiz, sakin, duygulu oluşu tüm yaşamında da devam etti. Yalnız sessizliğini ceviz sevdası, ceviz tutkusu bozdu her halde.

         İlk ceviz şenliği yıllarında ceviz tespit etmek için gittiğimiz her ceviz dallarının altında ceviz meyvelerini toplarken mutlu oluşunu bence görmek bir ayrıcalıktı. Her ağacın cevizinden birkaç tane alıyor, torbalıyor. Torbanın üzerine cevizin künyesini yazıyor, ceviz ağacını numaralandırıyor, topladığı tüm cevizleri altın terazisi ile tek tek tartıyor. Kabuğunu bir ayrı, içini bir ayrı, altın kalbi ile altın gibi tartarak, ölçerek buldu bu Kaman Cevizlerinin özelliklerini. Buldu da ne yaptı. Elin adamı sahiplendi. Kaman Cevizinin adını değiştirdi. Özelliklerini farklı tanıttı. Kitap bastı elin adamı. İşte bu olay bundan sonra rahatsız eder bence Ceviz Lokman'ımı.

         Kaman ve çevresin de bir, iki, üç, beş, on ve yüzlerce çoğaldı ceviz bahçeleri. Ceviz bahçeleri çoğaldıkça Ceviz Lokman'ımın çocukları da çoğaldı. Çünkü Lokman her bahçeyi çocuğu gibi görür. Meyvelerini de torunlarım diye severdi. İşte bu nedenle dünyada Lokman'dan çocuğu çok olan, Lokman' dan torunu çok olan bir kişi daha yoktur diye düşünüyorum.

         Projelerinin içinde, birincisi ceviz ve ceviz bahçeleri, ardından badem bahçeleri, susuz ceviz ve badem bahçeleri ile kavak üretimi vardı. Bunların hepsini de uyguladı. Gördü ve keyfini de yaşadı kanımca

         Ceviz bahçeleri çoğalırken ceviz fidanları da çoğaldı son yıllarda. Ceviz fidanı ticareti bir sektör haline geldi Kaman'da. Sonbahar ve kış aylarında binlerce Kaman Cevizinin özelliklerini taşıyan fidanlar ülke genelinde Pazar buldu ve dağıtılıyor.

         Biraz da sayfanın öbür yüzüne bakalım.

         Kaman Cevizi ve Lokman:

         Ne bir iş yerinde, ne bir sokakta, ne bir cadde de, ne bir parkta ceviz ve Lokman ismi göremedim. Eğer var ise beni bağışlayın.

         Hani gönül istiyor, şöyle cevizli bir yol. Cevizli bir cadde. Lokman görünen ve ceviz kokan bir park, bir anıt.

Derler ki: "Kör ölür badem gözlü olur." Bende diyorum ki: "Ceviz Lokman aramızdan ayrıldı. Acaba ceviz gözlü olur mu ki?"

         Belli ki sağlığında Kaman'ı istemiş yakınlarından. Cenazesi Ankara'dan alınarak Kırşehir'e, Kırşehir'den Hirfanlı Gölü kenarında ki büyük bir bahçeye, oradan doğduğu köy olan Savcılı Meryemkaşı Köyünün Mahallesi olan Akpınar'a uğradıktan sonra Kaman'a getirildi. Belediyede yapılan saygı ve anma töreni kendini sevenleri ve ceviz bahçesi sahipleri ve tüm dostlarını duygulandırdı.

         Anıt Ceviz diye adlandırdığı cevizi çok sever her fırsatta ziyaret ederdi. Atatürk'ün "İstikbal Göklerdedir" dediği bakış gibi gözlerini kıpış kıpış eder sağ eliyle gözlerini siper ederek usulca mırıldanırdı. "Kaman'ın ve Kamanlının geleceği bu cevizlerdedir." Derdi.

         Anıt cevizin gölgesi gibi, şöyle ceviz gölgeli, ceviz şiirli, ceviz meyvesi görünümlü bir anıt mezarı sen çoktan hak ettin Ceviz Lokmanım. Mezarının yeri çok uygun. Çevresi dolmadan önlem alınarak anıt mezara uygun bir yer çevrilirse ileride yapılmak istenenler kolay olur diye düşünüyorum. Bence sevenlerin ve ceviz üreticileri seni unutmazlar ki.

         Diyorum ki: Bir ilde, bir ilçede, bir kasaba ve bir köyde bilim ve sanatçılara gerekli değer, gerekli önem, gerekli olanak tanınmaz ise o bilim ve sanat adamını yok edebilirsiniz. Fakat bunun yanında o ilin, o ilçenin, o kasaba ve köyün de adını, kültürel, sosyal ve ekonomik değerini de kaybedersin. Acaba bu yanlışlığın tedavisi var mı ki?

Şiir, öykü, ve romanlarda, oyunlarda, ressamın tablosunda ki yöre isimlerini belleklerden silmek kolay mı?

         İşte bize büyük bir fırsat. İşte bize bir ceviz Lokman. Çalışmalarını başarılarını anlatmakla bitiremeyiz. Mademki adam başarılı, mademki adamın eserleri Kaman'ı aştı, işte bu başarı ve çalışmayı ölümsüzleştirelim. Anıtlaştıralım. CEVİZ LOKMAN adına kurulacak bilim ve araştırma kurumunu görür müyüz ki?

         Sen rahat uyu be hey koca Ceviz Lokman. Sana ne var? Senin cevizlerin var. Senin toprağın var. Bu toprak var ya, bu toprak. Bereketli toprak. Can toprak. Üretken toprak. Ve de iletken toprak. Senin tenini kendinde hisseder hissetmez, ne zaman iletti, ne zaman haber verdi ceviz ağaçlarına? O an tüm ceviz ağaçları senin resimlerini çizdi gövdelerine. Tüm ceviz yaprakları senin şarkılarını söyledi. Tüm ceviz meyveleri bu şarkılara tempo tuttu. Kuşlarda katıldı bu koroya sanki. Cevizim, Ceviz Lokman'ım.

         Her ceviz dikilişinde senin ömrün uzuyor. Senin adın ölümsüzleşiyor. Dağ aşırı, deniz aşırı adın yayılıyor tüm dünyada. Rahmetli Madaralı'nın dediği "ceviz diken 150 yıl yaşar." Tezine karşı gelir gibi sen binlerce yıl yaşarsında bizler görür müyüz ki?

                  Koca Lokman'ım. Cevizim. Ceviz Lokman'ım.

         Sana ağıt yakışmaz. Sana şiir yakışır. Sana türkü yakışır.

         Sana ceviz yakışır. Cevizim. Ceviz gözlüm.

 

Hani diyorum ki,

Ceviz Lokman'ım.

Şöyle bahçeme bir ceviz diksem.

Ceviz büyüdükçe, sen de büyüsen.

Her cevize bakışta,

Hani diyorum ki

Her cevize dokunuşta

Seni görsem

Gövdende torunlarıma,

Bir salıncak kursam

Dallarınla, yapraklarınla

Bir türkü söylesem.

Hani diyorum ki

Be Koca Ceviz Lokman'ım

Bir de ben,

Bir de ben, senin gibi,

                               Bir ölümsüzleşebilsem.

11 Ağustos 2004

Mümtaz BOYACIOĞLU

CEVİZİN FAYDALARI, CEVİZİN DAMARLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

İspanya’da bilim adamlarının yaptığı ve American College of cardiology dergisi’nde Eylül 2006 da yayınlanan bir araştırmada cevizin damarlar üzerine etkisi araştırılmış.

 

Çalışma 12 sağlıklı, 12 kolestrolü yüksek olan toplam 24 kişi üzerinde gerçekleştirilmiş. Araştırmaya katılanlar 1 hafta süreyle yağ oranı yüksek yemeklerle beslenmiş. Her öğün sonrasında araştırmaya katılanların yarısına 25 gram zeytin yağı, diğerlerine 40 gram ceviz verilmiş. Açken ve yemekten sonra ultrasonla damar duvarı incelemeleri ve kan tahlilleri yapılmış.

 

Sonuçta hem zeytinyağının hem de cevizin yağlı besinlerin damara verdiği zararı azalttığı gösterilmiş. Ayrıca cevizin damarların esnekliğini de koruduğu belirlenmiş.

 

Kaynak: Jurnal of The American College of Cardiology, September 2006

YAŞAMA SANATI Fatih Üniversitesi ve Hastanesi, Sağlık, Kültür, Sanat, Magazin Dergisi

                Sayı : 7,   Ocak – Şubat – Mart 2007    

CEVİZ FIKRASI - CEVİZ AĞACI VE NASREDDİN HOCA

Nasrettin Hoca bir gün dinlenmek için bir ceviz ağacının altına uzanır. Tam uykuya dalacağı sırada, gözü yan tarafta bulunan kabak bitkisine takılır. Küçücük bitkide kocaman kabakları fark eder. Başını kaldırıp ceviz ağacına bakar, kocaman ağaçta küçücük cevizleri görür. Kendi kendine:

            - Ne tuhaf bir durum, koca ağaçta küçücük cevizler, küçücük bitkide kocaman kabaklar, bu işte bir terslik var, diye düşünür. Bence bu kabaklar ceviz ağacında olmalıydı, der.

            Tekrar uyumak için gözlerini kapatır. Bu sırada ağaçtan bir ceviz başına düşer. Birden büyük bir acı ile yerinden fırlar. Bir cevize birde kabağa baktıktan sonra:

            -Allah’ım sen her şeyin iyisini bilirsin, ya daldakiler kabak olsaydı halim ne olacaktı, diye sevinir.

Aralık 2015

 Mümtaz Boyacıoğlu

            Eğitimci – Şair – Yazar

KAMAN

CEVİZLİ DEYİMLER (Deyimler sözlüğü)

1 = Ceviz çürüksüz olmaz.

 

2 = Cevizin içi dışına benzemez.

 

3 = Cevizle ekmek yemesi,

Güzelle muhabbet etmesi.

 

4 = Koz gölgesi, kız gölgesi.

 

5 = Koz kabuksuz olmaz.

 

6 = Cevizi karga diker,

Kızılcık kendi biter.

 

7 = Ceviz zamanında çırpılır.

CEVİZLİ TEKERLEMELER

- 1 -

Çırptım cevizi,

Aldım çeyizi.

- 2 -

Ceviz ile peynir,

Ne güzel yenir.

- 3 -

Gölgemiz serin,

Mazimiz derin.

- 4 -

Evde mobilyayız,

Kilimde boyayız.

- 5 -

Yuvayız kuşlara,

Salıncağız çocuklara.

- 6 -

Dereye ceviz ektim,

festivale gözüm diktim.

- 7 -

Katık olduk,

Kütük olduk.

Kaman da,

Kıymet bulduk.

- 8 -

Kaman’da çok olur ceviz,

Çocuklara olur çeyiz,

Bir ceviz kesen, on diksin,

Yurdumuza gelsin döviz.

            - 9 -

Ceviz diktim havara,

Borcum kaldı sonbahara,

Bu yılda bekle sevgilim,

İşimiz kaldı mevlaya.

- 10 -

Sandığımı, beşiğimi,

Kapıdaki eşiğimi,

Çorbadaki kaşığımı,

Cevizden yaptır sevdiğim.

- 11 -

Katık ile, kütük ile,

Hizmet verdim bile bile,

Çırpım zamanı gelmeden,

Nazlım, iyi dilek dile.

- 12 -

Ulu başım oldu duman,

Festivalde işim tamam,

Memleketim oldu KAMAN,

Kıymet bilen yerde kaldım.

Aralık  2015

Mümtaz Boyacıoğlu

Eğitimci – Şair - Yazar

KAMAN

KAMAN SEVDAM

Ben Kaman’a sevdalıyım ezelden.

Dağlarında kekiklerim yok olmuş

Haber aldım çirkin ile güzelden.

Ovasında ağalarım yok olmuş.

 

Baran Dağı göz kırpıyor durmadan.

Hasta, yoksul hatırını sormadan.

Varılmıyor dosta, beden yormadan.

Hatır gönül, eşim dostum yok olmuş.

 

Kurmadılar fabrikayı, bacayı,

Ayırdılar öğretmeni, hocayı,

Öğretmezler kelimeyi, heceyi.

Bunca zaman, bunca emek yok olmuş.

 

Kurtuluşta kucak açtı Atama.

Silah tutan hizmet verdi vatana.

Saygılıydı aç, kefensiz yatana.

Şehit, gazi gönüllerde yok olmuş.

 

Bir tat vardı Başpınar’ın suyunda.

Kuşlar öter idi bahçe, bağında.

İlim, bilim, teknoloji çağında.

Suyun tadı, kuşun adı yok olmuş.

 

Gece, gündüz çalışıyor kahveler.

Markasızda giyinmiyor bu gençler.

Hükümet kurar, yıkar eli boşlar.

Bunca aylar, bunca yıllar yok olmuş.

 

Dadaloğlu haykırırdı dağlarda.

Anıt Ceviz örnek oldu dünyada.

En iyisi yetişiyor Kaman’da.

Dağlarımda ozanlarım yok olmuş.

 

Vardım baktım çarşısına, evine.

Söz geçmiyor oğlan ile geline.

Hele sahip olamazsan diline.

Büyük küçük, sevgi saygı yok olmuş.

 

Ben Kaman’a sevdalıyım hemşerim.

Hasretinden yollarına düşerim.

Dağı, taşı ellerimle eşerim.

Bende sevda, orda sevgi yok olmuş.

 

Boyacıoğlu’yum, geldim, giderim.

Azı bana yeter, çoğu neylerim.

Gözyaşımı ekmeğime dürerim.

Gözde yaşım, evde aşım yok olmuş

KAMAN'DAN FIKRALAR

EV BAĞDA, BAĞ DAĞDA

 

Bir gün atına atlayan genç, anasının da isteği üzerine karşı köydeki kız kardeşini görmeye, hal hatır sormaya gider. Yolda atını yıldırım hızıyla sürer. Bir sigara içimine kalmadan bacısının evine varır. Kapıyı çalar. Çıkan olmaz. Sağa sola bakar. Bağırır çağırır. Kimse yok. Tekrar atına biner. Köyüne dönmek üzere hareket ederken, komşular görürler. Bacısının bağ damına  göçtüklerini söylerler. Genç, sürer atını bağ  tarafına. Tozu dumana katar. Bir solukta bağa yaklaşır.

Bağda toz dumanı gören bacısı dikkatlice izlemeye koyulur. Gelenin kardeşi olduğunu bilir. Sevinçle bekler. Bağ damında kardeşine bir şeyler ikram etmenin yollarını arar. Fakat buna imkan yoktur. Attan indirmeden geri göndermenin yollarını arar kısa sürede kafasında. Bu ara kardeşi gelir hışımla. Bacısı koşarak karşılar kardeşini.   Daha  inmesine fırsat vermeden, atın dizgininden tutarak:

-Vay benim güzel kardeşim. Hoş geldin. Sefalar getirdin. Başım gözüm üstüne geldin. Senin geldiğin yollara kurban olurum. Canımın içi. Gönlümün köşesi.                 

  Şimdi sana, in desem,

 İnmezsin,

 Yağlı yumurta pişirsem

 Yemezsin,

 Ev bağda,

 Bağ dağda.

 Tava delik,

            İş yağda.

 

Haydi kardeşim, Allah işini, gücünü rast getirsin. Anama, babama selam söyle. Ben iyiyim. Beni merak etmesinler. Bağı kaynatıp da köye dönünce bende sizi ziyaret ederim, demiş.

         Neye uğradığını anlamayan kardeşi, kör pişman köyünün yolunu tutmuş.

 

 

 

ONLARDA BİZE BENZİYOR

 

1950 , 60’lı yıllarda, N. Ağabeyimizin anası hastalanır. O yıllarda Kaman’da hastane ve doktor da yoktur. Anasını alır Ankara’ya götürür. Özel bir doktora  muayene ettirir. İlaçlarını alır. İtfaiye meydanından anasının ihtiyaçlarını da  alır. Geri dönecek arabanın daha zamanı vardır.  Hürmet olsun, birazda değişiklik olsun diye Kızılay’a gezmeye götürür anasını. Bunlar bir kaldırımda vitrinlere bakarak ağır ağır gezerlerken, N. Ağabey, karşı kaldırımlarda ki turistleri görür. Durur. Zaten anasının kolunu hiç bırakmıyor. Eliyle işaret ederek:

-Ana, bak şu karşıdan gidenleri görüyor musun? İşte onlar gavur. Gelmişler bizim ülkemizi geziyorlar. Hem kadın erkek. Hem de açık saçık giyinmişler. Gördün mü? Bak. İyi bak, der.

Anası bakar. Bir daha bakar. Gözünü ufalar, iyice bakar. Bir türlü inanamaz. Oğlunun kolundan sıkıca  tutarak hayretle:

-Amanın, oğlan. Onlar da bize benziyor, der.        

 

NEZEVET  ALAMADIM

 

Davulcu Bektaş Usta ile zurnacı Derviş Usta bir düğündedirler. Güz aylarının ayazı akşamları kendini daha iyi hissettirir. Düğün telaşı, yiyen içenlerin emirleri davulcu ile zurnacıyı pek rahat bırakmazlar. Soğukta kavrulan eller ısınma fırsatı bulamazlar. “Çal davulcu, vur zurnacı,” emirleri gecenin geç vakitlerine kadar devam eder. Gizli saklı alabildikleri birkaç kadeh rakı ayakta tutar onları. Yorgunluk, halsizlik, üstüne birde soğuk eklenince artık çekilmez olur düğün derdi.

          Geç vakit izin alan Bektaş Usta ile Derviş Usta kahvecinin yanına gelirler. Bir köşeye çekilip üstlerini paltoları ile örterler. Şapkaları ile gözlerini kapatırlar. Uyumaya çalışırlar. Derviş Usta hülyalara dalarak, bir türlü uyuyamaz. Kaşıntı ve soğukta üstünün tuzu biberidir. Bektaş Usta kafayı koyduktan biraz sonra horlamaya başlar. Bu ara kaşıntı da başlar. Elini güç bela uzatır. Bir kafa bulur. Hatır, hutur kaşımaya başlar. Derviş usta, Bektaş Usta’nın elini kafasından aşağı indirir. Biraz sonra Bektaş Usta elini yine uzatır, Derviş Ustanın kafasını tekrar kaşımaya başlar.

         Derviş Usta, Bektaş Ustaya eliyle dürterken:

         -Ne yapıyorsun, Bektaş Usta? Diye sorar.

         Bektaş Usta, yan değiştirirken uyku sersemliği ve yorgunluğun verdiği halsizlikle:

         -Kafamı kaşıyorum yahu, der.

         Derviş Usta:

         -O kafa benim kafam, ula Bektaş. Sen kendi kafanı kaşı, der.

         Bektaş usta homurdanarak:

         -Hele bir nezevet (zevk) alamamıştım yahu, derken uyuma şeklini almıştır çoktan

Not; Basıma hazır (YAŞANMIŞ HALK FIKRALARI) isimli kitabımdan 3 örnek fıkra




KAMAN'I TANIYALIM

İç Anadolu’nun orta Kızılırmak yayı içerisinde: 39º.21’ Kuzey, 33º.43’ Doğu meridyenlerinin kesiştiği yerde, Kuşkale Dağının kuzey yamacında kurulmuş, deniz seviyesinden 1100 metre yüksekliğinde, kışın soğuk ve karlı, yazın da sıcak ve kurak bir iklim süren KAMAN, 23.000 merkez nüfuslu, 42 köyü ve 10 tane de beldesi olan, Kırşehir’in en büyük ilçesidir. Kırşehir’e 50 km, Ankara’ya ise 130 km dir.

1913 yılında Bucak merkezi 1924 yılında da belediyelik olan Kaman, 1 Eylül 1944 yılında ilçe olmuştur. 1954 – 1957 yılları arasında siyasi nedenlerle Kırşehir’in ilçe olması sonucu Kaman Ankara’ya bağlanmış, 1957 de Kırşehir’in tekrar il olmasıyla Kaman’da Kırşehir’e bağlanmıştır. 

                                                 * * * * * * *

Kaman İlçesine 8 km. uzaklıktaki Çağırkan Kasabası sınırları içindeki Kalehöyük'te 1986 yılından beri Kültür Bakanlığı ile Japonya Ortadoğu Kültür Merkezi adına Japonlar tarafından yapılan kazılar devam etmektedir. Bu kazılardan elde edilen tarihi eserlerden Kaman ve yöresinin MÖ. 3000 yıllarına giden bir yerleşim yeri olduğu anlaşılmaktadır.

Yaklaşık 5000 yıllık bir yerleşim geçmişine sahip olan Kaman İlçemizin adının bir rivayete göre Türklerin ilk dini olan Şaman dininden geldiğini bazı kaynaklar belirtilse de bu konuda bir kesinlik görülmüyor.

Yine bir rivayette ise MÖ 1200-2200 yılları arasında Kızılırmak civarında yaşamış olan Etiler (Hititler) den sonra kurulan Geomagen (Kumanlar) dan değişikliğe uğrayıp Kaman ismini aldığını, Ayrıca Roma ve Bizans çağlarında yöreye gelen "CHNAMANE" adının Türkler tarafından değişikliğe uğrayıp Kaman adını aldığı varsayımını da görmekteyiz.

Ayrıca Kaman isminin, Dede Korkut'un ilk cümlelerinde geçen ve Bekdiklerin ana boyu olan Bayat Boyu Beyi KAMGAN BEY' den geldiği görüşü de ileri sürülmektedir. Bugün BEKDİK ismiyle bilinen bu Türkmenler Maraş, Ereğli, Kırşehir, Nevşehir, Kaman, Aksaray ve Koçhisar da yoğunlukla bulunurlar. Oğuzların çeşitli kollarının gelerek Kaman’ın köylerinin temellerini attıklarını, çevre köylerin adlarının incelendiğinde de Oğuzlarla yakın ilişkileri görülür.

Kaman’ın 900’lü yıllardan itibaren yörenin Türk – İslam diyarı olarak kapılarının açılmasıyla coğrafi ve kültür birliği yapmış bir yerleşim yeri olarak her zaman için Kırşehir’in tarihi dokusu içerisinde yeri vardır.      

** * * * * *

Kaman, 1944 yılında ilçe olduğunda bir köy görünümündedir. İlçe olduktan sonra gelen devlet hizmetlerinin yanında geniş arazilerinde tarım ve hayvancılıkla uğraşan Kaman Halkının ekonomisinde görülen gelişmeler sonrası şehir görünümü veren binaların yapıldığını görürüz.

1950 li yıllarda Hırfanlı Barajının yapılmasıyla oluşacak Hırfanlı gölü sularının altında kalacak toprak sahiplerinin aldıkları paraların büyük bir kısmı, 1960 lı yıllarda ise yurt dışına çalışmaya gidenlerin gönderdikleri Avrupa Ülkelerinin dövizleri de Kaman ekonomisine canlılık getirmiştir.

Ankara Kırşehir arasına sıkışmış ilçemizde tarım ve hayvancılığın belli ölçüde yapılması yanında sanayi bacalarının yükseldiğini göremiyoruz. 1950 li yıllardan bu yana ilçemiz ve köylerimizde okuyan gençlerin ülke geneline dağıldıklarını ve 1980 yılından bu yana emekli olanların büyük bir bölümünün Kaman merkeze ve köylere tekrar dönmeleri sonucu, bir dinlenme ve tatil şehri havasına büründüğünü görüyoruz.

                                      * * * * * * * *

Kaman Cevizinin ilçemiz çevresindeki il ve ilçelerde yaptığı iyi bir isim sonrası, İlki 1990 yapılan “KAMAN CEVİZ KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİİNDE” Yüksek Ziraat Mühendisi Lokman AVŞAR komite üyeleriyle birlikte gece gündüz çalışarak bilimsel verilere dayanarak Kaman-1, Kaman-2, Kaman-3, Kaman-4 ve Kaman-5 ceviz türlerini belirlemişlerdir. Lokman Avşar’ın Tv kanallarında, panellerde, tarlada, bağda, bahçede yılmadan usanmadan, yorulmadan tanıtım çalışmalarını sürdürdüğünü hiçbir Kamanlı göz ardı edemez.

Kaman-1 Cevizimiz 6 Nisan 2010 tarihinde Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi adına tescil edilerek artık bir marka olmuştur. Belirtilen tarihten itibaren başlatılan çalışmalar sonrası Kaman–1 cevizimizin tescil haklarının Kırşehir Ahi Üniversitesine devredilmesine karar verilmiş, 13 Ekim 2012 tarihinde 21. si düzenlenen Ceviz Festivalinde Kırşehir Ahi Üniversitesinin Rektör Yardımcısı DR. Güney Erener ve Kahraman Maraş Sütçü İmam Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Sinan Baş arasında Kaman –1 Cevizinin tescil belgesi, imza töreniyle devredildi.  Prof. Dr. Sinan Baş arasında imzalanan protokolle resmileştirilmiştir.

Kaman çevresindeki önceki cevizlerle, 1990 yılından bugüne kadar kurulan ceviz bahçelerinin üretimi ve ceviz fidanlarına yurt genelinde duyulan ilgiden dolayı üretimlerine hız verilmiş olup Kaman ekonomisine de canlılık getirdiğini görüyoruz.

Ceviz meyvesi ve fidanıyla birlikte, Savcılı ve Yelek Kasabalarımızın yanında, birçok köylerimizde kışın seralarda, yazın açık bahçelerde yetişen doğal sebze, meyve, tahıl ve hayvan ürünleri de yeteri kadar pazarlanmaktadır.

                                      ** * * * * * * *

1998 yılında 300 kadar öğrenciyle kurulan Kaman Meslek Yüksek Okulu şu an 2000 e ulaşan sayısıyla ilçemizin eğitim, kültür ve ekonomisine yeterli katkıda bulunduğunu görüyoruz. 

** * * * * * * *

*Ankara’ya 130 km uzaklıkta ve gidiş geliş yolu ile rahat bir yolculuk yaparak ilçemiz Kaman’a gelmek isteyen herkese çarşamba ve cumartesi günü kurulan köylü pazarından organik sebze, meyve, tahıl ve hayvan ürünlerinin en tazelerini alabileceğinizi,

*Her yıl ekim ayında yapılan “Kaman Ceviz, Kültür ve Sanat Festivali’ne” gelerek Kaman Cevizini ve tüm pazar gereksinimlerinizin yanında bir bayram havasında gezip tozma ve gönlünce eğlenme fırsatı bulacağınızı, 

*Bir iç denizi aratmayan Hırfanlı Gölü Savcılı plajında gönlünüzce bir hafta sonu tatilini geçirebileceğinizi,

 *1986 yılından beri kazısı devam eden Çağırkan Kalehöyükten çıkarılan, önemli bir tarihe ışık tutan tarihi eserlerin sergilendiği, ABD tarafından 2011 yılında “DÜNYADA EN İYİ YEŞİL MÜZE” ödülünü alan KAMAN KALEHÖYÜK MÜZESİ ile JAPON BAHÇESİNİ gezebileceğinizi,

*Kaman’da eski adı Ziyaret Tepesi şimdilerde DADALOĞLU KÜLTÜR PARKI olan tepedeki Dadaloğlu’nun Anıt Mezarı ile Heykelini de görerek gerekli bilgileri alabileceğinizi,

*Önceden iletişim kurduktan sonra, belediyemizin önünde ve Kaman Abdallar Derneği binamızda ustalarımızın davul zurna şovlarıyla, memleket havasına hasret olanların kulaklarının paslarını açma fırsatı bulabileceğinizi,

*Zamanın yetmesi durumunda Ömerhacılı Beldemizdeki Ömerhacılı Kalesi ile Elibebekli Tepesini de ziyaret ederek Elibebekli Efsanesini de öğrenebileceğinizi salık verebiliriz.

** * * * * * *

Anadolu’nun tam ortasında kurulmuş olan, zengin doğa güzellikleri, güler yüzlü, paylaşımcı ve özverili insanlarının bulunduğu şirin ve yeşil KAMAN’a bizi deyip yüzünü bizlere doğru dönerek gelen herkesi bu güzel ilçemizde ağırlamaktan her zaman onur duyarız.

(Sakın ha, Kaman’a özel, KAMAN BESMECİNİ de yemeden gidenler “Kaman’ı gezdim, gördüm,” demesinler.) 

ÜRETİCİ ANAM

Darıözü’nde oturduğumuz için uğraşımız hayvancılık, sebzecilik, bağ ve bahçe işleriydi. Eli sopa tutan iş yapar, yani bizde herkes üreticiydi. İşçi başkanımız anam, Akşam yatarken kafasında kurduğu işleri sabah olunca aramızda taksim ederdi. Zaten herkesin işi belli olduğu için kimse itiraz edemezdi. Biraz nazlanan olursa da ya bir azarla veya anamın tatlı diliyle bir kurbanı her işi hallederdi. Bu kollektif çalışmalar daha çok baharda başlar, yazın devam eder, eylül ayının sonu veya ekim ayının ortalarına kadar devam ederdi.

                22 dönüm tarlamız da tüm ziraat işlerini yapardık. Asıl Darıözü’nün kenarında 2 dönüm kadar kavaklık ve söğütlüğümüz, bu kavaklığın hemen üzerinde 3 dönüm kadar meyve ağaçlarımız ve sebze yerimiz, sebze yerinin üzerinde 3-4 dönüm kadar bağımız, tarlanın en üst kısmında 4 dönüm kadar yerde evimiz ve boşluk vardı. Geriye kalan 9/10 dönüm kadar yere de buğday ekerdik. Kışlık yiyeceğimiz de bu ekinden çıkardı.

                İlk yıllarda pek meyve ağacımız yoktu. Babam ile anam, bizim oralarda yetişebilen her ağaçtan sebze yerine diktiler. Uzun sürmedi, dikilenler meyve vermeye başladılar birkaç yıl içinde. İlerleyen yıllarda bu meyve ağaçları da tüm meyve ihtiyaçlarımızı karşıladığı gibi, kuru ve dirisinden öte tüm eş ve dostlarımızı da gönüllerdi anam. Ah şu okula giderken bir de bize taşıtmasa bu meyve ve sebzeleri.

                Taşındıktan birkaç yıl sonra babamın bölesi1 olan Çolak Necip, 4 dönüm kadar bağ dikti, sebze yerinin üst kısmına. Bağın kenarına da badem ve kayısı diktiler. Darıözü’nün toprağı bir ayrı verimliydi. Ömerhacılı ve Müderris’in dağlarından sel sularının getirdiği milli toprakta can biterdi. Her dikilen hızla gelişiyor çabuk meyve veriyordu tüm meyveler. Üç dört yıl içinde üzümlerimiz de yetişmeye başladı. Pekmez kaynatmanın da zevkini yaşadık uzun yıllar.

                Sebze yerine her yıl sebzeler dikerdik. Sebze yerlerinin bellenmesinde bizim de emeğimiz geçerdi. Yanmış hayvan gübresiyle doğal yetişen sebzelerin tadını şimdilerde nerede bulacağız. Yazın bol - derin yediğimiz bu sebzelerin ve meyvelerin kuru ve dirilerinin pek çoğunu kışa ayırırdık. Burada ürettiğimiz bütün sebze ve meyvelerin sayesinde kışın rahat ederdik.

                Baharın okula gidip gelirken madımakla, mantarla başlar, tüm sebze ve meyvelerin yanında süt ve yoğurdu, Kaman’daki akraba, eş ve dostlara taşımaktan iyice usanırdık. Anamın bu akraba ve dost sevgisini o zamanlar pek anlayamazdık. Hatta bazen de kendisine kızardık. Fakat buyruklarını da yine yerine getirirdik. Ama zaman geçtikçe anamın çevresinden gördüğü sevgiyi ve saygıyı yaşadıkça, eli ve dili ile kazandığı hatır ve gönülü gördükçe onun adına başımız göğe değecekti sanki sevincimizden.

                Yavan, yarım ekmeğini kaç kişi var ise hepsi ile paylaşır, her bir lokmayı kuzu yediriyormuş gibi tatlandırırdı. Darıözü’nde kaldığımız sürede Kaman’ın Zeynep Bacısı, daha sonra ilerleyen yıllarda Kırıkkale’ de Cevat’ın yanında kaldı. Tüm Kırıkkale’nin Babaannesi oldu. Darıözü’ndeki o küs olduğumuz aileden başka bir kişinin kötü dediğini ben değil kimse duymamıştır.

Babamın bu bahçe işinde en büyük görevi, Ördek Gölünden akarsuyu getirip bağ ve bahçeyi sulamaktı. Söz açılmışken biraz da babamı anlatayım.

                Evin tüm alet ve araç gereçlerini yapar, takardı. Keser, kazma, kürek, bel sapları en güzelinden. Kesici aletlerin ağızları ustura gibi. Ateşte ütüleyerek yaptığı değnekler şimdi olsa hepsi birer antika olurdu. Evde gerekli olan tüm alet ve edevat tamamdı. Fazladan yapıp da ahır ve çelenlere taktığı sapları ve değnekleri her gelen gidene hediye ederdi. El açıklığında babam anamdan önce, anam babamdan önceydi.

                Anam, Darıözü’nde ürettiği her şeyi Kaman’da pazarda satarak evimizi geçindirirdi. Üretici anam, Kesede anamda idi. Babamla çarşamba günleri pazara giden anam, sattıklarından üç beş artırır babama harçlık verirmiş. Babam da kahvelere falan pek gitmezdi. Bu para ile eve, bahçe ve hayvanlara gerekli olan ip, zincir, zikke,2 kazma, kürek gibi araç gereç alırdı. Anamdan çekindiği için her halde birçoğunu göstermezdi. Fakat bir gün görünürdü bu aldıkları. Anam kızarak; “Ben dişimden tırnağımdan artırarak sana harçlık veriyorum. Sende gidip ipe sapa harcıyorsun. Bunlara ne gerek var. Zaten ev dolu bunlarla. El içine çıkıyorsun. Paran cebinde dursun,” derdi. Babam bazen suçlanır seslenmezdi, bazen de karşı gelirdi. Ama bu karşı geliş kırıcı değil de kendini kurtarıcı cinsten olurdu.

                Darıözü’ndeki tarlanın tüm özelliklerini anlattım. Sıra geldi kavaklık ve söğütlüğe. Kavaklar bir yandan yetiştikçe babam satar, topluca bir ihtiyaçlarımızı karşılardık. Kesilenlerin yerlerine ve diğer uygun yerlere ağabeyimle ben çok kavak, söğüt diktik. Söğütlerden de uygun olanları kışa girmeden keser odun yapardık.

                Bağ ve bahçe işlerinden sonra sırada hayvanlarımız var. 

                İki ineğimiz, bir iki danamız bulunurdu.

                Yılına göre, 40- 80 arası koyunumuz olurdu.

                Şimdiki mersedes taksileri aratmayacak o günlerin en iyi binit aracı bir eşeğimiz hiç eksik olmazdı. Eşeğin tüm bakım ve donanımından babam sorumluydu.

                Birçok yıl gülük besledik. Ben çok gülük güttüm. Yüz, yüz elli civarında olurdu.

                Yeteri kadar tavuk ve ördeğimiz ile ağabeyimin güvercinleri olurdu.

                Köpeğimiz hiç eksik olmazdı.

                Bu hayvan bakımı, bağ ve bahçe bakımı ile geçimimizi sürdürür giderdik, anamın öncülüğünde.

                Bağ bahçe işleri ve hayvan gütme işleri günlük yaşamın bir parçası iken birde kış hazırlıkları vardı. Ekin, sebze, meyve, kuru diri hazırlığı zaten anamın başkanlığında belli takvime bağlanmış tıkır tıkır yürüyüp gidiyordu.

                Asıl önemli olan bu kadar hayvan kışın nasıl beslenecekti. Önceleri bu işi babam yapardı. Yaz boyu öz kenarlarından ve kavakların içinden ot biçerdi. Bu otları evire çevire kurutur daha sonra evin önüne horum3 yapardık. Sekiz, on kağnı çektiğimiz olurdu. Ayrıca saman da alarak samanlığa doldururduk. Yemler ayrı ayrı torbalanırdı. Kışın hayvanlarının yiyeceği çok olan kişi, o kışın en mutlu kişisiydi.

                Babam gittikçe yaşlanıyor, bizde ağabeyimle gençlik dönemine giriyoruz. Babam bu çayır biçmeyi bize öğretti. Birkaç yıl beraber ot biçtik. Daha sonraları ben yalnız biçmeye başladım. Sekiz on kağnı otu yalnız biçerdim. Çok güzel tırpan kurar ve çekiçlerdim. Tırpanın sapını babamın rendesi ile eğri yerleri düzeltirdim. Elceğini de çok iyi yaparak sıkıca bağlardım. Hiç oynamazdı. Ben tırpan sapını uzun kullanırdım. Herkes benim tırpan ile ot biçemezdi. Çifte macar veya başak marka tırpanlardan yedi buçuk numara kullanırdım. En iyi masat4 ve örs çekiç5 de hemen yanı başımda. Babamdan kalma ki, en iyisinden.  Çekiçle, masatla gir çayırın içine. Çayır mı dayanır bana?

                Tüm işler yaz tatiline denk gelirdi. Okula gitmeden her işi görürdüm.

                Hatta anama, “ben okula gitmeden işlerinin ağır olanlarını bitireyim de, ben gidince sen rahat et,” derdim. Fakat anam da bana kıyamazdı. Yinede ortaklaşa ve anlaşarak yapabildiğim her işi yapardım.

                Bu yaptığım işler ve “sana iş kalmasın,” sözüm, meğer anamın çok hoşuna gidermiş. Ömür boyu bu sözü tekrar etti durdu. Hatta diğer kardeşlerimin, “Ana, sen bu oğlunu bizlerden çok seviyorsun,” dediklerinde, hemen cevabını yapıştırırdı.

                -Sizler kendi keyfinizde gezerken, bu oğlum, Darıözü’nde benim işimi hafifletmek için benden çok çalışırdı. “Ana ben gitmeden her işini yapayım da sana iş kalmasın,” derdi. Tabii onun için bu oğlumu çok severim,” diye karşılıklarını verirdi.

                Ot biçmenin, ev işlerine yardım etmenin tadını daha o yıllarda bile almıştım. Kendimden büyüklerle ot biçmem, tırpan çekiçlemem, çeşitli konularda konuşmam bana güven verirdi. Daha olgun ve yaşlı olduğumu hissederek kendi kendime biraz da böbürlenirdim. Akşam eve gelince, Kaman’dan gelenlerden duyduğum bazı olay ve haberleri eve ilk duyurmanın tadını yaşardım. Hele de elimi yüzümü yıkarken, anamın ve ablalarımın elime su dökmeleri pek hoşuma giderdi. Babama yapılanlar artık bana da yapılıyordu. Bu büyüklük rolünü de çok seviyordum. Ayrıca anamın saklı ve gizli yiyeceklerinden de nasibimi alıyordum. Anamın, “sizi kurban ederim. Oğlan akşama kadar çalışıyor. Tırpan sallıyor. Tabii ayırım yaparım. Sizi de kurban ederim,” diyerek beni kayırması da çok hoşuma gidiyordu.

 

                1 – Böle                = Anamızın kız kardeşinin çocukları için söylenir.   

                2 – Zikke               = Demir kazık, havyaları bağlamak için.

                3 – Horum            = Kışın hayvanların yemeleri için dışarı kayılan ot yığını.

                4 – Masat             = Tırpan ve kesici aletleri bileme taşı.

                5 – Örs                  = Üzerinde tırpan ağzını keskinleştirmek için kullanılan demir.

MUSTAFA KEMAL VE TEMSİL HEYETİ KAMAN'DA (25 Aralık 1919)

Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti bugün, yani 25 Aralık 1919 da Kaman’da. Bu nedenle 25 Aralık, Kaman tarihinde çok önemli bir gün. Kamanlılar için çok önemli bir gün. Çünkü Mustafa Kemal ve Arkadaşları kurtuluş yolunda, Kaman’da.

1914 – 1918 Birinci Dünya Savaşında yenik düşen Müttefiklerimizin yanında bizde yenik düşmüş sayıldık. Hemen fırsatı değerlendiren İtilaf devletleri yurdumuzu dört bir yandan sararak paylaşmaya başlarlar. Bu ne demekti? Bu işgal demekti, paylaşmak demekti, özgürlüğümüzün elimizden alınması demekti. İstanbul yönetimi her ne kadar taviz vererek yaşamını sürdürmeye çalışsa da, her geçen gün işgal kuvvetleri dişini biraz daha fazla gösteriyordu.

Bütün bu kuşatmanın sonunda 15 Mayıs 1919 da Yunanlıların İzmir’e asker çıkarmaları bardağı taşıran son damla olur. Gazeteci Hasan Tahsin’in ilk kurşunuyla direniş de başlamış oldu.

Yurdumuzun düşmanlar tarafından paylaşılmasına, nice ocakların sönmesine, yabancı bayrağının tepemizde dalgalanmasına razı olmayan halkımız, bu durumu onurlarına yediremeyip ellerinden gelen duaları edip beklemektedirler,"Ya Rabbim, bize bir sahip gönder!” diyerek.

Doğu bölgelerine ordu müfettişi olarak atanan Mustafa Kemal ve Arkadaşları 16 Mayısta İstanbul’dan ayrılıp, 19 Mayıs 1919 da Samsun’a ayak basarlar. İşte tam bu sırada, çoktandır kafasına koyduğu, yurdumuzu düşmandan kurtarmanın planını halkıyla paylaşma başlar. Samsun’dan Havza'ya geçerken Mustafa Kemal'in sesi duyulur tüm Anadolu’da, tüm dünyada;

"Bizi öldürmek değil, diri diri mezara sokmak istiyorlar. Şimdi çukurun kenarındayız. Fakat hiçbir zaman ümit kesmeyeceğiz. Cesaretimiz bizi kurtaracaktır.!”

Mustafa Kemal ile doğan bu ışık, Türk Milleti'ne aradığı kurtuluş yolunu göstermiştir. Umutsuz insanlara umut veren bu ses tüm Anadolu'nun sesi olmuştur. O’nun cesareti ve yurt sevgisi Çanakkale'yi kurtarmamış mıydı? Şimdi sırada bütün vatanı kurtarmak vardı. Halk ona bağrını açtı. Bütün yüreklere su serpildi. Amasya’da – Erzurum’da - Sivas'ta M. Kemal halkıyla el eleydi. Yerel halkın oluşturduğu milli güç Kuva-i Milliye güçleri ve dernekler birleştiriliyor, halkı temsil edecek Heyet-i Temsiliye M. Kemal'in başkanlığında oluşturuluyordu. Milli güçler Heyet-i Temsiliye tarafından yönetilmeye başlanıyordu.

MUSTAFA Kemal ve Temsil Heyeti Ankara’ya gitmek üzere Sivas’tan hareket ederek Kayseri, Hacıbektaş, Mucur ve Nihayet Kırşehir’e gelmiştir.

Müdafa-i Hukuk Cemiyetinin Kaman temsilcisi Bektaşoğlu Ali çavuş, devamlı Kırşehir ile irtibat halindedir. Daha Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı günden beri tüm gelişmeleri Kırşehir Müdafa-i Hukuk Cemiyetinden ve ileri gelenlerden devamlı haber alır. Ta o günlerden beri Kaman halkının birlik ve beraberliğini sağlarken yurdumuzun düşmanlar tarafından paylaşıldığını, kurtuluşun Mustafa Kemal ve Arkadaşlarının öncülüğünde halkımızın destekleriyle olacağını devamlı olarak gündüzleri pırtı dükkanında, geceleri ise köy odasında toplantılar yaparak Kaman halkına anlatır.

Kaman’ın ileri gelenlerini, oda sahiplerini, ata binen eli silah tutanlarını odasında toplayarak meşmeret ederler. Dışarıdan ve köylerden gelecek konukların hangi odalarda kalacakları, konukların atlarına iyi bakılması, oda sahipleri ve komşuların konukları için koyun, hindi ve tavuk keserek yemek hazırlamaları, her türlü rahatlarının sağlanması için ellerinden geldiğince yardımcı olmaları konuşulur. Fırsat buldukça da dükkanları, komşuları ve cami cemaatlerini ziyaret ederek hazırlıklar ve çalışmalar hakkında da bilgi alış verişinde bulunur.

Ali Çavuş, Mustafa Kemal ve temsil Heyetinin yemeklerini de hazırlamak için Kırşehirli Mehmet Efendilerin Ziya Beyin Hanımı Azime Hanımla kendi hanımı Şöhret Hanımı keyfanı olarak görevlendir. Keyfanı ve yardımcıları Ali Çavuşun kardeşi Bekir Ağanın evinde hazırlıklarına başlarlar.

Dünya var olalı tüm canlılar her sabah güneşin doğduğu tarafa bakarlar. Kimi güneşin ışığını, kimi yeni bir günün başlamasını, kimileri ise güneşle gelen mutluluğu paylaşmak için dönerler yönlerini doğuya, güneşin doğduğu yöne. Umut, güneşin doğduğu tarafta. 25 Aralık sabahı da Kaman Halkının gözü doğuya çevrilidir. Yüksek tepelerde hafif kar olmasına rağmen Baran Dağından doğacak güneşte o gün ayrı bir özellik var. Bir umut var. Bir beklenti var. Ta 19 Mayıstan beri bu umut ışığı hiç sönmemiş ki. O günden beri kara bulutlar hep dağılmış ülkemizin üzerinden. O günden beri Kaman halkı da bekler olmuş, bakar olmuşlar doğudan yana. Çünkü bu ışığın kaynağı her gün bir adım daha yaklaşıyor onlara doğru. İple çekiyorlar her günü. İçlerinden geçenleri kıyı, köşe, bucakta birbirleriyle paylaşıyorlar“Şu ışık gelse de bir görsek umudumuzu, bir görebilsek bağımsız yaşamanın tadını tuzunu. Bu duyduğumuz masal kahramanı ya bir hayal ise, ya bir rüya ise, ya buraya uğramadan başka yerden giderse.”

                                                           ******

25 Aralık 1919 Sabahı erken Kırşehir’den hareket eden Mustafa Kemal ve Temsil Heyetine Kırşehir atlıları da yol boyu arabaların etrafında cirit oynayarak eşlik ederler. Özbağ, Çiçekdağ, Cemele, Çuğun yol ayrımını geçen heyeti, Karanı Yazıda, Aydınlar (Sofular) İsahocalı ve Kurancılı atlıları karşılarlar. Arabalar hiç durmadan yollarına devam ederken iki gurubun atlıları tüm hünerleri ile cirit gösterisini sunarak arabaların iki yanında yarış yaparak Aydınlar Köyüne doğru yol alırlar. Aydınlar Köyünün küçük köy meydanındaki bakkalın önünde köyün imamı Mehmet Efendi ve köyün ileri gelen büyükleriyle diğer köylerden gelen konuklar köy halkı, kadın erkek, çoluk çocuk heyecanla karşılarlar Mustafa Kemal ve arkadaşlarını. Mustafa Kemal’i ve temsil heyetinin arabalarının etrafını saran köylüler, konuklarını görmek ve şöyle bir dokunmak için çabalayan kadın ve erkeklerin coşkusunu, yaşlılar durduramaz bir türlü. İmam Mehmet Efendinin Amin diyerek başlattığı dua ancak durdurabilir bu dalgalanmayı.

Dua sonrası kısa bir konuşma yapan imam Mehmet Efendi; “Hoş geldiniz Paşalarım, Aslanlarım. Hepimiz sizin emrinizdeyiz” der. Köy halkı hep birden bağırırlar. “Öl de ölelim, paşam” diye. Ortalığın sakinleşmesinden sonra; Mustafa Kemal, arabadan inmeden kısa ve öz konuşarak, düşmandan kurtulmanın müjdesini vererek yollarına devam ederler.

Kırşehir atlıları Kırşehir’e dönerlerken, üç köyün atlıları Samanlı Gediğinde bekleyen Kaman atlılarıyla buluşup, kısa bir cirit gösterisi sonunda nöbetlerini teslim etmenin gururu ile köylerine dönerler. 

Kaman atlılarının yanında ağırlaşan arabaların içindeki sarı saçlı, mavi gözlü umut kaynağı Mustafa Kemal’i tanıyan baş atlı arabaya yaklaşıp selamını verdikten sonra, tekmilini vererek, “Kaman’ın 100 Kuvay-ı Milliye atlıları emrinizdedir paşam.” Der.

Kuşluk vaktinin güneşine benzeyen gözleri ile atlıları süzerken göksünü kabartıp birazda duygulu, elini kaldırıp selamı alırken; “Sağ olun aslanlarım. Ben ve arkadaşlarım sizlere güvenerek geldik buralara. Bir an evvel giderek işimize bakalım,”  diyerek yola devam işaretini verir.

Yel gibi eserek, ırmak gibi çağlayarak üç araba ve atlılar bir anda gelirler Darıözü’nde ki Şevket Çavuş’un Hanına. Arabalar hanın avlusuna çekilir. Konuklar hazırlanmış atlarına binerek hiç vakit kayıp etmeden Kaman atlılarının arasında Kocapınar’a doğru hareket ederler.

Kaman’ın doğu kuzeyinde ve üç kilometre kadar uzağında bulunan Kocapınar'da, Kaman Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Bektaşoğlu Ali Çavuş, üyeler Çakıroğlu Musa Kahya, Kara Ömeroğlu Mehmet Efendi, Evişoğlu Hüseyin ve bucak halkı, atlısı, yayanı toplanırlar önceden. Konukları öyle sıradan konuklar değil, yarının Türkiye'sinin kurucularıdır.

Başta Bektaşoğlu Ali Çavuşun hareketleri hızlanır. Beraber bekledikleri Müdafayı Hukuk Cemiyetindeki arkadaşları ve Kamanın ileri gelenlerinin önünde bir ileri bir geri dolaşarak; “Değerli hemşerilerim. Paşamız gelince, ortalığı daraltmayalım. Ne söylerse iyi dinleyelim, sağ ol paşam, diyelim,” tembihlerini durmadan yineler.

Nihayet konuklar gelir ve ortalık karışır. Sarmaş dolaş, sevinç gözyaşlarıyla kısa süren karşılama sonrası Kocapınar’dan hareket eden heyet, şimdiki Yıldırım Sokaktan, Hamit Caddesinden, Efe Kazımın kahvesinin önünden, zahirecilerin bulunduğu Gazi Caddesinden ilerleyip Ömerhacılı Caddesi ile birleştiği yerdeki dükkanların arasında bulunan köy meydanına gelmeden atlarından inip yürüyerek, Kaman halkının arasına girerler Kaman'a yüzlerce atlı eşliğinde.

Umutları Baran Dağı kadar olan ve alev saçan gözleriyle halkının o saf ve tertemiz duygularını okurcasına kaya gibi duran Mustafa Kemal; “bu iş tamam, bu bilinçli ve kararlı halkla neler yapılmaz ki,” dercesine arkadaşlarına işaretini verir ve eli ile selamlamaya başlar dört bir yanı.

Kendisiyle gurur duyduğumuz, köyümüzün ileri geleni, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin köyümüzdeki Başkanı, Bektaşoğlu Ali çavuş, Safaların odasının güneyindeki binek taşının üstüne çıkarak gür sesiyle konuşmaya başlar;

“Kıymetli komşularım. Kıymetli köylülerim. Baylar, bayanlar. Çok şükür ki beklediğimiz büyük kurtarıcı, yiğit adam sağ selamet arkadaşlarıyla birlikte Kaman’ımıza geldiler. Bizlere onur verdiler. Gurur verdiler. Kendilerine sizin adınıza ve kendi adıma hoş geldiniz, sefalar getirdiniz Paşalarım diyorum. Kaman halkı, büyük küçük, kadın erkek hepimiz emrinizdeyiz. Yeter ki şu cennet vatanımızı düşmanın elinden bir kurtaralım.”  diyerek halkın sabrını daha fazla taşırmadan Mustafa Kemal’i buyur eder binek taşının üstüne. Kaman halkının, çığlıkları ve coşkuları sanki gökyüzünün bulutlarını delerler.  

Binek taşının üzerine çıkarak halkını izleyen Mustafa Kemal bir süre bekledikten sonra konuşmasına başlar.

Sevgili Kamanlılar, Anadolu Halkı vefakar ve cefakardır. Biliyorsunuz yurdumuzun dört bir yanını düşmanlar sardı. Hatta paylaşmaya bile başladılar. Bu güzel yurdumuzun düşman çizmeleri altında çiğnenmesine hanginiz razı olursunuz. Hangimiz razı oluruz. Sizin bize verdiğiniz güçle yurdumuzu düşmanlardan kurtarıp refah içinde hep beraber yaşayacağız.” diye yaptığı konuşmayı; “olmayız Paşam, olamayız paşam, yanındayız ve emrindeyiz Paşam. öl de ölelim. Yeter ki vatanımız kurtulsun.” diye bağırmalarla keserler Paşamızın konuşmasını.

Halkın çığlıkları ve alkışları arasında Ali Çavuş Mustafa Kemal’in elinden tutarak indirir binek taşından. Tekrar taşın üzerine çıkar; “Değerli hemşerilerim. Biliyorsunuz konuklarımız uzun yoldan gelerek yoruldular. Şimdilik izin veriniz de biraz dinlensinler,” diyerek biraz ilerde hazırlanan atlara binerek Hacıpınar mevkiindeki odalarına doğru hareket ederler Mustafa Kemal ve Temsil heyeti. Tam bu ara yine ana baba gününe döner ortalık. Biraz yakından görebilmek, hatta dokunabilmek için yarış ederler birbirleriyle. Fakat hızla giden konukların yanına görevli atlılar kimseleri yaklaştırmazlar.

Ali Çavuşun konağında yemek yiyerek dinlenirlerken, Hamitli Rıza Bey gelerek bir süre konakta, bir süre de konağın kuzeyindeki ara sokakta yol güvenliği ve çalışmalar hakkında uzun uzun konuşurlar. Rıza Beyin ayrıldıktan sonra meraklı bakışlar arasında arkadaşlarının yanına gelirken mahallenin çocukları Mustafa Kemal’in etrafını sararlar. Ali Çavuş’un çocuklara kızmasına karşı gelerek; “Dokunma çocuklara Ali Çavuş. Vatanı sizlerle kurtaracağız, geleceği de onlarla kuracağız,” diyerek Cumhuriyetin de müjdesini Kaman’da vermiş olur.   

Akşam yemeğinde yer sofrasının etrafını çeviren konuklar Mustafa Kemal’in başlamasını beklerler. Mustafa Kemal, her yerde olduğu gibi uzanarak hindinin kanadını koparıp tam ağzına götüreceği sırada, sofrada bulunanlar Paşalarını ilgiyle izlerler. Kısa bir süre sonra hayretle bakışlarını Rauf Paşa çevirirler. Bakışları anlayan Rauf Paşa çekinerek ve yutkunarak; “Paşam beyaz göğüs eti dururken neden hep kanatları yiyorsunuz?” Der.Mustafa Kemal şöyle bir döner arkadaşına doğru, çok sert bakar, etrafı süzer, Rauf Paşaya dönerek; “uçacağız da, ondan paşa.“ Der. Bir süre sessizlik devam eder. Ortalık yatışınca iştahla yoğurt çorbası, kavurma, tavuklu pilav ve yoğurtlu balbaşı pekmez yenir. Yemekleri ve özellikle balbaşı pekmezi beğenen Mustafa Kemal yemekleri yapan hanımı tanımak ve teşekkür etmek amacıyla görmek ister.  Azime Hanım, “ben utanırım paşamdan,” diyerek evin dip taraflarına giderek saklanır. Çay ve kahveler içilerek edilen sohbetler sonrası odasına çekilen Mustafa kemal bir süre notlarını yazar.

Sabah erken kalkılır. Keyfanının hazırladığı yol azığı görevlilere çoktan verilmiştir. Hacıpınar Mahallesinde, biraz da yüksekte bulunan Ali Çavuşun konağının önüne çıkarak etrafı inceleyen Mustafa Kemal; “Köyünüz ne kadar güzel. Kim bilir yazın meyveleriniz ne kadar güzel olur,”  der.

Hazırlanan atlarına binen konukların yanında Ali Çavuş, konuklarını uğurlamaya gelen Kaman ileri gelenleri ve aynı kalabalık atlılarla evden ayrılarak Kocapınar’ın yolu tutulur. Şevket Çavuşun hanındaki arabalar daha önceden getirilerek hazırlanmıştır.

Atlarından inen Mustafa Kemal ve arkadaşları, başta Ali Çavuş olmak üzere uğurlamaya gelenlerle vedalaşarak arabalarına binerek Ankara’ya doğru ilerlerlerken cirit oynayan atlıların arasında el sallayarak gözden uzaklaşırlar.

Geride kalanlar Kaman’a dönerler gözyaşları ve kurtuluş umutlarıyla. Pek konuşmazlar, konuşamazlar bir türlü. Herkesin kafasında tek düşünce, tek umut kurtuluş.

Ali Çavuşun konağı dolar taşar konuklarla. Mustafa Kemal ve Arkadaşlarının gelişleri konuşulur, yorumlar yapılır ta o günden günümüze kadar.

 

Aralık 2015

Yaşar ŞAHİN

Araştırmacı – Şair – Yazar

MUSTAFA KEMAL’İ GÖRDÜM KAMAN’DA

Umut yok artık doğan güneşten

Ayrılık zamanı geldi

Bitti tükendi kalmadı derken

Kara kara düşünür bulutlar

Karadeniz’de

Samsun’da saklı ışıklar

Anadolu’ya birden aktılar

 

Samsun Havza Amasya

Mustafa Kemal’in yanında halk

Önünde halk arkasında halk var ya

 

Tokat’ta kardaş Erzurum’da dadaş

Sivas’ta vatandaş

Temsil Heyetinde baş

 

Kenetlendi gündüz ve gece

Alındı kararlar

Okundu ezberlendi hece hece

Aktı ışık Sivas’tan Kayseri’den Kırşehir’e

Kaman’da bir umut bin bir neşe

 

Baktılar doğuya

Aktılar rüzgar atlar doğuya

Arabalar kanatsız uçarak

Geldiler soluk soluğa

 

Mustafa Kemal’i gördüm Kaman’da

Darıözü’nde Kocapınar’da çamurlu yolda

 

Çıktı binek taşına

Baktı Ali Çavuşa baktı her yana arkadaşlarına

 

Kayboldu birden gözlerindeki duman

Halkıyla göz göze geldiği zaman

Selamladı Kaman’ı Kamanlıyı

Baktı baktı baktı halkına

Okudu kurtuluş umudunu onlardan

 

Yaşlısı genci kadını erkeği

Sarılar içindeki mavi ışığı

Çoluk çocuk dinlediler izlediler

Hep bir ağızdan

“Öl de ölelim Paşam” diye kükrediler

 

Sarı Saçlıya ah bir dokunabilse

Umut mavi ışıkta

Mavi gözleri yakından bir görebilse

 

Dokunmak için dalgalandı

Kamanlı kucaklamak için sallandı

 

Mavi gözler ışık saçar

Ve kurtuluşa alınır karar

 

Ayrılamadı birden halkından

Kaman bir köydü o zaman

Ama yürekleri kocaman

 

Sallandı ardından el kol

Daracık sokak

Eğri büğrü yol

 

Sert emirli Ali Çavuş

Nöbetçi dikilir uçamaz bir kuş

 

Hacıpınar’dadır konağı

Hizmet için koşturur

Aşçısı çiftçisi bir yukarı bir aşağı

 

Yemekte yine koparılır kanatlar

Uçmak için takılır kartal kanatlar

 

Konuklarla dolar taşar odalar

Bir bir ağırlanır yolcular

 

Bacaklara sarılır çocuklar

Bazıları çocuklara kızar

“Bırak Ali Çavuş dokunma çocuklara

Kurtuluşu sizlerle kazanacağız

Ama geleceği onlarla kuracağız”

 

Halkımız çoktan hak etti hürriyeti

Diye gizlice müjdeler Cumhuriyeti

 

Sabah erken kalkar keyfanı

Kontrol eder tekrar her yanı

Azık hazırlamıştır akşamdan

Hindi tavuk peynir pekmezden baldan

Birkaç büküm yufka ekmek de tandırdan

Tutuşturur bekçinin eline

Tez götür Mustafa’mın erine

İki heybe yüklenir atlara

Hava soğuk gözler bakar bulutlara

“Köyünüz ne kadar güzel”

Tekrarlanır durur dudaklarda

 

Al atlar doru atlar

Şaklar birden kırbaçlar

Cirit oynayan atlılar

Yel gibi alıp götürürler

Kaman’dan Kocapınar’a kadar

Umut yolcuları uğurlanırlar

 

Kalanlarda gözyaşı

Gidenlerde sevinç ve daha işin başı

 

Atlıların çelik kanatları arasında batıya

Kuruluşun kurtuluşun başkentine doğru

Uçarlar uçarlar durmadan batıya

 

Ayrılık umutların ayrılığı

Kalır gerilerde mavi gözün aydınlığı

 

Kucaklaşma gözyaşı katıktır kalanlara

Gözler Ali Çavuşun dudaklarında

Kulaklar tüm sessizliğin doruklarında

Beklerler bakarlar

Bakarlar bakarlar Ali Çavuşa

Dayanamaz Mehmet Çavuş

“Konuş be adam, ne dedi

Mustafa Kemal Paşa”

Yutkunur Ali Çavuş konuşamaz

Boğazı düğümlenir hıçkırıktan

Yağmur gibi dökülür gözyaşları

Yürek ağızda gözlerinde duman

“Tamam arkadaşlar bu iş tamam

Umutlarımız gerçek oldu

Güneş doğacak çok yakındır zaman”

VAY ÖĞRETMENİM VAY

Memleketim, Anadolum.

Güzel yurdum vay.

Vay, kara yazılım vay.

Vay, kadersizim vay.

Vay, öğretmenim vay.

 

Okutanım,

Okuyanım, umutları.

Uyan, uyan diye,

Uyaranım vay.

Umutları, boşa gidenim,

Vay, umutsuzum vay.

 

At, katır sırtında,

Uca, dağlar ardında.

Çoğu kez, yaya yapıldak,

Yürüyenin vay.

Vay, yananım vay

Vay aydınlatanım vay.

 

Kimler yetiştirdin, kimler?

Doktorlar, Hakimler

Politikacılar, Alimler

Vay, seni düşünenler vay.

Vay, başına üşüşenler vay.

İşçi oldun, diyorlar,

Aşçı oldun, diyorlar.

Simit satmışın,

Garson, diyorlar.

Zevk için mi yaptın bunları?

Öğretmenim.

Neye daraldın?

 

Vay, çalışkanım vay.

Vay, çalışanım vay.

 

Yarım gün çalış,

Yarım gün yat.

İki gün hafta sonu,

Dört gün boş haftada

 

Dahası var.

İki hafta, karne tatilini

İki ay yaz tatili.

Bayram seyran derken,

Toru topu çalıştığın,

Beş ay,

E... Yan gel, yat.

Yedi ay.

Deniz kenarı,

Hotel motel,

Seni bekliyor,

Kızgın güneş,

Sıcak kum.

Buzlu bira, soğuk rakı

Al yanına birde sarışını.

Doyasıya gez, yaşa.

Sana engel olan mı var?

Düzensizim

Dengesizim vay,

Vay beceriksizim vay.

YILDIZLARI TOPLARIM

Dağlarımda yıldızları toplarım

Bahar gelir çiğdemlerin zamanı

Kayasında keklikleri yoklarım

Mor menekşe, lale, sümbül, zamanı

 

Koyunlarım kuzuları koklarken

Kekiklerim burcu burcu kokarken

Gelin kızlar helkeleri takarken

Koyunları dağda sağım zamanı

 

Kağnılarım gıcır gıcır yollarda

Çatal boynuz öküzlerim tarlada

Ebe nine pekmez yapar bağlarda

Bahar, yaz, kışa kadar iş zamanı

 

Kış gelende ocak başı tatlanır

Kiler dolar, tezek, saman saklanır

Gizli gizli pencereler tıklanır

Gençler için eğlencenin zamanı

 

Toprak ile karılırdık her zaman

Sebze meyve üretirdik durmadan

Canla başla sarılırdık yormadan

Yaşlı olduk artık bakma zamanı

 

Anamı da görebilsem yanımda

Emekleri vücudumda canımda

Kanı dolaşıyor benim kanımda

Anam ile buluşmanın zamanı.

 

Yeter artık Mümtaz yorma kendini

Tepeye döndürdün kendi derdini

Öldükten sonra fakirle zengini

Aynı toprağa koymanın zamanı

YÜREĞİN SESİ

Bir yudum gözyaşında buldum

Ağlayan bulutlarda ıslak

Gecenin sessizliğinde gizli

Yalnızlık ay kadar uzak

Hasretlik boğuyor yüreğimizi

 

Sabahı bekler gecenin sonsuzluğu

Bir umut bir hayat bir can

Ve özlem yüklü hıçkırık

 

Avuçlardan yere düşer

Sevdanın yükü

Islanır toprağa çamura karışarak

Kırağı düşer üstüne

Toprak sahip olur candan

Kök salar büyütür yücelere

Karıncalar,

Arılar kardeşçe el uzatır

Kelebekler tek sıra boyunca

Bulutları deler de, ta uzaylara

 

Acı çekse de yıldızlar

Yol vermese de dağlar

 

Aşkını taşır yerden göğe gökten yere

Vurdukça güm güm bağrına

Yeri göğü kaplar çığlığı

Denizler köpürür

Yer titrer gök titrer suçlu suçlu

Ancak duyar sevda şarkılarını

İnatla bakan gözler

Ayak izlerinde arar derinlerde

Bir de bakar ki

Uzaklardan geliyor yüreğin sesi

BEN DE ÇOCUKTUM ÖZLEMLERİMLE (*)

Hepimiz bir çocukluk dönemi geçirmişizdir. Kimileri 4-5 yaşına gelince oğlakların ardına çoban olmuştur. Kimileri evlerinde oyuncakların içinde kendini bulmuştur. Kreşler, anaokulları ve ilkokullar. Lise ve üniversite dönemi. Yaşamak istediğimiz çocukluğu her zaman yaşamak elimizde olmamıştır.

Yazar ve Şair dostumuz Mümtaz Boyacıoğlu’nun "BEN DE ÇOCUKTUM ÖZLEMLERİMLE" anı kitabını okuyunca ; benim de çocukluk dönemine gidivermemi sağladı. Ne kadar ortak şeylerimiz varmış. Anne ve baba çifte gitmiş. Evde keçi var. Hem de Halep keçisi. İki tane de oğlağı var. Tut, tutabilirsen, nerde zarar, oraya koşar. Hadi bakayım oyun oyna, çocukluğunu yaşa. Sonra okul yaşına geliyorsun; 8-10 km. aşağıda bir okula gidiyorsun. En küçükleri de sensin. Akşam geliyorsun. Ödevler var. Metinleri yazdırıyorlar. Çoğu zaman babam, yardım ediyor. Ama kızarak, yardım ediyor. Neyse ki, ilkokul üçten ayrılmış. Üçüncü sınıftan sonra yardım mı, dersiniz, azar mı dersiniz. Ondan kurtuldum.

26 başlık adı altında anılarını sıralamış. Hem yazmış, hem o günleri yaşamış. Anılarının içinde, bir gün öğretmenler, birkaç ay maaş alamamışlar. Bir öğretmen Atatürk’e mektup yazmış. Mektubu alınca hemen Kırşehir’e hareket etmiş. Öğretmenlerle toplantı yapmış. Konu doğru. Hemen ödenekler aktarılmış, biriken maaşlar ödenmiş.

Bütün çocuklar uçurtmayı uçurmak isterler. Ben çok istedim. Ama zamanım olmadı. Ama bazıları, gazete kağıdından da olsa, yaptılar. Uçurmaya çalıştılar. Hele kargıları güzelce kesip, renkli, renkli kağıtlarla yaptıkları uçurtma. Komşumuzun çocuğu Zeynel, güzel uçurtma yapardı. 21 Mart Nevruz Bayramı geldiğinde uğraş verir yapar. Uzun, uzun da ip alırdı. 3-4 km. uzaklara kadar giderdi. Ne kadar da süzülürdü. Meltem esen yerlerde uçurtma iyi uçardı. Poyrazda ters, yüz eder, ip kırar. Ama meltem esince ılgın, ılgın süzülürdü. Biri Mümtaz öğretmeni çiftliğine davet eder, arkadaşı çiftliğini gezdirir. Cevizler boy, boy olmuş. Kirazlar da öyle. Örnek bir çiftlik, ama ona sürprizi vardır. Dolaptan bir uçurtma çıkarır. Gel Mümtaz uçuralım. 70' inde iki öğretmen uçurtmayı uçururlar. Onları çocukları, torunları görse neler, düşünür. Çocukluğunu yetmişinde yaşamak. İşte güzellik bu. Ben de bunları okuyunca, uçurtmayı uçurmuş gibi oldum. Bir daha Kaman’a yolum düşerse, o uçurtmayı görmek isterim.

Küs oldukları komşuda radyo sesini duymak. Tam bir türküyü, ya da ajansı dinlemeye başladığında kapatılıvermek. Anasının zoruna gider. Bir gün kente gittiğinde, bir ahbabında iki radyo görür.

“ Ağam bu radyonun birini bana ver. Götüreyim. Komşu, ajans bile dinletmiyor.”

“ Al götür, ama idareli kullanın pili çabuk bitiyor.” Annesi koca pilleri, radyoyu eşeğe yükler. Köye getirir. En fazla baba sevinir. Çocuklar da işin havasında. Bir türkü çıkınca sona kadar açma. Dinlemekten öteye caka satmak.

Çocukluğumda köye ilk radyoyu babam almıştı. Bir tarlayı 750 liraya sattı. Aldı bir radyo, Mümtaz Öğretmenin anılarında anlattığı gibi kocaman iki pil, biri yuvarlak, biri düz. Bir iki evin arasında upuzun bir anten. Kısa dalgayı açınca yukarıdaki askeriye telsizi anonsu başlardı. Ankara radyosu, meteoroloji ve Polis radyosu. Bir de Bizim Radyo vardı. Yurt dışından Türkçe yayın yapardı. Sonra büyük piller gitti. AGA radyosu geldi. Bunun pili içinde, öyle uzun, uzun anteni de yoktu.

Mümtaz öğretmenimin annesi, babası çocuklarının zorlu okul günlüğünü sezerler, kentten bire ev tutup, hem köydeki evi, tarlayı, hem de bu eve bakarlar. Çocuklarını okuturlar. Çocukları okusun, adam olsun. Ne kadar ortak yan var ki, benim babam da benim 10 km. git, 10 km. gel. Eve geldiğimde yemeği bile zor yermişim. Yorgunluk, bitkinlik. İkinci sene, babam karar verdi. “ Benim elimde gül gibi mesleğim var. Gider açarım dükkanı ve ederim tıraş" diyor. Göçü sarıyor. Kente gidiyor. Okul yolumuz birden 1 km. iniyor. Hem de kentin en eski, en iyi okulu. Cumhuriyet Okulu. Saat 8.30 da Kampana (Çan) çalar. Evden çıkarız. 9. a 10 kala zil çalar. Sıra ile içeri gireriz. Bir zil daha çalar ders başlar. Mart ayı gelince köye git, bağ, bahçe işi. Senede iki okul değiştir. Sonra babam baktı olmuyor. Köyde ne var, yoksa sattı. Kentten bir ev aldı. Konar -göçer yaşamdan kurtulduk. Rahmetli babam berberlikten zengin olmadı. Ama çocuklarını okuttu. Bizim arkamızdan birçok aile sökün etti. Geldiler hem çalıştılar, hem çocuklarını okuttular.

İşte anıları okudukça ortak paydalar çoğaldı. Köy- kent olgusu derken, çocukluğunu yaşamadan büyümek. İşte bunu bir kez daha yaşadım. Mümtaz Öğretmenin yüreğine sağlık. O araştırıyor, yazıyor. Köy Enstitülerini, yaşadığı toplum içindeki Abdalları araştırıyor.

Onları yazıyor. Hem de Abdallar Derneği’nin Başkanlığını yapıyor. Ne tesadüf ki; ben de çocukluk ve gençlik dönemim Say Mahallesinde Abdalların içinde geçti. Yaşadığım sanat kültürünü onların içinde aldım. Her zaman bize sahip çıktılar. 12 Mart, 12 Eylül de Say mahallesinde yaşamanın zevkini aldım. Kimse bize fiske vuramadı. İşte güzellikler bu. Gırnatacı Halil, Fosforlu Hüseyin, Derinceli Ali, Topal Ali bana bir kültür hazinesi sundular. Hem anlattılar, karşılarına alıp, büyük adam gibi sohbet ettiler.

Onları anmak, onlarla bir kültürü tekrar yaşamak. Demircinin körüğünü, kalaycının körüğünü çekmek, zaman gelip, bir davulu eline alıp çalmak. Şimdi Say Mahallesinden anemimin yanına giderken gururla yürümek. Çocukluğumu yaşayamadım, ama okuduğum kitap beni çocukluğuma götürdü. Yaşamadıklarımı yaşadım saydım.

 

KİRMEN

Celal Necati ÜÇYILDIZ

[email protected]

 

(*) Mümtaz Boyacıoğlu,

Ben de Çocuktum Özlemlerimle.

Anılar.

[email protected]

0533 5783636 KAMAN-KIRŞEHİR

Yazar: CELAL NECATİ ÜÇYILDIZ

Boyacıoğlu’nun “Bende Çocuktum Özlemlerimle” adlı üçüncü kitabı yayınlandı

Emekli eğitimci araştırmacı-yazar hemşehrimiz Mümtaz Boyacıoğlu'nun “Bende Çocuktum Özlemlerimle” adlı üçüncü kitabı yayınlandı.

Mümtaz Boyacıoğlu'nun 1949-1960 yılları arasındaki çocukluk anılarından derlediği “Bende Çocuktum Özlemlerimle” adlı kitabının yanında 1971 yılında bir arkadaşı ile derlediği yöresel masal kitabı “İyi Geceler” ile 2007 yılında yayınlanan “Ben Şiirim” isimli şiir kitabı bulunuyor.

1 Eylül 1943 Kaman nüfusuna kayıtlı emekli eğitimci araştırmacı-yazar Mümtaz Boyacıoğlu'nun büyük bölümü yerel gazetelerin yanında değişik kültür-sanat dergilerinde yayınlanan araştırma-derleme çalışmaları da bulunuyor.

“Yadırgı” isimli Abdalların yaşam biçimlerini anlatan öykü kitabı, "Sürmeli" isimli masal kitabı, "Yaşanmış Halk Fıkraları" isimli fıkra kitabı, basıma hazır "Köy Enstitülerinin Karartılamayan Işıkları" isimli araştırma kitabı, “Kurtuluş Yolunda Kaman” araştırma kitabı ile ömrünün son günlerini Kaman'da geçiren ve hayatını Kaman'da kaybeden Dadaloğlu'nun 1. Anma Etkinlikleri'ni de kitap olarak hazırlayan Boyacıoğlu, Düziçi Köy Enstitüsü'nden 1947'de mezun olan Hüsniye Özgür öğretmeninin “Öğretmenin emeklisi olmaz” ilkeli sözünden hareketle okuyarak, araştırarak, yazarak yaşamını bir gereksinim olarak sürdürüyor.

Yazar: ÇAĞDAŞ GAZETESİ

BEN DE ÇOCUKTUM ÖZLEMLERİMLE

Bana çocukluğumu geri verin; 
Topaç döndüreyim ip atlayayım 
Evle sokak arasında gide gele 
Yeniden çocukluğumu yaşayayım.

Bana gençliğimi geri verin; 
Bir bardaktan su içeceklerim olsun 
Açlık, yorgunluk hiç gelmesin aklıma 
Mutluluk kırlangıçları kanat vursun.

Bana insanlığımı geri verin; 
Alışkanlığım olsun küçüğe sevgi 
Acıyı tadayım, çileyi çekeyim verin 
İnsan gölgelerinde bulayım güzelliği.

Bana benliğimi geri verin; 
Düşmanıma dost elimi uzatayım 
Dostlarıma bağlanıp ta yürekten 
Evrende kişiliğimi bulayım.

Bana öğretmenliğimi geri verin; 
Dalayım bilimin derinliklerine 
Eşsiz bir buket edeyim çiçeklerden 
Sımsıkı sarılayım Atatürk ilkelerine.

Çocukluğumu da gençliğimi de insanlığımı da 
Benliğimde yoğurarak sunayım bir arada.

Muhsin DURUCAN

             Şiirimle giriş yapmam sonrasında değerli meslektaşım Mümtaz Boyacıoğlu’nun  “Ben de çocuktum özlemlerimle” sözcükleriyle adlandırdığı yapıtından söz etmek istiyorum.

             Ortak dostumuz Ünal Şöhret Dirlik kanalı ile yeniden tanışıp buluştuğumuz (soyadını değiştirmiş!) Mümtaz Ağabeyimin adıma imzalayıp gönderdikleri kitap,  çok renkli kapak içinde 16 formaya sığdırılmış… Oldukça empatik de geldi. Köyümü ya da beni mi anlatmış, dediğim oldu. Çoğunluğu çocukluğumun kapsama alanına girmektedir. Doğrusu çocukluğuma gittim, gittim, geldim. Kimi yerlerinde kendimi buldum. Nerelerinde mi? Özellikle arkasızlığımda, öksüzlüğümde ve köyümden kaçışımda…

             Öğrencilik yıllarımda köy romanını olarak Fakir Baykurt’un Bizim Köy’ünü okudum. Şimdilerde de etkisindeyim! “Ben de çocuktum özlemlerimle” roman değil, folklor ağırlıklı çocukluk anıları… Ne ki işlenen yine köy ve köylü…100 m’lik koşuya 50 m geriden başlayan köy çocukluğumuz…

             Mümtaz, Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu’nda beğendiğim ve örnek aldığım  ağabeyimdi. Anımsadığım kadarı ile köy öğretmenliği yıllarımızda Ağrı’da ve Kaman’da karşılaştığımız da oldu. Sanatçı yönünü bilirim. Boyacıoğlu’nun şimdiye dek “İyi geceler” adlı masal ve “Ben şiirim” adlı şiir kitabı yayımladığını, 2011 yılında “Ben de çocuktum özlemlerimle” adlı folklorik anılarını kaleme aldığı üçüncü kitabına imza attığı konusunda bilgilendim.

             Bu yapıt, anı türünden çok halk bilimi derinliğini içermektedir. Nasıl ya da neleri mi? Açıklayayım: Köylünün dilini, gelenek ve göreneklerini, adetlerini, inanışlarını, oyunlarını, düğünlerini, kinini, nefretini ve sevgisini…

             Evet, Kaman’da ve Darıözü köyünde geçen çocukluk günlerini ustaca anlatımı ve kendine özgü biçemi (üslup) ile kaleme almayı başarmış yazar dostum!

             Ortaokul yıllarımızda hevesle isteyip de babalarımıza aldıramadığımız elbiseler, saatler, kalemler ve defterler yanı sıra kitaplar… Birer birer geçti belleğimden. Genç yaşta kaybettiğim annemi, babam sık sık çevre illere doktora götürürdü. Ben her gidişlerinde kitap isterdim. Getirirlerdi! O zaman sevincim coşku coşku yükselirdi!

              Kitabı içselleştirerek okudum! Özellikle annesini ve anlatılan o hain-hırsız köylüleri gözümde ve gönlümde canlandırdım. O bölüm beni etkiledi! Kimi yerde içim acıdı! Köy yaşamı sıktı! Özgürlüğü büyük kentte buldum!  

              Bu yapıtı herkesin okumasını salık verirken yurt, ulus, bayrak ve Atatürk sevgisinin güçlü kalemi Mümtaz eğitimciyi yürekten kutlayarak esenlikler diliyorum.

               

Yazar: MUHSİN DURUCAN

MÜMTAZ BOYCIOĞLU’NU ARADIM

Ne kadar anlatsam bitmez sevginiz

İnsanlar içinde ayrı yeriniz

Kaman’a bağlılık vardır yanınız

Bin hizmeti vardır Mümtaz Hocamın

 

Kaman’da yazılır gastede adın

Kaman için koşan vardır hizmetin

Şairler yanında ayrıdır tadın

Bin hizmeti vardır Mümtaz Hocamın

 

Ustalara hizmet için baş olmuş

Onlar için gözde hep yaş olmuş

Sevda köşesinde sanki taş olmuş

Bin hizmeti vardır Mümtaz Hocamın

 

Yeşil Kaman Dadaloğlu kokuyor

Mümtaz Hoca insanlığı okuyor

Gönül deryasına dolup akıyor

Bin hizmeti vardır Mümtaz Hocamın

Bin hizmeti vardır Mümtaz Hocamın

 

Arzuladı yine gönlüm hep seni

Kaman’a gelince ararsın beni

Dostların sevgisi bil senden yanı

Bin hizmeti vardır Mümtaz Hocamın

 

İsa Erdoğan’da hep sizi arar

Gelenden gidenden hep seni sorar

Kalma Ereğli’de edersin zarar

Bin hizmeti vardır Mümtaz Hocamın

 

1 Eylül 2011

Ozan İsa Erdoğan

Kırşehir

Yazar: OZAN İSA ERDOĞAN

BENDE ÇOCUKTUM ÖZLEMLERİMLE

 

Çocukluk anılarını masalsı, akıcı ve duru bir Türkçe ile kaleme almak suretiyle, "Ben de Çocuktum Özlemlerimle" isimli kitabında toplayarak çocukluk yıllarına duyduğu özlemi dile getiren emekli öğretmen, araştırmacı yazar Mümtaz Boyacıoğlu'nun kalemine ve yüreğine sağlık dileklerimizi sunarken; Yeşil Kaman'ımızın kültürüne bu tür kitap yayınları ile sağladığı katkıları da unutmamak gerekir.

Kitabının önsözünde değerli dostlarını; teknolijeden uzak, hormonsuz, saf, tertemiz o günkü doğal açık hava tiyatrosunda buluşmaya davet eden Mümtaz Boyacıoğlu'nun bu samimi davetine icabetmek isteyenlere "Bende Çocuktum Özlemlerimle" isimli kitabını okumalarını öneriyorum. 

Bu vesileyle sayın hocam Mümtaz Boyacıoğlu'na, başarılarının ve Kaman kültürüne katkılarının devamını diliyorum.

 

 

Recep Altun / Kaman

Yazar: RECEP ALTUN

MÜMTAZ BOYACIOĞLU'NUN KİTABI

Mümtaz Boyacıoğlu  1943 yılında Kaman’da doğdu. İlk ve Ortaokulu Kamanda okudu. 1961 yılında Kırşehir’de açılan öğretmen okulunu 1954 yılında bitirdi. Siverek’te 1 yıl, Eleşkirt’te iki yıl ve Kaman köylerinde 4 yıl ve  Kaman merkezde de yirmi yıl öğretmenlik yaptı. 1992 yılında emekli oldu.

  Emekli olmadan önce “İyi geceler” isimli masal kitabını bir arkadaşı ile yayınladı. 2007 yılında şiirlerini “Ben Şiirim” isimli bir kitapta topladı. Üçüncü kitabı, “Ben de Çocuktum Özlemlerimle” isimli eserini de 2011 yılında yayınları.

  Değişik gazete ve dergilerde yazı ve şiirleri yayınlanmakta olan Mümtaz Boyacıoğlu Köy Enstitüsü mezunlarıyla söyleşiler yapmakta ve  “Köy Enstiitülerinin Karatılamayan Yüzü” isimli eseri üzerinde Çalışmaktadır. Boş vakitlerini fotoğraf çekmekle ve araştırmalar yapmakla değerlendiren Boyacıoğlu; kısa bir zamandan beri Fethiye’de kızının yanında ve fethiye’nin konuğudur. Yakın bir zamanda Kaman’a dönecek olan yazar Fethiye’yi çok sevdiğini söylemektedir.

  Ben de Çocuktum Özlemlerimle (160 sayfa) isimli kitabının ön sözünde  şöyle diyor öğretmen Boyacıoğlu:

  -Bazen gözümüz dalar, şöyle bakar kalırız. Pek de uzun sürmez. Birileri elini gezdirir gözümüzün önünde, ses ve hareketlerle etkilemek ister.

  -Nerelere gittik, nerelerden geldik bir anda. Dalar gideriz ta çocukluğumuza. Çocukluğumuzun o en ince ayrıntılarına. Oyunlar, arkadaşlıklar, mahalle, okul, kır, dağ, bayır, film izlemiş gibi oluruz birkaç saniyede. Birileri elimizden, kolumuzdan tutar da farkına bile varamayız, bir türlü.

  -Neden çocukluğumuz.

  -Neden çocukluk yılları, neden çocukluk anıları?

  -Neden bütün değerler çocukluğumuzda gizli?

  -Neden unutamıyoruz o günleri, ne var o çör çöpün içinde ki oyunlarda?

  -Çok dövüşür, çabuk küser, kısa zamanda barışırdık. Sorunlarımızı tartışır, bir lokmayı, hatta daha ilerideki günlerde, sevdalı günlerimizi, gönül meselelerimizi de paylaşırdık birlikte.

  -Farkında olmadan geleceğin tüm sorunları o günlerde omuzlarımıza bir bir yükleniyormuş meğer. Ama olsun. Bizler yine de dolu dolu yaşarken çocukluğumuzu, geleceğin ağır yüklerine alışıp, topraktan üretmeyi, dengeli tüketmeyi, sorunlara katılımı ve hakça paylaşmayı da o günlerde içimize sindirmişiz.

  Senaryo kendimizden, oynayanlar kendimiz, Bezirhane, küllük, temeklik oyun alanlarımız. Taş, toprak, ağaç ve evcil hayvanlarımız da sahnelerimizin dekoruydu.

  -Teknolojiden uzak, hormonsuz, saf, o günkü doğal açık hava tiyatromuzda buluşmaya davet ediyorum değerli dostlarımı.

Yazar: ÜNAL ŞÖHRET DİRLİK

ŞİİR VE ŞAİR

Şiir, Türk Edebiyatının en eski ve en çok işlenen bir türüdür.

ŞİİR, kimi zaman bir savaşçı, kimi zaman keskin bir bıçak, kimi zaman da ipek gibi yumuşaktır. Bazen ay ışığında gezinir, yıldızlar altında sevişir, bazen bir ana yüreği, bazen de vatan toprağıdır. Bazen bülbül gibi sevdalı, gül gibi duyguludur.  

Bütün bu özellikleriyle şiir insanın düşünüp de söyleyemediği hisleridir. Bunu en iyi anlayan ve anlatan mutlu kişi de ŞAİR dir. Yani şiir anlatılmazın anlatılmasıdır.

Bu bakımdan şair, şiiri açıklamaz, açıklayamaz ki. Zaten duygusunu daha açık anlatabilse şiir yazamaz ki.

Şiir okunur, onun açıklaması dudaktaki tebessüm, içteki taşkınlık ve gözdeki parlaklıktır. Bu zevki tattırmayan da şiir değildir.

 

Doğduğum ve doyduğum, 25 yıl öğretmenlik yaptığım ve kültürüme hizmeti görev bildiğim KAMAN’ ımın yetiştirdiği seçkin değerlerinden Emekli Öğretmen – Şair – Yazar, Sayın MÜMTAZ ( Yılmaz ) BOYACIOĞLU ve O’nun BEN ŞİİRİM adını verdiği şiirlerinden oluşturduğu eseri hakkında bana da yazma fırsatı verdiği için çok mutluyum.

Şiirlerindeki tema ve söyleyiş özelliği ile;

İç dünyasını, duygularını, yaşadığı ortamın üzüntü ve sevincini, yerine göre birleştirip kaynaştıran şairimizin insan sevgisi, doğa sevgisi kadar güçlü ve köklüdür.

Süse ve yapmacığa kaymadan sade içten bir anlatım. Halka dönük bir şairde ilk aranan özelik de bu değil mi?

Türkçesi arı, ifadesi düzgün ve uslubü akıcı Mümtaz Boyacıoğlu’nun şiirlerine halk tarzı hakimdir. Elbette O, halkı ve halk kaynaklarını iyi bilen bir şairdir. Şiirlerinde Anadolu insanını, özgürlüğü, barışı ve yarınlara ışık tutacak değerleri buluyoruz.

Kutlanmalı ve alkışlanmalı.

Kaman yöresinden derlediği İYİ GECELER isimli masal kitabından sonra çeşitli gazete ve dergilerde geleneklerimiz – göreneklerimiz konularında pek çok araştırmalarına rastladım.

En kısa zamanda, BEN ŞİİRİM isimli şiir kitabını görmek sevindirici.

Kendisini kutlar, sağlık ve başarılar dilerim.

20 Temmuz 2006

YAŞAR ŞAHİN

Eğitimci – Araştırmacı – Şair - Yazar

Yazar: YAŞAR ŞAHİN

Kamanlı şair, yazar ve araştırmacı Mümtaz BOYACIOĞLU ile Röportaj

Ali AYDEMİR: Sayın Hocam! Kısaca hayat hikayenizi anlatır mısınız?

Mümtaz BOYACIOĞLU:

1943 yılı Kaman doğumluyum. İlkokulu ve ortaokulu 4 km uzaklıkta ki Darıözü’nde bulunan evimizden çoğu kez yaya gelip giderek okudum.

1949 – 1960 yılları arası çocukluğumda bağ, bahçe, mal, davar işleriyle özlemlerimi yaşamadan geçirdim.

1961 de Kırşehir’de ilk açılan Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra bir yıl Urfa - Siverek, Yoğunca Köyünde, 2 yıl Ağrı - Eleşkirt Mollasüleyman Köyünde, 4 yıl Kaman’ın İmancı ve Çağırkan köylerinde çalıştıktan sonra, 21 yıl da Kaman merkezde çalışarak 1992 yılında emekli oldum. Kaman’da çalıştığım yıllarda, 20 yıla yakın zamanda reklam ve tabela yazarak yarım günlerimi değerlendirdim.

Aklımın erdiği günden bu güne kadar gördüklerim ve yaşadıklarımın ışığında bugünkü yerimi yakaladım. Bu çizgide yaşamımı sürdürüyorum.  

 

Ali AYDEMİR: Emekli bir eğitimcisiniz. Boş zamanlarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz? Zevkinize göre güzel bir ev ve bahçe yapmışsınız. Neler söylersiniz?

Mümtaz BOYACIOĞLU:

Boş zaman sözünü pek sevmem. Benim hiç boş zamanım olmadı ki. Hep üretirim, hep çalışırım. Elimden gelen bay, bayan işlerinin hepsini yaparım. Evde fazla kaldığımdan olmalı ki bayan komşularımla iyi anlaşır, onlardan pek çok şeyler öğrenirim. Kendilerine de faydalı olduğuma inanıyorum. (kekli, pastalı, kısırlı çaylı günlerimiz eksik olmaz.)

   Evin tamirinde, bahçenin tanziminde de pek çok emeğim var. Her çeşit el aletlerim varken bu yıl en son bir de kaynak makinası aldım.   

  

Öğretmen olduktan sonra, çalıştığım yıllarda omuzlarımdaki yüklerin ağırlığını hissettim. Fakat hiç yılmadım. Çünkü içimde “Vatan, Millet” aşkı vardı. Her gördüğüm ve yaşadığım zorlukların üstesinden gelmek için çok çalıştım. Bu ara şiirler ve düz yazılarım da gazete ile dergilerde yayınlanıyordu.

Öğretmenliğimin 6. yılında (1971) Kaman’da bir öğretmen arkadaşımla, “İyi Geceler”  isimli masal kitabımızı yayımladık.

   Emekli olduktan sonra kırtasiye dükkanı açarak yedi yıl kadar çalıştırdım. Kırtasiyenin yanında iki tane de bisiklet bayiliğini alarak Kaman’da bisiklet sporunun sevgisini aşıladığıma inanıyorun.

    

Ali AYDEMİR: Kaman'da kültür deyince ilk akla gelenlerden birisisiniz. Kaman'da neler yaptınız? Hala neler ile uğraşıyorsunuz?

Mümtaz BOYACIOĞLU:

Kültür deyince ilk akla gelmem biraz abartılı geliyor bana. Eli kalem tutan, tutmayan, duygu ve düşüncelerini yazılı veya sözlü aktararak çevresine faydalı olan herkesi kültürlü görüyor saygı duyuyorum.

Burada Yaşar Şahin arkadaşımdan da söz etmeden geçemeyeceğim. Ortaokul, öğretmen okulu ve öğretmenlik yıllarındaki araştırmalarını on yıldır gazete ve dergilerde yazar. Kırşehir il, ilçe ve köylerinde ayağının değmediği yol ve taş kalmamıştır bence. Eğer yazdıklarını bir kurum veya şahıs kitap olarak bastırsaydı, belki yirmi ciltlik kitap olurdu. Bu yörenin tarih ve kültürü tüm bu yazıların içindedir. Gözleri puslu gördüğünden çizgisiz kağıtlara eğri büğrü yazdıklarını Kaman Ak Haber Gazetesine yetiştirmenin çabasından hiç vazgeçmedi.

Buna benzer kültür değerlerimizi ve şiirlerini yazarak toplumu aydınlatmaya çalışan pek çok arkadaşımız var. Her alanda yeteneği olan bu değerli sanatçı arkadaşlarımıza da Yaşar Hocamla birlikte yardımcı olmaya çalışırız. 

   Belirli gün ve haftalarda ödevi olan öğrenciler sıkça ziyaret ederler. Onlara yardımcı olmakla daha da mutlu oluyorum.

   Okullarda, eğitici ve kültürel ağırlıklı konularda konferanslara ve tv programlarına katılarak çevreme faydalı olmaya çalışıyorum.

   Eğer siz yeteri kadar bilgilerle kendinizi donatmışsanız, ihtiyaç duyanlar sizi arayıp bulurlar. Sizin kendinizi pazarlamanıza gerek yok.

Gösterişten uzak, halkın yaşamının içinde, imeceyi, üretmeyi ve paylaşmayı, seviyorum.  

 

Ali AYDEMİR: Şiire ne zaman başladınız? İlk yazdığınız şiiri hatırlıyor musunuz? Şimdiye kadar kaç şiiriniz oldu?

Mümtaz BOYACIOĞLU:

Ali Bey, sizde öğretmensiniz. O günlerin koşullarını yaklaşık olarak benim kadar yaşamışsınızdır. Yoksulluk, aşırı işler, babamın anamın gece gündüz karın tokluğuna çalışmaları ta o günlerde bir tortu olarak yerleşti içime. Kamera gibi tümünü aldım ve sır gibi sakladım. İşte bu birimker filizlenip artık taşmaya başladı. Daha ortaokul yıllarında günlükler tutarak, şiir denemeleri yazarak, yazmaya başladım diyebilirim. Yazdıklarımın birçoğunu kaybettim, birçoğunu ise yırtarak attım. Ama, ne kadar uzak durmaya çalışsanız bile bu yaşamın tam içindesiniz. Sıkıntılarla yoğrulup karılıyorsunuz. İşte bu yoğrulup karılmadır beni tetikleyen ve yazmaya zorlayan etkenler.

Öğretmen okulunda bizleri çok iyi yetiştirdiler. Bize küpür dosyası tutturdular. İlk günler zor gelse de zamanla çok faydasını gördüm. Okuduk, yazdık, yazdık okuduk derken kaybolanları saymaz isek, “Anacığım”  isimli ilk şiirimi yazdım.

2005 de ilk şiir kitabım olan, “Ben Şiirim” isimli şiir kitabım yayımlandı.

Pek sık şiir yazmam. Duygu, düşünce ve yaşam biçimi olan üçgeni yakaladığım zaman yazmaya çalışırım.

“Eğitim ve Kültür ağırlıklı yazılarla, yaşam, doğa ve Mustafa Kemal Atatürk’le ilgili şiirler” yazıyorum.

Şiirlerimin hiç saymadım. Bu arada bir de sır vereyim. Kendi şiirlerimi bile ezbere bilmem.

 

Ali AYDEMİR: Şiir kitabınız var. Araştırmalar yapıyorsunuz. Gazete ve dergilerde köşe yazarlığınız var. Neler söylemek istersiniz?

Mümtaz BOYACIOĞLU:

   Tadında ve yerinde yazmaktan yanayım. Aferin desinler, belli kişilerle resimlerim çıksın, tv de, gazete ve dergilerde yalnız benim şiir ve yazılarım çıksın diye çaba harcamam. Uygun yerde ve zamanda, olmam gereken yerde olurum.

 

   Araştırmalar yapıyorum. Daha çok da söyleşiler yapıyorum. Bir maden tüneline benzettiğim Köy Enstitüleri mezunları ile söyleşiler yaptım. Hani kazmayı vurdukça yeni cevherlere ulaşırsın ya, aynen öyle. Hiç anıları yazılıp yayınlanmamış o isimsiz kahraman köy Enstitüsü mezunu öğretmenler var ya, hepsi bir cevher, hepsi bir aydınlık, hepsi bir vatan sevdalısıdırlar.

   Gündüz çocukların öğretmenleri, gece büyüklerin okutmanı, boş zamanlarında köyün duvarcısı, demircisi, marangozu, doktoru, hemşiresi, her şeyi.

   Bir örnek vermek istiyorum. Hasanoğlan Köy Enstitüsü mezunu İlyas Sürmeli Öğretmenimiz Kaman’ın Ömerkahya Köyünde çalıştığı yıllarda gündüz öğrenciler, gece de yapım için gelen okulun malzemelerini beklemekten oturduğu evin yıkılmak üzere olan duvarını yapamaz. Ve bir gece duvar yıkılır. Döşeme ağaçlarının uçları yere gelerek üçgen şeklinde bir hal alır. Anası, hanımı ve çocukları bu yıkıntıdan sağ çıkarlar. “Ulen Mümtaz, anam ve çocuklarım o üçgenin arasında kalmışlar. Burunları bile kanamadı.”  Der.

   Mersinde Düziçi Köy Enstitüsü mezunu Hüsniye Özgür öğretmenimle söyleşi yapacağım. “Emekli öğretmen Mümtaz Boyacıoğlu,” diye kendimi tanıtmak istedim. Hüsniye öğretmenim yerinden hızlıca kalkarak ve benim üstüme doğru yürürken elini de uzatarak, “bana bak Mümtaz Bey. Yanlış konuşuyorsun. Öğretmenin emeklisi olmaz. Emeklisin de, ta Kırşehir’den gelerek benimle neden söyleşi yapıyorsun.” Dedi. O günden sonra kendi kendime, “üretici öğretmen,” demeye başladım.

   Bu çalışmamla 45 kadar Köy Enstitüsü öğretmenlerimle söyleşi yaptım. İki kitap olacak kadar bilgiler ve resimler derledim. Ne yazık ki bu öğretmenlerimizin üçte biri kadarı aramızdan ayrıldılar. Nur içinde yatsınlar.

 

   Köy Enstitülerinin karartılamayan ışıkları başlıklı söyleşi ve resimlerini,

   Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 25 Aralık 1919 da Kaman’a gelerek bir gece kalmalarını,

Dadaloğlu’nun ömrünün son günlerini Kaman’da yaşadığını, mezarının ve heykelinin Dadaloğlu parkında (Ziyaret Tepesinde) bulunduğunu,

Lokman Avşar ve Kaman Cevizi hakkında yazı ve resimlerimi,

Anamın günlüğü isimli anılardan oluşan yaşam öyküsünü

Kaman Abdalları hakkında, inceleme araştırma ve söyleşilerimi,

Çevremizde söylenen yetmiş kadar fıkrayı derleyerek bilgisayarıma yükledim. Az bir çalışmayla bu kitaplar basılmaya hazır olur.

Torunum “Ben de Çocuktum Özlemlerimle” isimli kitabımı Kaman Ceviz Festivalinde satmak isterken, bir öğretmen arkadaşımın beş liraya pahalı demesine, “sigara on lira arkadaşım,”  diyerek kitaplarımı toplayıp eve hapsettim.

Bir öğretmenin kitap okumadığı günümüzde, hazırladığım kitapları bastırsam bile kim okuyacak. Varsın bilgisayarda yüklü dursun. Torunlarıma ev, kat, yat miras bırakamıyorum. Hiç olmazsa bu çalışmalarımı onlara bırakayım istiyorum.

Bu çalışmalarımdan bazı parçalar ile halkımızın yaşam biçimleri olan kültür hazinelerinden birçok kesitleri gazete ve dergilerde yayınlanıyor.

Ortaokuldan üniversiteye kadar öğrencilere verilen ödevlere yardımcı olurken, onların sevinçli hallerini görünce de mutlu oluyorum.

 

Ali AYDEMİR: Sayın Hocam! KIYŞAD (Kırşehir Yazarlar ve Şairler Derneği'nin) kurucu üyesisiniz. Şu an dernekten kopmuş gibisiniz. Sizi üzen ve rahatsız eden nedenleri açıklayabilir misin?

Mümtaz BOYACIOĞLU:

Aşık Paşa, Ahi Evran Veli, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli ve daha birçok ilim ve bilim adamları, birlik ve dirliğin temsilcileri yüzyıllar önce bu toprakta, yani Kırşehir’de yetişecek, sen, ben ve bizler onların izinden gitmeyeceğiz öyle mi?

Hayır, Ali Bey hayır. Bu örgütsüzlük bizim azalmamızın, hatta kaybolmamızın en büyük etkenidir. Yukarıda saydığım aydın kişiler kendi dallarında örgüt kurup gelişmemişler mi? İşte bizler de onların açtığı çığırdan gitmek zorundaydık. Bu zorunluluk günü gelince KIYŞAD’ı doğurdu. Tüm arkadaşlarla birlik olup bu derneği kurduk. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.  

Derneği kurup belli bir takvimde bir araya gelerek güzel etkinlikler yapabilmek için karar aldık. Her ayın ilk cumartesi günleri toplandık. Şiirli, sazlı sözlü sohbetler güzel oluyordu fakat hiçbir şey üretemiyorduk.

Aşık Paşa şiir şölenini bizim derneğimiz yürütüyordu. Plan program yapılarak, yetkililerle görüşerek I. Aşık Paşa Şiir şölenini geçirdik.

Günler geçtikçe ferdi sivrilmeler, şiir hakkında ders vermeler, şiir okumak için adam seçmeler, gidilecek gelinecek yerleri kendi kafalarına göre seçmeler beni rahatsız etmeye başladı.

Resimlerde ben çıkayım, protokolün yanında ben görüneyim gibi birçok konular ağır basınca dernek kendi amacından çıkartılarak iki, üç kişiye hizmet etmeye başladı.

Bir dernekte her üye aynı hakka sahiptir. Senin şiirin güzel, senin konuşman güzel, senin davranışın güzel gibi ayırım yapılamaz. Yapılırsa sonuç buraya gelir.

Kendimize bir yer tutup dernek kimliğini kazanamayıp göçmen kuşları gibi her ay bir ayrı yerde toplanmaya başladık. Çıkartacağımız dergi, kitap, şiir yıllıkları da hep lafta kaldı.

Bu görüntü ve uygulamalar beni rahatsız etti. Bir evlat gibi büyütüp yürütmeye çalıştığım derneğimizin amacına uygun çalışmadığını gördüğüm için, 20 Mart 2013 tarihli dilekçemle ayrılmak zorunda kaldım. Bu yanlışlıkları daha sonra gören birçok arkadaşım da, ya istifa ederek, ya da toplantıyı terk ederek tepkilerini gösterdiler.

Yönetim kurulundan üç kişinin ayrılması ve bunca tepkilerden sonra yapılacak tek iş, olağan üstü genel kurula gitmek.      

 

Ali AYDEMİR: Dernek haricinde şair ve yazarlarla bir araya geliyor musunuz? Bir araya geldiğinizde saatlerinizi, günlerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mümtaz BOYACIOĞLU:

Paylaşmayı severim. Şair ve besteci arkadaşım İlhan Şahin, sesi çok güzel olan Selver Tabur, şair ve beste yapan Ufuk Arslan, Ozan Adnan Torun, Ustalarımızdan Davulcu Adem, Kemancı Haydar Akyol, Sazcı Selahattin Ertürk, Zurnacı Zeynel Zöçer, Zurnacı Ferdi Göçer ve daha birçokları ile ortalama haftada bir gün  sazlı, sözlü ve şiirli  toplantıları benim bahçede yaparız. Komşularımız da bizleri dinlemeye gelirler. Benim evin bahçesini gördünüz, orası bir bayram yerine döner çoğu günler.  

   Kırşehir’li ve Mucur’lu arkadaşlarımız da bizleri yalnız bırakmıyorlar sağ olsunlar. Kaman’dan biz de arkadaşlarımızla fırsat buldukça bu sanatçı arkadaşlarımızı ziyaret ederiz.    

Ali YDEMİR: Şairler ve yazarlar olarak yeni yetişen nesillere neler söylemek istersiniz?

   Mümtaz BOYACIOĞLU:

Biz çocukken, babam Darıözü’nde ki ördek gölünden suyu çevirip getirir. Yeni bellenip düzeltilmiş, üzerine sebze meyve veya kavak dikilmiş yerleri sularken bazı yerler su çıkamazdı. Babam kürekle o engelleri kaldırır suyun her tarafa dağılmasını sağlardı. Evet, Ali Bey bizlerde o gençlerimize öyle bir yardımcı olmalıyız ki bizlerden daha ileri gitsinler. O su gibi akarken her tarafı da sulasınlar.

Örgütlenmenin en güzel örneklerini gösterip onların önlerini açmalıyız. 20 yaşındaki bir üniversite öğrencisine şiir okuma ve konuşma fırsatı vermeden, yetmiş yaşın üzerinde şiiri okuyup konuşmayı ben yapıyorsam, bu gençlerin bize güveni kalmaz. Havanda su dövmeyelim. Birbirimizi kandırmayalım.  

 

Ali AYDEMİR: Son sorum Hocam; insanlara, gençlere ve şairliğe, yazarlığa  ilgi gösterenlere neleri öğütlersiniz? Teşekkür ediyorum.

Mümtaz BOYACIOĞLU:

Sanata meyilli olan, ben sanatçıyım diyen, sanatın kıyısından kenarından geçmeye çalışan veya geçen herkes görevini ve yerini bilmeli. Öyle kolay değil sanatçı olmak, sanatçıyım demek. Toplumun liderleri, öncüleri olmak kolay değil. 

Sanat ve sanatçı;

Sanatçı; üreten kişidir.

Sanatçı; önceden gören kişidir.

Sanatçı, aydınlatan kişidir.

Sanatçı; halkıyla iç içe olan kişidir.

Sanatçı; kendinden önce halkını düşünen, gözeten kişidir.

Sanatçı; halkının sorunları önceden görüp topluma yansıtan kişidir.

Sanatçı; alan değil, hep kendinden veren kişidir.

Sanatçı; yaşam biçimiyle örnek olup haksızlığa ve yanlışlığa karşı olurken güzeli ve doğruyu da önceden görüp halkını aydınlatan kişidir.

Ben sanatçıyım diyen herkes, kendini yaşadığı toplum içinden soyutlayamaz. Çünkü beraber yaşıyor. İç içe yaşıyor et tırnak misali.

Eğer bu özellikleri taşımayıp, o toplumun sorunlarını, acılarını, dertlerini birlikte yaşamayıp yalnız ben diyorsa o kişi, ağzı ile kuş tutsa bile bir yere varamaz.

Eğer bu özellikleri taşımıyorsa o kişi boşa zaman harcayıp kimseyi oyalayıp kendini kandırmasın.

O kişi eğer bu tutumundan vazgeçmiyorsa, halkımız öyle bir dışlar ki O’nu, dışarı çıkıp kimsenin yüzüne bakamaz.

“Teşekkür ederim Ali Bey. Daha nice güzel ve seçkin söyleşilerde bulunacağınıza inanıyor, başarılar diliyorum.”

27.10.2014

Ali AYDEMİR (İdari)

Emekli Öğretmen – Şair Yazar - MUCUR

 

27 Ekim 2014

Mümtaz BOYACIOĞLU

Eğitimci – Şair – Yazar / KAMAN

 

Yazar: ALİ AYDEMİR

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör