Makaleleri Eylem (ilk yazılar), Forum, SBF
Dergisi, Mülkiye Dergisi, Köken, Cumhuriyet, Toplum ve Bilim, Tarih ve Toplum, Turcica,
Somut, Yeni Gündem gibi gazete ve dergilerde yer aldı. Son Meşrutiyet /
1919-1920 adlı eseri nedeniyle 1994’te T. İş Bankası Büyük Ödülünü aldı.
Türk Sosyal Bilimler Derneği, Öğretim Elemanları Derneği, Ankara Enstitüsü
Vakfı, ADD üyesidir.
ESERLERİ:
ARAŞTIRMA: 31 Mart Olayı (1970), İstanbul
Hükümetleri ve Millî Mücadele (1976), Jön Türkler ve İttihat ve Terakki (1980),
İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele Cilt: II: Son Meşrutiyet / 1919 - 1920 (1992),
Türkiye’nin Yakın Tarihi / 1789 - 1980 (1996), Türkiye’nin Önünde Üç
Model (1997), Essays in Ottoman-Turkish Political History (2000).
DERLEME: Türkiye
Tarihi (yayın yönetmeni olarak; c. 1: 1987, c. 2: 1988, c. 3: 1988, c. 4:
1988, c. 5: 1995).
HAKKINDA: Ali Hikmet / 31 Mart Olayı
(Cumhuriyet, 4.2.1971), İlhan Selçuk / “Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın
Tarihi” (Cumhuriyet, 23.5.1996), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü
(gen. 6. bas. 1999).
Bu yazıda, bedevîlik-barbarlık ve uygarlığın gelişmesi konusunda
İbn Haldun'un, Engels’in ve Kıvılcımlı’nın bazı ana görüşlerine kısaca değinmek
istiyorum.
İbn Haldun 1332 ve 1406 yılları arasında yaşadı. İspanyol istilâsı
karşısında Endülüs’ten Tunus’a göçmüş köklü bir ailenin çocuğu idi. Dedeleri
İspanya’ya Hadramut’tan gitmişlerdi. Devlet adamlığı, kadılık, bilim adamlığı
yaptı. O devir için belki asıl önemlisi, çok yer gördü: İspanya, bütün kuzey Afrika,
Suriye. Timur’un istilâsını önlemek için onunla görüşmeler yaptı. Mısır’da öldü
(H, s. 95-9).
İbn Haldun’u büyük dikkat ve sevgiyle inceleyen Ümit Hassan’a göre
onun düşüncesinin üstünlüğü dini (naklî ilimler) bilimden (aklî ilimler)
kesinlikle ayırmasıdır. Böylece, akıl ve dini uzlaştırmaktan vazgeçmek
suretiyle, bilimde aklın ve gözlemin serbestçe at oynatmasına imkân vermiştir
(H, s. 100-16). İbn Haldun’un ikinci bir üstünlüğü, gözleme verdiği önemdedir.
Hassan bunu “sırf aklın yeterliğine reddiye” ya da “gerçekçilik biçiminde
rasyonalizm” diye tanımlıyor (H, s. 116-9). Gerçekten, İbn Haldun’un, çağdaşı
olduğu toplumların gelişme dinamiği üzerine ortaya koyduğu görüşlerin büyük
ölçüde gözlemlerinin ürünü olduğu anlaşılıyor.
İbn Haldun’a göre, bütün toplumların ilkel evresi bedevîliktir.
Bedevilerin çoğu göçebe olmakla birlikte, yerleşik düzene geçmiş ama uygarlık
düzeyleri itibariyle bedevî olan topluluklar vardır. Bedevî sözcüğü “bed”, yani
“başlamak” kökünden geldiğine göre, bunun Türkçe karşılığının “ilkel” olacağı
düşünülebilir (H, s. 190). Hassan, bedevîliğin göçebe öncesi avcı toplumu,
göçebeliği, ve göçebe sonrası yerleşik barbar toplumları kapsadığı görüşündedir
(H, s. 194, n.49). İbn Haldun’da bedevîliğin karşıtı hazerîliktir. Hazerîlik artık-ürün
üretimi ya da zenginleşmenin (“halleri genişleyerek ihtiyaçlarından artacak
derecede zenginlik ve genişlik...” MI, s. 319) sonucudur. Hazerîlik işbölümünü
geliştirir ve önce kasabaların, sonra da şehirlerin yapımını gerektirir. Burada
yaşayanlar bedevîlere göre çok daha geniş, rahat, müreffeh, iyi bir hayat
yaşamağa başlarlar. Bu tür bir yaşamanın üstünlükleri açık olmakla birlikte,
bunun ağır bir bedeli vardır insanlık için. Zira hazerîleşen bedevî, bedevî
olarak sahip bulunduğu birçok güzel nitelikleri yitirmektedir (H, s. 194-5). 1)
Bedevîler, hazerîlere göre hayır ve iyiliği kabule daha hazırdırlar (MI, s.
325-7). Düşünürün bu yöndeki düşünceleri yer yer Locke’un tabula rasa
öğretisini andırmakla birlikte, daha çok Rousseau’nun “soylu vahşi” öğretisine
yaklaşmaktadır. Hazerîleşmek, ister istemez bir ‘bozulmayı’ içermektedir. 2)
Bedevîler daha yiğit ve yüreklidirler. Bunun nedeni, hazerîlerin “rahat
döşeklerine yan gelmiş, nimetler ve bolluklar içine dalmış, mal ve canlarını
korumayı, kendilerini idare ve memlekete hükmetmekte olan vali ve hakimlerle
bekçilere bırakmış olmaları ve kendilerini her taraftan çeviren kale duvarları
içine sığınarak nefislerini güven içinde saymış olmalarıdır.” (MI, s. 330-1).
Bedevîlerde ise iş başa düşmekte, herkesin korunma işine katılması
gerekmektedir. 3) Bedevîler arasında, İbn Haldun’un asabiyyet diye adlandırdığı
çok güçlü bir bağ, bir dayanışma bağı vardır. Asabiyyetin en iyi örneği
akrabalık ve hısımlık bağları ve dayanışması olmakla birlikte, buna münhasır
değildir (MI, s. 342, 373).
Ne var ki, İbn Haldun’un bedevîlere karşı ağzı açık bir
hayranlığından söz edilemez. Şu cümleler bunu gösterir. “Sen Arapların dünyada,
zuhurlarından beri kuvvetle ele geçirdikleri ülkelerin nasıl yıkıldığını ve
ahalisinden nasıl boş kaldığını ve eski mamurluğunu kaybederek büsbütün başka
bir şekil almış olduğunu düşün.” (MI, s. 405). “Araplar çöllerde dolaşan, vahşi
hayvanlar tabiatında, kaba kılıklı, kibirli ve gururlu, himmetleri büyük,
başkanlık ve baş olmak için birbirleriyle yarışan ve çekişen bir kavim
olduklarından pek zorlukla birbirine boyun eğerler.” (MI, s. 406-7).
Hassan’dan, “arap” sözcüğünün bir çok yerde İbn Haldun tarafından “göçebe”
karşılığında öğrenmekteyiz (H, s. 105n.).
(Toplum ve Bilim, Güz-1980)
_______________
(B) Niyazi Berkes, 100 Soruda Türkiye İktisat Tarihi, c. I (İst., Gerçek
Yayınevi, 1969).
(E) Frederick Engels. The Origin of the Family, Private Property, and the State
(N Y., International Publishers, 1964).
(H) Ümit Hassan, İbn Haldun’un Metodu ve Siyaset Teorisi (Ank., Siyasal
Bilgiler F. Y., 1977).
(K) Hikmet Kıvılcımlı, Tarih Tezi: Tarih Öncesi-Tarih-Devrim.Sosyalizm (İst.,
Tarihsel Maddecilik Yayınları, 1976).
(MI, MII) İbni Haldun, Mukaddime I, II, çev.: Zakir Kadirî Ugan (Ankara, Maarif
Vekâleti Yayınları, 1954).