Hikâye ve
roman yazarı. 7 Eylül 1942, Şanlıurfa doğumlu. İzmir’de İnkılap İlkokulu,
Kestelli Kız Ortaokulu ve Karataş Kız Lisesini; Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü
Fransızca Bölümünü “Gerçeküstücü Şairlerde Aşk ve Mizah” (Fransızca)
lisans tezi ile bitirdi. Nazilli ve Edirne liselerinde Fransızca öğretmenliği,
Gazi Eğitim Enstitüsü, Atatürk Eğitim Enstitüsü ve Yıldız Devlet
Konservatuarında Fransızca okutmanlığı yaptı. Bir süre Fransa (1971-74) ve
Almanya’da (1980) bulundu. Çalışmalarını 1988 yılından itibaren İngiltere’de
sürdürdü.
“Salıncak” adlı ilk
şiirini 1960 yılında Demokrat İzmir gazetesinde yayımladı. Bir
hikâyesiyle 1973 Sabahattin Ali Hikâye Armağanında başarı ödülü, Alnında
Mavi Kuşlar kitabı ile 1980 Madaralı Roman Ödülünü aldı.
ESERLERİ:
ROMAN: Gurbet
Yavrum (1974), Alnında Mavi Kuşlar (1979), Genç Kız ve Ölüm (1980),
Mavi Maske (1989), Die Preisvergabe (1982), Mavi
Maske (1988).
HİKÂYE: Sessiz
Bir Dayanışma (1975), Soll Ich Hier Alt Werden
(1981), Kanal Boyu (1982), Die Leiden der Anderen (1984), Das
Laecheln des Bewusstsein (1985).
ŞİİR: Du Bist
Willkommen.
Almanca ve
Hollandaca basılan çok sayıda eseri Türkçe yayımlanmamıştır.
HAKKINDA: Yurt
Ansiklopedisi (c. X, 1982), TDE Ansiklopedisi (c. 7, 1976-98), Atilla Özkırımlı
/ Türk Edebiyatı Ansiklopedisi (1982), Seyit Kemal Karaalioğlu / Resimli Türk
Edebiyatçılar Sözlüğü (1982), Ömer Nida / Kadın Romancılarımız - Başlangıçtan
Günümüze Kadar 1892-1991 (1991), Can Kurultay / Çağdaş Türk Edebiyatında Kadın
Yazarlar (1993), S. Ahmet Kaya / Urfa Şairleri - Cumhuriyet Dönemi (1998),
Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), TBE Ansiklopedisi
(c. 2, 2001).
(….)
"Karanlık koridorda terliklerimin çıkardığı sesle irkildim. Annem de son
gecelerinde böyle dolaşıyordu. Gece, geç saatlerde, yaşadığımız o güney şehri
sessizliğe gömüldükten sonra...
Adım
atamıyordum. Karanlık bir boşlukta bütün varlığım ışık ve ateş zerrecikleri
halinde saçılıyordu sanki. Korkunun elektriği çapmıştı beni. O geceki gibi
annem karanlıkta bana bakıyordu. Durdu ve beni tanımadı: "Kim o?"
kulaklarım onun fısıltısıyla uğuldadı, "Odana git." Bana doğru uzanmış
parmağı bir bıçak gibi parlıyordu.
Otuzüç
yıllık yolu bir anda aşıp karşıma dikilen annemden kurtulmak için gözlerimi
sımsıkı kapadım. Elimi duvara dayadım, hayatın serin ve sert duvarı... O
yeniden otuz üç yıllık duvarın gerisine döndü. Elektrik düğmesini arıyordum.
Yıllardır içinde yaşadığım evi tanıyamıyordum. Birden açık bir kapının önünde
buldum kendimi. Karşımdaki pencerede şehir bir tabloyu andırıyordu.
Işığı
yakmaktan vazgeçtim. Az önce karanlıktan nasıl korktuysam şimdi de ışıktan
korkuyordum. Birden bir kedinin keskin, acı miyavlayışı sessizliği yırttı. Ter
içinde kalmıştım. Pencereye doğru yürüdüm. Aşağıdaki cadde lambaların
aydınlığında ıpıssızdı. Uzaklara baktım. Köprüye, denize, karşı kıyıya...
Gecenin karanlık duvarlarına tırmanan yalnız bir böcek gibi duyuyorum kendimi.
Şu anda iki kişilik yataklarında pijamaları ve gecelikleriyle uyuyan bütün karı
kocalara kızıyordum. Hepsinin iki yüzlü ve bencil olduğuna inanıyordum.
Gecenin
üçü... Dört saat sonra giyinip sokağa çıkmak zorundayım. Sabun ve tütün kokan
insanların arasında, ayakta, taşıtlarda, sarsılarak... Kaba ve yorgun insanlar
arasında... Müdür beni çağıracak. Toplantı tutanağını yazmamı isteyecek.
Kırkiki yaşındayım. Annemden daha uzun yaşamışım.
Dokuz
yaşındaydım ve gece geç saatlerde evin içine çöken neşesizliğin seslerini
dinliyordum. Annemin terliklerinin çıkardığı yumuşak ve çabuk sesleri...
Yatağımdan çıktım. Kapıyı açtım. Yüzyüze geldik onunla, annemin yüzü karanlıkta
böyle büyüyordu demek.
Oysa
annem... Sabah erkenden pencereyi açıyor çayı ateşe koyuyor, elini yüzüme
değdiriyor:
"Günaydın",
çıkıyor odadan, babama sesleniyor, evimiz annemin hızıyla doluyor, açılan
kapılar, akan su, bardaklara çarpan küçük kaşıklar, radyoda şarkılar, önlüğümü
veriyor bana, ütülü gömleğini veriyor babama, babam traş olurken o beni
eğitiyor; mendilim cebimde mi? kulaklarımı yıkadım mı? defterimin üstündeki
etiketi değiştirdim mi? teşekkür et, cevap vermeden önce düşün, "be"
deme, "lütfen" de, başını dik tut. Öğüt demetini şöyle bağlıyor:
"Örnek olmalısın, öğretmen çocuğusun." Babam masaya geliyor, annemin
uzattığı köpüklü kahveyi yudumluyor, annem içerde döpiyesini giyerken babam
uzun, dalgın yüzüyle
radyodaki
şarkıyı dinliyor. Birşeylerden tedirgin oluyor babam, ya bayatlamış peynirden,
ya kahvenin köpüksüz oluşundan, ya da benim ekmek kırıntılarını yere
dökmemden... Babam, ben ve annem köprünün öteki yanındaki okulumuza gidiyoruz.
Annem okul yolunda neşeli... Öğrencilerin selamlarını alıyor, rastladığı ahbaplarına
hatır soruyor. Babam annemin bu dışa dönüklüğünden de tedirgin oluyor. Sabah
yüzüme değen elin parmakları ağırdı artık. Babamın kokusu... Sabahların hızı ve
kalabalığı kaybolmuştu. "Uyuyor", dedi babam. "Biraz
hasta." Masada babamın ekmek diliminin üstüne reçel sürmediğini gördüm.
Herşeyi taşırıyor, döküyordu. Beyaz yakam buruşuyordu. Babam perdeyi açmayı
bile düşünemiyordu. Herşey birden eksilmişti, güneş bile. Annem odasından
çıkmıyordu. Okuldan dönerken babamı geride bırakıp koşuyordum. Kapıda sabahlıklı,
sessiz kadın... Bakıyordum ona. Annem miydi? Gülümseyişim elimden kaçan bir
topaç gibi benden uzaklaşıyordu. "Anne, bütün talebelerin geçmiş olsun
diyor." Bana değil gökyüzüne bakıyordu. Annem sessizleştikçe büyüyordu.
Masanın üstünde ekmek kırıntıları... Gözleri tavanda birşey arıyordu.
"Baksana bana" dedi babam. Bir an korkmuş gibi babama baktı:
"Kirpiklerim ağrıyor" dedi. Ben tam gülecekken annemin yeniden tavana
baktığını gördüm. (….)
(Genç Kız ve Ölüm, 1980)