Poet (b. 1925, Şeki-Nuha, Azerbaijan - d. 13 February 2009 Baku /
Azerbaijan). He migrated to Baku in 1934 and studied philology at Azerbaijan
State University (1947). He became an assistant at the same department and
completed his doctorate with his thesis on the famous Azerbaijani poet Samed
Vurgun. He still works at the same university as a professor of “Contemporary
Azerbaijani Literature” and as a deputy at the parliament of Azerbaijan; and is
one of the leaders of the Azerbaijani Popular Front.
He was recognized in Turkey with his
article titled “Yel Kaya'dan Ne Aparır?” (What Does the Wind Steal from the
Stone?), which was published in Varlık
and which was an answer to the critics of Fuzuli. His articles and poems also
appeared in the review Türk Edebiyatı
for years. Besides poetry, Vahabzade also wrote long verses or stories in verse
(poemas), plays and made translations. Among his long verses, there is the Yollar-Oğullar (Roads-Sons) which was
dedicated to the Algerian Independence Movement, and the Mugam, which was dedicated to the composer Üzeyir Hacıbeyli. He wrote
numerous lyrics, most of which were set to music and wrote plays such as İkinci Ses (The Second Sound), Yağışdan Sonra (After the Rain), Artığ Adam (Waste Man) and Vicdan (Conscience). He translated the
work titled Abidon Felini by Lord
Byron into Azerbaijani Turkish. His poems have been translated into many
languages in the Soviet Union as well as into many dialects of Turkish and into
German, French and Persian. He received the “Commodore Medal” of the Romania
Ministry of Culture in 2002 with his poetry book titled Benim Garibim (My Poor). He has been regarded as the second
greatest poet of Azerbaijan, after Samed Vurgun.
WORKS:
POETRY: Menim Dostlarım (My Friends, 1949), Bahar (Spring, 1950), Dostlug
Nağmesi (Book of Friendship, 1953), Ebedî Heykel (Eternal Statue, 1954), Çınar
(Plane Tree, 1956), Sade Adamlar (Plain Men, 1956), Ceyran (Currency, 1957),
Aylı Geceler (Nights at Moon, 1958), Şairin Kitaphanası (Library of a Poet,
1961), E'tiraf (Confession, 1962), İnsan ve Zaman (Man and Time, 1964),
Seçilmiş Eserler (Selected Works, 1967), Kökler-Budağlar (Roots and Branches,
1968), Deniz-Sahil (Sea-Coast, 1969), Bindörtyüzonaltı (Fourteen sixteen,
1970), Dam Yeri (On the Roof, 1974), Seçilmiş Eserleri (Selected Works, 2
volumes, 1975), Yücelikte Tenhalık (Tranquility in Eminence, 1998), Benim
Garibim (My Strange, 2002).
PLAY (Translated into modern Turkish by
Yavuz Bülent Bakiler): Feryat (Cry,
in verse), Nereye Gidiyor Bu Dünya
(Where is the World Going, 1991), İkinci
Ses (The Second Sound, 1991), Özümüzü
Kesen Kılıç-Göktürkler (The Sword on Our Way-Göktürk tribe, 1998; staged by
the State Theater, Şinasi Hall, 2000-2001).
REFERENCE: Hüsniye Zal Mayadağh / Bahtiyar Vahabzade'nin Hayatı ve Eserleri (1998), Bahtiyar Vahapzade / Ömürden Sayfalar (2000), Dr. Erdal Karaman / Bahtiyar Vahabzade’nin Ana Dili Uğrunda Verdiği Mücadele - Bahtiyar Vahabzade’nin Türkiye Sevdası (Baku, 2000), Mehmet Nuri Yardım / Edebiyatımızın Güleryüzü (2002), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Türkiye Kültür ve Sanat 2010 Yıllığı (2010).
AZERİ ŞAİR
BAHTİYAR VAHAPZADE İLE....
BAHRİ YAĞMUR
“Biz, Azerbaycan’da yaşıyoruz ancak ay gardaş
bilesiniz ki Türkiye’de nefes alıyoruz.”
“Yazıçılar Birliği”, bizdeki adıyla “Yazarlar Birliği” Başkanı
Anar Bey’i makamında ziyaret ediyoruz. Anar Bey, ünlü bir yazar ve
milletvekili. Türkiye dahil dünyanın pek çok ülkesinde oyunları sergileniyor,
kitapları basılıyor. Türkiye’den geldiğimizi, kendisiyle randevumuz olmasa da
görüşmek istediğimizi sekreterine ilettikten kısa bir süre sonra Anar Bey’in
duvarı boydan boya Nizami-i Gencevi resimli halısıyla kaplı odasına alınıyoruz.
Eserlerimizi takdim ettikten sonra tatlı bir sohbet başlıyor ve söz dönüp
dolaşıp Bahtiyar Vahapzade’ye geliyor.
Anar Bey, Vahapzade’nin Bakü’de olduğunu sanmıyorum, Şeki’deki
yazlığındadır, diyor. Ama ben ısrarlıyım, buraya kadar gelmişken Vahapzade’yi
görmeden gitmem, diyorum kendi kendime ve Anar Bey’den Vahapzade’nin Şeki’deki
adresini istiyorum. Anar Bey, ısrarım karşısında bir saniye deyip birkaç yeri
arıyor ve telefonu bana uzatıyor, buyrun Vahapzade telefonda, görüşün.
Vahapzade’ye Türkiye’den geldiğimizi, elini öpmek istediğimizi söylüyorum.
Bunun üzerine İstiklal Caddesi’nde, Haydar Aliyev’in evinin hemen üst kısmında
bulunan emekliler lojmanındaki evine davet ediyor bizi.
“Vahapzade Müellim”, bizi kapıda karşıladı. Bir an Necip Fazıl
ile yüz yüze gelmiş gibi olduk. Bu kadar benzemeyemez iki insan birbirine.
Simalarının benzerliği bir yana bakışları, sigarayı tutuşları, jest ve
mimikleri öylesine benzer ki...
1993 yılında Ankara’daki konferansını hatırlattım, kendisine.
"Hani bir Ramazan günüydü. Salon hınca hınç dolmuştu. Konuşmanız sırasında
önünüzdeki bardaktan bir yudum su içmiştiniz de salonda bir uğuldama olmuştu.
Bunun üzerine salondakilerden özür dileyip mazeretinizi beyan etmiştiniz. Rus
zulmünden, milletçe dinden uzaklaştırılmanızdan bahsetmiştiniz" diyorum.
Gülüyor Vahapzade...”Ay Sağol” diyor, “O hala yadımdadır.” Derken Vogue marka
sigarasından derin bir nefes çekiyor ve “Sizden çeken yoktur?” diye bize de
ikram ediyor. Adaba aykırıdır, düşüncesiyle daveti nezaketle geri çeviriyor,
boşalan bardaklarımıza çay alabileceğimizi söylüyoruz.
Vahapzade, Müslüman Türk dünyasının dertleriyle dertlenen bir
ruh. Azerbaycan’da şairliğinden çok milliyetçiliği, filozofluğu, derin düşünce
adamlığı, maneviyatçılığıyla tanınıyor. İslam ve Türk’e dair her şey onu
alakadar ediyor. Bu konulardan bahsederken başkalaşıyor ve bir arslan
kesiliyor, sesi daha gürleşiyor, kullandığı kelimeleri daha tonlu vurguluyor.
Derken beş dakika olarak belirlenen görüşme saatlerce sürüyor, nelerden
bahsetmiyor ki Koca Vahapzade...
1959’lar Vahapzade için sıkıntılı yıllardır. Azerbaycan ikiye bölünmüştür, bunun
üzerine “Gülistan” adındaki eserini kaleme alır. Ancak rahat bırakılmaz.
Takipler, zulümler, mahkemeler. Onlarca yıla mahkum olur. Ancak cezaevine
girmeden, dönemin KGB Azerbaycan sorumlusu Haydar ALİYEV’in araya girmesi
ve beyanatı üzerine cezası affedilir.
Bir ara gözlerinde beliren garip bir ışıltıyla bize gıpta eder gibi
bakarak “Siz Türkler bahtiyarsınız. Başka milletlerin boyunduruğunu görmediniz
siz ve Allah daha size göstermesin. Biz, bir yönüyle bahtsızdık, bir yönüyle
bahtiyar. Bahtımız yoktu çünkü Rus bizi ezdi. Topraklarımızı böldü.
Maneviyatımızı aldı. Bahtiyarız Çünkü Rus bizi yumruğuyla ayılttı, bize millet
nasıl olunurmuş, bunu öğretti.”
Vahapzade 1960’lı yıllarda Nazım HİKMET’le görüşür. O zaman genç bir
şair olan Nazım’dan kendisi için kitap imzalamasını ister. Bunun üzerine
Nazım, kitaplarının üzerine Azeri “mahnıları” yazıp Vahapzade’ye hediye eder.
Söz, şiir ve şairlerden açılılıyor. “Benim en
çok sevdiğim iki Türk şairi vardır.” diyor Vahapzade. "Necip Fazıl ve
Mehmed Akif. Necip Fazıl’la simaen benzerliğimizden bahsettiniz. Biz Necip
Fazıl’la sadece simaen değil ruh yapısı ve inanç sistemimizle de benzeşiriz. O
da dindar bir şairdir" diyor ve ekliyor "Mehmed Akif’in Safahat’ı
benim masa üstü kitaplarımdandır. Bunun yanı sıra Akif, sadece Türk
edebiyatının değil, ben iddia ediyorum ki dünya edebiyatının büyük şairlerinden
bir tanesidir. Yıllar önce işitmiştim Ukraynalı bir general, dünya
milletlerinin milli marşları üzerine araştırma yapar ve sonuç dikkat çekicidir.
İncelediği 95 milli marş arasında söz ve anlamca birbiriyle kaynaşmış milli
ruhu barındıran sadece iki milli marşla karşı karşıya kalır. Bunlardan birisi
Türk Milli Marşı diğeri ise İspanyollarınkidir."
Ancak Vahapzade, bu büyük marşın yazarının
kıymetinin “öz” ülkesinde yeterince tanınmadığından, onun fikri boyutundan
hareketle yine ona çeşitli yaftaların vurulmasından şikayetçi. Bundan bir yıl
kadar önce eline MEB’nin yayınladığı Eğitim Dergisi geçer. Dergideki bir
makalede Metin BOSTANCIOĞLU “Akif çok tanınan bir şair olmasına rağmen şiirleri
incelendiğinde edebi anlamda fazla bir öneminin olmadığı görülür.” anlamında çeşitli
sözler sarf etmiştir. Bunun üzerine Vahapzade, Bostancıoğlu’na hitaben bir
mektup yazar. Mektupta Akif’in sanat yönünü anlattıktan sonra “Soyadından
anladığım kadarıyla sen bostancıymışsın, herkes kendi işiyle uğraşsın, sen git
bostancılığını yap, şiir ve sanatı da ehline bırak.” demeyi ihmal etmez.
Sohbetimiz boyunca bize Akif’ten şiir parçaları
okudu Vahapzade.
Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber
Beytini okuduğunda, iki elini başına götürüp “Olamaz böyle bir
şey, bu kelam bir mucizedir, bunu bir insan diyemez. Düşünün, şehidin mezarı
Peygamberin kucağı olmuş. Bu nasıl bir mazmundur, bu nasıl bir hayaldir. Allah,
Allah. Ben bu beyti yadıma getirdiğim zaman delirirem, bu beyit beni deli
ediyor, deli.” diyerek Akif’in şiirdeki kudretini bize uzun uzun anlattı. Sonra
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın
derken yine aynı heyecanla “Derk et, anla ki o şehitler o derece
büyükler ki tarihe gömülseler sığmazlar. Bu manalardan sonra kalkıp da Akif’i
şiir yönünden tenkit edersen adama neler demezler.” dedi.
Dil birliği, Vahapzade’yi en çok düşündüren konulardan biri.
Konuyla ilgili birkaç hatırasını anlattı bize. "Bir defasında Türk
kardaşlarımızla -Özbek, Kazak, Kırgız, Tatar dil alimleri- bir dil
toplantısında birlikteydik. Ancak masadakilerin hepsi Türk olmasına rağmen
Rusça konuşuyorduk. Bu benim garibime gitti ve dedim ki ne ola dilimizde
vahdete -birliğe- gideydik de birbirimizle şimdi Türkçe danışsaydık -konuşsaydık-.
Ben, bu ortak dil Türkiye Türkçesi olsun derim, dediğimde Özbek alimlerden biri
“Neden Özbekçe olmuyor, biz 18 milyonuz.” deyince Kazak alim bizimki olsun, biz
daha kalabalığız dedi. Ben de behey kardaş ben de Azeriyim. Azerbaycan’da 8.5
milyon, İran’da ise 30 milyon Azeri var, önemli olan milletlerimizin nüfusları
değil. Ancak isterim ki bu ortak dil kardaşımız Türkiye’nin konuştuğu dil
olsun.” dedim. Cidden Vahapzade İslam’ı ve Türklüğü iliklerinde yaşayan bir
şair ve filozof...
Yayınlanan kitaplarımı takdim ettim. Aklıma Vahapzade’nin
Nazım ile olan diyaloğu geldi ve Vahapzade’ye “Siz nasıl Nazım’dan imzalı
kitabını istediyseniz ben de sizden istiyorum, yüzsüzlüğümü mazur görün.”
deyince “Buraya kadar gelmişsin, aklımdadır, seni kitapsız gönderir miyim hiç.”
dedi ve “Soru İşareti” adlı şiir kitabının üzerine “Kan, Can Din Kardaşım
Bahri Yağmur İçin...” yazıp imzaladı.
Sohbetimiz boyunca tevafuken ziyarete beraber
gittiğimiz Azeri şair
Vidadi’nin, Vahapzade’nin şiirlerini ezberden okuması hem sohbete başka bir
renk kattı, hem de Vahapzade’yi keyiflendirdi. Koca şair, yaşlı haliyle bizi
kapıya kadar yolcu etmeyi de ihmal etmedi. "Türkiye’deki tüm
kardaşlarımıza selamlarımızı iletirsiniz, Ay ayağınıza sağlık, sağ olun.” dedi.
Merdivenlerden inerken Vahapzade’nin sohbet esnasında söylediği, beynime kazınan ve
iliklerime kadar işleyen şu cümlesini sanırım hayatım boyunca hiç
unutmayacağım:
“Biz, Azerbaycan’da yaşıyoruz ancak ay gardaş
bilesiniz ki Türkiye’de nefes alıyoruz.”
Vahapzade, bu sözü şahsı adına değil tüm
Müslümanlar ve Türkler adına bütün zerreleriyle, insanın yüreğine kor gibi
düşen bir ses tonuyla, gözleri dolarak söylemişti.