Hikâye ve roman yazarı. 1 Eylül 1945, Sivas
doğumlu. Sivas Lisesi (1964), Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca Bölümü
(1968) mezunu olduktan sonra Poliers Üniversitesinde (Fransa) yüksek lisans
öğrenimi gördü (1971-72). Ardahan Lisesinde Fransızca dersleri verirken
kazandığı bursla Poitiers Üniversitesinde (Fransa) “Karşılaştırmalı Dünya
Edebiyatı” üzerine yüksek lisans yaptı. Türkiye’ye döndükten sonra Sivas
(1972-75), İstanbul liseleri ve Atatürk Eğitim Enstitüsünde (1978-80)
öğretmenlik; öğretmenliğin yanı sıra Meydan Larousse (1986) yayın kurulu
üyeliği yaptı. Öykü adlı bir hikâye dergisi yayımladı (1975-76, 8 sayı).
Görsel Büyük Genel Kültür Ansiklopedisi, Gelişim Büyük Larousse, Memo
Larousse, Axis 2000 ansiklopedilerinde çalıştı.
Adı, 1972 yılında Yeni Ortam gazetesinde
yazdığı kitap tanıtma yazıları ve edebiyat eleştirileriyle duyulmaya başladı.
Hikâyelerini, çeşitli konulardaki yazı ve çevirilerini Yeni Ufuklar,
Milliyet, Sanat, Vatan, Politika, Somut, Gösteri, Günümüzde Kitaplar, Sanat
Emeği, Oluşum dergileri ile Yugoslavya’da çıkan Sesler, Birlik, Tan,
Çevrem gibi yayın organlarında yayımladı. Hikâyelerinde, geleneksel
anlatımdaki ustalığıyla çağdaş hikâyeleme tekniğini kaynaştırması, psikolojik
çözümlemelerdeki başarı ile dikkati çekti. Kiraz Küpeler’de kırsal
kesimde yaşayan insanların İstanbul’a gelişleri anlatılır. Gurbet Kaçtı
Gözüme’de de iç/dış göç olgusu ağır basar. Turuncu Eleni’de ise
değişik kesimlerden tablolarıyla İstanbul karşımıza çıkar. Can Eriği
adlı hikâyesi 12. Antalya Festivalinde hikâye başarı ödülünü (1975), Gün
Vurgunu adlı oyunu, TOBAV oyun yarışması başarı ödülünü (1984) kazandı.
Michel Tournier, Pascal Bruckner, Jean-Philippe Toussaint, Maksim Gorki, Panait
Istrati, Jorge Semprun, Marlène Amar, Stoyan Daskalov, Yann Queffelec gibi
tanınmış yazarlardan çeviriler yaptı.
ESERLERİ:
HİKÂYE: Kurtboğan (1974), Kiraz Küpeler
(1977), Gurbet Kaçtı Gözüme (1983), Le Transanatolien (1988,
Fransızca, Paris), Turuncu Eleni (1992), Karanfilli Ahmet Güzellemesi
(2004).
ROMAN: Peygamber Çiçeği (1981), Asmalı
Pencere (1984), Gün Vurgunu (1986).
ÇOCUK ROMANI: Bizim Sinemamız Var
(1979), Cumartesiye Çok Var mı? (1981).
GEZİ: Bükreş Günleri (1985).
ÇEVİRİ: Çalı Horozu (1994), Altın
Damla (1996), (Michael Tournier’den), Neçayev Dönüyor (Jorge Semprun’dan, 1998), Kaynak ve Çalı
/ Ya da Eleazar (2000) Mösyö (Jean Philippe Toussaint’den, 2000),
Son Sürgün (Dragan Babic’den, 2001).
HAKKINDA: Yurt Ansiklopedisi (c. VIII,
1982-1983), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999),
Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), Semih Gümüş
/ Öykülerde İstanbul (2002).
Gülname
ablamın gidişiyle ev bir ıssızlaştı ki!... Duvarlar boşaldı. Sandığının,
kapının arkasındaki yeri çırılçıplak kaldı. Eşyalar iyice azaldı, daha birkaç
gün önce ağzına kadar çeyiz dolu oda tamtakır oldu... Duvarlar, hani kimi
çocukların çantalarında taşıdıkları ve ders aralarında bir köşeye çekilip uğrun
uğrun oynadıkları amiral battı mı ne diyorlar, onun tahtasına döndü. Çividen
geçilmiyor.
Aralığın
betonu, keçenin dolduramadığı yerlere serilen kareli muşambalar, sokağa açılan
pencere camlarının tozu... Pervazdaki sinek pislikleri, konsolun üzerinin
dağınıklığı, divanın sarkık örtüsü... Evde bir şeylerin değiştiği ilk bakışta
belli oluyor. Biraz önce mutfağın bir köşesinde gördüğüm bez parçaları kaskatı
kesilmiş. Üstleri bir karış toz bağlamış. Biri de, ıslak mı kalmış, arasında
ekmek kırıntısı falan mı varmış neyse, küf atmış. Gülname ablamın elinden
düşürmediği bu bezlerin hangisinin hangi işte kullanıldığını bile bilmiyoruz.
Onların hepsini atıp yeni bezler uydurmak gerekecek. Sabahleyin babamın elinden
kayan bardağın kırıklarını aldığım süpürge hiç içime sinmedi. İçerinin
süpürgesi biraz daha mı yeni olacaktı ne?.. Bu belki de aralığınkiydi. Dökülen
çayı sildiğim bezi de Gülname ablam yer silmede değil, sofra silmede kullanıyordu.
Neyse
ki o gün getirip de gelinin yanında dilimizi kısa etmemişiz. Buna bayağı
sevindim. Bir daha istemeye yüzümüz olur... Gülname’nin görücüleri gelince
getirir, temiz pak sereriz. Ötekiler nasıl olsa yabancıydı. Halıyı değil kızı
görmeye geliyorlardı. Kız ele avuca geliyor mu? Çocuklarına bakabilecek mi?
Ucundan kıyısından ev işlerine yardımı dokunabilecek mi?... Onların derdi oydu.
Ama bu öyle mi? Bugüne bugün görücü geliyorlar a evladım. Görücü dediğin havalı
olur. Burnu bulutları deler. Her şeye bir bahane bulur. Maazallah aynayı azıcık
tozlu, kapının el yerlerini kazara bir parça kirli görseler, yandı demektir o
evin kızı... Ondan geçtik, kaldırır halıların altına bakarlar çerçöp var mı
diye... / Aman anne, aklına da neler geliyor... / Öyle deme güzel kızım.
İnsanoğlu öküzün altında buzağı arıyor. Senin aklın yetmez, küçüktün o
zamanlar; Kadir ağabeyine bu sümsüğü bulacağım diye az kapı aşındırmadık biz
de. Rahmetli Adile yengenle giyinir kuşanır, sabahın köründe düşerdik
yollara... Kapı kapı kız beğenmeye çıkardık. Yürümekten tabanlarımıza kara
sular inerdi a kızım. Görücü olmayı kolay mı sanıyordun? Gülme evladım, gülme!
/ İlahi anne, ömürsün valla... O kadar dolaş dolaş da... / Gülme benim güzel
kızım, gülme ceylan gözlüm... Ne demişler, büyük lokma ye, büyük söz etme...
Oldu işte, takdiri ilahinin önüne geçilmiyor. Sen ne kadar ince eleyip sık
dokursan doku, her şey olacağına varıyor. Üzümün çöpü, armudun sapı dedik dedik
de... Yoksa şu çiroz kimdi ki... Neyse, o defterleri açmayalım. Rahmetli
eltimin sözüne baksaydım, ohoo şimdi...
Sardunyalar
bile öksüz kaldı, boyun büktüler Gülname ablamın ardından. Hele o güzelim sakız
sardunya ile katmer küpe helak olmuş. Telaşın arasında kimsenin aklına gelip de
bir bardak su vermemiş zavallılara. Gelinçiçeğinin, hüsnüyusufların dibini
silme ot bürümüş...
Kalktım, büyük demliğe su doldurup bir güzel suladım hepsini. Gelinçiçeği ile
hüsnüyusufları ottan kurtardım. Sararmış yaprakları ayıkladım. Yavaş yavaş
bellerini doğrultmaya başladılar. Öğleye kalmaz düzelirler. Ama katmer küpenin
o canım çiçeklerinin düzeleceğini sanmıyorum. Değdikçe elimde kalıyor. Güya el
öpmeye geldiğinde Gülname ablama verecekti annem o sakız sardunya ile katmer
küpeyi. Demedim kendisine. Sıkıntısı başından aşıyor, bir de ona üzülmesin
zavallı.
Gelmedi değil komşum, kızı olup da görücü gelmeyen ev olur mu? Ohoo, kimlere
geliyor ki!... Hiç gözüne kıstırmadığın, sümüğünü üstüne atmayacağın sümsüklere
geliyor da, benim pırlanta gibi kızıma mı gelmeyecek? Eh şimdi, Allah için
söylemeliyse, Gülname’m de Gülname ha!... (…)
Mustafa Balel
(Turuncu Eleni, 1991)