Ahmet Yorulmaz

Çevirmen, Yazar

Doğum
Ölüm
-

Yazar, çevirmen (D. 1932, Ayvalık / Balıkesir – Ö. 2014). Ortaokuldan sonra öğrenimini yarıda bırakarak çalışma hayatına başladı. 1952 yılında İstanbul’da başladığı gazetecilik mesleğini Ayvalık’ta sürdürdü. Türk Dünyası gazetesini çıkardı (8 sayı, 1961). Otuz üç yıl (1963-96) aralıksız olarak kitapçılık yaptıktan sonra, yazmak ve çeviri yapabilmek amacıyla emekliye ayrıldı.

Çağdaş Yunan edebiyatından şiir ve roman çevirileri, sahnelenme olanağı bulamamış tiyatro eseri çevirileri yaptı. Çevirdiği çok sayıda hikâye ve şiir Varlık, Türk Dili ve başka dergilerde yayımlandı. Çevirilerinin bir bölümü, Asım Bezirci’nin Dost Türk-Yunan Şairlerinin Diliyle Barış adlı kitabında yer almıştır. Portreler adlı eserinde Ayvalık’a gelip giden ünlüleri anlattı. Savaşın Çocukları ile başlayan roman üçlemesinde, köklerinden sökülüp atılan Rumların ve Türklerin dramını yansıttı.

ESERLERİ:

MONOGRAFİ: Ayvalık’ı Gezerken (1997).

ROMAN: Savaşın Çocukları - Girit’ten Sonra Ayvalık (1997), Ayvalık’ta İz Bırakanlar (1998), Kuşaklar ya da Ayvalık Yaşantısı (1999), Savaşın Çocukları (2002), Girit’ten Cunda’ya - Ya da Aşkın Anatomisi (2003).

ÇEVİRİ: Post Avcısı (çocuk romanı, Sitratis Mirivilis’ten), Tombik ile Zıpzıp (çocuk romanı, Ellis Aleksiyau’dan), Üçüncü Düğün Çelengi (roman, Kostas Tahtsis’ten), Eski Tüfekler (roman, Menis Koumandareas’tan), Bomba Nurettin (Stratis Tsirkas’tan), Çifte Kitap (roman, Dimtris Hacis’ten), Bir Aşk Hikâyesi (roman, Vasili Vasilikos’tan), Eski Selanikliler (sosyal tarih, Kostas Tomanas’tan).

KAYNAK: Gültekin Emre (Cumhuriyet Kitap, 6.8.1998 - 18.11.1999 – 31.8.2000), Vitrindekiler (Cumhuriyet Kitap, 9 Eylül 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), TBE Ansiklopedisi (2001), Savaşın Çocukları / Ahmet Yorulmaz (Cumhuriyet Kitap, 4.4. 2002), Ahmet Yorulmaz / Girit’ten Cunda’ya - Ya da Aşkın Anatomisi (2003), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009), TYB Kültür ve Sanat Yıllığı (2015).

 

GİRİT’TEN CUNDA’YA

Güzel kokulardan etkilenmeyecek insan var mıdır?

Marigo'nun oğlu Haralambos da, bu genel etkilenme ku­ralının dışında kalamazdı. Hem o, yalnız Marigo'nun değil, Hasanaki'nin de oğluydu. Güzel şeyleri, güzel yemekleri, gü­zel kokuları, güzel yaşamayı seven ve aşklarını bağnaz toplu­ma inat, gürül gürül sürdürmesini bilenlerden dünyaya gel­mişti.

Annesi Marigo, başta öğrenimiyle, ardından gazete-kitap okuma alışkanlığıyla, sevgisiyle, gösterişli şapkaları ve giysile­riyle, mağazalarda alışveriş ederken etrafını sarhoş eden parfümleriyle, varsıllığıyla, Hasanaki'ye olan aşkı, tutkusu ve her şeyiyle görkemli bir kadındı.

Babası Aynakis Hasan ise, köstekli saatinden taşı şarap renkli yüzüğüne, çizmesinden hâki külot pantolonuna, kırmı­zı fesine, bastonuna değin şık bir adamdı. Hasanaki sevmeyi, kadının ruhunda ve bedeninde egemenlik kurmayı bilen ol­gun ve aydın bir insandı.

Olgunlaşmasında cumartesi akşamları evinde yemek yedi­ği, sohbet ettiği ilk patronu, eski İstanbullu aydın bir matbaacı olan Kir Vladimiros ile Hanya'daki Esirler Kampı'nda tanıyıp onu sık sık ziyaret ederek Türkçe dersleri aldığı, uzun uzun sohbetler ettiği ve Ayvalıkta'da dostluğunu gördüğü Türk su­bayı Bursalı Kemalettin Bey'in katkıları büyük olmuştu.

Ancak asıl okuyabileceği, kafasını zenginleştirebileceği ki­tapları seçip ona veren, inançlarından ödün vermeden seven, kendisi Girit'i terk ettikten sonra da hiçbir erkeğin koynu­na girmeyen sevgilisi, ikinci patronu Kira Marigo'dan öğrendikleriyle, okuduklarıyla gelişmişti. Türkçeyi Yunan abecesiyle kendi kendine okuyup yazmasına değin -Anadolu'daki Karamanlıların Yunan abecesiyle Türkçe yazmaları gibi... Oysa o tarihlerde daha ne Karamanlı bilirdi o, ne maramanlı. Sadece yaşamı özümsemiş, hedeflerine yürümesini bilen, ken­dine özgü özellikleri olan bir adamdı. Karamanlıların yazma yönteminden kendisine ilk söz eden de, ilk patronu, matbaacı Kir Vladimiros olmuştu.

Evet, iki sevgili, Hasanaki ile Marigo, güzel olan her şe­yi benimseyip sevmişlerdi. Hanya'nın Splantzia Alanı'nda, Floru'nun kahvehanesi üstündeki evde, ölgün ışıklı yatak oda­sında Marigo'nun, çaldığı mandolinden çıkan nağmeler eşli­ğinde, eski Romalı ve Grekler gibi omzundan aşağı attığı, bir ucunu boynundan arkaya savurduğu, kimi akşam beyaz, kimi akşam siyah, kimi akşam koyu kırmızı, incecik ipek harmaniyeler altındaki çırılçıplak bedeniyle sergilediği aşk oyunlarını da... Haralambos, işte bu odadaki mandolin seslerinin ardın­dan başlayan hararetli sevişmelerin ürünüydü.

Portakal, limon, mandalina ağaçlarının, hanımelilerin, iğ­delerin öbek öbek çiçeklendikleri, etrafa ipeğimsi yumuşacık dalgalar halinde kokular salıp insanoğlunu bahar sarhoşu­na çevirdikleri bir mevsimde, haziran ayının ilk yarısında, li­se diplomasını alan Haralambos'u, denize yakın yerlerdeki iğde çiçeklerinin kokusuyla, denizden gelen iyot-yosun karışı­mı kokular birleşip kabına sığamayan, kadınıyla kızıyla karşı cinsten gözünü ayıramayan bir delikanlı haline getirmişti.

O yıla dek derslerinden başını alamayan Haralambos, dip­lomasını almasıyla beraber, insanı serseme çeviren o koku­nun sanki yeni ayırdına varmış, kendini bambaşka hissetmiş­ti. Sadece İyerapetra'da değil, Girit'in her yanında duyulan, her ilkyazın kokusuydu bu. Mevsim ilerlediğinde, yaz başla­rında, kayalar, pırnallar arasından fışkıran kekiklerle fıliskünlerin kokusu da havaya karışırdı. Ama nedense o haziran ayı, oğlanın yürüyüşünü bile etkilemişti. Öylesine bir duygu sarmalındaydı ki, dört yıldan beri evlerinin bir odasında kira­cı olarak kaldığı Spiridakislerin evlerinden çıkıp çarşı pazara, deniz kenarına gezmeye, hava almaya, kimileyin ev sahibinin şarapçı dükkânında kısa bir süre vakit geçirmeye giderken, ta­banlarına tam basarak değil, âdeta yaylanarak, ayak burunlarıyla, uçarcasına yürümek istiyordu. Belli belirsiz, kimlik arayışındaydı. Gençliğinin, cinselliğinin ayırdına varmanın, fark edilmek istenmenin, yani ben de varım, bana da bakın demek isteyen, içgüdüsel, güvenle karışık bir duygunun fişeklemesiydi bu. Her gün değişik bir şarkı dudaklarına takılır, gün boyu o şarkıyı mırıldanıp dururdu. Haralambos'u en çok etkileyen, bazen bir hafta ağzından düşürmediği:

 

“Al beni, bu akşam al beni,

Büyülü kanatlarına.

Al beni, bu akşam al beni

Sigaram yanık, bekliyorum seni...”

şarkısıydı. Kimi gün de lodos ilçeyi dövüp durur, demir tara­tarak, iplerini kopartıp tekneleri kıyıya sürüklerdi, öyle gün­lerde de rüzgâra karşı yürürken, vesikalık fotoğrafından bellediği babası Hasanaki'nin, vaktiyle avuç içi büyüklüğünde­ki tarağıyla yana taradığı öndeki bir tutam saçının tersine, Haralambos şimdi uzunluğuyla ensesini kapatan ipeğimsi simsiyah saçlarını iki elinin parmaklarıyla düzeltirken:

 

Bırak saçların dağınık dursun,

Bırak dalgalansın deli lodosta

 Çiçeklenmisken simdi gençliğimiz

Bırak dalgalansın deli lodosta...

 

şarkısını tekrarlayıp dururdu. Bulunduğu yer tenhaysa, antik vazolardaki, fresklerdeki erkekleri andıran fiziğiyle, duruşuy­la, kabaran dalgalara bakarak yüksek sesle söylerdi şarkıyı.

                                                                         (Girit’ten Cunda’ya, 2003)

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör