Mehmet Kaplan

Türk Dili ve Edebiyatı Profesörü, Edebiyat Tarihçisi, Eleştirmen, Akademisyen, Yazar

Doğum
18 Mart, 1915
Ölüm
23 Ocak, 1986
Eğitim
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Burç

Edebiyat tarihçisi, akademisyen, profesör, eleştirmen (D. 5 Mart 1331/18 Mart 1915, Sivrihisar / Eskişehir - Ö. 23 Ocak 1986, İstanbul). Nuri Hisar, Ruhi Çınar, K. Domaniç, Osman Okatan, Osman Selçuk, Nuri Tarhan takma adlarını da kullandı. Sivrihisar İlkokulunu bitirdikten (1928) sonra ailesiyle birlikte Eskişehir’e yerleşti. 1935 yılında Eskişehir Lisesini bitiren Mehmet Kaplan, öğretmenlerinin yönlendirmesiyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne girmek üzere İstanbul’a gitti. Okumaya başladığı Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünün yanı sıra, yardımcı disiplin olarak felsefe, psikoloji ve sosyoloji derslerine devam etti. 

Reşit Rahmeti Arat’ın temin ettiği bir bursla 1936 yılında Almanya’ya giderek Almanca öğrendi. Bu dönemde, lise yıllarında başladığı Fransızcasını ilerletmek için tercümeler yaptı. Almanya’dan döndükten sonra, “Eşrefoğlu Rumî-Hayatı ve Eserleri” adlı bir çalışma hazırladı. 1939 yılında “Emir Sultan” adlı lisans teziyle fakülteden mezun oldu. Aynı yıl, Prof. Fuat Köprülü tarafından asistan adayı olarak fakülteye alındı. Köprülü siyasete atılarak fakülteden ayrılınca, yerine atanan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın asistanı oldu. “Namık Kemal: Hayatı ve Eserleri” (1942) adlı tezle, Türkiye’de Ali Nihat Tarlan’dan sonra ikinci “edebiyat doktoru” unvanını alan isim oldu. Aynı yıl, edebiyat öğretmeni Behice Moyuncur’la evlendi. 1944’te “Tevfik Fikret ve Şiiri” adlı teziyle doçent oldu. 1944-46 yılları arasında Büyükçekmece Ortaokulu ve Konya Askerî Ortaokulunda vatanî görevini yerine getirdi. 1949 yılında fakülte kontenjanından bir yıllığına Fransa’ya gönderilerek, Sorbonne Üniversitesinde ders, seminer ve konferansları izledi, ilmî çalışmalar yaptı. 1950 yılının Temmuz ve Ağustos aylarını Londra’da geçirdi. 1953 tarihinde “Şiir Tahlilleri I (Akif Paşa’dan Yahya Kemal’e)” adlı takdim teziyle profesörlüğe yükseldi.

1958 yılında eğitim ve öğretime başlayan Atatürk Üniversitesinin kurucu öğretim üyeleri arasında gönüllü olarak yer alan Mehmet Kaplan, bu üniversitede Edebiyat Fakültesi dekanlığı ve Rektör Vekilliği görevlerinde bulundu. Türk halk edebiyatı sahasında ilk çalışmaları burada başlatarak asistanlarıyla birlikte derlemelerde bulundu. 1960’ta İstanbul Üniversitesindeki kürsüsüne döndü. 1962 yılında Prof. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın vefatı üzerine Yeni Türk Edebiyatı Kürsüsü başkanlığına getirildi. 1966’da eşi Behice Hanım’ı kaybeden Mehmet Kaplan, altı ay kaldığı Avrupa’dan döndükten sonra (1967) Basın İlân Kurumu Genel Kurul üyeliğine, 1973’te İstanbul Üniversitesi Senatosu üyeliğine, 1974’te Türkiyat Enstitüsü müdürlüğüne seçildi.

2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu gereğince, üniversite bünyesinde yapılan değişiklik üzerine, 1982’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığına ve 1983’te ikinci defa Türkiyat Enstitüsü (yeni adıyla Türkiyat Araştırma Merkezi) müdürlüğüne atandı. Aynı yıl Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yüksek Kurul üyeliğine seçilen Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Kültür Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı ve Devlet Planlama Teşkilâtı tarafından kurulan kültür, dil ve edebiyat komisyonlarının hemen hepsinde görevler aldı. 1984 yılı başında yaş haddinden emekliye ayrılan Mehmet Kaplan, ölümüne kadar Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri vermeye devam etti. Mezarı Karacaahmet Mezarlığındadır.

Yazı hayatına 1939 yılında şiirle başlayan Mehmet Kaplan, daha sonra deneme ve makaleler yazdı. Daha çok Tanzimat sonrası Türk edebiyatı araştırmaları, özellikle şiir ve hikâye tahlilleriyle tanınan Kaplan, edebiyata İstanbul adlı dergide yayımladığı inceleme ve araştırma yazılarıyla başlamıştı. Daha sonra makalelerini ve çeşitli türlerde yazılarını İnkılapçı Gençlik, Gençlik, Hareket, İstanbul, Bayrak, Hisar, Türk Edebiyatı, Meydan, Türk Yurdu, Türk Kültürü, Türk Düşüncesi, Millî Kültür, Şadırvan, İstanbul, Yol, Çağrı, Çığır, Bizim Türkiye, Yeni Sabah, Komünizme Karşı Mücadele, Milliyet, Büyük Türkiye, Tercüman, Kaynaklar, Türk Dili gibi gazete ve dergilerde yayımladı. Atatürk’ün 100. doğum yıldönümü dolayısıyla kürsüsüne bağlı doçent ve asistanlar (İ. Enginün, B. Emil, N. Birinci, A. Uçman) ile hazırladığı Devrin Yazarlarının Kalemiyle Millî Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal (1981) adlı araştırmasıyla Türkiye Millî Kültür Vakfı 1981 Atatürk Dalı Armağanını kazandı. Aynı yıl Türkiye Yazarlar Birliği’nin Üstün Hizmet Ödülünü aldı. Kitapları ölümünden sonra Dergâh Yayınları tarafından yeniden basıldı.

“Uzmanlık alanı yeni Türk edebiyatı olmakla beraber Mehmet Kaplan, Türk edebiyatının asırlar boyunca devam eden tarihî seyri içinde vücuda gelen belli başlı kültür eserlerini ele alıp incelemiş, bunları değişik edebî metotlarla değerlendirmiş, böylece yetiştirdiği araştırmacılara yeni ufuklar açarak kültür ve fikir hayatının gelişmesinde önemli rol oynamış çok yönlü bir ilim adamıdır. Güzel sanatlardan fikir akımlarına, kültür ve medeniyet meselelerinden politikaya, din, ilim ve tarih konularından devlet ve üniversite problemlerine kadar çok geniş bir alanı kapsayan deneme tarzındaki yazılarıyla bir fikir adamı olarak da kendini kabul ettiren Mehmet Kaplan’ın üzerinde ısrarla durduğu hususların başında millî kültür ve medeniyet meseleleri önemli bir yer tuttu. Ona göre bir organizasyon olan devleti meydana getiren aslî unsur millettir. Uzun tarihleri boyunca pek çok devlet kuran Türklerin devamlılığını sağlayan, onları ayakta tutan ise kültürleri olmuştur. Şu halde milleti millet yapan temel unsur kültürdür. Bir milletin ruhu en anlamlı şekilde kültür eserlerinde görülür. Bütün güzel sanatlar kültürün içine girer, fakat bunlardan yalnız edebiyat konuşur, zira onun ham maddesi dildir.” (Zeynep Kerman)

“Mehmet Kaplan, stilistik ve semantik yöntem aracılığıyla önce yapıtın, oradan dolayımlanarak da sanatçının ruh ve düşünce dünyasını belirlemeyi öngörmektedir. Kaplan, bu yolda stilistiğin yanı sıra psikanalize de büyük önem vermektedir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, Kaplan psikanalizin Freudçu kanadının değil Jungçu kanadının düşüncelerine yakın durmaktadır. (…) Mehmet Kaplan’ın çözümleme yöntemi elbette ki zaman zaman yol gösterici, betimleyici olgulara değinmekte, ele aldığı şiirlerin doğal ve toplumsal coğrafyasına da beşeri ve bireysel arka planına da küçümsenmeyecek biçimde ışık tutmaktadır.” (Ahmet Oktay)

ESERLERİ:

ARAŞTIRMA-İNCELEME: Tevfik Fikret ve Şiiri (1946, Tevfik Fikret adıyla, 1971), Namık Kemal Hayatı ve Eserleri (doktora tezi, 1948), Şiir Tahlilleri (2 cilt, 1954, 1965), Tanpınar’ın Şiir Dünyası (1964), Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar (İslâmiyet öncesinden Tanzimat sonrasına kadar, 1976), Hikâye Tahlilleri (1979), Oğuz Kağan Destanı (1979), Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar III: Tip Tahlilleri (1985).

DENEME: Nesillerin Ruhu (1967), Büyük Türkiye Rüyası (1969), Edebiyatımızın İçinden (1978), Kültür ve Dil (1982).

ANTOLOJİ-DERLEME: Köroğlu Destanı (Mehmet Akalın ve Muhan Bali ile, 1973), Cumhuriyet Devri Türk Şiiri (1973, yeni bas. 1990), Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi I-IV (İ. Enginün, B. Emil, Z. Kerman ile, 1974-1989), Devrin Yazarlarının Kalemiyle Millî Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal (İnci Enginün, Birol Emil, Necat Birinci, Abdullah Uçman ile, I-II, 1981), Atatürk Devri Fikir Hayatı (İ. Enginün, Z. Kerman, N. Birinci, A. Uçman ile, I-II, 1982), Atatürk Devri Türk Edebiyatı (İ. Enginün, Z. Kerman, N. Birinci, A. Uçman ile, I-II, 1982), Cenab Şahabeddin’in Bütün Şiirleri (İ. Enginün, B. Emil, N. Birinci ve A. Uçman ile, 1984), Mehmet Kaplan’dan Seçmeler (2 cilt, 1988), Âli’ye Mektuplar (haz. Zeynep Kerman - İnci Enginün, 1992),

Bunların dışında Ahmed Haşim’in Bize Göre, Gurabâhâne-i Laklakan, Frankfurt Seyahatnamesi (1969), Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları (1970), Nâmık Kemal’in İntibah (1972) adlı eserlerini sadeleştirerek notlarla yayıma hazırladı. Liseler için Edebiyat I, II, III (1976-1977) ve açık öğretim için Türk Dili ve Edebiyatı (1976) adlı ders kitaplarını yazdı.

Kitaplarının yeni basımı Bütün Eserleri dizisi olarak Dergâh Yayınlarınca yapıldı.

Ali’ye Mektuplar (1939-53 yılları arasında sınıf arkadaşı Ali Ölmezoğlu’na yazdığı altmış yedi mektup ile 1953 yılı Ağustos-Eylül aylarında tuttuğu küçük bir günlüğü), Büyük Türkiye Rüyası, Edebiyatımızın İçinden, Hikâye Tahlilleri, Kültür ve Dil, Nesillerin Ruhu, Sevgi ve İlim, Tanpınar’ın Şiir Dünyası, Tevfik Fikret Devir-Şahsiyet-Eser, Şiir Tahlilleri -1 Tanzimattan Cumhuriyete, Şiir Tahlilleri -2 Cumhuriyet Devri, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar-1, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar-2, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar-3, Tip Tahlilleri.

KAYNAKÇA: Suat Uzer / Mehmed Kaplan’la Bir Konuşma / Hisar (sayı:34, Şubat 1953), Abdullah Uçman / Mehmet Kaplan’a Armağan (ortak kitap, 1984), Necat Birinci / Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ın Hayatı ve Eserleri (Türk Edebiyatı, sayı: 149, 1986) - TDE Ansiklopedisi (c. 5, s. 152-153), Zeynep Kerman / Prof. Dr. Mehmet Kaplan Hayatı ve Eserleri (Mehmet Kaplan İçin, 1988) – TDV İslâm Ansiklopedisi (c. 24, 2001, s.349-351), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2007) – Ünlü Bilim Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 2, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Fomous People (2013), İnci Enginün / Mehmet Kaplan, Hayatı ve Eserleri (Z. Kerman ile, 2000).

 

DOĞUMUNUN 100. YILDÖNÜMÜNDE FİKRET

DOĞUMUNUN 100. YILDÖNÜMÜNDE FİKRET

 

MEHMET KAPLAN

 

Tevfik Fikret, II. Meşrutiyet'den sonra ele aldığı fikirler dolayısıyla, öteden beri, bazı aydınlar tarafından yerilen, bazıları tarafından göklere çıkarılan bir şâirdir. Henüz kültür ve medeniyet mes'elelerini hâlledememiş bir memleket için bunu tabiî karşılamak lâzımdır. Kendisine zıt bir kutup teşkil eden Mehmed Akif gibi Fikret de, bin yıllık eski medeniyet nizamı alt üst olan Türkiye'nin içine düştüğü kültür buhranını derinden yaşamış ve kuvvetle ifâde etmiş bir şâir olarak belli bir davranış ve zihniyetin sembolü olma hüviyetini daha uzun yıllar muhafaza edecektir. Hiç ilgisi olmamakla beraber, bugün onu komünistler bir bayrak gibi kullanıyorlar. Türkiye'de komünizmin kendisi de aynı kültür ve medeniyet krizinin bir tezahürü ve neticesi olduğuna göre, bunu da yadırgamamak icâb eder. Fikret'le Nâzım Hikmet arasında ilim ve tekniğe adetâ dinî bir değer verme bakımından bir bağlantı kurmak mümkündür. Fakat, Mehmed Akif gibi dindar, Gökalp gibi milliyetçi şâir ve mütefekkirler de çağdaş ilim ve tekniğin lüzumuna kani değil midirler? Tanzimat'ın başından, hattâ daha öncesinden beri ilim ve fenne gönül vermemiş bir Türk aydını tanımıyorum. Bu şahsiyetler arasındaki fark, hepsinin birleştikleri bu noktadan ziyade, diğer sosyal ve beşerî kıymetlere verdikleri ehemmiyettedir. Akif din+ilim, Gökalp millî kültür-filim terkibine inanmışlardır. Fikret, din ve millî kültürün yerine, bir hayli mübhem insâniyetçilik fikrini koymak istemiştir.

Fakat bence, Fikret'i sadece fikir bakımından değerlendirmek yanlış bir görüştür. O, ne bir sosyolog, ne de bir filozoftur. Onun müdafaa ettiği düşünceleri, daha önce, geniş bir şekilde ve yıllarca bir dâva hâline getiren İçtihad Dergisi sahibi bir Abdullah Cevdet vardır ki, şiir de yazmakla beraber, san'at kaabiliyeti olmadığı için, bugün adını hemen hemen anan yoktur. Fikret'in sesini bugüne kadar getiren ve yarına götürecek olan, büyük ifâde kaabiliyetine sahib bir şâir olmasıdır. Bundan dolayı, onu bir şâir olarak ele almak, hakikate daha uygun olur.

Bir şâir olarak Fikret'in değeri nedir? Türk şiirine yeni olarak ne getirmiştir? Bugün için bu şiirin bir değeri var mıdır? Bence sorulacak sorular bunlardır.

Bir şâir, herşeyden evvel kullandığı dile yeni bir şekil veren insandır. Bunu, malzemeden başka değeri olmayan lügat ile karıştırmamak lâzımdır. Bazılarının yaptıkları gibi Fikret'i kullandığı lügate göre kıymetlendirmemiz gerekirse, Rübâb-ı Şikeste şâirine “ilerici” diyemeyiz. Zira o, devrinde sade Türkçe yazan şâirlerin aksine, Divan şâirlerininkinden daha koyu bir Osmanlıcaya gitmiştir. Fikret'in “mütenahnih, atehlika” nevinden kelimelerle şiir yazdığı bir sırada Mehmed Emin köylü dilini kullanıyordu. Fakat biraz şiirden anlayan bir kimse, bundan dolayı Mehmed Emin'e Fikret'den daha üstün bir şâir vasfını veremez. Fikret, o korkunç Osmanlıcası ile Mehmed Emin'den çok daha güzel şiirler yazmıştır. Hiçbir san'at eseri, kullanılan malzeme ile değerlendirilemez. Fikret'den sonra Yahya Kemal, Divân şâirlerinin lügati ile şaheserler vücuda getirmiştir. San'-atta mühim olan, malzeme değil, malzemeyi kullanış tarzıdır.

Mes'eleye bu zaviyeden bakılırsa, Fikretin bizde şimdiye kadar gelmiş geçmiş şâirlerin en ustalarından biri olduğu görülür. Dile yeni şekil verme bakımından, onunla kıyaslanabilecek başka Türk şâirleri olarak, ancak Mehmed Akif, Yahya Kemal, Nazım Hikmet ve Behçet Necatigil'i sayabilirim. Bunlar, türkçeyi hamur gibi yoğurmuşlardır; ve ustaları Fikret'tir.

Fikret, Türk şiirinde ilk defa kelimelerin mânâlarını, hattâ onlardan önce, seslerin var olduğunu bir teknisyen dikkati ile gören ve bu imkândan azamî faydalanan bir şâirdir. Nef'i şiirinde, Nef'i ile ses yarışma çıkar. Yalnız bu şiirinde değil, Fikret'in bütün şiirlerinde, ses mânâya refakat eder, onu destekleyen ve kuvvetlendiren bir vasıtadır.

Fikret, Türk şiirine ses ile beraber, kendinden önce pek az ehemmiyet verilen yeni mısra yapıları, sentaks da getirmiştir. Onun her şiiri, bir ses ve cümle örgüsüdür. Mânânın altında., onu dalgaların bir kayığı taşıması gibi bu iki yapı unsuru vardır.

Fikret, duyu organları çalışan bir şâirdir; onun şiirlerinde göz, kulak ve şâir ihsas uzuvlarına hitab eden unsurlar, geniş bir yer tutar. O, şiirinde bunları, çok iyi hesâb edilmiş bir terkib içinde kullanır. Fikret, duyan bir insan olduğu kadar ressamdır da. Şiirlerinde duygular ve düşünceler birer tablo haline gelirler. Büyük şâirlerin hepsinde bu terkibi bulursunuz. Onun şiirini fikir bakımından değerlendirenler, hâlis san'atla ilgili bu temel unsurları ihmâl ediyorlar. Bence, Fikret'i Fikret yapan bunlardır.

Bir çokları Fikret'i geleceğin şâiri diye yüceltirler. Ben, onu “Zaman” bakımından fakir ve tek taraflı bulurum. Fikret, maziyi inkâr etmiştir. Mazi, gerek fert, gerek millet, gerek insaniyet için, tabiat kadar reel, inkârı kabil olmayan bir gerçektir. Gelecek, insan hayatını şekillendiren «zaman»m sadece bir buutludur. Fikret'in tarihe bakış tarzı hem millî, hem insanî bakımdan yanlıştır. Tarihe bakış tarzının sakatlığı Fikret'i, mensub olduğu cemiyetten ayırmıştır. Fert ve millet, hattâ insanlık «tarihsin içinde yaşarlar. O, mücerred fikirlere göre, yeni bir tarih yaratılabileceği vehmine kapılmıştır. Marks'ı yanlış okuyan komünistlerin hatası da buradadır. Marks, doktirinine boşuna “tarihî materyalizm” dememiştir. Hegel’inki gibi, Marks' ın görüşünde de tarih mühim bir yer tutar. Cemiyetleri tarihsiz tasavvur etmek imkânsızdır.

Fikret'den sonra Ziya Gökalp, Yahya Kemal, Tanpınar, haklı olarak tarihe değer vermişlerdir. Herşey bize tarihten gelir. Mazisiz gibi görünen matematik, fizik, kimya bile.

Kendisini on dokuzuncu yüzyılın sığ pozitivizmine kaptıran Fikret, Din'in derin, beşerî, sembolik ve mistik mânâsını da anlamamıştır. Yirminci asrın ilmî araştırmaları Mit ile beraber Din'in de anlamım yeniden keşfetmiştir. Bugünkü anlayışımıza göre, Fikret'in şiirleri bu bakım: dan çok sığdır. Yirminci yüzyıl edebiyatı, tekrar mitik kaynaklara dönmüştür. Mücerret fikirleri, imaj yaratmasını bilen Fikret'in muhayyilesini doldurmuştur. Ali Cânib, Haluk'un Defteri'ndeki o çocukça nasihatleri, Nâbi'nin mısralarına benzeten rek alay eder.

Fikret'in bugün tenkid edilebilecek başka bir tarafı, dünyasının çok dar olmasıdır. Bu sosyal ihtilâller şâirinin kâinatı, içine kapandığı Âşiyan'ın penceresinden görebildiklerinden ibarettir; onu da derin bir bedbinliğin sis'i arkasından seyreder. Onda ne Mehmed Emin'in yeni bir âlem gibi keşfettiği Anadolu'yu, ne Ziya Gökalp'in Turan'ını, ne Yahya Kemal'in şiirlerini kaplayan İmparatorluk Coğrafyasını, ne de Akif'in sokak sokak dolaştığı İstanbul, İslâm âlemi, Asya ve Avrupa'yı bulursunuz. Muhayyel bir âlemi de olmasa Fikret'in şiiri inşam boğar. O, içe dönük mizacı dolayısıyla, kendini dar bir mekâna hapsetmiş insandır. İnsaflı olmak için, şunu da ilâve edelim ki, şiirlerindeki duygu kesafeti ve trajik hava, büyük nisbette bu darlıktan gelir.

 (Hisar, Ocak 1968)

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör