Mehmet Emin Yurdakul

Siyasetçi, Şair

Doğum
Ölüm
14 Ocak, 1944
-

Şair, siyaset adamı (D. 1869, İstanbul - Ö. 14 Ocak 1944). Beşiktaş Sübyan Mektebinden sonra Beşiktaş Askerî Rüştiyesi (ortaokul)’ni bitirdi. Mülkiye Mektebi (Siyasal Bilgiler Okulu)’ndeki öğrenimini yarıda bırakarak Sadaret Kalemi (Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü)’nde memurluğa başladı. Fazilet ve Adalet adlı eserini beğenen Sadrazam Cevat Paşa’nın emriyle Rüsumat (Gümrük) Evrak Müdürlüğüne alındı. Burada müdürlüğe yükselerek 1907 yılına kadar çalıştı. İttihad ve Terakki Fırkasına girdiği ve bu partinin görüşlerini savunduğu için Erzurum ve Trablus’a sürüldü. II. Meşrutiyet’ten (1908) sonra Hicaz (1909), Sivas (1910) ve Erzurum (1911) valiliklerinde bulundu. 1913 yılında Osmanlı Meclisi Mebusan’ına Musul Milletvekili olarak girdi. İstanbul’un işgali üzerine Ankara’ya geçerek Millî Mücadele’yi destekledi. Şarkikarahisar II. Dönem, Şebinkarahisar III. Dönem, Urfa IV. , V., VI. Dönem ve İstanbul VII. Dönem Milletvekili olarak TBMM’de bulundu. Zincirlikuyu Mezarlığında toprağa verildi.

Türk Ocağının kurucuları (3 Temmuz 1911) ve Halide Edip, Ziya Gökâlp, Hamdullah Suphi, Fuad Köprülü ile Hars ve İlim Heyeti üyeleri arasında yer aldı. Adnan Adıvar, Yusuf Akçura vd. ile Millî Türk Fırkasının kurucuları arasında yer aldı. Ünlü Sultanahmet Mitingi’nde işgalcileri lanetleyen konuşmacılardan biri olan Mehmet Emin, ayrıca millî duyguları işleyen şiirleri nedeniyle “Türk Şairi”, “Millî Şair” sanlarıyla anılmaya başladı. Adını, 1897 Türk-Yunan Savaşı’nın zaferle sonuçlanması üzerine yazdığı “Cenge Giderken” başlıklı şiiriyle duyurdu. İlk şiirleri Servet-i Fünûn, Çocuk Bahçesi gibi dergilerde çıkmıştı. Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura gibi döneminin ünlü Türkçüleri ile Türk Yurdu dergisini (18 Ağustos 1911) kurdu ve Millî Edebiyat akımının öncülerinden biri oldu. Tüm şiirlerini, Millî Edebiyat anlayışının gereği olarak, hece ölçüsüyle yazdı. Mehmet Emin’de sanatın amacı ideal güzele ulaş­mak değil, sosyal, daha yerinde bir ifâdeyle ulusal fayda sağlamaktır. Kendisi bu konuyu, “şiir güzellik için ol­makla birlikte iyilik içindir de..” ifadesi ile belirtmişti. Bu nedenle de didaktik (öğretici) şiirler yazdı. Hayatın dağınıklığı, sosyal kuru­luşlardaki çözülme ve memleketi saran tehlikelerden ulusal değerlere dönmekle kurtulmanın mümkün oldu­ğunu savundu.

XX. yüzyılın başlarında Türk şiiri, Mehmed Emin’in başlattığı hareketi zenginleştirerek sürecek ve memleket edebiyatının ortaya çıkmasına zemin hazır­layacaktır. Şiirimizin ufkunun genişlemesinde, millî meselelere yönelişinde Mehmed Emin’in rolü ve değeri unutulmayacak ölçüdedir.

“Şairin, vak’aları anlatırken manevîleşen, efsanevîleşen bir edası var. Bu edanın kaynağı olan ruhta Türk milletinin şahsiyeti, tarihi ve hayâtı görünüyor. Bu şiirler Kurtuluş Savaşı devrinin destanı. Mehmet Emin, bunlarda, renk ve eda bakımından, eskisine nispetle daha mütekâmil, fakat yine de biricik gaye sanat değil, vatan ve kurtuluş. Şair, bu şiirlerini bir yandan yazıyor, bir yandan Millî Savaş sahasında, gezdiği yerlerde okuyor, milleti kurtuluşa sevk ediyordu. Bu kitaptaki nesirler de aynı ruhta ve şiirlerin manasını tamamlayacak mahiyettedir.” (Vasfi Mahir Kocatürk)

 “‘Hecenin beş şairi’nden biri olarak, ben, Mehmet Emin beye çok şeyler borçlu olduğuma inanıyorum.

 “Birinci Dünya Savaşının sonuna doğru bunu belirten bir makalem üzerine ‘Yeni Mecmua’dan Ziya Gökalp’in de haberi olmadan pabucu bana ters giydirmişlerdi. Bu sebepten, mecmuanın son sayılarında şiirlerim de çıkmamıştı. Ama bundan Mehmet Emin Bey’e tek kelime ile bahsetmiş değildim. Söylesem üzülürdü. Çünkü anlayışlı adamdı. Zaten sevgi ve dostluğumuz da devam edip gitmişti. Korkunç Mütareke yıllarında birbirimize ne kadar rastlamak kabil olursa...

“Emin bey için anlayışlı adamdı deyişim, onun bu yöndeki yüksek karakterini de belirtmek içindir. Zaten kendisi de, büyük sanatçı bir şair olduğu iddiasında değildi. ‘Türk Sazı’ndaki şiirlerinden birini şu üçlükle bitirmişti:

 

“Zavallı ben, elimdeki şu üç telli saz ile

Milletimin felâketli hayatını söyleyim;

Dertlilerin gözyaşını çevrem ile sileyim!

 

“Nur yüzlü şair! O çevreni ebediyetten bize de uzat da, şu sonu gelmeyen Kıbrıs faciası karşısında biz de gözlerimizi silelim. (Halit Fahri Ozansoy)

ESERLERİ:

Fazilet ve Adalet (1890), Türkçe Şiirler (1889), Türk Sazı (1914), Ey Türk Uyan (1914), Tan Sesleri (1915), Ordunun Destanı (1915), Dicle Önünde (1916), İsyan ve Dua (1918), Zafer Yolunda (1918), Turan’a Doğru (1918), Aydın Kızları (1919), Türk’ün Hukuku (1919), Dante’ye (1928), Kıral Corc’a (1928), Mustafa Kemal (1928), Ankara (1939).

HAKKINDA: Nihat Sami Banarlı / Metinlerle Türk Edebiyatı (1965), Halit Fahri Ozansoy / Edebiyatçılar Geçiyor (1967), Vasfi Mahir Kocatürk / Mehmet Emin Yurdakul’un Şiirleri (Mehmet Emin Yurdakul içinde, 1968), Yurt Ansiklopedisi (c. IV, 1982), Hakkı Tarık Us / Elli Yıl Mecmuası (tsz, s. 62-63), Muzaffer Uyguner / Mehmet Emin Yurdakul (1992), Mehmet Behçet Yazar / Edebiyatçılar Alemi - Edebiyatımızın Unutulan Simaları (yay. haz. Mustafa Everdi, 1999), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999).

 

ANADOLUDAN BİR SES

 

Ben bir Türk’üm dinim, cinsim uludur,

Sinem, özüm ateş ile doludur,

İnsan olan vatanının kuludur,

              Türk evlâdı evde durmaz; giderim!

 

Yaradan’ın Kitâb’ını kaldırtmam,

Osman’cığın bayrağını aldırtmam,

Düşmanımı vatanıma saldırtmam,

             Tanrı evi viran olmaz; giderim!

 

Bu topraklar ecdâdımın ocağı,

Evim, köyüm hep bu yerin bucağı,

İşte vatan! İşte Tanrı kucağı!

             Ata yurdun evlât bulmaz; giderim

 

Tanrı’m şâhid duracağım sözümde,

Milletimin sevgileri özümde,

Vatanımdan başka şey yok gözümde,

               Yar yatağın düşman almaz; giderim!

 

Ak gömlekle gözyaşımı silerim.

Kara taşla bıçağımı bilerim.

Vatanımçün yücelikler dilerim.

              Bu dünyâda kimse kalmaz; giderim!

 

BIRAK BENİ HAYKIRAYIM

Ben en hâkir bir insanı kardeş duyan bir ruhum;

Bende esir yaratmıyan bir Tanrıya iman var;

Paçavralar altındaki yoksul beni yaralar.

 

Mazlumların intikamı olmak için doğmuşum.

Yolkan söner, lâkin benim alevlerim eksilmez;

Bora geçer, lâkin benim, köpüklerim kesilmez.

 

Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et;

Unutma ki şairleri haykırmıyan bir millet

Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.

 

Zaman ona kan damlıyan dişlerini gösterir.

Bu zavallı sürü için ne merhamet, ne hukuk;

Yalnız bir sert bakışlı göz, yalnız ağır bir yumruk!

KUR’ÂN-I KERÎM


Bu kitabdır: Her insana için, dışın öğreten;

Gökte, yerde, tende, canda bir Yaradan sezdiren.

Bu çobandır: kavalını koyunlara dinleten;

Sürüleri akar sular kıyısında gezdiren!..

 

Bu kitabdır: Her kişiye benlik veren, yol açan;

İnsanlığın sergisine armağanlar atdıran.

Bu çırağdır: Obalara, saraylara nûr saçan;

Bir köylünün işlerini târihlere bastıran!..

 

Bu kitabdır: Yürekleri iyilikle besleyen;

“El bağına girme!...” diyen, dost yarasın bağlatan.

Bu anadır: Her öksüze “Yavrum!” diye sesleyen,

Nice canlar kardeş eden, birbiriyçün ağlatan...

 

Bu kitabdtr: Akıllara her bir şeyi sordurtan,

“Düşün, sonra inan.. .“ diyen, doğru yollar gösteren.

Bu bilgidir: Ululuğun yapıların kurdurtan;

Çıplak dağlar yeşilleten, virân köyler şenleten!..

 

Ey kardeşler, şu küçücük armağanım atmayın;

Bir koncadır, Muhammed’in gül bağından derildi.

Sakın, bunu yapma çiçek demetine katmayın;

Bu şey size önünüzü açmak için verildi!...

 

 

 

 

 

 

SAKIN KESME

 

Ey hemşehri! Sakın kesme, yaş ağaca balta uran el unmaz!

Na, kütükler!.. Nice yıldır, hiçbirine kervan gelmez, kuş konmaz;

Bunları kes, o baltanla bu çürümüş ağaçları yere ser!

 

Bak, sizin köy şu yemyeşil koruluğun gölgesinde ne güzel!..

Gönülleri açmadadır, yaprakların arasından esen yel.

Yazık, günah olmaz mı ki, çıplak kalsın bu zümrüt yurt, şirin yer!

 

Hem dünyada en birinci borç değil mi her kula,

Bir tohumu fidan yapmak, fidanı da bir orman?..

Eğer böyle olmasaydı, ne kalırdı oğula;

“Mirasımı artır” diye öğüt veren atadan?..

 

Sakın kesme, her dalından bir güzel kuş ses versin;

Sakın kesme, gölgesinde yorgun çiftçi dinlensin;

Sakın kesme, şu sevimli köye kanad- kol gersin;

Sakın kesme, aziz vatan günden güne şenlensin!..

 

HAKKINDA

 

Geniş omuzları, dolgun göğsü ile ortadan kısa görünen bir boy. Bembeyaz bir sakal, dolgun bıyıklar. Bu beyazlıkla bir türlü uzlaştıramıyacağımız derecede genç, gergin, pürüzsüz bir yüz. Altından sanki temiz ruhunun güneşi doğacakmış hissini veren pembe bir ten. Tombulluğundan umulmaz, çevik hareketler. Yaylı gibi keskin ve âni kımıldanışlar. Sarı elâ gözleri, çocuk bakışlarının gölgesiz aydınlığı ile doludur. Onlara bakınca, içinizde derin bir emniyetin, büyük bir ferahlanışın tadını duyarsınız. Dokunaklı, ılık, yumuşak bir sesi vardır. Ağzında söz, nezaketle kanatlanır. Tevazuyle büyüktür; kibarlığa, insanı ürkütmeyen sıcak ve cana yakın bir eda verir.

Ben, onu yirmi beş yıl evvel, Türk Ocağı'nda, Türklüğün havarileri arasında tanıdım. Kendi mefkûresinin çerağını onun meş'alesinden yakanlar, Türk Şairi'ni canlı bir azizlik halesi gibi sarmışlardı. O vakitler coşkun bir gençlik vardı. Mefkûre ile beslenirdik. Onunla giyinir, onunla süslenir, onunla ovunurduk. Gönüllerimizin tahtını mefkûre sultanına vermiştik. Mehmet Emin'le işte böyle heybetli bir dekor içinde tanışmıştım. Ruh yakınlığı az zamanda bizi birbirimize bağladı. İşten artan saatlerimiz Ocak'ta geçer, peynir ekmeğimizi orada yer, orada dertleşir, taşkın muhayyilelerimizi tutuşturan emellerden orada konuşurduk.

Ocak büyük değildi. Hattâ merdiven basamaklarında bile yer kalmadığı olurdu. Fakat biz samanlığı seyran yapan bir gönül erginliği içindeydik. Aramızda rütbe, mevki, para, refah sözü geçmezdi. İhtiras nedir bilmezdik.

En çetin mevzulara çarıklarımızla girer, en büyüklerin önünde öz duygumuzu söyler, düşüncelerimizi dile getirirdik. Bu münakaşaları, Mehmet Emin bir velî gülümseyişiyle dinler ve galiba bunlarda biraz da kendi eserini görür gibi olurdu.

O vakitler ben, Beşiktaş'ın Hasan Paşa Deresi denilen semtinde otururdum. Üstadın evi de yirmi adım daha ötede idi.

Hemen her gece orada toplanır, geç vakitlere kadar şiir okur, dünyanın meşhur vatan şairleriyle baş başa kalırdık. Hamdullah Suphi, Doktor Hasan, rahmetli Remzi, Reşit Galip, Bestekâr Yekta bu mefkûre turunun Musa'larıydı.

Mehmet Emin'in bir cephesi işte budur. Herkesin kendi hava ve hevesinde gezdiği demlerde o:

Ben bir Türk'üm dinim, cinsim uludur

Sinem, özüm ateş ile doludur.

diyecek bir uyanıklık göstermiş ve yıllarca bu izsiz mefkûre dağlarında tek başına dolaşmıştı.

Gaye yolunda, hayır hayır, gaye kayalığında, gaye sarpında tek kalmak herkese nasib olmaz. Ruhunda ideal ordularının uğultulu karargâhını sezmeyenler, bu muhteşem yalnızlığa katlanamazlar.

Türk Sazı'na "kaval" diyenler oldu

Bende esir yaratmıyan bir Tanrıya iman var

dediği vakit, etrafındakiler bunun mânâsını henüz anlamamışlardı. Düzme edebiyatların, sahte hassasiyetlerin şiirden koğduğu Türk sözlerini, o, öksüzlükten kurtardı. Aruz'un yabancılığiyle kaynaşmamasını beceriksizliğine verenler bile olmuştu. Bütün bunları duydu. Aldırmadı. Kanayan sanatkâr kalbini, mefkûresinin eleğimsağmadan sargısiyle sararak avundu. Her tariz, ona Kızılelma yolculuğunda yeni bir basamak oluyor, biraz daha yükseldiğini, ufkunun bir parça daha genişlediğini seziyordu.

Nihayet beklediği gün geldi. Ona "Millî Şair" dediler. Kendi elemini, kendi derdini, öz ızdırabını, beşerî zaaflarını, aşkını, çocuklarını sazına sokmamış, bütün sanatını vatan ve millete vakfetmiş, bu hakkı, bu şerefli adı ömür süren bir ferâgatin mükâfatı olarak kazanmıştı.

Beranje'yi Fransızlığın en cana yakın şairi yapan sadelik, bizim Mehmet Emin'imizde de var. Kıymet hükümlerimizi zaman çerçevesi içinde vermeliyiz.

Mehmet Emin, hayatında nasıl her ihtirası yenerek, bütün gücünü Türklüğe harcamışsa, sanatını, sanatkârlığını da yine o uğurda feda etmiştir.

Derin şair, kuyumcu sanatkâr, âhenk yaratıcısı olmaya özenmedi. İnceliği, yüksekliği, güzelliği birer yıldız ve mefkûreyi bir güneş şeklinde gördü.

"Ey Türk Uyan" derken, düşündüğü şey yalnız anlaşılmakdı. Mısralarının kadife kınlı, zümrüt kabzalı süs kılınçları gibi değil, akıncıların çıplak fakat muzaffer kılınçları gibi olmasını istedi. Onun açtığı ruh gazasında bu sadelik ve bu ferâgat gerektir.

                                                                                                                         (Edebi Portreler, 1997)

 

 

Yazar: HAKKI SÜHA GEZGİN

HAKKINDA



 

XIX. asrın son yıllarında Türkçülük idealini ilk defa bir sanat konusu haline getiren şâir, Mehmet Emin Yurdakul’dur. San’atının saygı davet eden özelliği dolayısıyla Türk şairi gibi bir unvanla anılan Mehmed Emin, edebiyatımızın son yüzyıllarda yetişen idealist şairlerinden biridir.

Onun şiirleri, söyleyiş bakımından çok kere fazla sade ve musikisiz manzumelerdir. Böyle bir nazmı, okuyanlara güzel gösteren tılsım ise, şairin, Türkçülük ve halkçılık aşkında ve bu aşkın samimîliğindedir.

Yeni Türk şiirinde sade ve tabiî bir halk dili kullanmayı ülkü edinen şair, zamanının Servet-i Fünun lisanından ayrılmış bulunuyordu. Yalnız şehir ahalisinin değil, şehirler dışındaki Türk halkının, Anadolu ve Rumeli köylüsünün hayat ve ıstırabı da, münevver Türk şiirinde, önce onun kalemi ile samimî bir şiir konusu olmuştur.

Hece veznini eski Türk vezni olduğu için, aruza tercih etmiş, Türk edebiyatında yeni bir hece vezni cereyanı’nın başlamasında tesiri olmuştur ki, bütün bu cepheleri dolayısıyla Mehmed Emin’in edebiyat tarihimizde özel ve önemli bir yeri vardır.

Mehmed Emin’in daha 1897 yılında Selânik’te neşrettiği,

 

Ben bir Türküm; dînim cinsim uludur,

Sinem, özüm ateş ile doludur;

 

mısralarıyla başlayan ilk şiiri, edebiyatımızda bir dönüm noktası sayılacak derecede gür ve yeni bir sesti. Şu demek ki, edebiyatımızda, Türklük imanını o tarihe kadar bu derece açık ve ateşli bir sada ile terennüm etmiş bir başka sanatkâr hatırlanmıyordu. Türkçede Cenge Doğru, Anadolu’dan Bir Ses, Irkımın Türküsü, Ey Türk Uyan! gibi, isimlerinde bile bir başkalık ve bir yenilik bulunan şiirler önce onun imzâsıyla yazılmıştı.

Şair, 1899’da Türkçe Şiirler adlı bir şiir kitabını yayınladı. Bu kitabın başında Abdülhak Hâmid, Recai-zâde Ekrem, Şemseddin Sâmi ve Sezâî gibi tanınmış Tanzimat yazarları tarafından sitayişli lisanla yazılmış birkaç ‘takriz’ bulunuyordu. Türkçe Şiirler, Türkiye’de derhal hareket yapmış, birtakım muakkipler, münekkitler, taraftarlar bulmuştur. Diğer taraftan İngiliz müsteşriki Gibb, Rus Türkiyatçısı Minorsky, bu şiirlerin Türk edebiyatında istikbâl vadeden millâ bir sada olduğunu söylüyorlardı. Aynı şiirler, memleketimizde Servet-i Fünun dilini müdafaa edenlerle Türkçe şiirleri beğenenler arasında bâzı kalem münakaşaları doğurdu. Bu münakaşalar, Türkçe şiirlerin daha çok tanınmasına yaradı.

Bu arada Mehmed Emin’in daha çok sevilmesine engel olan tek tarafı, halk dilini, hece veznini kullandığı halde ananevi halk şiirimizin özel sesini iyi kavramamış olmasıydı. Bu şair, halk edebiyatımızın millî bir zevk ve millî bir ses mahsulü olan özel vezinlerini kullanmıyor. Hece veznimizi alelâde bir parmak hesabından ibaret sanıyordu. Onun şiirlerinde halk edebiyatımızın koşma, destan, türkü vezinlerini, bunların durakla ses bölümlerini ve özel kafiyelerini bulmak güçtü. O kadar ki, Mehmed Emin, Servet-i Fünuncuların aruzla ve Servet-i Fünun lisanıyla yaptıkları işi, hece vezniyle ve sade bir dille yapmaya çalışıyordu. Onun 4+4+4+3 tarzında veya 4+4+3 halinde kullandığı vezin, aruzun Failâtün failâtün failâtün failün vezninin veya failâtün mefâilün failün kalıbının parmak sayısına çevrilmesinde ibaret kalıyordu. Söylediği müstezadların da Fikret’le, Cenab’ın aruzla yaptıkları geniş müstezaddan farkı yoktu. Şair muntazam manzumelerini de millî nazım şekilleriyle değil, üç mısralı veya serbest, alafranga manzumeler halinde yazıyordu. Mehmed Emin’in halk şiiri musikisinden habersiz oluşu o ölçüde bir gafletti ki, hemen aynı senelerde, halk şiirini daha iyi tanıdığı ve şiirlerinde âşık söyleyişini ustalıkla taklit ettiği için, hece ile nefes’ler, koşma’lar, destan’lar söyleyen Rıza Tevfik, bu veznin bayraktarı olan Mehmed Emin’den daha tesirli manzumeler söylemiş, ve daha çok sevilmişti.

Fakat Mehmed Emin bir ülkü şâiriydi. Ses bakımından muvaffak olmasa bile terennüm ettiği fikirler ve heyecanlarla birçok ses şairlerinden üstün ve faydalıydı. O Türk edebiyatında yeni sözler, yeni heyecanlar terennüm ediyor, edebiyatımızın eksik bırakılmış bir cephesini bütünlüyordu.

Lise: 1. kitabında okuduğunuz Bırak Beni Haykırayım şiirinde olduğu gibi, üç mısralı kıtalarla söylediği şiirlerde bile, şair’in cemiyet içindeki yüce vazifesini belirten, yeni bir sanat anlayışı, millî-içtimaî, kuvvetli bir görüş ve haykırış vardı.

            Şair, Türkçe Şiirler’den sonra, Yunan savaşını takip eden yıllarda millî ruhu uyandırmaya çalışan bir azimle daha birçok Türkçe şiirler yazdı. Birinci Dünya Harbi’nde Çanakkale ve Irak cephelerinde harikalar yaratan Türk ordusunun kahramanlığını takdis eden şiirler terennüm etti. Yeni şiirlerini, Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Tan Sesleri, Dicle önünde, Turana doğru, Ordunun Destanı gibi kitaplarda topladı.

Birçok emellerine kavuşmuş, Türkiye’de milliyetçiliğin, zamanla bir cereyan halini aldığını görmüştü. Sade ve terkipsiz lisanla yazmak için attığı adım biraz sonra Selânik’te, Genç Kalemler mecmuasında, şuurlu bir hareket haline gelecekti. Israrla kullandığı hece vezni, kendisinden sonraki bir kısım genç şairler tarafından (arûza tercih edilerek) daha başarılı bir âhenge ulaştırılacaktı.

Gerçi mevsimsiz bir Turancılık yolunu tutan aşırı Türkçülük, emellerine ulaşamamış, Türkiye Birinci Dünya Harbi’nden sonra elim bir duruma düşmüştü.

Mehmed Emin, milletinin dünya ölçüsünde uğradığı haksızlıklara şiddetle itiraz etti. İsyan ve Duâ adlı manzum eseriyle, Türkün Hukuku adlı mensur kitabını bu elemle yazdı. Aynı zamanda heyecanlı bir hatip olan şair, İstiklâl Savaşı’nın kazanıldığını görünce yeniden şiirler, nesirler, ve hitâbelerle bu zaferi kutladı. Mustafa Kemal, Danteye Ankara isimli eserlerini cumhuriyetten sonra yazdı.

(Metinlerle Türk Edebiyatı, 1965)

Yazar: NİHAT SAMİ BANARLI

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör