Şair ve yazar (D. 22 Şubat 1950,
Erzincan – Ö. 22 Şubat 2010, Ankara). Yazılarında Abdullah Çınar, Yunus Taner,
M. Refik Selimoğlu, Fatih Emre gibi müstearlar kullandı. Erzincan Kurtuluş
İlkokulu, Merkez Ortaokulu, Erzincan Lisesi, Erzurum Atatürk Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi TDE Bölümü (1972) mezunu. Bir süre Hürsöz gazetesinde
yazı işleri müdürü olarak (1972) çalıştı. Fakülteyi bitirdikten sonra,
Seydişehir Mahmut Esat Lisesinde edebiyat öğretmenliği yaptı (1972-76). Kısa
bir süre Sümerbank Genel Müdürlüğünde uzman olarak çalışıp yeniden öğretmenliğe
döndü. Ankara liseleri ile Ankara Polis Kolejinde (1985-90) edebiyat öğretmeni,
Ankara Polis Akademisi Türk Dili Okutmanı (1990-98), TBMM’de Milletvekili
Danışmanı (1997) olarak görev yapıp emekli oldu (1998). Daha sonra Ankara’da
özel okullarda öğretmen ve idareci olarak çalıştı.
Ortaokul sıralarında başladığı
Erzincan bakır el işlemeciliği çıraklığını ustalaşarak geliştirdi. Bu el
sanatını, lise ve fakülte yıllarında da sürdürdü. İlk sergisini, Erzurum Halk
Eğitim Merkezinde “Bakır Üzerine El İşiyle Türk-İslâm Tezyinatı” adıyla açtı
(1972). Bu tür çalışmalarını yurtiçi ve yurtdışında açtığı sergilerle sürdürdü.
Geleneksel bakır işleme sanatına hat ve süsleme açısından katkılarda bulundu.
Rıfkı Kaymaz 23 Şubat.2010 Salı günü
Ankara’da vefat etti. Cenazesi aynı gün ikindi namazına müteakip Karşıyaka
merkez camiinde kılınan namazın ardından Karşıyaka mezarlığında toprağa
verildi.
Şiir ve yazılarını İttihad,
Bugün, Yeni Devir, Millî Gazete, Doğu (Erzincan) gazeteleri ile Adımlar
(1972), Tohum, Hareket, Çile (Diyarbakır), Millî Gençlik,
kurucusu olduğu Muştu (1976-80), Hisar, Mavera, Türk Edebiyatı, Millî
Eğitim, Yeşilay, Genç İstikbal, Irmak, Rahmet, Tokat Kümbet, Kültür-Edebiyat
(1986-87) ve Gençlik (1992-98) dergilerinde; çocuk edebiyatı alanındaki
ürünlerini Can Kardeş, Diyanet Çocuk dergilerinde yayımladı.
Dörtlüklerinde Salihoğlu imzasını kullandı. Ankara’da Hedef, Birlik, Arifan
radyolarına programlar hazırladı.
Erzincan’da çıkan günlük Doğu
gazetesinde köşe yazıları yayımlandı. Vahdet gazetesinde (Genç Kalemler),
Zaman ve Vakit gazetelerinde (Duvar Gazetesi), haftalık Tutanak
ve Yeni Dönem gazetelerinde kültür-sanat sayfaları hazırladı. Çocuklara
yönelik yazı ve şiirleri Mavi Kırlangıç, Can Kardeş, Kıvılcım, Diyanet
Çocuk, Adak Çocuk gibi çocuk dergileri ile MEB’in ilk ve ortaöğretim Türkçe
kitaplarında yer aldı. Türkiye Yazarlar Birliğinin Türkiye Kültür ve Sanat
Yıllığı’nda çocuk edebiyatı üzerine değerlendirmeler yaptı. 1974 Arkın
Çocuk Edebiyatı Şiir Yarışmasında “Anneciğim” şiiriyle üçüncü oldu.
Gökyüzü Yayınları Çocuklara Yönelik 1987 Şiir Yarışmasında “Sevginin
Gülleri”yle mansiyon kazandı.
Türkiye Millî Kültür Vakfı hicret konulu şiir yarışmasında ödül, Trabzon
Belediyesi 1996 Naat Yarışmasında birincilik, İstanbul Tuzla Belediyesi 1998
Gül Şiirleri Yarışmasında mansiyon, Türkiye Diyanet Vakfı 1999 Çocuk
Şarkıları-Güfteleri Yarışmasında mansiyon aldı. Çocuk Edebiyatçıları ve
Sanatçıları Birliği Derneği kurucularındandır. Bu dernek ile Türkiye Yazarlar
Birliğinin Yönetim Kurulu üyeliklerinde bulundu.
“Muştu isimli ilk kitabından
sonra Sıla Türküsü ismiyle ikinci kitabını yayımlayan Rıfkı Kaymaz, bu eserde
ismiyle müsemma olarak Erzincan’la ilgili şiirlerini bir araya getirmiş
bulunuyor. Kaymaz’ın şiirleri, birkaçı hariç, hepsi dörtlüklerden oluşuyor.
Hecenin geleneksel söyleyişine bağlı bir şair o. On birli ölçü, şiirinin
değişmez kuralı gibi. Kafiyeyi de rahat bir şekilde en güzeliyle kullanıyor.” (Mehmet
Törenek)
ESERLERİ:
Şiir: Muştu (1983), Sıla
Türküsü - Erzincan’da Bir Kuş Var (1998).
Çocuk Şiiri: Küçük Çeşmenin Tatlı
Suyu (2000), Sevginin Gülleri (2002).
Araştırma-İnceleme: Bütün
Yönleriyle Erzincan (M. Buyruk ve H. Özdemir’le, 1982), Osmanlı Padişahlarının
Tuğraları (2000).
Antoloji-Ansiklopedi:
Günümüz Yazarlarından Seçme Hikâyeler (B. Coşkun, S. Er ile, 1987), Mehmet
Akif ve Gençlik (Abdullah Çınar adıyla, 1987), Günümüz Şairlerinden En
Güzel Çocuk Şiirleri (1995), Gençlik Kültür Ansiklopedisi (2 cilt,
S. Er, E. Kücet ile, 1996), Bir Demet Şiir (çocuklar için küçük seçki,
2001), Şiir Defteri (2003), Öykü Yağmuru (2004), Öykü
Sepeti (2004).
Ayrıca ders kitapları vardır.
KAYNAKÇA:
Rıfkı Kaymaz ile Bir Konuşma (Yeni Devir, 1.11.1981), Mehmet T. Ümit / Yeni
Devir (17.11.1983 - 21.7.1983), Mustafa Arafatoğlu / Rıfkı Kaymaz’dan Bir Muştu
Daha (Yeni Devir, 4.11.1983), Serhan Güzel / Sanatçıyla Sohbet (Millî Gazete,
18.3.1983), Mustafa Ruhi Şirin / Çocuklarla Elele Geleceğe Yürümek (Zaman,
9.6.1990), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar
Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish
Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve
Kültür Adamları Ansiklopedisi (2007, 2009), Hekimoğlu İsmail / Bir Serginin Ardından
(Zaman, 19.9.1990), B. Uğur Akdere / Rıfkı Kaymaz’ın Hayatı-Sanatı-Eserleri ve
Çocuk Edebiyatındaki Yeri (lisans tezi; Gazi. Üniversitesi Eğitim Fakültesi,
TDE Bölümü, 1999), Mehmet Törenek / Bir Şehri Şiirlerle Anlatmak: Sıla Türküsü
(Rahmet, Kasım 1999), Zanaattan Sanata (Anadolu Gençlik, Mart 2002), Türkiye
Yazarlar Birliği / Rıfkı Kaymaz Kitabı (2011).
Zaman, bir ırmak gibi sonsuz akıp gidiyor. Saatler, günler, haftalar, aylar, yıllar…
İnsanoğlu, bu zaman şeridinde kendisine takdir edilen ömür diliminde, doğuyor, büyüyor, yaşlanıyor, ölüyor.
Görev ve sorumluluğunu yerine getirebildiği oranda hayatını anlamlı kılabiliyor insan.
İnsan, akıp giden hayatı, en güzel biçimde değerlendirmek durumunda. Hayatın akışını kendi iradesiyle hayırlı istikamete çevirmesini bilmeli.
İnsanı en güzel bir biçimde yaratan Allah, ona verdiği bin bir çeşit nimetle, özellik ve yetenekle ondan, hayatını iyi, güzel ve doğru bir biçimde kullanmasını istiyor.
İnsan, kendisine armağan edilen yeteneklerini zaman içinde geliştirerek ve onları yerinde ve zamanında kullanarak başarılı ve mutluluğu yakalar. Bu nedenle zamanı değerlendirmek, hayatı üreterek anlamlandırmak insanın en önemli görevlerinden.
Hayat diye adlandırdığımız, doğum ve ölüm arasındaki zamanın her diliminde pek çok görev ve sorumluluk yükleniriz. Yaşımıza, toplumdaki konumumuza, imkânlarımıza göre değişen, azalan, çoğalan işler…
Hayat, bizi zaman zaman sıkan, bunaltan bu işlerle renklenir. İşler bir bir yapıldıkça da mutluluğa dönüşür.
Görev ve sorumlulukların yerine getirilmesinde değişmez kural, işin yerinde ve zamanında yapılmasıdır.
Her işin bir vakti vardır. Her ibadetin de…
Yaratıcı, zamanı genel hatlarıyla belirlenmiş bir hayatı insanoğluna armağan etmiş. Gün, sabahla başlar, akşamla noktalanır. Gün, insanın çalışmasına, üretmesine, gece dinlenmesine hasredilmiş.
Günü, geceyi, işi, zamanı birbirine karıştırmak, hayatı elbette karmaşıklaştırır, içinden çıkılamaz hâle dönüştürür.
Atalarımız, “Bugünün işini yarına bırakma”, “Bugünün işini ferdaya (geleceğe, yarına) bırakma” diyerek, bize karmaşıklıktan kurtulmanın, işler arasında boğulmadan, bunalmadan yaşamanın yolunu öğütler.
Görev ve sorumluluklarımızı zamanında yapma konusunda nedense tembeliz, zayıfız.
Yapacağımız bir işi, çoğu kez vaktinde yapmayız. Ertelemeyi âdeta alışkanlık hâline getirmişiz. Bu konuda ne de çok mazeretler uydururuz: Başım ağrıyor, moralim bozuk, keyfim yok, yarın yaparım…
Bugün yapmamız gereken işin yarın yapacağımız işlerle de bir araya gelerek bizi daha çok bunaltacağını düşünemeyiz nedense. Her ertelemenin yeni ertelemelere kapı açacağını da unuturuz. Erteledikçe yapacağımız işten soğuyacağımızı da…
Atalarımızın “Gün bugün, saat bu saat” öğüdü, bizim için, başarı ve mutluluğumuz için ne güzel bir ilkeyi özetler! İş vaktinde yapılmalı, ertelenmemeli.
“Gün bugün, saat bu saat.”
Dün geçmiş, yarın ise henüz gelmemiştir. O hâlde “gün” bugündür. Değerlendirilmesi gereken zaman “bugün” dür. Önemli olan saat, bu saattir.
“Gün bugün, saat bu saat” atasözünü, dünü, geçmişi düşünmeden, onu değerlendirmeden ve yarını, geleceği planlamadan, yalnızca bugüne bakmak biçiminde algılamak elbette yanlış. Burada önemi vurgulanmak istenen “bugün”dür.
“Bugünkü tavuk, yarınki kazdan iyidir.” atasözümüz, sonuca ulaşmak adına yine bugünü öne çıkarır. Tavuk elimizdedir, bizimdir. Kazancımızdır. Kaz ortada yoktur. Onun yarın gelmesi ise kesin de değildir, bir ihtimaldir.
Bilindiği gibi ibadetlerin de belirli vakitleri vardır. Sabah vaktinde Cuma namazı kılınır mı? Ya da namazı vaktini geçirecek biçimde ertelemek mümkün mü? Orucu, ramazanı başka aylara kaydırmak…İbadetini aksatan bir müminin, “yaşlandığımda, Hacca gittikten sonra ibadete başlayacağım” demesi ne ifade eder?
Görev, sorumluluk, iş, vaktinde yerine getirilmeli.
Bir işin vaktinden önce gerçekleştirilmesi de ertelenmesi kadar sıkıntılar, problemler oluşturabilir.
Atalarımızın dediği gibi: “Vakitsiz açan gül erken solar.”, “Vakitsiz öten horozu keserler.”
Ne vaktinden önce, ne de sonra. Her şey, her iş vaktinde…
İnancımız, hayatımızın her dönemini, bir düzen içinde geçirmemizi öğütler bize.
Kâinattaki muhteşem düzen, her şeyin bir vakti olduğunu, her oluşumun belirli bir zaman içinde gerçekleştiğini, her mevsim, en canlı bir biçimde bizlere gösterir. Mevsimler birbiri ardınca gelir. Dünyamızı aydınlatan Güneş, hiç aksatmadan, vaktini geçirmeden doğar. Tohum vakti gelince fidana dönüşür, ağaç vaktinde meyve verir.
Kâinattaki bu düzeni örnek alarak düzensizliğimize bir çekidüzen vermek durumundayız.
Yol açık, ilke belli: Bugünün işini yarına bırakmadan, günü “bugün” bilerek başarıya ve mutluluğa yürümek.
Tam
on yıl oldu. On yıl önce bu gün, Çocuk Edebiyatçıları Birliği'mizin dervişi, değerli
dostum, güzel insan Rıfkı Kaymaz'ı kaybetmiştik.
Bendeniz
fazla rüya görmem. Gördüklerim de bir anlatı oluşturmayacak kadar, bölük pörçüktür.
Ama mübalağa olmasın; Rıfkı'yı yılda birkaç kez görürüm. Hem de ayan beyan;
ölmemiş gibi... Ya bir kafede çay simit sohbetinde ya da bir dost kitabının
kritiğini yapıyor oluruz. Mütebessim
çehresi ve o yumuşak konuşmasıyla içime bir ferahlık verir. Uyandığımda, mistik
bir derinlik yaşarım kendi ruhumda... Üç ihlas bir Fatiha'yla yolcu ederim onu.
Yıllarca
hem Türkiye Yazarlar Birliğinin Genel Sekreterliğini, hem de bizim derneğimizin
sekreterliğini yaptı. Bir kez olsun, yorgunluk şikayetinde bulunmadı. Yeri
geldi; eve iş götürdü bizi mahcup etmemek için...
O
bizim posta güvercinimizdi. Katılamadığımız dost meclisi haberlerini o getirirdi bize. Çoğu kez,
ofisimde yalnız çalışırım. Umulmadık bir anda zilim çalarsa bilirim ki, Rıfkı
gelmiştir. Bu duygu bende hâlâ değişmedi. Hatta marazi bir hâl aldı desem
yanlış olmaz. Bu da bana, ona karşı olan vefa duygumuzda bir körlük olduğu
izlenimini veriyor. Hakkını helâl eder umarım.
Rüyalarımın
kapısı her zaman olduğu gibi sana hep açık olacak Rıfkıcığım.
Ruhun
şad olsun benim güzel kardeşim. Seni hiç unutmayacağız.
22
Şubat 2022