Rıdvan Canım

Edebiyat Araştırmacısı, Şair

Doğum
Eğitim
Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

Şair, edebiyat araştırmacısı. 1955, Büyük Döllük köyü / Edirne doğumlu. İlk ve ortaöğrenimini Edirne’de tamamladı. Edirne İmam Hatip Lisesi (1974), Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1979) mezunu. “Türk Edebiyatında Sâkinâmeler” teziyle yüksek lisans (1987), “Latîfî / Tezkiretü’ş Şuara” adlı eser üzerine yaptığı inceleme ve tenkitli metinle doktora (1992) çalışmalarını tamamladı. l980-85 yılları arasında Erzurum Tortum Lisesinde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak görev yaptıktan sonra üniversiteye geçti. 1985’ten itibaren Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yaptı.

İlk şiiri “Bizim Olmayan Eller”, Mina dergisinde (Erzurum, 1989, sayı: 5-6), ilk yazısı (Edirne Şairleri 1. Sâgâri), Boğaziçi dergisinde (İstanbul, 1986, sayı: 50) yayımlanmıştı. Diğer şiir ve makaleleri; Kardelen, Dolunay, Millî Eğitim, Ayane, Akademik Yorum, Türk Edebiyatı, Yenişehir Sanat, Türk Kültürü, GÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Şahdamar, Genç Erdem, Kitaplık, Cogito, Türk Dünyası, Yedi İklim, Millî Kültür, Ayane, Oluşum, Kalem ve Onur, Palandöken, İslâmî Edebiyat, Kayıtlar, Kadın Aile, Mina, Merih, Dergâh vd. dergilerde yer aldı. Erzurum Bölge Radyosunda Türk kültürü ve edebiyatını tanıtıcı konuşmalar yaptı (1986-95).

Gezi, inceleme ve bilimsel etkinlikler nedeniyle bugüne kadar Bulgaristan, Makedonya, Kosova, Romanya, Moldova, Almanya, İsviçre, İtalya, Avusturya, Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan, Bosna-Hersek ve Gürcistan gibi ülkelere gitti. Alanıyla ilgili sempozyumlara katılarak tebliğler sundu. Seyahat izlenimlerini anlattığı Şehir ve İnsan adlı eseri, l998 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından gezi dalında ödüle lâyık görüldü. Türkiye Yazarlar Birliği üyesidir.

ESERLERİ:

ARAŞTIRMA-İNCELEME: Hammamizade İhsan Bey / Hayatı-Eserleri ve Divanı Mustafa İsen ile, 1989), Bosna, Ah Bosna! (1993), Değişen Dünya ve Öğretmen (Remzi Y. Kıncal ile, 1993), Tâlim ve Terbiyede İnkılâp - İ. Hakkı Baltacıoğlu (Remzi Y. Kıncal ile, 1995), Başlangıcından Günümüze Edirne Şairleri (1995), Mehmet Akif ve İstiklâl Marşı (Etem Çalık ile, 1995), Edebiyat Dersleri I-II (l996), Türk Edebiyatında Sâkînâmeler ve İşretnâme (1998), Latifî - Tezkiretü’ş Şuara ve Tabsıratü’n-Nuzama (2000). 

DENEME: Çarşamba Yazıları (2002).

GEZİ: Şehir ve İnsan (1998), Mostar’dan Tiflis’e (2002).

ŞİİR: Yağmur Şarkıları (1999), Suların Ötesi (2003).  

ANTOLOJİ: Şiirin Kanatlarında İstanbul (2003), Anneme Mektuplar (2004).

HAKKINDA: Maksut Yiğitbaş / Şehir ve İnsan Üzerine (Yedi İklim dergisi, Şubat 2000), Aslı Örnek / Mostar’dan Tiflis’e (Radikal Kitap, 27.6.2002), Nazir Akalın / Şehir ve İnsan (Şairin Eldivenleri, 2003).

EDİRNE GÜZELLEMESİ

Çoğu zaman söz, anlatmaktan aciz kalır mânâyı.. O mânâ Edirne'dir... O sadece yaşanır belki de.. Ve yaşanmalıdır. Siz de bir gün Edirne'ye gelmelisiniz me­selâ.. Namazgâhtan sessizce girip şehre, doğruca Selimiye'ye yönelmelisiniz.. Kapalı Çarşı'dan geçip Selîm'in Selimiye'sini selâmlamalı, Murâd-ı Evvel'in Eski Saray'ından geriye nelerin kaldığını görmeli, sonra Küçükpazar'dan Murad-ı Sânî'nin Muradiye'sine yönel­melisiniz.. Sizi burada dört gözle, kaç asırdır bekleyen Neşâtî Dede'ye onun en güzel gazellerinden birini fısıldamalısınız başucunda... O'nun kırılan mezar taşlarını yüreğinizin bir yerlerinde birşeylerin kırıldığını hissederek ellerinizle toplamaya çalışmalısınız sonra.. Büyük şair Enis Recep Dede ile Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım'ın da bu kabristanın sakinleri arasında olduğunu unutmamalısınız.. Sonra, gözleriniz, bu bahçede eşiği asırlardır mevlevî dervişlerinin gözyaşı ile ıslanmış Mevlevîhâne'yi aramalı boş yere.. Başlarında çağları, ellerinde asırlarca dünyayı döndüren mevlevî dervişlerini bir de.. Oradan Sultan Fatih'in, Şehzâde Cem'in doğup büyüdükleri, koşup oynadıkları Sarayiçi çayırlarına Kânûnî köprüsünden geçerek uzanmalı, herşeye rağmen ayakta kalmayı başarabilmiş Adâlet kasrına bakarak bir zamanlar etrafa çil çil saçılmış Mamak sarayını, Dolmabahçe, Gülhane, Iydıyye, Terazi ve İftar kasırları ile Av, Bülbül, Değirmen, Şikar, Tebdil, Alay köşklerini sormalı, yiğitlerin harman olduğu, demir kuşaklı cihan pehlivanlarının, Koca Yusufların, Kurtdereli Mehmet Pehlivanların, Kel Aliçoların ter döktüğü er meydanı Kırkpınar'ın toprağına yüz sürmeli­siniz.. Balkanların yüzü suyu mudur, gözü yaşı mıdır pek bilemediğiniz güzel Tunca karşılayacaktır sizi orada.. Onun eteğini bırakmadan köprüler, saray ve imaretler arasında ilerlerseniz, Murâd-ı Sânî'nin Yeni Saray'ından geriye kalan ıssız bir "bâb-ı âlî" karşılayacaktır sizleri.. Rumelinden doludizgin zafer ha­berleriyle gelen nice akıncının bu kapıdan saraya girdiğini düşünürken, kitâbesinde muhtemelen "küllü men aleyhâ fân", yani "dünyâda ne varsa herşey fânîdir" yazısını okuyacaksınız belki de... Biraz ötede Bayezid'lerin iki güzel camii sizi beklemektedir şimdi de.. Önce kaç asırlıktır bilinmez uhrevî misafirleriyle bir gülistan olan mezarlığı, sonra asırlar eskitmiş hanı, çeşmesi, medresesi ve dârü'ş-şifâsı ile Bayezid-i Sânî külliyesi çıkacaktır önünüze.. Ve ardından Bayezid-i Evvel camii.. Yürümeye devam ederseniz Rumeli kırlarının deli çocuğu, Edirne'nin ve Rumeli'nin adı dil­lere destan şanlı akıncısı, alpereni Gazi Mihal Bey Camii'ni göreceksiniz.. Ve birden Osmanlı ile birlikte şehrin kendini kuşatan surlara sığmayıp nasıl taştığına şahit olacaksınız o noktada.. Sizi şimdi de islâm pey­gamberinin bizzat işaretiyle kurulmuş Dârülhadis Camii karşılayacaktır. Siz, "burada bir de Osmanlının en bü­yük medreselerinden biri vardı, hatta meşhur Kemâlpaşazâde de burada hoca idi, şimdi bu medrese nereye gitti?" diyeceksiniz belki ama, bahçede Sultan İkinci Murad'tan yadigâr kalan iki şehzâde türbesinden gizlice gelen "gittiler!, gittiler!" cevabına razı olacaksınız çaresiz..

Eğer bu şehirde Tunca nehri boyunca yürümeye devam ederseniz, sizi üzerindeki eşsiz köprüleriyle Meriç ve Arda karşılayacaktır. Bu köprülerden birinin tarih kasrındaki taşlara oturup yine uzun uzun sahilleri, yemyeşil ormanları, sayısız minaresiyle uzakta yükselen şehri, Bülbül Adası taraflarını seyredin.. Sonra Edirne'nin Üçüncü Ahmed ve Damad Nevşehirli İbrahim Paşa ile nihayet bulan ikbâl devirlerinde işte bu Meriç ve Tunca'da yaldızlı saltanat kayıklarının, vezir ve ka­zasker kayıklarının dolaştığını hayâl edin.. O anda sa­hilleri süsleyen sarayların, köşklerin ve gül bahçeleri­nin mermer rıhtımlarına, son derece güzel, kimbilir belki de ipekler ve elmaslar içindeki rumeli dilberleri­nin gururla ve nazla ayak atışlarını siz de görür gibi ola­caksınız. O kayıkların Tunca ve Meriç'in suları üzerinde süzülürken küreklerinden tatlı tatlı sesler çıkardığını duyacaksınız belki de.. O saltanat kayıkları, o dilber sultanlarla cariyeler gideli artık asırlar geçmiştir ve şimdi size kalan onların düşünü kurmaktır sadece... Burada, İkinci Abdülhamid'in saltanat yıllarında Edirne valisi olan Antepli Kadri Paşa'nın eseri yaklaşık dört kilometrelik parke taşıyla döşenmiş yoldan Karaağaç'a doğru ilerlerseniz meşhur Hacı Adil Bey çeşmesinin yalnızlığını paylaşabilir, biraz daha yürürseniz l9l3 Balkan Şehidlerinin anıtlaşmış direnişine tanık olabi­lirsiniz...

Geriye dönüp Bostanpazarı'na geldiğinizde, Rumeli'nin ve Balkanlar'ın manevî mürşidi, gülşenîlerin gülü, Şeyh Hasan Sezâi Hazretleri'nin sizden bir fatiha beklediğini göreceksiniz.. Ha, bu arada şööyle Uzunkaldırım'a uzanıp da Rumeli'nin ve Osmanlı'nın onaltıncı asırdaki büyük şairi, kalenderî dervişi şimdilerde Edirnelilerin "Hayâlî Baba"sını ziyaret etmek istemez misiniz? Henüz şehre girmediğinizi bilmelisiniz. Bunlar Edirne'nin kenar süsleridir. Şehire, Çelebi Sultan Mehmed'in kızı Ayşe Sultan Camii ile Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Kervansarayı arasından gire­bilirsiniz.. Defterdar Mustafa Paşa Camii, Lari Çelebi Camii, Sittişah Hatun Camii unutulmamalı tabii.. Bunlardan sonra muhteşem Kervansarayı ile "Muhteşem Süleyman" Kânûnî'nin dâmâdı Rüstem Paşa tarafından karşılanırsınız.. Eski Cami ve Bedesten, "biz de Osmanlı'nın hediyesiyiz bu şehre" derler size.. Yürürseniz Bosnalı Ali Paşa'nın, kaderi Bosna gibi hep yanmak olan emsalsiz Ali Paşa Kapalı Çarşısı'nı bulur­sunuz karşınızda.. Bir yaz günü ise bu geziniz hem vü­cudunuz, hem de ruhunuzun ferahlayacağını bilmelisi­niz.. Ardından Üç Şerefelinin burmalı minaresi sizi asırlar öncesine taşıyacak, karşısındaki Sokollu Mehmet Paşa'nın hediyesi muhteşem hamamda belki biraz nefes­lenecek, eğer Saraçhane'ye inerseniz Beylerbeyi Camii ve mezarlıklarını, Kaleiçi'ne girerseniz, üç yüz yıl önce­sinin Edirne'sini bulacaksınız.. Böyle bir geziden sonra Edirne'nin o güzelim sebillerinden kana kana su içmek en büyük hakkınız tabii.. Suyu belki de cennetten gelen bu sebiller, ya Esat Muhlis Paşa'dan, ya Hasan Çelebi'den, ya da Koca Mustafa Paşa'dan bir yâdigârdır bu şehre...

Hele şöyle bir de Kıyık'tan Buçuktepe'ye uzanırsanız Edirne'yi değil, çok daha ötesini, ne bileyim belki de hasret kaldığımız Rumeli'ni göreceksiniz... Belki oradan Üsküb'ü, Filibe'yi, Sofya'yı, İşkodra'yı, Silistre'yi, Varna'yı, belki de Plevne'yi, Eski Zağra'yı, Mostar'ı, Prizren'i, Belgrad'ı, Selânik'i, Vardar'ı göre­ceksiniz.. Ve gözlerinize inanamayacaksınız.. Evet, sizi işte bu şehre bekliyoruz.. Bu şairler yurduna... Şehirlerin "Elyazması"na.. Tarihin hafızası bu bilge şehre, Edirne'ye.. Unutmayın ki sizi burada bekleyen yüzlerce "Evlâd-ı Fâtihân", Rumeli'nin ilk sâkinleri var. Sizi hem toprağın altındakiler, hem toprağın üstündeki­ler bekliyor burada.. Gelin ve yaşayın bu şehri, bu ta­rihi, bu mânâyı...

 

                                                                   (Şehir ve İnsan, 1998)

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör