Aktepe Ailesi

-

Günümüzde Aktepe'de ikamet etmekte olan Işık ailesi, aslında köken olarak Çölemeriklidir (Hakkari). Takriben bundan üç yüz yıl önce, evvela Garzan'a, oradan da Diyarbakır'a gelip yerleşmişler. Aşiret sahibi Çölemerikli İsmail Ağa ile kardeşleri arasında mera, hayvan ve arazi anlaşmazlığı baş göstermiş, gittikçe büyüyen olay, silahlı kavgaya dönüşmüş. İsmail Ağa'nın oğlu Suvar Ağa bir gece yarısı amcasının kapısına dayanmış. Kapıyı, kendisine gün içinde ateş etmiş olan amcasının oğlu açınca, Suvar Ağa ateş ederek onu vurmuş ve arkadan gelen amcasının diğer oğlunu da ateş yağmuruna tutmuş. Ertesi gün, iki kişiyi öldürdüğü duyulunca, tüm mal varlığını, arazilerini ve hayvanlarını bırakarak, canını kurtarmak için ailesini de yanına alarak Hakkari'yi terk etmiş. Aile izini kaybettirip Garzan'a yerleşmiş.

Garzan'da ailenin tüm fertleri çalışarak geçimlerini sağlıyor, iaşelerini temin edebiliyorlarmış. Çok geçmeden yaşlı İsmail Ağa vefat etmiş. Çocuklarının en büyüğü olan Suvar, Garzan'da evlenmiş, diğer kardeşlerine de babalık yaparak onları yetiştirmiş. Suvar Ağa'nın İshak adını verdiği bir oğlu olmuş. Zaman içinde kuşaklar genişlemiş, aile fertlerinin sayısı bir hayli artmış. İshak'ın kardeşleri ve amcasının çocukları, Suvar'ın kardeşlerinin çocuklarıyla tekmili birbirlerine bağlı bir aşiret oluşturmuşlar. Bu arada İshak'ın dört çocuğu olmuş.

Bunlardan biri olan Hasan, yani Şeyh Hasan Nurani, Garzan'ın Koh köyünde, miladi 1786 (Hicri 1201) tarihinde dünyaya gelmiş, munis, akıllı ve okumaya çok meraklı biridir. Medrese tahsili yapma konusundaki istek ve merakı, ailesinin de hoşuna gider ve bu suretle Hasan, fekiliğe (fakihlik) başlar. Fekiliğini, Doğu ve Güneydoğunun birçok yerinde, ailesinden uzakta sürdürür. O zamanın en meşhur alimlerinden olan bilge insan Molla Halil-i Siirdî'nin yanında tasavvuf eğitimi görür. Daha sonra Nakşibendi tarikatının önde gelen halifelerinden Mevlana Halid'in mensubu olduğu tarikatın yolunu izleyen şeyh Hafit Cezeri'nin halifelerinden olan Salih Zipikî'nin yanında medrese tahsilini tamamlar ve tarikatın icazetini o zattan alır.

Otuz beş yaşındaki Şeyh Hasan Nurani, Güneydoğunun bazı köylerinde imamlık yaptıktan sonra, o zaman Bismil'e bağlı olan, daha sonra Çınar ilçe olduktan sonra da Çınar'a bağlanan Aktepe köyüne yerleşir. Hocası olan Şeyh Salih ZipikÎ'nin, zamanın Osmanlı padişahı Sultan Abdümecit'le arası çok iyidir. Bu dostluğa dayanarak, padişaha bir mektup yazarak, hem Şeyh Hasan'ın medrese tahsili yapmakta olan öğrencilerine, hem tekkeye iaşe temini için yardımcı olmalarını arz eder. Sultan Abdülmecit bu isteği geri çevirmez ve elli iki parselin tapusunu Şeyh Hasan'a hibe eder ve tekkeye gereken yardımların yapılmasını da sağlar. Bu sayede, Şeyh Hasan'ın kurmuş olduğu medrese günden güne öğrenci sayısını attırır.

O tarihlerde, bir hayli büyük bir yerleşim yeri olan Aktepe köyünde ezan, minareden okunurmuş. Artuklar zamanından kalan minare halen dimdik ayakta durmaktadır.  Zamanla medrese öğrencilerinin sayısı o kadar çoğalmış ki, yatakhanelerin kifayet etmez olması sebebiyle zorunlu olarak bir kısım köylüler öğrenci barındırmak mecburiyetinde kalırlarmış.

Bu arada padişah Abdülmecit'ten sonra, Sultan Abdülaziz de yardımları devam ettirerek, tekkeye bir sancak ve Hz. Muhammed'in Sakal-ı Şerif 'ini hediye olarak göndermiş. Yakın zamanlara kadar her kandil ve dini bayram günlerinde Sakal-ı Şerif ziyarete açılır, onu ziyaret etmek için çok uzun kuyruklar oluşurdu. Aktepe köyü camisi ile medrese kütüphaneleri ve elyazması kitapların bulunduğu hücresi yıkılınca veya yıktırılınca, o değeri paha biçilmez kitaplar, imamlar ve meraklıları tarafından at, eşek ve at arabası yüküyle adeta kaçırılmış. Bazı kitapların Konya ve Manisa kütüphanelerine gittiği rivayet edilmektedir. Devede kulak misali, birkaç elyazması kitap, Şafii Işık'ın yanında muhafaza edilmektedir. Altmış yıl önce yapılan bu hazin yıkım işleminden sonra, sadece cami minaresi ayakta kalabilmiştir.

Şeyh Hasan Nurani'nin kurduğu medresede yetişen üst düzey hocalar, bu köyde kalmış ve böylece köyde bir ekolü, Aktepe ekolü'nü başlatmışlardı. Bu medresenin kurucusu Şeyh Hasan Nurani ve onun soyundan gelen, ayni aileye mensup yazarlar şunlardır: Şeyh Hasan Nurani, Şeyh Abdurrahman-ı Aktepi (Ruhi Şemsettin), Şeyh Mehmetcan (Haki), Şeyh M. Siracettin, Şeyh Hasip Işık (Hasbi), Şeyh Kerbela Işık, Şeyh Askeri Işık (Askeri).

Aktepe medresesinin kurucusu olan Şeyh Hasan Nurani, Nakşibendi tarikatının önde gelen şeyhlerinden Mevlana Halid'in mensup olduğu kolun Güneydoğudaki temsilcilerindendir. Murat Özaydın, Şeyh Abdurrahman Aktepe adlı eserinde bu tarikattan söz ederken (Şevket Baysanoğlu a.g.e., c II s. 632 Nakşibendi Tarikatı) şunları yazmaktadır:

"Nakşibendi tarikatı: Nakşibendi terbiye okulu hicri 791 miladi 1389 tarihinde vefat eden Hacı Muhammed Bahaüddin Nakşibend Hz'lerinin temel usullerini belirlediği bir manevi Terbiye sistemidir. Onun adına nisbet edilerek  'Nakşibendilik' diye anılmaktadır. " Bu terbiye yolu usulü Şahı-ı Nakşibend ile başlamış değildir. " der ve Hz. Ebubekir'e kadar, oradan da Hz. Resulullah efendimize kadar (sav) silsileyi uzatır.

  Bu terbiye yolunun temel özelliği, gizli zikir ve ilahi muhabbettir. Bu terbiye yolu, tarih içinde, gelen mürşidlerin ismiyle farklı adlarla anılmıştır. Hz. Ebubekir Sıddık'tan sonra bu yola 'Sıdkıye' ismi verildi. Hz. Beyazıd-i Bestami'ye kadar bu isimle anıldı. Ondan sonra 'Tayfuriye' ismi verildi. Tayfur, Beyazıd-i, Bestami'nin diğer adıdır. Daha sonra Hacı Abdülhalik Gücdevani Hazretleri ve sonra da Şah-ı Nakşibendi Hazretleriyle beraber Nakşibendi yolu İslam alemine yayıldı, meşhur oldu. Diğer kollardaki isimler zamanla unutuldu, ancak bu tarikat Mevlana Halid-i Bağdadi'den sonra 'Nakşibendi Halidiye ismiyle de anılıp yayıldı. Bugün Anadolu'da yaygın olan kol Halidiye koludur. Bu yol günümüzde Şah-ı Nakşibendi Hazretlerine nisbet edilen meşhur ismiyle 'Nakşibendilik' şeklinde anılmaktadır. Şeyh Hasan Nurani bu kola mensub olan önemli şeyhlerden biridir.

KAYNAK: Aktepe ailesine mensup yazar Pertev Işık’tan bilgiler.

 

AKTEPE MEDRESESİ (Medreseya Nûranî)

Diyarbakır ve Mardin dolaylarında ahali üzerinde büyük tesirler bırakmış olan Aktepe Medresesi coğrafik olarak Diyarbakır ilinin Çınar ilçesine bağlı Aktepe (Aqtep) köyünde bulunmaktadır. Aktepe köyü, Diyarbakır-Mardin şehirlerarası karayolunun yaklaşık olarak 50.km sinde, yolun sol tarafında 13 km içerde bulunmaktadır. Yerleşim olarak köy toprakları, Çınar ve Bismil ilçeleri arasında yer almaktadır.

Medresenin kurucusu olan Şeyh Hasan-ı Nûranî (Şêx Hesenê Nûranî), asıl olarak Hakkari bölgesindendir. Ailesi, o dönemde vuku bulan bir takım hadiselerden dolayı Garzan taraflarına göç etmiş, Şeyh Hasan da bugünkü Siirt ilinin Baykan ilçesine bağlı Veysel Karani ziyaretgâhına yakın olan Koxî köyünde, 1786 senesinde dünyaya gelmiştir. Bir müddet bu köyde kalan Şeyh Hasan yörenin tanınmış âlimlerinden Molla Halil (Mele Xelîlê Sêrtî) ve Şeyh Salih Sıbki (Şêx Salihê Sibqî) efendiden dini eğitimlerini almış ve Şeyh Salih Sıbki Efendiden icazetini alarak onun halifelerinden biri olmuştur. Devrin Osmanlı padişahı Abdülmecid Han’la ilişkileri çok güçlü olan Şeyh Salih Efendi, padişaha göndermiş olduğu bir mektubunda talebesi ve halifesi olan Şeyh Hasan’dan övgüyle bahsetmiş ve isteği üzerine padişah Abdülmecid’in fermanıyla kendisine Aktepe köyünde 52 parsel arazi hibe edilmiş ve orada bir tekke ve medrese kurmak için görevlendirilmiştir. Bu gelişmeyle beraber, 1850 yıllarında kendisi de Aktepe köyüne gelip orada yerleşmiştir. Ailesiyle beraber köyde bir tekke ve medrese kuran Şeyh Hasan Efendi, burada civar ahalinin çocuklarını eğitmeye başlamıştır. Daha sonra Aktepe Medresesi veya Aktepe Sübyan Mektebi adlarıyla meşhur olacak olan medrese kısa süre içersinde bölgenin en tanınmış ve en itibarlı eğitim kurumlarından biri haline gelmiştir.

Aktepe Medresesi, bölgede adeta bir üniversite işlevi görmüştür. Halk arasında buraya “Medreseya Nûranî” yani nurlu, ışık saçan medrese denmesinin en büyük nedeni de budur. Zira bu medresenin açılmasından sonra civar köydeki çocuklar gelip burada öğrenim görmeye başlamış ve kısa sürede halkın eğitim seviyesi gözle görülür bir şekilde artmıştır. Şeyh Hasan Efendi’nin 1863 senesinde vefatından sonra büyük oğlu Şeyh Abdurrahman Efendi (Şêx Evdirehmanê Aqtepî, 1854-1910) medresenin idaresini ele almıştır. Şeyh Abdurrahman dini ilimler ve edebiyatta oldukça yetkin idi. Anadili olan Kürtçe’nin yanında Arapça, Farsça ve Türkçeyi çok iyi bilen Şeyh Abdurrahman’ın, Fransızca’yı da okuyup anladığı rivayet edilmektedir. İsmi bütün yörede yayılmış ve Şeyhü’l-Kîram olarak anılır olmuştu. Şeyh Abdurrahman döneminde medresede okuyan öğrenci sayısındaki artıştan dolayı, medrese binasına ilaveler yapılmıştır.

Aktepe Medresesi toplam 16 hücre/derslikten oluşmaktaydı. Derslikler uzun bir koridorun iki tarafında karşılıklı olarak yer almakta idi. Eskiden haşereler vb. kitaplara zarar vermesin diye odaların duvarları kireç ve kum karışımı olan horosanla sıvanırdı. “Horosan” olarak tabir edilen bu yer,  hem kitaplık ve hem de Şeyh’in çalışma odası olarak kullanılmaktaydı. Caminin bitişiğinde bir kütüphane inşa edilmişti. Kütüphanede, matbu birçok kitabın yanı sıra elyazması 244 adet eser tespit edilmiştir.

Şeyh Abdurrahman Efendi, medresede okuyan öğrencilere ders vermenin yanı sıra ardında edebi ve ilmi değerleri çok yüksek onlarca eser bırakmıştır.

56 yaşında vefat eden Şeyh Abdurrahman’dan sonra oğlu Şeyh Muhammed Kerbela (Şêx Mıhemed Kerbelayî, 1885-1939) medresenin müderrisliğini üstlenmiştir. Yaklaşık 15 yıl medresede ders veren Şeyh Muhammed Kerbela, 1925 Kürt Hareketiyle (Şeyh Said Olayı) ilişkisi olduğu gerekçesiyle 1926 senesinde önce Uşak’a sürgün edilmiş, ardından da Adana’ya gönderilmiştir. Şeyh Muhammed Kerbelayi’nin sürgün edilmesiyle beraber, ailenin diğer üyelerinden Şeyh Fehmi ve Şeyh Hasip Diyarbakır’a, Şeyh Sıdık Ergani’ye, Şeyh Askeri Birsin’e yerleşmiştir. Böylece Aktepe medresesinde eğitim-öğretim fiilen durmuştur. Şeyh Muhammed Kerbelayi de 1927 de sürgün sonrası bir daha Aktepe köyüne uğramamış ve Diyarbakır yakınlarında bulunan Çuli (Tavşantepe) köyüne yerleşmiştir. Zaten o dönem çıkan kanunla beraber diğer bütün medreseler gibi Aktepe medresesi de resmen kapatılmıştır. Köyde medrese binasının yıkıntılarından kalan temel ve öğrenci mezarlığı halen mevcuttur. Rivayete göre veba hastalığından dolayı hayatını kaybeden 80 öğrencinin naaşı orada defnedilmiştir.

  Her sene, Şeyh Abdurrahman’ın doğum günü olan 20 Mayıs’ta ailenin sevenleri ve Şeyh Abdurrahman’ın takipçilerinden oluşan on binlerce insan Aktepe köyünde bir araya gelip festival düzenlemektedirler. Bu durum Aktepe medresesinin bölge üzerindeki derin etkisinin halen de devam ettiğinin en kuvvetli işareti olarak kabul edilmektedir.

Aktepe Medresesinde Eğitim-Öğretim

Aktepe Medresesinde tam tekmil bir eğitim-öğretim faaliyetinin olduğu, aile üyelerinin telif eserlerinden anlaşılmaktadır. Yani 12 ilimin (Diwanzde ilim) hepsinin verildiği gerek icazet belgelerinden ve gerekse öğrencilere okutulan ders kitapları ve yardımcı kaynakların mahiyetinden açık bir şekilde görülmektedir.

Medresede eğitim-öğretim dili ağırlıklı olarak Kürtçe (Kurmancî lehçesî) idi. Arapça verilen derslerin dışında, Farsça gramerinin de ayrı bir ders olarak okutulduğu bilinmektedir. Hatta Farsça öğrenmeyi kolaylaştırmak için Şeyh Muhammed Kerbelayi tarafından Mirsadu’l-Etfal adında Kürtçe-Farsça manzum bir sözlük te hazırlanmıştır. Aktepe medresesinde Kürtçe telif edilen eserlerin çeşitliliği ve çokluğu göze çarpmaktadır. Üç kuşak boyunca, bu gelenek bozulmamış ve sürekli olarak değişik muhtevalı Kürtçe eserler yazılmıştır. Aktepe Ekolü olarak adlandırabileceğimiz bu özelliğiyle, klasik Kürt edebiyatında müstesna bir yere sahip olmuştur. Aktepe, bu yönleriyle bölgedeki diğer Kürt medreselerinden ayrışmaktadır.

Aktepe Medresesinde Yetişen Aile Üyelerinin Yazmış Oldukları Eserler 

Aktepe Ekolünden yetişen aile üyelerinden dini ilimler ve edebiyat alanında eserleri bilinen yazarlar şu şekildedir:

 Şeyh Hasan-ı Nûranî (1786-1863):

El Mîftahu’l-Meiyetî: Nakşibendi tarikatı üzerine yazılmış tasavvufi bir eserdir. 1265h./1849 m. senesinde yazılmış olup toplam 96 sayfadır. Hayatı hakkında geniş bilgi için bu ansiklopedide bkz. " ŞEYH HASAN NURANÎ ve TÜRBESİ (ÇINAR)" maddesi.

Şeyh Abdurrahman Aktepî (1854-1906);

Hayatı hakkında geniş bilgi için bu ansiklopedide bkz. "AKTEPELİ ŞEYH ABDURRAHMAN (Şeyh Abdurrahman Aktepî)" maddesi.

Şiirlerinde Ruhi ve Şemseddin mahlaslarını kullanmıştır, şimdiye kadar bilinen 13 adet eseri vardır.

1.           Rewdetu’n-Neîm: Mirac bahsi ve peygamberin vasıflarının anlatıldığı manzum bir eserdir. Toplam 368 sayfa olan eser, 35 bend ve 4581 beyitten meydana gelmiştir. Bu alanda yazılmış en uzun eserlerden biridir. 1302 h. senesinde Kürtçe olarak yazılmıştır.

2.           Dîwana Ruhî: Toplam 471 beyit olup 108 sayfadan oluşmaktadır. İlahi aşk, Ehl-i Beyt sevgisi ve kimi tasavvuf konuları işlenmiştir. Klasik Kürt edebiyatının en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Kürtçe yazılmıştır.

3.           Kîtabu’l-Îbrîz: Kelam ilmiyle ilgili olup 18 sayfadır. 1308h. senesinde Arapça olarak yazılmıştır.

4.           Keşfu’z-Zulam fî Aqaîdî Fîraqî’l-Îslam: Mezhepler ve İslam akaidi üzerine yazılmış olup 40 sayfadır. Kitabın dili Arapça’dır.

5.           Mînhacu’l-Usûl: Fıkıh üzerine olup 151 sayfadır. 1310h. senesinde Arapça olarak yazılmıştır.

6.           Kîfayetu’l-Ewqat: Astronomi üzerinedir. Ceviz ağacının kabuklarından bir dünya küresi yapmıştır. Gezegenlerin isimlerini küre üzerine yerleştirmiştir. 23 sayfa olup Türkçe’den Arapça’ya  tercüme etmiştir.

7.            Teqwîmê Rûmî: Diyarbakır ve Aktepe çevresindeki bir yıllık namaz vakitlerini belirtmiştir, 27 sayfadır.

8.           Kîtabu’s-Sarf we’n-Nehw: Arap dili grameri üzerine yazılmış olup yaklaşık 50 sayfalık bir eserdir.

9.           Kîtabu’t-Tib: Hastalıkların tedavisi ve bazı ilaçlar hakkında özlü bilgileri içermektedir. İçinde bazı faydalı dualar da bulunmaktadır.

10.       Rîsale: 1894 senesinde yazılmış bir manzumedir. Nabi (17.yy)’nin bir gazeli üzerine üç mısra ilave ederek Türkçe bir muhammes yazmıştır.

11.       Kitabu’l-Mantik: Mantık ve bazı felsefe konuları üzerine her biri 90 sayfadan oluşan iki eserdir.

12.       Risale-i Rabita: Devamlı münakaşa edilen Rabıta konusunda, bunun caiz olduğuna dair yazılmış bir eserdir.

13.       Rîsaletu’l-Edeb we’l-Adab: Nakşibendi mürşidlerinin uyması gereken ilkeleri içen bir el kitabı niteliğindedir.

Şeyh Muhammed Can (1858-1910), Hadi mahlasını kullanmıştır.

1.           Leyl û Mecnûn: Mesnevi tarzında 1884 senesinde Kürtçe olarak yazılmıştır. Toplam 17 bölüm olup 148 sayfadır.

2.           Serf û Nehw: Arap dili ve belagatı konusunda yazılmış bir eserdir.

3.           Kewle’l-Metîn: İslam akaidi üzerinedir. 1321h. senesinde yazılmış olup 7 sayfadır.

Şeyh Muhammed Sîrac (1863-1909) Lutfî ve Dilbiderd mahlaslarını kullanmıştır.

1.           Şerha Curcanî: Arapça yazılmış şerh kitabıdır.

2.           Cumleya Serf û Nehw: 1323h. senesinde yazılmış olup Arap dili grameri üzerinedir. Toplam 88 sayfadan oluşmaktadır.

 Şeyh Muhammed Kerbelayî (1885-1939) Kerbelayî, Kerbûbelayî ve Bedrî mahlaslarını kullanmıştır.

1.           Dîwana Kerbelayî: Retorik değeri yüksek, veciz bir eser olup ilahi aşk, ölüm ve dönemin bazı olaylarını konu almaktadır. Kürtçe ağırlıklı olmakla beraber bazı bölümler Kürtçe-Arapça karışık yazılmıştır. 12 bölümü tamamen Farsça’dır. Divanın sonunda hicviye tarzında yazılmış Türkçe bir mektup ta bulunmaktadır. Toplam 89 sayfa olup 1913-14 senesinde yazılmıştır.

2.           Mîrsad-ul Etfal: Manzum bir Kürtçe-Farsça sözlük olup Klasik Kürt edebiyatında bu türün son örneğini teşkil etmektedir. Toplam 16 bölüm ve 320 beyitten oluşmaktadır. Eserin sözlük kısmında 1155 Farsça kelimenin Kürtçe karşılıkları bulunmaktadır. Kerbelayi bu eseri medresede okuyan öğrencilerin Fars dilini daha kolay öğrenmelerini sağlamak maksadıyla kaleme almıştır. Eser 1912 yılında yazılmıştır.

Şeyh Hasip (1884-1947) Hesbî mahlasını kullanmıştır.

1.           Dîwana Hesbî: Kürtçe yazılmış bir divan olup siyasi sebeplerden dolayı yakılmıştır.

2.           Sunbul: Firdevsi örnek alınarak mesnevi tarzında yazılmıştır. Genel Kürt tarihi üzerine olup Kürtçe yazılmıştır.

Şeyh Askerî (1898-1952)

1.           Keşkul: Kaside ve gazellerden oluşmaktadır. Toplam 12 bölüm olup 204 sayfadır. Gündelik olaylar ve insan kişilikleri üzerine övgü ve yergiler yer almaktadır. Kürtçe yazılmıştır.

2.           İqdê Durfam: Fabl hikayeleri tarzında manzum olarak yazılmıştır. Edebi sanatları yetkin ve başarılı bir şekilde kullanmıştır, Kürtçe yazılmıştır.

Öğ. Gör. RAMAZAN PERTEV

KAYNAKÇA: M. Şefik Korkusuz / Tezkire-i Meşayih-i Amid (c.II, s. 250), Şevket Beysanoğlu / Diyarbakır Tarihi (c. III), Müfid Yüksel / Kürdistan’da Değişim Süreci (s. 85), Diyarbakır Gezi Rehberi (Diyarbakır B. Şehir Belediyesi Kültür Yayınları, s.136-137), Osmanlı Arşiv Belgesi, Nüfus Tezkeresi, Murat Özaydın / Şeyh Abdurrahman Aktepe: Hayatı, Eserleri ve Görüşleri, s. 73, 100, 452-4709, Ramazan Pertev / Mirsadu”l Etfal: Ferhenga Manzûm a Kurdî-Farisî (s.479, Şeyh Şafi (Işık) ile yapılan röportaj (Şeyh Şafi Şeyh Abdurrahman Aktepe’nin torunlarından olup şu an ailenin temsilcisi durumundadır. Kendi özel kütüphanesinde aile bireylerinin birçok elyazması eserini muhafaza etmektedir)

Yazar: Öğ. Gör. RAMAZAN PERTEV
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör