Siyaset
ve devlet adamı, Milli Eğitim bakanlarından, yazar, yayıncı (D. 1945, Gaziantep
– Ö. 19 Mart 2018, Ankara). İlk ve orta öğrenimini Malatya’da tamamladı. Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi iktisat ve Maliye Bölümü’nden mezun
oldu. Makro ekonomi alanında ‘Türkiye’nin İktisadi Büyüme Modelleri’ adlı
tezini verdi. Devlet Planlama Teşkilâtı’nda (DPT) çeşitli ekonomik ve sosyal
sektörlerde uzman yardımcısı, uzman ve sektör sorumlusu olarak çalıştı.
Başbakanlık
Müşavirliği, Başbakanlık Ekonomik ve Sosyal İşler Başkanlığı, TZDK Genel Müdür
Yardımcılığı, İçişleri Bakanlığı Müşavirliği ve Müsteşar Yardımcılığı, DPT
Genel Sekreterliği ve Müsteşar Vekilliği ve Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı
gibi görevlerde bulundu. 24 Ocak 1980 ekonomik istikrar tedbirlerinin
alınmasında önemli bir rol oynadı. 1983 yılında 38 yaşında Türkiye'nin en genç
Başbakanlık müsteşarı oldu.
Ayrıca; çeşitli üniversitelerde,
akademilerde ve Kara Harp Okulu'nda ekonomi, maliye, hukuk, ekonomik ve sosyal
tarih, ekonomik sistemler-doktrinler ve kamu yönetimi konularında öğretim
görevlisi olarak hizmet verdi ve akademik çalışmalar yaptı.
1986 Yılında girdiği ara
seçimlerde Anavatan Partisi'nden (ANAP) Gaziantep Milletvekili seçildi ve
Turgut Özal Hükümeti'nde, Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü olarak görev aldı.
1987 yılı genel seçimlerinde yeniden milletvekili seçildi. Seçimlerden sonra
Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı yaptı.
23 Kasım 1992’de Yeniden Doğuş
Partisi’ni (YDP) kurdu ve Genel Başkan seçildi.
1994 Yılı sonunda
‘Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi’ni kurdu ve "YENİ TÜRKİYE"
isimli 2 aylık akademik dergiyi yayınlamaya başladı. Burası kısa zamanda bir
okul haline geldi. 2014 yılı başına kadar 5100’ün üzerinde makale ve 44 bin
sayfalık külliyat ortaya çıkarıldı.
Hasan Celal Güzel, tedavi gördüğü
Ankara Güven Hastanesinde 19 Mart 2018
günü vefat etti. Fizik tedavi için bulunduğu Denizli'nin Pamukkale ilçesindeki
bir termal tesiste rahatsızlanan Güzel 18 Mart 2018 günü ambulans helikopterle
Ankara'ya sevk edilerek tedavi altına alınmıştı.
Güzel'in oğlu Mustafa Veysi Güzel,
AA muhabirine yaptığı açıklamada babasının akciğer enfeksiyonu ve bağırsak
problemi tanısıyla Güven Hastanesine
yatırıldığını, bilincinin açık olduğunu belirtmişti.
Hasan Celal Güzel için 20 Mart
2018 günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde devlet töreni düzenlenecek. Güzel'in naaşı, Hacı
Bayram Camii'nde öğle vakti kılınacak cenaze namazının ardından Gölbaşı
Mezarlığı'nda toprağa verilecek.
Hasan Celâl
Güzel, son olarak, ‘Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi Başkanı’ olarak
çalışmakta, köşe yazarlığı yapmakta ve akademik faaliyetlerde bulunmaktaydı.
Hasan Celâl Güzel, Türk Dünyası
ile ilgili çalışmalarıyla da tanınmış olup; bu alandaki yayın faaliyetleri
özetle şöyledir:
Süreli Yayınlar:
Yeni Türkiye Türk Dış Politikası Özel Sayısı (1995), Yeni Türkiye Türk Dünyası Özel Sayısı (2
cilt, 1997), Yeni Türkiye Osmanlı Özel
Sayısı (4 cilt, 2000), Yeni Türkiye Türkoloji ve Türk Tarihi Araştırmaları Özel Sayısı (4 cilt, 2002), Yeni Türkiye Türkçe Özel Sayısı (2013). Yine
2013 yılında bilimsel metotlarla ve en son verilerle hesaplanan 301 milyonluk
Türk Dünyasının her yönüyle ele alındığı 2 cilt ve 3000 sayfadan oluşan Türk Dünyası Özel Sayısı.
Yürüttüğü Uluslararası Projeler:
En büyük fikir projelerinden olan
ve dünyanın önemli Osmanlı uzmanlarının yer aldığı "Uluslararası Osmanlı
Projesi" neticesinde "Osmanlı" ismiyle 12 ciltlik ve bugüne
kadar Osmanlı Tarihi üzerine hazırlanmış en büyük araştırma yayınlanmıştır. 33
ülkenin arşivlerinden faydalanan bu projenin 4 ciltlik İngilizce versiyonu da
yayınlanmıştır.
“Türk Projesi” ile başlangıçtan
günümüze kadar Türk Milleti’nin kurduğu devletlerin; inşa ettiği emsalsiz
kültür ve medeniyetin; siyaset, teşkilât, toplum, ekonomi, düşünce, bilim, dil,
edebiyat, kültür ve sanat açılarından bütün yönleri ile değerlendirilmesini
Türkiye’den 1721 bilim adamı ve araştırmacı yanında 48 ülkeden 589 bilim adamı
ve araştırmacıyı bir araya getirerek hazırlamıştır. Türk Tarih Kurumu
tarafından, ‘Türklerin günümüze kadar
hazırlanmış tek toplu tarihi’ şeklinde nitelendirilerek ‘Takdir’e lâyık
görülen bu proje 21 ciltten oluşmaktadır. Bu projenin İngilizcesi de ‘The Turks’ adıyla 6 cilt olarak
yayınlanmıştır. ‘The Turks’, yabancı bir dilde
Türklerin tarihini, kültür ve medeniyetini anlatan en büyük çalışmaların
başında gelmektedir.
Diğer Yayın Faaliyetleri:
Genel Türk Tarihi (10 Ciltlik ansiklopedik kaynak bir eser, 2002), Osmanlı'dan Günümüze Ermeni Sorunu (2000), Sanatı, Tarihi, Edebiyatı ve Musikisiyle Kırım (2002), Kazak Türkleri (2002) ve Pax-Ottomana (2002) gibi eserlerin de kurduğu yayınevinde yayınlanmasını sağlamıştır.
Kuzey Irak - Kürtçülük ve
Ayrılıkçı Terör isimli
eseri 2007 yılında yayımlanmıştır.
KAYNAKCA:
Hasan Celâl Güzel: "Son Demokrat Değilim" (Aksiyon, 9 Ağustos 1997),
Kendisinden alınan bilgiler (2014), Hasan Celal Güzel hayatını kaybetti!
(milliyet.com.tr, 19.03.2018), İhsan Işık / Resimli
ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12,
2018).
‘Çıktı Otranto’ya
pür-velvele Ahmet Paşa
Tuğlar varsa gerektir
Kızılelma’ya kadar…’
Yahya Kemal [1]
Kızıl Elma
‘Kızıl Elma’ya dek gideriz!’
Yeniçeri
Gülbangı
‘Ergenekon Destanı’ndaki demir dağları eriterek
‘Bozkurt’un rehberliğinde dış dünyaya
açıldığımızdan bu yana iki bin yıldan fazla zaman geçti. Eski Türkler’in Kızıl Elma’sı,
kavimlerine, soylarına yurt bulmaktı. Yüksek kültür değerlerini bağımsızlık ve
hürriyet içgüdüleriyle yaşatarak, tarih sahnesinde mümtaz yerini alan büyük
devletler ve imparatorluklar kurdular ve Orta
Asya’dan batıya göç ederek başlangıçtaki Kızıl Elmalarını devam ettirdiler.
Kızıl Elma, Türk Milleti’nin tarihî
ülkülerini temsil eden bir kavramdır. Her dönemin kültürü, gerilim gücüne göre
onu isimlendirir; somut bir hedefle belirler ve anlamlandırır. O zamanın kızıl
elması bilinen bir yer olur; ancak oraya varıldığında kızıl elma daha ileriye
gider. Kızıl elma hasreti, her seferinde ülküsünü yenileyerek toplumu ileriye
sevk eder.[2]
Türklerin tarihindeki en
önemli hâdise, hiç şüphesiz İslâmiyeti
kabul etmeleriydi. Karahanlı Albülkadir
Satuk Buğra Han’ın İslâmiyeti
kabulünden sonra[3],
kızıl elma artık ‘îlâ-yı kelimetullah’
(Allah’ın adını yüceltme) idealine dönüşmüştü. Türk Milleti’nin yükseliş
dönemlerinde kızıl elma, ‘Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi’ [4]
olarak algılanmış ve ‘Nizâm-ı Âlem’ fikri
İslâma göre inşâ edilmiştir.
Türkistan’lı Ahmet Yesevî’nin ‘Alperenleri’ için kızıl elma, Anadolu’nun fethi idi. Alparslan’ın ‘Malazgirt Dûası’nda bu vardı. Ertuğrul
Gazî’nin ve Murâd-ı Hüdâvendigâr’ın
kızıl elmaları da, gittikçe batıya yol almanın dışında Alparslan’ınkinden farklı değildi.
İslâm
ve Türk kültüründeki bu ülkü, Hz. Peygamber’in hadisleri ile beslenip
bilenmiştir.[5]
‘İstanbul bir gün mutlaka
fethedilecektir; onu fetheden komutan ne büyük komutan, fetheden asker ne güzel
askerdir’ hadîsi ile şereflenen Fatih
Sultan Mehmed’in fetihten sonra en büyük kızıl elması ‘Roma’nın alınması olmuştur. Ancak, Vatikan’ın casusları tarafından zehirlenerek şehit edilen Fâtih bu hedefine ulaşamadı.
Yavuz Sultan Selim ise, en kısa zamanda en geniş fütuhatta bulunarak ve hilâfeti üzerine
alarak kızıl elmayı gerçekleştirdi.
Kanunî Sultan Süleyman, İslâm ve
Türk tarihinde bir zirve idi. Kızıl
elmasını Budin ve Beç (Viyana)
olarak tespit etti ve vefatına kadar bu hedefin mücadelesini yaptı. Kanunî döneminde kızıl elma, Yeniçeriler
arasında bir Ocak geleneği
oluşturacak kadar güncel bir ülkü olarak yaşatılmıştır. ‘Testiye kurşun atar, keçeye
kılıç çalar, Kızıl Elma’ya dek gideriz’ deyişi, Yeniçeri Gülbağı’na kadar girmiştir.[6]
II. Abdülhamid, ‘Kızıl Sultan’ iftiraları
arasında, diplomasi dehasını ispat edercesine 33 yıl ‘düvel-i muazzama’yı parmağının ucunda oynatırken, ecdâdının kızıl
elmasını, Kafkasya’dan Afrika’ya, Hindistan’dan Japonya’ya
kadar uzatıyordu. Hilâfetin dünya siyasetine tesiri, onun döneminde en üst
seviyesine ulaşmıştı.
20. yüzyılın başlarında ise,
vatanperver fakat ehil olmayan ellerin yönettiği ‘Devlet-i Âliyye’ (Osmanlı
Devleti), kızıl elmayı bir tarafa bırakmış, ayaklarının üzerinde durmaya
çalışıyordu. Sevr’den sonra
parçalanma ve yok olma tehlikesi ile karşılaşan Türkiye için bağımsızlık mücadelesi vermekten başka çâre
kalmamıştı. ‘İstiklâl-i Tâmme’ye
sahip bir ‘Millî Devlet’in kurulması
gerekiyordu.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kızıl elması da, çetin bir Millî Mücadele’ye
liderlik ederek bu millî ve bağımsız devleti, ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak ve geniş bir tarihî perspektife
oturtmak oldu.
Atatürk sonrası dönemde İsmet İnönü’nün
bütün gayreti, 2. Dünya Savaşı’nın hengâmesinden sağ sâlim
çıkabilmekti. Bu dönemde Türkiye,
kabuğuna çekilmiş durumdaydı. Kısaca hedef, mevcudu muhafazadan ibaret idi.
Adnan Menderes dönemi, NATO’lu, BM’li ve özellikle ABD’li bir dönem oldu. Türkiye
artık kabuğundan çıkmıştı. Cumhuriyet’in
‘muasır medeniyet seviyesine çıkma hedefi’ne ‘Demokrasi’ boyutu ilâve edilmiş ve dış
politikada eskisine nazaran daha hareketli günler yaşanmaya başlanmıştı. ‘Mutlu ve Müreffeh Türkiye’, Menderes’in
kızıl elması oldu.
Bundan sonra iktidara gelen
mühendis-ekonomistlerin, Süleyman Demirel ve Turgut Özal’ın kızıl elması ‘Büyük
Türkiye’ sloganı ile açıklanabilir. Demirel’in
idare-i maslahatçılığına karşılık Özal,
değişim, dönüşüm ve dışa açılma bakımından çok geniş bir perspektife sahipti. Erdoğan’ın Başbakanlığı’na kadar geçen dönemde en büyük merhaleler Özal döneminde katedildi. Türkiye artık 21. yüzyıla yüzünü
çevirmeye başlamıştı.
* * *
Recep Tayyip Erdoğan’ın 11,5 yıldan beri devam eden liderliği döneminde,
Türkiye, Cumhuriyet tarihimizin en büyük değişimini ve dönüşümünü
gerçekleştirdi. Demokrasiye geçildikten sonra Menderes ile başlayan hızlı değişim, Özal ile Türkiye’ye çağ
atlatarak ‘bilgi toplumu’nun temellerini
hazırladı. Üç dönem üst üste oyunu arttırarak iktidara gelen Erdoğan ise, Türkiye’yi militarist, jüristokratik ve bürokratik vesayetin
pençelerinden kurtararak çok büyük ekonomik, sosyal reformlara ve bir dış
politika devrimine imzasını attı. Bu reformları gerçekleştirirken, devamlı
değişim ve dönüşüm öngören ‘Durmak yok,
yola devam’ gibi dinamik sloganları ve ‘Tek
Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan, Tek
Devlet’ gibi birleştirici sloganları kullandı.
Recep Tayyip Erdoğan, şanlı ecdâdının ‘Kızıl Elma’ hedeflerini, 30 Eylül 2012 tarihinde topladığı AK Parti 4. Olağan Büyük Kongresi’nde
açıkça ilân etti. Buna göre, Türkiye’nin
önünde ulaşacağı ‘iki kızıl elma hedefi’
vardı:
1. 2023 Hedefi: 29 Ekim 2023 tarihinde Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunun 100. yılı kutlanacak. Erdoğan, bu tarihi ilk merhale olarak
kabul ederek, ‘Büyük Millet, Büyük Güç,
Hedef
2. 2071 Hedefi: 26 Ağustos 2071 tarihinde, Alparslan
Gazi’nin Malazgirt Zaferi’nin, Anadolu’nun Müslümanlaşması ve
Türkleşmesinin 1000. yılı kutlanacak. Bu tarihte Türkiye, küresel bir süper güç olarak hak ettiği şerefli yere
erişmiş olacak.
21. Yüzyıl Kimin Yüzyılı Olacak?
‘21.
Asır Türklerin asrı olacaktır’
Turgut
Özal
1987 yılında Devlet Bakanı iken ‘Konya Türk Ocağı’nın açılışında yaptığım heyecanlı konuşmamı, ‘21. Asır Türk asrı olacaktır’ diye
bitirmiştim. Zamanın tek televizyonu olan TRT konuşmamı yayınlayınca, merhum Özal beni çağırıp, ‘Sloganını çok beğendim, ben de kullanacağım’ dedi. Daha sonra bu
sloganın ağırlığını hep üzerimde hissettim. Bunun nasıl gerçekleşebileceği
konusunda, DPT uzmanlığımdan kalan
yöntemlerle hep fütüristik tahminler yapmaya çalıştım.
Recep Tayyip Erdoğan’a ve AK Parti
İktidarı’na gelinceye kadar bu slogan, erişilmesi imkânsız bir bilim kurgu
hedefi gibiydi. 12 Mart 1971 Muhtırası
ile iktidara gelen sosyalist ‘11’ler
Hükûmeti’nin (Darbe Hükûmeti) ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Attila Karosmanoğlu’nun bir açıklamasına
göre; Türkiye’nin, AB ülkeleri arasında en düşük kişi
başına gelir seviyesine sahip İtalya’nın
1970’deki seviyesine ulaşabilmesi, ancak 2359 yıl sonra, yani 4330 yılında
mümkün olabilecekmiş… Biz bugün yani 2014’te 13 bin dolar civarında gelir
seviyesine sahibiz ve 1970’lerin İtalyası’nın
seviyesini yıllar önce geride bıraktık. 2023’te biz ilk 10’a girmeyi
hedeflemişken, İtalya’nın bu hedefe ulaşması
çok şüpheli görünüyor.
Son 11,5 yıllık dönemde,
Türk ekonomisinde ve dış politikasındaki âdeta mucizevî gelişmeler, artık
2023’teki hedefimize ulaşmanın mümkün olabileceğini gösteriyor. Türkiye’nin, dünya tarihinin en büyük
küresel ekonomik krizini başarıyla atlatarak dünyanın en hızlı büyüyen
ekonomisi hâline gelmesi, bizi ‘21. Asrın
İslâm ve Türk Asrı olması’ konusunda ümitlendiriyor.
Başbakan Erdoğan, 25 Şubat 2005 tarihinde yayınlanan ‘Ulusa Sesleniş’ konuşmasında, ‘Bütün
gayretlerimiz, Türkiye’yi büyüklüğüne yakışır, insanî zenginliklerine yakışır
bir küresel güç hâline getirmektir’ demişti. Günlük siyasî krizleri bir
tarafa bırakıp ‘Yeni Türkiye’nin
istikbâline baktığınızda, dünün sıradan bir devleti olan Türkiye’nin nasıl değiştiğini ve dış politikada oyun kurucu bir ‘küresel güç’ hâline nasıl dönüştüğünü
görebilirsiniz.
* * *
Ünlü fütüristlerin (gelecek
bilimcilerin) penceresinden baktığınızda, bundan yıllar önceki Marshall McLuhan[7],
Alvin Toffler[8],
Francis Fukuyama[9]
gibi klâsik fütürologların Türkiye
konusuna fazla temas etmedikleri ve iyimser olmadıklarını görürsünüz. Devamlı
darbeler arasında bocalayan bir Türkiye
için bu öngörüler normal karşılanmalıdır. Lâkin 2000’li yılların başlarından
itibaren fütürologlar Türkiye
hakkındaki tahminlerini tamamen değiştirmişler ve Türkiye’nin 21. yüzyılın
parlayan yıldızı olacağını söylemeye başlamışlardır.
Samuel Hantington, son döneminde Türkiye’yi
artık yumuşak karın olarak görmek yerine, uzlaştırıcı bir rol üstlenmesinden bahsetmiştir.
‘Megatrends’ kitabının yazarı fütürolog John
Naisbitt, Mayıs 2004’te Milliyet
Business’e verdiği beyanatta,
‘Türkiye, politik ve ekonomik bakımdan bölgenin lideri olacak’ demiştir.[10]
Prof. Dr. David Passig’in ‘2050’
adlı eserinde, Türkiye’nin 21.
yüzyılın küresel gücü olacağı ifade edilmiştir.[11]
Prof. Passig ayrıca, ‘Türkiye’yi saran ve içinde gelişen
eğilimleri inceledikçe Türkiye’nin 21. yüzyıl tarihinde, kültüründe önemli bir
yer tutacağını anladım’ diyor.
Ünlü Graham Fuller de ‘Türkiye
yükseliyor’ şeklinde beyanat vermiştir.[12]
Gene meşhur fütürolog Alvin Toffler, ‘Türkiye bir silikon vadisi olabilir’ başlıklı beyanatında, ‘Türkiye geleneksel adımları atlayarak
Üçüncü Dalga’ya geçebilir’ demiş ve eğitim aşamalarına dikkat çekmiştir.[13]
Tanınmış jeostratejist Zbigniew Brzezinski[14]
ise, 2012’de verdiği bir beyanatta, ‘Türkiye
ABD’nin kaybettiği rolü alabilir’ demiştir. Brzezinski’nin gene aynı röportajda dile getirdiği, ‘Türkiye AB’ye üye olmadan da Batı’nın
merkezi olabilir’ görüşü de çok ilgi çekicidir.
Bütün bu misâller bize, ‘21. Asrın Türk Asrı olacağı’
konusundaki sloganımızın yanlış olmadığını gösteriyor.
‘Osmanlı Milletler Topluluğu’[15]
Prof. Dr. Bernard Lewis, Osmanlı’nın,
‘hâkimiyeti altındaki her dinden ve her milletten insanlar için tartışmasız bir
mutluluk devri’ olduğunu kaydetmiştir[16].
Gerçekten de ‘Osmanlı Türk-İslâm
Medeniyeti’, her dinden ve her milletten insanın büyük bir hoşgörü
anlayışıyla beraber yaşadığı bir huzur medeniyetini ifade eder.
Osmanlı İmparatorluğu (Devlet-i
Âliyye), 624 yıl yaşamış ve en geniş sınırlara ulaştığı 17. asrın
sonlarında yüzölçümü 24 milyon kilometre kareyi bulmuştu. Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altında olan topraklarda bugün
45, nüfuzu ve etkisi altındaki topraklarda ise 31 ülke bulunmaktadır. Daha da
çarpıcı göstergelerle ifade edilirse, bugün Osmanlı’nın
hâkimiyeti ve etkisi altındaki coğrafyada 76 ülke ve devlet bulunmakta;
bunların yüzölçümlerinin dünya geneline oranı yüzde 37,5; buralarda yaşayan
nüfusun dünya nüfusuna oranı ise yüzde 40,1 olmaktadır.[17]
Osmanlı İmparatorluğu,
yüzyıllar boyunca dünyanın yarısına yakın kısmına hükmetmiş; hâkimiyeti ve
nüfuzu altındaki ülkeleri ve milletleri aslâ sömürmemiş, bilâkis ‘âbâd eylemiş’ ve şenlendirmiştir.
Beşeriyet en huzurlu devrini ‘Asr-ı
Saadet’ten sonra ‘Pax Ottomana’ [18]
sayesinde yaşamıştır.
İşte böyle bir
imparatorluğun en tabiî ve meşrû vârisi, vatandaşı olmakla iftihar ettiğimiz ‘Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Cumhuriyetimizin yönetim şekli elbette Osmanlı’dan
farklıdır. Türkiye Cumhuriyeti
yepyeni bir devlettir. Ancak, tarihin devamlılığı perspektifinde, Osmanlı’nın sosyal, ekonomik ve kültürel
mirasını devraldığımız gerçeği, ideolojik peşin hükümlerden sıyrılarak kabul
etmemiz gereken bir realitedir.
‘Osmanlı Milletler Topluluğu’ teklifimiz, ‘İngiliz
Milletler Topluluğu’ modeline benzemektedir. ‘İngiliz Milletler Topluluğu’[19],
‘Büyük Britanya İmparatorluğu’na dahil olan ve sonradan bu topluluğa katılanlarla
beraber 54 devletten meydana gelmektedir. Topluluk, karşılıklı siyasî, kültürel
ve özellikle ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesini sağlamaktadır.
Esasen Türkiye Cumhuriyeti de İngiltere
haricinde bu mahiyette bir topluluk kurma potansiyeline sahip olan tek ülkedir.
‘Osmanlı Milletler Topluluğu’, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesine yeniden
çıkarılması hareketi değildir. Bu ‘İngiliz
Milletler Topluluğu’na göre daha
yumuşatılmış bir ‘commonwealth’, yani
‘ortak refah ve barış hareketi’ şeklinde anlaşılmalıdır. Bu yapılanmanın
kurulmasıyla, ‘Osmanlı Coğrafyası’nda ve topluluğa katılmak
isteyen diğer ülkelerde (özellikle Güneydoğu
Asya ve Afrika ülkeleri) dostluk,
barış ve demokrasi sağlanacak; üye ülkelerde ekonomik, sosyal ve kültürel
gelişimin sağlanması için her türlü işbirliği ve yardımlaşma gerçekleştirilecek;
topluluğa üye ülkeler arasında ticarî münasebetler geliştirilecek ve siyasî
konularda ortak tavır alınması için gayret gösterilecektir.
Bu konuda şu üç hususu
vurgulamak istiyoruz:
1. ‘Osmanlı Milletler Topluluğu’nun ideolojik ve hissî bir gerekçesi yoktur. Bu, bir
‘Yeni Osmanlıcılık’ (Neo Ottomanizm)
hareketi değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve kurulacak topluluğa
üye ülkelerin karşılıklı menfaatleri ve dünya barışı göz önüne alınarak
gerçekleştirilecek bir teşkilâtlanmadır.
2. Türkiye’nin ‘demokratik ve lâik
Cumhuriyet’ olma niteliği aslâ değişmeyeceği gibi, üye ülkeler arasında da
bu ilkelerin hayata geçirilmesine çalışılacaktır.
3. Türkiye, demokratik Batı ittifakları
içinde yer almaya devam edecek; NATO
üyeliği yanında AB üyeliği için de
samimiyetle gayret gösterecektir. Topluluğun kurulması bu durumu
değiştirmeyecektir.[20]
Yeni Türkiye’ye Doğru
‘Büyük Devlet’, bir 19. asır tabiridir. Osmanlı
bunu ‘Devlet-i Muazzama’ olarak
kullanmıştır. Aslında Osmanlı Devleti
de ‘Büyük Devlet’ti. Ancak son
yüzyılında ‘Hasta Adam’ olarak kabul
edilen ve parçalanmaya çalışılan bir Büyük
Devlet… Son bin yıllık İlk ve Ortaçağ Tarihi’nde Türklerin kurdukları devletler,
genellikle devirlerinin en büyük devletleri olmuştur. Geçici bir rüzgâr gibi
esip savrulan Moğolları ve yıkılma
sürecine giren Bizans’ı ‘Büyük Devlet’ sayamayacağımız gibi, 16.
asırda Osmanlı’nın rakibi gibi
gösterilen Habsburglar’ı da büyük
devlet kabul etmek zordur. Ancak, bir taraftan kolonyalizmin, diğer taraftan
sanayileşmenin verdiği itici güçle, 19. asırda, İngiltere, Fransa, Rusya ve daha sonra Almanya büyük devletler arasına katıldı. Sovyetler Birliği’nin yıkılışından sonra tek Süper Güç kaldı: ABD. Mevcut duruma göre, Düvel-i Muazzama’ya Çin, Hindistan, Brezilya gibi yeni adaylar da bulunuyordu.
Peki bütün fütürologların
geleceğin Süper Gücü olarak kabul
ettikleri Türkiye’nin durumu nedir?
İlk Kızıl Elma hedefimiz 2023’e kadar şu gelişmeler
gerçekleştirilebilir:
1. İleri Demokrasi anlayışıyla Demokratik Hukuk Devleti, bütün kural ve
kurumlarıyla eksiksiz şekilde işletilebilecektir. İnsan hak ve hürriyetleri
bakımından Türkiye dünyada ilk sıraya
oturacaktır.
2. Türkiye’nin, fert başına geliri 25.000 dolar seviyesine, ihracatı 500 milyar
dolar seviyesine ulaşacak ve Türkiye,
dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girecektir.
3.
Gelirin âdil dağılımı sağlanacak ve işsizlik sorunu çözülecektir.
4. Türkiye, 21. yüzyıla uygun, çağının ötesinde bir ‘kültürel gelişme’yi sağlayacaktır.
5. ‘Osmanlı Milletler Topluluğu’ kurulacaktır.
6. Türk Dünyası’nda entegrasyon sağlanacaktır.
7. İslâm Dünyası, İstanbul merkezli yeni ve
tesirli bir teşkilâtlanmaya ulaşacak; Müslümanlar
başsız kalmaktan kurtulacaktır.
8. AB’ye
ve yeni ittifaklara girilecektir.
Bu tablo, bir ‘küresel güç’ tablosudur. Türkiye birinci kızıl elma’da (2023) Türk
ve İslâm dünyasının lideri, ikinci kızıl elma’da (2071) bir süper güç olacaktır.
* * *
Orwell’in
kötümser ütopyası ‘1984’te, ‘Okyanusya’, ‘Avrasya’ ve ‘Doğuasya’
şeklinde etegrasyonlar hayâl edilmişti.[21]
Huxley’in iyimser ütopyası ‘Cesur Yeni Dünya’da ise Mustafa Mond,
‘Batı Avrupa Daimî Düzenleyicisi’
olarak tavsif edilmişti. [22]
Bir an için bizim Recep Tayyip Erdoğan’ı
Huxley’in baş karakteri Mustafa Mond olarak tahayyül ettim…
21. yüzyıl ‘Türk Asrı’ olacaktır. ‘Yeni Türkiye’, yeni ufuklara doğru
açılacak ve üstâd Cemil Meriç’in
deyişiyle ‘muhteşem bir mazi, daha
muhteşem bir istikbale bağlanmış’ olacaktır. Bu kızıl elma’nın
gerçekleşmesi için Cenab-ı Hakk’tan
niyazda bulunuyorum.
(*) Yeni
Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi Başkanı. Gazeteci - Yazar.
[1] Yahya
Kemal Beyatlı ‘Ahmed Paşa’ya Gazel’.
[2]
Nevzat Kösoğlu, ‘Kızılelma’, Türkler,
Ed. Hasan Celâl Güzel, Yeni Türkiye Yayınları 2. Cilt, s. 857. Ankara, 2002
[3]
İslâmiyeti önce, İdil-Bulgar Hanlığı kabul etmişti.
[4]
Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi. Ötüken Neşriyatı, İstanbul
2003
[5]
Nevzat Kösoğlu, a.g.m.
[6]
Nevzat Kösoğlu, a.g.m.
[7]
Marshall McLuhan, ‘Global Village’,
Oxford University Press, USA, 1989.
[8]
Alvin Toffler, En önemli eserleri: Gelecek Şoku, Üçüncü Dalga, Savaş ve
Anti-Savaş.
[9]
Francis Fukuyama, Tarihin Sonu ve Son İnsan, Simavi Yayınları, 1992.
[10]
www.milliyet.com.tr/2004/05/27/business/axbus02.html
[11]
Davit Passig, 2050, Koton kitap, 2011, İstanbul.
[12]
Graham Fuller, www.aksam.com.tr/röportaj/loop-bir-amerikan-ideali-18278h/haber-18278
[13]
Alvin Toffler, webarsiv.hurriyet.com.tr/2000/11/21/262863.asp
[14]
Zbigniew Brzezinski, http://www.haberturk.com/dunya/haber/742828
[15]
Osmanlı, ed. Güler Eren, Sunuş, 1. cilt.
[16]
Hasan Celâl Güzel, ‘Büyük Osmanlı
Projesi’ Tercüman Gazetesi, 14.07.2005.
[17]
Ramazan Özey, Osmanlı a.g.e. 1. cilt.
[18]
‘Osmanlı Barışı’.
[19]
Commonwealth of Nations.
[20]
Hasan Celâl Güzel, ‘Osmanlı Milletler
Topluluğu Kurulmalıdır (3)’, Vatan Gazetesi, 12.12.2010.
[21]
George Orwell, 1984, Kelebek Yayınları, 1983 İstanbul.
[22]
Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya, İthaki Yayınları, 2000, İstanbul.
MEĞER BEN NE
ENAYİYMİŞİM!
Hasan Celal
GÜZEL
-Sayın
Milletvekillerine ithaf olunur- Efendim, artık 68 yaşında, su katılmamış bir
avanak, hakikî bir budala ve gayrikabil-i ıslah bir 'enayi' olduğumu itiraf
ediyorum. Bana küçük yaşımdan itibaren 'beytülmal'ın mukaddesliğini
öğretmişlerdi. Hiç kimse 'Devlet malı deniz, yemeyen domuz' dememişti.
Bütün
ömrüm tâbir-i âmiyanesiyle 'eşşek gibi' çalışmakla geçti. Çalışma hayatımda tek
gün dahi izin kullanmadım. Bir gece bile doyasıya uyuyamadım. Kimileri bana
'uykusuz müsteşar' adını takıp uçup kaçtığımı söylerdi ama 'Ne akılsız adam
yahu!' şeklindeki fısıltılar, her gün yüzlerce telefon konuşmasıyla çınlayan
kulaklarıma kadar gelirdi.
Üzerinde
'T.C. Hükümeti' yazan kurşun kalemleri, silgileri ve kâğıtları, sadece resmî
hizmetlerde, âdeta okşar gibi incitmemeye çalışarak kullanırdım. Çocuklarım
devlet malına ellerini dahi süremezlerdi. Plakaları kırmızı ve siyah renkli
resmî arabalara bir defa dahi binmediler. Yüzlerine bakmaya kıyamadığım
Mustafam ve Elifim, bir saat daha az uyuyup belediye otobüsleri ve okul
servisleriyle okula gittikleri esnada, bendeniz müsteşarlık ve bakanlık
yapıyordum. Bırakınız eşime araba tahsis etmeyi, evde devletin personelini
çalıştırmayı; idarecilik ve siyaset hayatımda lojmanda oturmadım. Koruma görevlisi
de kullanmadım. Arabamın önünde ve arkasında fiyakalı eskortlar hiç bulunmadı.
Meğer
ben ne enayiymişim!...
Yaptığım
enayiliklerin haddi hesabı yoktur... Meselâ, bendeniz milletvekiliyken -birkaç
zarurî toplantı dışında- Meclis lokantasında yemek yemezdim. Zira, burada
çalışanlar kamu personeliydi ve çok ucuz olan yemekler milletin kesesinden
sübvanse ediliyordu. Sonra, çok beğendiğim halde, aynı gerekçelerle TBMM
Sigarası da içmedim. Ceplerim şıkır şıkır metal jetonlarla dolu olarak dolaşır,
özel görüşmelerimi kulisteki ankesörlü telefonlarla yapardım. O zaman 'beleş'
cep telefonlarımız da yoktu.
Hiçbir
hediyeyi kabul etmez; ya reddeder veya demirbaşa kaydettirerek devlete intikal
ettirirdim. Yıllarca üst yöneticilik, müsteşarlık, bakanlık yaptım; hâlen evimde
bu dönemlere ait -bronz plaketler dışındatek bir hatıra eşya göremezsiniz.
Benim
anladığım mânâda siyasete 'Zengin girilir, fakir çıkılır'. Biz enayiler, devlet
hizmetini ve siyaseti böyle anlıyoruz. Siyasî hayatımda önüme çıkan yüzlerce
fırsatı teperek mal mülk edinmedim. Bilâkis, ANAP'taki Genel Başkanlık
mücadelesinde, Bond çantalarda getirilen paraları reddederek, eşimin SSK
kredisiyle aldığı Oran'daki daireyi; YDP'nin kuruluşunda da babamdan kalan
Malatya'daki ev ile dedemden kalan Gaziantep'teki evin bana düşen hisselerini
harcadım.
Bu
arada, eşimin uzmanlığıyla ve alın teriyle hak ettiği 'Vakıflar Genel Müdürü'
olarak tayin kararnamesini, nasıl engellediğimi de unutmayayım.
Sadece
bununla kalsa neyse... ANAP döneminde, şiddetle muhalefetime rağmen çıkarılan
'kıyak emekliliği' reddedip tek maaşa devam ettim. Bu haksız uygulama hâlen
devam ediyor. Başbakanlık Müsteşarı'yken, milletvekili maaşlarının buna göre
ayarlanmasını gerekçe göstererek kendim için sözleşme yapmadım ve üç yıl
müddetle emrimdeki daire başkanlarından bile daha az maaş aldım.
Meğer
ben ne enayiymişim!.
Şimdi
70'ine merdiven dayadım. Hâlâ kirada oturuyorum. Kendime ait tek mülküm
kitaplarım... Yani, sizin anlayacağınız, gerçek anlamda 'Dikili ağacım dahi
yok'. Hizmet hayatım boyunca, muhatabımın bıyık altından gülerek dinlediği, 'Bu
fukara millete ben bu masrafı hiç yaptırır mıyım?' lâfım vardı.
Sevgili
okuyucularım, bu yazdıklarımı okuyup da sakın bütün bunlardan pişmanlık
duyduğumu sanmayınız. Enayilik öylesine içime işlemiş ki geriye dönmek mümkün
olabilse gene aynısını yapardım.
Beni
bütün 'enayiliğime' rağmen kimseye muhtaç etmeyen Yüce Allah’ıma hamd ediyorum.
KAYNAK:
Hasan Celal Güzel / Meğer ben ne enayiymişim!.. (sabah.com.tr, 4 Mayıs 2013).