Erdal Öz

Roman Yazarı, Yayıncı, Öykü Yazarı, Yazar

Doğum
26 Mart, 1935
Ölüm
06 Mayıs, 2006
Eğitim
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Burç

Hikâye ve roman yazarı, yayıncı (D. 26 Mart 1935, Yıldızeli / Sivas – Ö. 6 Mayıs 2006, İstanbul). Ortaokulu Antalya’da bitirdikten sonra Tokat Lisesinden (1953) mezun oldu ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde başladığı yükseköğrenimini Ankara Hukuk Fakültesinde tamamladı (1969). İstanbul’da üniversite çevresindeki arkadaşlarıyla birlikte a dergisini çıkardı. Amerikan Haber Merkezi (1958), Türk Dil Kurumu (1969), Sinematek Derneği Ankara Şubesinde çalıştı. Ankara’da Sergi Kitabevini kurup bir süre işletti. 12 Mart 1971 darbesiyle birlikte siyasal görüşlerinden dolayı tutuklandı. İstanbul’a yerleşerek Cem Yayınlarında yöneticilik yaptı. 1975-81 yılları arasında “Arkadaş Kitaplar” adlı çocuk edebiyatı dizisini yönetti. 1980 yılında kurduğu Can Yayınlarını yönetti. O dönemin izlerini taşıyan kitaplar yazdı.

Edebiyata Kaynak dergisinde yayımlanan bir şiiriyle girmişti (1952). Sonra şiiri bıraktı, hikâye, roman ve eleştiriler yazdı. Önce bunalım edebiyatı anlayışına yakın öykü ve romanlar yazdı. Sonraki eserlerinde konu olarak çoğunlukla yakın dönem siyasal olay ve kişilerini seçti. Tanınmasını sağlayan Yaralısın adlı kitabıyla Orhan Kemal Roman Armağanını, Sular Ne Güzelse eseriyle 1997 Sait Faik Hikâye Ödülünü aldı. Yaralısın romanı, Macaristan’da, Almanya’da, Hollanda’da, Suriye’de ve Makedonya’da da basıldı. Son öykü kitabı olan Cam Kırıkları (2001) Sedat Simavi Öykü Ödülüne değer görüldü.

 

Erdal Öz İçin Ne Dediler?

 

“Yazdıklarının sanatsal boyutu, biçemindeki yaratıcılık göz önünde bulundurularak, Erdal Öz de Çehov, Sait Faik, Orhan Kemal gibi, öyküsünü yaşamıyla besleyen yazarlar arasında anılmalıdır. Özellikle son yıllarda yazdıklarında, en çok da Çehov’da belirginlik kazanmış olan yalınlık ve anlatımsal dinginlik onda da var.” (Adnan Binyazar)

 

ESERLERİ:

 

Öykü: Yorgunlar (1960), Kanayan (1973), Havada Kar Sesi Var (ilk kitabı Yorgunlar’daki dört hikâyesiyle birlikte, 1987), Sular Ne Güzelse (1997), Cam Kırıkları (2001).

Roman: Odalarda (1960), Yaralısın (1974).

Anı-Gezi: Deniz Gezmiş Anlatıyor (1976, yeni eklerle geliştirilmiş biçimi Gülünün Solduğu Akşam adıyla, 1986), Allı Turnam (Sovyetler Birliği gezisi izlenimleri, 1977; Bir Gün Yine Allı Turnam adıyla, 1998), Defterimde Kuş Sesleri (2003).

Çocuk Kitabı: Dedem Korkud Öyküleri (1979), Beyaz Yele (1981), Alçacıktan Kar Yağar (1981), Kırmızı Balon (1990), Babam Resim Yaptı (2003).

 

KAYNAKÇA: Yurt Ansiklopedisi (c. VIII, 1982-83), TDE Ansiklopedisi (c. 7, 1976-98), Atilla Özkırımlı / Türk Edebiyatı Ansiklopedisi (1982), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), TBE Ansiklopedisi (c. 2, 2001), Hilmi Yavuz / Ceviz Sandıktaki Anılar (2001), Hikmet Altınkaynak / Dünyayı Paylaşan Yazarlar (2001), Serkan Öztürk / Defterimde Kuş Sesleri (Virgül, Temmuz-Ağustos 2003), TYB Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı (2007).  

SULAR NE GÜZELSE

Üzerine oturduğum kayalığın karanlık kovuklarına küçük patlamalarla vurup duruyor deniz.
Puslu, kapanık bir göğün altında yürüyüp geldim buraya.
Yıkık sur kapısını geçince, sur duvarlarının içine oyulmuş, altı yedi kişinin güçlükle sığdığı o küçük içkievini görmüştüm önce. İçeridekiler görmesin diye pencerenin önünden eğilip geçmiştim. Sonrası birdenbire denizdi.

Kuma çekilmiş karanlık, uzun sandalların arasından geçtim. Uçtaki bu karanlık kayalığa nasıl gelip oturduğumu hatırlamıyorum. Sigara yakmak için kibritimi çakınca, kayıkların ötesinden birinin, ben de buradayım, der gibi bana doğru öksürdüğü aklımda.
Ötelerdeki fener, o sonu gelmez dönüşleriyle uzun ışık çubuklarını denizin üzerinde dolaştırıp duruyordu. Fenerden ara sıra bana kadar uzanan ışık çubuklarında görebildiğim denizi ellerimle tutacak gibi oluyordum.

Getirip geceye süslediğim, getirip denizle gecenin buluştuğu yere koyduğum yüzüne ışıklar vurup vurup geçiyordu. Sana sigara içişlerini ekliyordum da, kibriti yakarken yine ellerim titriyordu. İnce parmaklarının arasında tuttuğun sigarayı dudaklarına yapıştırıp bana doğru eğilişin; kibritin alevine sokuluşun; o düzgün, öpülesi dudaklarının arasından dağılan, bir öpücük gibi yüzüme konan o ilk duman; sonra da masaya dayalı dirseğinin üzerinde bir kuğu boynu gibi yükselen biçimli kolunun ucundaki küçücük elinin parmakları arasında tüten sigaranın gerisine çekilip arkana dayanışın.
Var gibi yok gibi bir görünüp bir silinen yüzünün üzerinden deniz fenerinin ışık çubukları, belli aralıklarla gelip geçerken, sağa sola her dönüşünde savurduğun kalın örgülü saçınla süslediğin güzel yüzünü bir ben görebiliyordum. Bir keresinde yüzün yine aydınlığa girince, yanağında, dudağının hemen biraz sağında, oracıkta, bir küçük sinek ısırığı görmüştüm de, yaşanırlığın küçük de olsa bir belirtisi saymıştım onu; sevmiştim. Seni bir resim gibi, bir heykel gibi düşünmek istemeyişimdi belki. Yaşayan, soluk alıp veren, konuşan, öpüşen, gülen, sırasında ağlayan, mutluluğu özleyen, ama acı çeken, yalnızlıktan bunalan ve bunalmayan deliceleri olan genç bir kız diye sevişimdi seni.

Sokağınızı bulduğumda güneş daha batmamıştı.

Tahtaları kararmış, ince demir parmaklıklı pencere önlerinde saksılar dolusu renk renk camgüzelleri sıralı, ikişer üçer katlı ahşap evlerin, boyaları dökülmüş kapılarında '48' numarayı arıyordum; senin verdiğin numarayı. Bir kağıda yazmıştım. Unutmamak için boyuna elimde buruşturduğum kâğıda bakıyordum.

"Köşedeki bakkala sor," demiştin.
Sormuştum. Bakkalın başı kalabalıktı. Yüzüme dik dik bakmıştı. Aldırmamıştım. Başından savar gibi buraları söylemişti.

"Önünden tren geçer," demiştim.
Kapılarda numaraları arıyordum. Ansızın, müthiş bir gürültüyle müthiş bir tren geçmişti yakınımdan. Dalgınlığımın içinde hiç beklemediğim bir patlamaydı trenin geçişi. Neden bilmem, ilk evin basamaklarına atıvermiştim kendimi; sanki trenin üzerimden gelip geçmesinden korunmuştum böylece. Kirli mavi vagonların çok yakınımdan akıp geçişi başımı döndürmüştü.

Kapıların hiçbirinde numara yoktu. İkişer atlayarak, evleri, kapıları sayarak yürüyordum. '48' numaralı olduğunu sandığım kapıyı bulduğumda yüreğim durmuştu sanki.

Yukarılara bakmıştım; evin ikinci katına. Pencereler açıktı, ama sensizdi. İyi ki sensizdi. Kimdi o kadın, bilmiyorum, kara bir başörtüsünün altına gizlemişti yüzünü; baktığım, perdeleri çiçekli pencerelere bakmıştı da, buruşuk, öfkeli, ince bir sesle,

"Kimi arıyorsun?" demişti.

Öyle ansızın, öyle dövercesine sormuştu ki, utanmıştım.

"Buralarda Şefik beyin evi olacak; onu arıyorum. Acaba siz..."

Bakışları, birden o örtülü kötülükten arınmış, bu kez de meraklı bir gülümsemeyle

"Şurası," demişti.

"Şurası" dediği, başıyla gösterdiği eve bakmıştım.

"Şu taş basamaklı büyük ev."

"Şu köşedeki mi?"

Başını sallamıştı.

"Sağolun."

Kapattığı yüzünden genç mi yaşlı mı olduğunu anlayamadığım kadının, yüzünü açıp arkamdan şaşkın şaşkın baktığını sanıyorum.

Köşedeki taş basamaklı üç katlı büyük evin kapısında da numara yoktu. Görülmek de istemiyordum; çekiniyordum. Üstelik, evin ikinci katının penceresinden tren yoluna uzatılmış uzunca bir değneğin gerdiği iplere kurusun diye bebek çamaşırları asılmıştı. Senin anlattığın eve hiç benzemiyordu. Bir başka Şefik beyin evi olabilirdi. Bir suçlu gibi sıvışıp gitmiştim o evin önünden.
Gecikiyor olmanın telâşı içinde dönüp bakkala bir daha sordum. Başı çıplak bakkal, müşterisi olmadığımdan belki, kapının dışına kadar çıkıp yolun çok daha ilerisini gösterdi eliyle. Açtım adımlarımı. Başka bir Şefik beyin oturduğu taş basamaklı evin önünden hızla geçtim. Köşeyi dönünce sokağı kız çocuklarıyla dolu buldum. Sizin olması gereken, perdeleri açık ama sensiz olan ahşap evin, beni bir an korkutan, beni belki de bilinmez bir gelecekte içine alacak olan evin önünde, bilmediğim çocukça oyunlarının içinde buldum onları. O kadar garip bir görünüşüm mü vardı, bilmiyorum, ama o sokak için alışılmamış, yabancı biri olduğumdandır belki, beni görünce bıraktılar oyunlarını, donuk gözlerle bana bakarak kalakaldılar oldukları yerde. (…)

                                                                             (Sular Ne Güzelse, 1998) 

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör