Jale Sancak

Öykü Yazarı, Yazar

Doğum
03 Aralık, 1958
Eğitim
Behçet Kemal Çağlar Lisesi
Burç

Öykü yazarı. 3 Aralık 1958, İstanbul doğumlu. Bebek İlkokulu, Behçet Kemal Çağlar Lisesi mezunu. Bir süre sekreterlik, redaktörlük, desinatörlük yaptı. 1984’ten itibaren tekstil sektöründe stilist ve tasarımcı olarak çalıştı. Ayrıca resim çalışmaları yaptı.

Öykülerini Argos, Adam Öykü ve Varlık dergilerinde yayımladı. 1998’de TRT’ye “Ateşi Çalmak” adlı televizyon programını hazırladı. TRT radyolarında yirmi kadar oyunu yayınlandı. Bazı öyküleri televizyon filmine uyarlanarak TRT’de gösterildi. Özel televizyon kanalları ile radyolara tanıtım programları hazırladı. Bu Gece Pera’da adlı öyküsü Finceye çevrildi.

“Jale Sancak, öykü türünün, düz yazı olsa da romandan çok şiire akraba oluşunun, yani yoğun anlatım ilkesini kavramış bir yazar. Anlatım biçimlerinin birinden ötekine geçişi ustaca.” (Gürsel Aytaç)

Jale Sancak’ın öyküleri, durgun hareketsiz bir zeminde göverir. Heyecan, entrika, kurgu çarpıcılığı, insanın yüreğini ağzına getiren bir coşku yoktur. Ama bir anlatım zenginliği vardır. Okurla başbaşa kalan kişilerin yaşamlarını besleyen gölcükleri, ayrıntılı ve dopdolu bir biçimde koyar ortaya. Ruhlardaki karmaşayla, o karmaşanın doğmasına neden olan olayları ustalıkla kurcalar ve okurun iç evrenindeki olanakların arttırılmasına çalışır. ‘Sanat toplumun aynasıdır’ derler ya, Jale Sancak, toplumun bir üyesi olan bireyin varlığındaki kıpırtılara ayna tutar, o aynayı benliğinin bütün katmanlarında dolaştırır, saptadığı gelgitleri, kavgaları, yükselme ve alçalmaları öyküleştirir.” (Muzaffer Buyrukçu)

ESERLERİ:

ÖYKÜ: Bu Gece Pera’da (1989), Aynadaki Yüzler (1991), Bahçedeki Tuhaf Adam (1993), Ansızın Gelen (1998), Hayatın Bu Yakası (1999), Aşkla Dayanmak (2000), Surdibi’nde Çilingir Muhabbeti (2002), Üç Aşk (2003), Sürgün Melekler (2004).

DERLEME: Kenti Dinlemek-Büyülü Kent İstanbul’dan Öyküler (2002).

KAYNAK: Gürsel Aytaç / İnsan ve Kader Manzaraları (Cumhuriyet Kitap, 1991), Mehmet Aydın / Ne Yazıyor Bu Kadınlar (1995), Vitrindekiler (Cumhuriyet Kitap, 19.6.1998), Muzaffer Buyrukçu / Ansızın Gelen (Cumhuriyet Kitap, 9.7.1998) – Hayatın Bu Yakası (Cumhuriyet Kitap, 24.6.1999), TBE Ansiklopedisi (2001), Ceyhan Usanmaz / Kenti Dinlemek: Büyülü Kent İstanbul’dan Öyküler (Virgül, Temmuz-Ağustos 2002), Sıla Şahin / Nerede O Eski İstanbul? (Radikal Kitap, 21.7.2002), Münevver Soylu / Jale Sancak Yazarlara Yaşadıkları Kenti Anlattırmış: On İki Yazardan “Kenti Dinlemek” (Cumhuriyet Kitap, 22.8.2002), Nalan Barbarosoğlu / Yağmurlu Gecenin Sesi (Radikal Kitap, 26.11.2002), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).

SEVDA İLE ALİŞAN

(…)

Sevinir gibi oldu Alişan, biraz ışıklandı yüzü, pencereye sokuldu. Sevda sobaya iki odun attı, bir türlü ısınmıyordu ev, hırkasını giydirdi Alişan’a, su getirdi mutfaktan, çaydanlığın fokurtusunu duyunca tekrar mutfağa koştu. Suyu küçük leğene boşaltıp çene ekmeğin içine reçelle peynir sürdü, Alişan’a verdi. Gözleri dik bayırın ötesinde, dalgın, bulaşıkları yıkamaya koyuldu ağır ağır. Aklında Felek; kamçılayan bakışları delikanlının, aklında hayat; aldırışsızlığı, yol vermezliği, inatçılığı... sonra az önceki türkü, türkücünün kara gözleri, klipteki kızların askılı elbiseleri, yanık sırtları, dik meme uçları, uçuşan saçları, havuzbaşının ıslak, uçarı, kıvıl kıvıl halleri, Alişan’ın dargın, kederli halleri, sonra gene klipler; birbirini emen ağızlar, sarmaşan bedenler, çıldırmış eller... anasının para yetmiyor, belim başım tutuldu otuzbeşimde, gene de yetmiyor dırdırları, bir herife varsaydım keşke tafraları, Sevda’nın var olmaktan duyduğu suçluluk... sonra Felek yeniden, sonra klipler, sevdalı sözler, ayrılıklar kavuşmalar, magazin programları; şakrak geceler, gösterişli yaşantılar, yatlar, katlar, barlar, diskolar, iç içe bedenler, uçum uçum giysiler... Bana uzak her şey. Her şey uzak bana!

-Otur hadi, çizgi film seyret biraz.

Denileni sessizce yaptı Alişan. Sevda televizyonu açtı. Alişan’ın bakışları ekrana saplandı. Sevda yatakları topladı, mutfağı sildi, kapının önündeki karları süpürdü, Alişan hâlâ bitirmemişti elindeki ekmeği. Sehpaya bırakıp yatağın altındaki mukavva kutudan oyuncaklarını çıkardı. Arife’nin temizliğe gittiği evlerden verilen şeylerdi hepsi de; doğru dürüst oynanmamış, pahalı, güzel oyuncaklar, binbir çeşit yap bozlar. Ara ara televizyona bakarak dingin bir oyuna daldı Alişan. Sevda bir paket şeker tutuşturdu eline. Alişan şekere de yüz vermedi. Kaygıyla baktı ablasına,

-Sevda, sokağa çıkayım mı?

Çıksın mı? Ya kızarsa Arife? Amaannn, kızarsa kızsın. Bütün çocuklar dışarda. Alişan’ın hakkı değil mi?

-Çık bakalım, ama kapının önünden ayrılma. Şu paltonu da giy. Alişan paltosunu giydi, ürkekçe açtı kapıyı, bir süre eşikte durup kımıldamadan izledi kar kuşatmasını. Yüzüne hoyratça vuran soğuğa rağmen gönenmiş olacak ki, birden eşikten atlayıp kara bıraktı kendini.

Sevda çamaşır makinesini açıp çabucak dolduruverdi kirii beyazları. Düğmeye hafifçe dokundu; her gün aynı şey... Bari çalışmasına izin verseydi Arife. Girerdi bir konfeksiyona... Bayırın altında pıtırak gibi bitiyordu fason atölyeler. Öğrenirdi overloğu, singeri... Ama oğlu pek kıymetli ya. Kim bakarmış o zaman Alişan’a? Sahi ne yapıyor bu, sesi soluğu çıkmadı? Uzanıp baktı pencereden, kucaklayıp kucaklayıp yığıyordu karları üst üste, beceriksizce. Az ötede kardan adam yapan çocukları öykünüyordu besbelli. Ah Alişan, senin de suçun yok, biliyorum. Peki suçlu kim? Kim suçlu? Bir türlü kapanmayan pencerenin arasına bir kağıt sıkıştırdı hışımla, gene de aralık kaldı cam. Öfff, Allah kahretsin! Çamaşırları hırpalaya döve yıkayan makinenin başına gitti, yumruklarını sıkarak haykırdı, kahretsin! kahretsin! kahretsin! Aaa, bu da ne, onun ıslığı değil mi bu? Oydu tabi, geçiyordu, çağırıyordu, istiyordu. Ben de istiyorum! geleceğim! tamam, tamam merak etme! Felek uzaklaşınca, Alişan’ı içeriye aldı. Çok şirindi hali. Kızarmış yanaklarından öptü, minik burnunun dişledi ani bir sevinç nöbetiyle. Islanmış saçlarını kuruladı çarçabuk, çoraplarını değiştirdi.

-Bak Aliş’im, ben şimdi çarşıya gideceğim. Sen de uslu uslu beni bekleyeceksin, anlaştık mı? Yerinden kıpırdamak yok, tamam mı?

-Beni de götür, dedi Alişan, ben korkarım yalnız. Sevda... beni de götür!

-Olmaz, üşürsün. Bak televizyonu da açacağım, İnek Şaban filmi varmış, ne güzel değil mi? Gelirken de gofret alacağım sana.

-Kola al, ben ondan istiyorum.

-Tamam, kola da alırım. Hemen geleceğim zaten. Ama sen buradan kalkmayacaksın, oldu mu? Yoksa yersin dayağı vallahi.

Alişan aldırmazcasına omuz silkti,

-Banane, ben de geleceğim! Beni de götür!

-Olmaz dedim, laf anlamıyor musun! Şimdi kıracağım kafanı! Otur şurada! Hadi benim güzelim, otur emi, hadi canım...

Alişan’ın gözleri dolu dolu oldu. Sevda görmezlikten geldi gözyaşlarını küçüğün. Sevda kapıyı vurup çıktı, artık durdurulmaz bir istekti, kapıyı üst üste birkaç kez kilitledi, güvence altına almıştı Alişan’ı, içi rahattı, hem nasılsa geri gelecekti bir saate kadar. Birden Alişan’a yemek vermediğini hatırladı, dönse miydi?.. Dönse peşini bırakmazdı Alişan, biliyordu. Neyse gelince verirdi artık. Çok kalmayacaktı zaten. Keşke kalabilseydi, keşke hep Felek’le kalsaydı! Keşkeleri saya saya bayırdan aşağıya bıraktı kendini.

Alişan mırıl mırıl ağladı bir süre, ürküntüyle duvarlara baktı, üstüne kilitlenmiş kapıya, kıpırtısızlıklarında bir giz taşıyormuş gibi duran eşyalara. Sanki canlanıverecek, ona bir kötülük yapacaklardı. Bir adam konuşup duruyordu televizyonda. Şaban’ın filmi yoktu işte. Sevda kandırmıştı onu. Ya gofret de getirmezse, ya kola da almazsa? Oyuncaklarına daldı biraz yatışır gibi olunca. Sıkıldı sonra. Elif gelseydi de, onunla oynasalardı. Çağırsa Elifi... Üşüdü, ama vazgeçmedi cama gitmekten. Aralık kalmış pencereyi sevinçle açtı, bakındı. Elif oralarda mı? Seslendi adını uzun uzun: Elifff... Elifff... Yoktu Elif, duymuyordu. Soğuk, odayı kuşatırken öteki çocukları seyre koyuldu. Büyücek bir kardan adam yapmışlar da Şapka aranıyorlardı şimdi kafasına. İki parça kömürü göz niyetine kondurmuşlardı yüzüne. Hıhı, ne komikti, ne komikti! Ellerini çırptı. Çocuklar kartopu savaşına başladılar yeniden, iki taraf da yamandı. Hızla uçuruyor, hedefi ıskalamadan vuruyorlardı. Ama kardan adam bir başına kalmıştı. Birden uykusunun geldiğini ayrımsadı Alişan. Geri çekildi. Çok soğuktu, çok üşüyordu, çok uykusu vardı! Şimdi gofret getirecekti Sevda, bir de kola. Şimdi... Elleri, ayakları, sırtı buz kesti. Gözünden uyku akıyor, tatlı bir uyuşukluk sarıyordu her yanını. Pencereye uzandı, ama kapatamadı. Kolunu oynatacak gücü kalmamıştı, yalnızca uyumak istiyordu, uyumak, güzel bir düş görmek, Arife’yi görmek düşünde, Arife’nin kucağına kıvrılarak, kana kana.

Ansızın yatağa yıkılıverdi Alişan, pencere ardına dek açıldı, Arife kollarını uzatıp can oğlum, Alişan’ım diye koştu koştu koştu, ulaşamadı Alişan’a.

Ah o seni de bilmez Alişan. Seni artık hiç bilmez.

Sevda eve dönünce pencereyi ardına dek açık buldu. Alişan’ın donmuş bedenine kapanırken, çığlığı şehrin her yanında duyuldu, ne ki hayat küp gibi ağırdı.

(Aşkla Dayanmak, 2000)

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör