Gülseren Engin

Ressam, Öykü Yazarı, Yazar

Doğum
04 Mayıs, 1946
Eğitim
Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi
Burç
Diğer İsimler
Gülseren Ünsün

Öykü yazarı, ressam. 4 Mayıs 1946, İstanbul doğumlu. Asıl adı Gülseren Ünsün. İlk ve ortaöğretimini Ankara’da tamamladı. Ankara Yenimahalle Kız Lisesi (1964) mezunu. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesine girdi. Fakültenin ikinci sınıfındayken Hacettepe Üniversitesine bağlı olarak kurulan Erzurum Atatürk Üniversitesine geçti ve 1971’de mezun oldu. Ankara Numune Hastanesi Fizik Tedavi Bölümünde yedi ay asistan olarak görev yaptı. Hekim olarak 1972 yılından itibaren Trabzon, Ankara, Adana, İzmir, Almanya ve İstanbul’da çalıştı. Daha sonra Hacettepe Tıp Fakültesinde patoloji asistanlığına başladı, 1978’de patoloji uzmanı oldu. Bir süre Almanya’da, Heidelberg Kanser Bilgi Merkezinde, bir yıl kadar da Hamburg’da “Uni Klinik Eppendorf’ta” oral patoloji bölümünde çalıştı. İstanbul Üniversitesi Onkoloji Bölümünde ve Bizim Lösemili Çocuklar Vakfında görev yaptı. Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesine Patoloji şefi oldu. Kurucusu olduğu İstanbul Kanser Bilgi Danışma Merkezinde yönetici iken 1999’da emekli oldu.

Tıp alanındaki makaleleri dışında, edebi ürünleri Gözgü, Ankara Sanat, Bay (Prizren), Kıyı, Türk Dili, E Dergisi, Damar, Kadınların Dünyası, Cumhuriyet Kitap, Karşı, Üçüncü Öyküler, Düşler Öyküler, Güzel Yazılar dergileri ile Cumhuriyet, Hürriyet, Evrensel, Birlik (Makedonya) vd. gazetelerde yayımlandı. Kaçış Düşleri ile 1993 Ömer Seyfettin Öykü Yarışması İkincilik Ödülü ile Hüznün Buruk Tadı öyküsüyle 1994 Ömer Seyfettin Öykü Özel Ödülünü, Sıradan Öyküler ile 1998 Yunus Nadi Öykü Ödülünü, Bozgun Dönemeci dosyasıyla Orhan Kemal Öykü Ödülünü aldı. Ayrıca Ankara, İstanbul ve Bursa’da çok sayıda yağlıboya ve suluboya resim sergileri açtı.

“Cehennemde Bir Ada, ülkemizin o zor yıllarını, özellikle İstanbul’da yaşanan sıkıntıları, pahalılığı, yoksulluğu, değişik nedenlerle gelen her ulustan insanın yarattığı çeşitliliği otellerde, sokaklarda cirit atan casusları ve geride olup bitenleri anlatarak etkiliyor okuyucuyu.” (Fatma Gürel)

ESERLERİ:

ÖYKÜ: Yorgun Konak (1989), Kaçış Düşleri (1994), Geç Kalan Öyküler (2002), Kurutulmuş Çiçek Bahçesi (2003).           

GEZİ: Gezi İzleri (2000).

ROMAN: Cehennemde Bir Ada (2002), Yorgun ve Yaralı (2004).

ÇOCUK KİTABI: Sevginin Masalı (1992).

Ayrıca sağlık kitapları vardır.

KAYNAKÇA: Tansu Bele / Dr. Gülseren Engin’den ‘Kadını Tanımak’ Kadın ve Bedeni (Cumhuriyet Kitap, sayı: 371), Muzaffer Uyguner / Kaçış Düşleri (Cumhuriyet Kitap, sayı: 557), 52. Yunus Nadi Ödülü Coşkusu (Cumhuriyet gazetesi, 27.6.1998), Nevra Bucak / Cehennemde Bir Ada (Cumhuriyet Kitap, 7.3.2002), Fatma Gürel / Cehennemde Bir Ada (Türk Dili dergisi, Mayıs-Haziran 2003), Tufan Erbarıştıran / Yorgun ve Yaralı (Cumhuriyet Kitap, 3.3.2005), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, 2007).

 

Soğuk'tan

Emine Hanım, sefertasına doldurduğu karalahana kavurması ile mısır ekmeğini getirip masanın üzerine koydu.

"Hadi, geç kalacaksın..." diye seslendi.

Gece bekçisi Maçkalı Hüseyin Efendi, ellerini sobaya uzatmış, ısınıyordu. Dışarıda öylesine soğuk vardı ki soba başında bile üşüyordu.

"Tamam, gidiyoruz işte..." diye seslenerek eski deri ceketini, kalın yün eldivenlerini ve başlığını giydi. Kapıdan çıkarken seslendi.

"Cigaramı ver. Sedirin üzerinde unutmuşum."

Karısı bir koşu getirdi sigarayı. Aslında evden biraz daha geç çıkmak için bir neden arıyordu Hüseyin Efendi. Ağır aksak sigarayı da cebine yerleştirdikten sonra kapıyı açıp soğuğun içine dalıverdi.

Akşam çoktan bastırmıştı. Daracık sokak alaca karanlıkta hayal meyal görünüyordu. Gecekonduların ışıkları yanmıştı bile. İsten ve pislikten kararmış karda yürürken Hüseyin Efendi'nin lastik çizmeleri gıcırdıyor, çizmelerinin içinde ayakları üşüyordu. Bakır Fabrikası'nın işçileri dağılmıştı. Bir kısmı ile selamlaştı; sonra köşeyi döndüğünde Karadeniz'den esen sert rüzgarla birlikte karşısına çıkıverdi fabrika.

"Hey gidi günler hey!..." diye geçirdi içinden.

Yıllarını, gençliğini harcadığı fabrika... İlk günkü gibi diri ve sağlam duruyordu karşısında. Oysa gece bekçisi Hüseyin Efendi çoktan ihtiyarlamıştı.

Gündüzcüden nöbeti alırken iki oğlu geldi yanına.

"Biz gidiyoruz baba, bir şey ister miydin?"

"Yok uşaklarım, sağolun."

"Baba, şu benim palto da kalsın, ayaklarını sarınırsın. Bu gece yaman soğuk var ha..." dedi küçük oğlan.

Büyük oğlan:

"Allah kahretsin... İdare, bir türlü tamamlamadı şu yapıyı. Hadi bekçi odası yapmadın, bari şuraya bir soba kur, odununu kömürünü ver..." diye söylendi.

"Dursun, idareye laf edeceğine, al kardeşini de eve git. Hadi hadi, siz bana bakmayın. Teneke yakar ısınırım bîr güzel."

"Haydi, eyvallah baba..."

Oğullarının ardından büyük demir kapıyı kapatıp kilitledi. Fabrikanın içini, dışını dolaştı, her şey yolundaydı. Maçkalı Hüseyin Efendi, işini iyi yapardı. Fabrikatör de bilirdi bunu. Yoksa altmışından sonra ona gece bekçiliği bile vermezdi kimse.

Hava da amma soğuktu ha!.. Karadeniz'den gelen nemli rüzgar yok mu, adamın iliğini, kemiğini donduruyordu. Kat kat giyinmesine karşın bana mısın demiyordu soğuk.

Fabrikanın girişinde yeni bir yapı vardı. Fabrikatörün ve müdürün odası olacaktı. Aşağıdaki o karanlık odada oturamazlardı tabii.Yapının çatısı henüz çatılmıştı. Camları takılı biricik odasını nöbetlerde kullanıyordu Hüseyin Efendi. Koca fabrikada bir nöbet odası düşünülmemişti nedense. Aslında Trabzon'da kışlar pek öyle soğuk geçmezdi. Sobaya iki kürek fındık kabuğu atsan hamama çevirirdi ortalığı; ama bu yıl soğuk fena bastırmıştı. Trabzon'a yıllardır ilk kez diz boyu kar yağmıştı.

"Hani sadece kar yağsa yine iyi... Kar yağarken hava ılık olur; ama ardından gelen ayaz yok mu, işte o bitirir adamı..." diye düşündü Hüseyin Efendi.

Gaz tenekesinden kesip yaptığı iki mangala kömür doldurdu. Bolca fındık kabuğu atarak tutuşturdu.

"Allah belasını versin, kömür değil, taş parçası mübarek..." diye söylendi.

Müdüre ne çok yalvarmıştı kömür vermesi için. Sonunda bin bir naz ile bunu vermişti; ama bir türlü tutuşmuyordu. Kömür yanmaya başlayınca her iki tenekeyi de zehiri gitsin diye dışarı koydu. Yün eldivenleri içinde elleri, yün çorapları içinde ayakları donuyordu. Ellerini oğuşturup, olduğu yerde tepindi. Atkının dışında burnu buz tutmuştu.Soluğu.buz kesip atkıya yapışıyordu. Tenekeleri içeri aldı. İyice sokulup ısınmaya çalıştı. (...)

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör