Şair ve
neyzen (D. 24 Mart 1879, Bodrum / Muğla - Ö. 28 Ocak 1953, İstanbul). Soyadı yasası
çıktıktan sonra Kolaylı soyadını aldı. Kolay (Bafra / Samsun) bucağından Hafız
Hasan Fehmi Efendi ile Müstahkimler (Bolu) bucağından Hatipoğulları’nın kızı
Emine Hanım’ın oğludur. İlk ve ortaöğrenimini Bodrum’da yaptı. Öğretmen olan
babasının yeni bir göreve atanması üzerine ailesi Urla’ya taşındı. Neyzen
Tevfik burada bir sinir hastalığına yakalanarak İzmir İdadisi (Lisesi)’ndeki
öğrenimini yarım bıraktı. Ünlü hiciv ustası Şair Eşref ve Tokadizade Şekip’le
tanıştıktan sonra şiirle ilgilenmeye başladı. Urla’da bir berber dükkânından
işittiği ney sesi hayatına yön veren rastlandı oldu. İlk ney derslerini de aldığı
ve Mevlevî olan berber Kâzım Efendi onu İzmir Mevlevîhane’si Neyzenbaşısı Cemâl
Bey’e gönderdi. Şiir ve ney merakı, onun disipline sığmayan ruhuna elverişli
bir zemin hazırlamış oldu. Öğrenimini tamamlamak üzere gönderildiği İstanbul’da
(1899) Fatih semti civarındaki Fethiye Medresesi’ne girdi. Burada Şeyhülislâm
Musa Kâzım Efendi, Hersekli Arif Hikmet, Halil Edip ve İbnülemin Mahmut Kemâl ile
tanıştı. Mehmet Akif Ersoy’la bir süre dostluk ederek ondan yararlandıysa da
derbeder hayatını düzene sokamadı. Mehmet Âkif’ten Arapça, Farsça ve Fransızca
öğrendi, kendisi de Âkif’e de ney üflemesini gösterdi.
Mehmet
Âkif’in aracılığıyla gelişen müzik yeteneği, müzikli toplantıların yapıldığı
konaklara, hattâ saraya kadar uzandı, ney çalmadaki ünü gittikçe genişledi. Ardından
Ahmet Rasim, Tamburî Cemil Bey, Hacı Arif Bey, Udî Nevres Hanım gibi daha rint
meşrep insanlarla tanıştı. O zamanın siyaset toplantılarının yapıldığı Güneş
Kıraathanesi’ndeki bir dost sohbetinde söylediği sözler nedeniyle, arkadaşı
olan Ziya Şakir tarafından Saray’a ihbar edildi. Bahriye Nazırı (Deniz
Kuvvetleri Komutanı) için yazdığı hicivler ile Zaptiye Nazırı’nın yüzüne karşı
istibdat yönetimine sövmesi üzerine tutuklandı. Hapishanede esrar kullanmaya
başladı. Bu durum, onun hayatını daha da disiplinsiz bir duruma getirdi. Sonra
kendisini içkiye verdi. “Aksedince
gönlüme şems-i hakikat pertevi / Meyde Bektâşî göründüm, neyde oldum Mevlevî”
beytiyle özetlenebilecek bir
hayat felsefesi geliştirdi.
Neyzen; cübbe
ile şalvar giymemesi ve disiplinsiz davranışları yüzünden medreseden, namaz
kılmadığı için de Yenikapı Mevlevîhanesinden atıldı. 1903 yılında gittiği
Mısır’da beş yıl kaldı. Burada zengin konaklarında da bulundu ve yine rasgele
bir yaşam sürdü. Camiü’l-Ezher’de derslere devam etti. Mısır’ın zengin
müzikseverlerine ney dersleri verdi. Meşrutiyet’in ilanı üzerine (1908)
İstanbul’a döndü. Ney çalarak geçimini sağlamaya çalıştıysa da, hayatını sonuna
kadar derbeder bir biçimde geçirdi. Hiçbir zaman düzenli bir işi olmadı. “Sabah-ı
Hürriyet” adlı tiyatro eserini yasaklayan İttihatçılara doğaçlama söylediği
bir şiir yüzünden yeniden hapse girdi. 1910 yılında kısa süren bir evlilikten
Leman adında bir kızı dünyaya geldi. 1920-25 yılları arasında sürekli olarak
alkol komasına girip ardından beş altı ay ağzına içki koymadığı dönemler geçirdi.
1927’den itibaren Toptaşı Tımarhanesi ve Zeynep Kâmil Hastanesi ile
Beyoğlu’ndaki evi arasında sürüp giden bir yaşamı oldu. 1940 yılında Fatih
semtine yerleşti. Daha sonra Dr. Mazhar Osman’ın girişimi ve valiliğin emriyle
Bakırköy Akıl Hastanesi’nin bir koğuşu ona ayrıldı. 1930’lardan sonra İstanbul
Belediyesi yardım amacıyla kendisine maaş bağladı. 1951 yılında “O’nu Affettim” adlı bir filmde rol
aldı. Müzmin bronşitten kurtulamayarak öldü ve Kartal’daki aile mezarlığında toprağa
verildi.
Neyzen Tevfik’in ilk şiiri, 13
Mayıs 1898 tarihli “Muktebes” dergisinde İbn-ül Fehmi Mehmed Tevfik
adıyla yayımlanmıştı. 1913 yılında “Eşek” gazetesinde düzenli olarak “Azgın” takma adıyla
şiirleri yayımlandı. Edebiyat tarihimizin en büyük hiciv şairlerinden olan Neyzen
Tevfik, aynı zamanda değerli bir besteciydi. Çok renkli geçen hayatı ile ilgili
fıkralar yaygın olarak anlatılır. Hastalığı ve mizacı nedeniyle hep çevresinin
ilgisini çektiyse de sonuç olarak bundan da memnun olmadı. Yaşamı gibi,
müzisyenliği ve şairliği de hayatın akışı içinde hiçbir disipline girmeyen bir
gelişme gösterdi. Neyzenliği, bütün müzikseverler arasında her zaman büyük
takdir ve ilgi gördü. Şiirlerinde yer yer halk şiirinin izleri vardır. Bektaşî
nefeslerinden esinlenmeler taşıyan şiirleri başarılı örneklerdir. Zamanla
şiirde hicvi yeğledi ve müstehcen bir tarza kadar kaydı. Sözcük ve zekâ
oyunlarına dayanan başarılı dörtlükler (kıta) yazdı. Ney icraları de kasete
alınarak yayımlandı.
Her sınıftan insanın ilgisini çekmiş
bir kişi olan Neyzen Tevfik; para, mal, ün gibi büyük çoğunlukça önemsenen
şeyleri bir yana itelemiş; ayağına dolanan ve çoklarının düşlerini dolduran
şeyler için tüm güçlerini seferber ettikleri olanakları ezerek geçmişti.
Bilinçli ya da sezgisel olarak yakınılan düzen, disiplin, otorite, kural gibi
ölçü ve ölçütlere sırtını dönerek kendince yaşamıştı.
Sadrazam
Talat Paşa, günün birinde Neyzen Tevfik’e devlet dairelerinin birinde kâtiplik
önerisinde bulunmuş. Neyzen Tevfik; “Kâtip
olacağım da ne olacak?” diye sormuş. Teşekkür beklerken böyle bir soru ile
karşılaşınca şaşıran Talat Paşa, memurluk katlarını alttan üste doğru; “Önce şu, sonra bu...” diye sıralamış. Tevfik
Paşa, Neyzen’in hâlâ hoşnut olmadığını sezince de, şöyle sürdürür: “Daha sonra vekil, nazır, kim bilir belki de
sadrazam...” Neyzen’in yanıtı yine bir soru olur: “Ya sonra ?” Talat Paşa, bir an duraksar, padişah olamayacağına göre
ister istemez; “Hiç!..” der. Neyzen
Tevfik bu yanıt karşısında güler ve şöyle der: “Ben bugün de ‘hiç’im! Sonu ‘hiç’ olduktan sonra, onca zahmete
katlanmaya ne gerek var ?”
“Neyzen,
Osmanlının son döneminden Cumhuriyete kök salmış bir klasik Türk edebiyatı
tasavvufçusudur. Şiirleri ilk defa okunduğunda, fikirsel olarak çok çeşitli
yalpalamalar olduğu zannedilebilir. Halbuki bu tasavvuf felsefesinin Neyzence
yorumudur.
Çoğu zaman dergâhlarına ters düşse de, o
kapıların yetiştirdiği ender ve değerli örneklerdendir. Bir yandan ‘sırr-ı
vâhidim’, ‘sıfır-ı mutlak olmuşum’, ‘yokluğunda aşikârım’ gibi sözlerle ağır
tasavvuf edebiyatının kendi üzerindeki etkisini gösterirken, kendi yetiştiği
dergâhlara ve tekkelere hakaret etmeden de duramaz.
Devirden
devre değişen görüşlerinde bazen İslâmiyeti ‘Arap açmazı’ diye niteler, bazense
derin bir Tanrı inancına kapılır.
Her
zaman memnun olduğu içkili, neyli berduş hayat onun için felsefî bir
tercihtir.” (Mehmet Cemil Ozansü)
ESERLERİ
(Hiciv şiirleri):
Hiç (1919), Azâb-ı Mukaddes (1924).
KAYNAKÇA: Hilmi Yücebaş / Neyzen Tevfik: Hayatı Hatıraları
Şiirleri (1958), Seyit Kemal Karaalioğlu / Neyzen Tevfik, Hayatı ve Şiirleri
(1984), Mehmet Alpay Kabacalı / Çeşitli Yönleriyle Neyzen Tevfik (1987),
Muzaffer Uyguner / Neyzen Tevfik (2000), Mehmet Cemil Ozansü / Neyzen Tevfik
(Virgül, sayı: 32, Temmuz-Ağustos 2000), Mehmet Nuri Yardım / Edebiyatımızın
Güleryüzü (2002), Yüksel Baştunç / Yangın Adam: Neyzen Tevfik (2001), Orhan
Okay / Büyük Türk Klâsikleri (c. 11, 2004), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü
(1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of
Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür
Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye
Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People
(2013).
Takdirin, tasvîbin bollaşır oldu,
Hüsufe uğrama, aman Ay Dede!
Nimetler, hizmetler kapalı geçsin,
Şüpheye düşmesin zaman, Ay Dede!
Saptın mı acaba tuttuğun yoldan,
Dualar almışsın yetimden, duldan,
İşaret feneri görünmez oldu,
Şu dümen kırışın yaman, Ay Dede!
Yetişir gurbetten aldığın öğüt,
Kim sola yanaştıysa kalmıştır züğürt;
Sen suya yular tak, altından yürüt;
Sesini çıkarmaz saman, Ay Dede!
Derd-i
firakın ile düşeli sevdaya mey'e
Müptelayım silmişim esrar-ı ney'e
Feleğin kahpe başında paralansın parası
Ben güzel sevmeye geldim, değil ekmek yemeye
Yamansın
her zaman aldattın beni,
Kâh düşürdün kâhi kaldırdın felek!
Mecnun'sun diyerek Leylâ peşinden,
Issız vâdilere saldırdın felek!
Rehbersin dedin ben ise kördüm,
Elimle başıma çok çorap ördüm.
Kendimi bıraktım âlemi gördüm,
Hesapsız günahlar aldırdın felek!
Şifadır dedin zehir tatdırdın,
Gençliğin okunu boşa attırdın,
Körlerin yurdunda ayna sattırdın,
Çıkmaz sokaklara daldırdın felek!
Barışmadı gönlüm merd ile zenle,
Ne bir iş bilenle, ne boş gezenle
Hicran köşesinde bozuk düzenle,
NEYZEN'e her telden çaldırdın felek!
Izdırabın
sonu yok sanma, bu alemde geçer,
Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer,
Gam karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer,
Devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer,
Gece gündüz yok olur, an-ı dem adem de geçer,
Bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi,
Çağlıyan göz yaşı mı, yoksa ki hicran seli mi?
İnleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi?
Çevrilir dest-i kaderle bu şu'unun filimi,
Ney susar, mey dökülür, gulgule-i Cem de geçer,
İbret aldın, okudunsa şu yaman dünyadan,
Nefsini kurtara gör masyad-ı mafihadan .
Niyyet-i hilkatı bul aşk-ı cihan aradan,
Önü yokdan, sonu boktan, bu kuru da'vadan
Utanır gayret-i gufranla cehennem de geçer .
Ne şeriat, ne tariykat, ne hakiykat, ne türe,
Süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre
Cahilin korku kokan defterini Tanrı düre!
Ma'rifet mahkemesinde verilen hükme göre,
Cennet iflas eder, efsane-i Adem de geçer.
Serseri Neyzen'in aşkınla kulak ver sözüne,
Girmemiştir bu avalim, bu bedyi' gözüne.
Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne.
Pir olur sakiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne,
Hak olur pir-i mugan, sohbet-i hemdem de geçer.
Kime
sordumsa seni doğru cevap vermediler;
Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus! dediler...
Künyeni almak için, partiye ettim telefon:
Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler!..
Sanma
ciddiyet ile sarf ederim sanatımı
Ney elimde suyu durmuş kuru musluk gibidir
Bezm i meyde sufehanın saza meftun oluşu
Nazarımda su içen eşşeğe ıslık gibidir
Mustafa
Kemal’e olan güvenini ve derin saygısını her zaman muhafaza etmiş olmasına
rağmen, bazen onu eleştirmeden de duramaz. Bir gün kendisini çağırtan Atatürk’e
bir sorusu üzerine “hiçbir şey değişmedi, saz söz aynı, yalnız artistler
değişti” deyince Atatürk fena sinirlenir; bir zaman sonra yine çağrılır ve bu
sefer şu cevabı verir: “Yine öyle, eskiden sormadan asarlardı, şimdi önce
soruyorlar, sonra asıyorlar...”
Atatürk’ün
ölümünden sonra İsmet İnönü cumhurbaşkanlığına gelince, Neyzen Tevfik’in
aşağıdaki ikilikle durum değerlendirmesi yaptığı söylenir:
Türkü yine o
türkü, sazlarda tel değişti
Yumruk yine o
yumruk, bir varsa el değişti.
Dünyanın hali de ilgilendirir Neyzen’i.
Çobanın ismi
Führer’dir, kasabın ismi Duçe,
Defter-i zulmünü garbın yed-i kudret dürüyor.
Asgari on yedi
milyon sığırı bir sığıra,
Rabbimin
kudretine bak ki nasıl, güttürüyor!
II. Dünya
Savaşında ülkede uygulanan karne usulü için de şöyle söylüyor:
Şu vesikayla
sana verdiği zeytin yağını al!
Yine sal kendini
rah-ı hayatın dikine.
Bir kilo zeytin
yağıyla geçinmek mümkün mü iki ay?
Verenin geçmişini s..... için sür g.....!
O zamanlar
Neyzen’in ikinci büyük hedefi “öksüz İstanbul’u katletmeye gelen barbar” Lütfü
Kırdar’dır.
Sıçdın İstanbul’a
Lütfü’yü vali diye,
Bir tüy tak da uçur âleme karşı bokunu,
Milletin hışmını
teskin edemezsin, teresin.
G...e soksan
eğer partinin altı okunu!
Ama artık
Neyzen’in bir dokunulmazlık hakkı vardır. Kendi tabiriyle senelerce uğraşmış ve
“delilik hakkı”nı kazanmıştır. Onun için pek değişen bir şey yoktur siyaset
sahnesinde, nasıl olsa “dolab-ı devleti bir hâr da olsa döndürür”. Ben bu milleti tanırım, der:
Şahid-i şevk-u
safâ etmez teveccüh bizlere,
Yâver-i bahtı
ezelde gırtlağından boğmuşuz.
Safha-i mâzi
mülevves, hâl bok, âtî kenef,
Mâder-i
hürriyetin gûyâ götünden doğmuşuz.
Bu hayattan bir
Neyzen geçmiş, birçok dost, birçok düşman bırakmış arkasında. Yeri geldiğinde
en yakın dostu Mehmet Âkif’e bile “şaka” yapmış, onun asıl mesleği baytarlığını
hicvetmiş:
Fikrinde varsa
eğer millete hizmet
Hemcinsini
kurtar şu vebâ-yı bakarîden.
Yani sözünü
esirgememiş, gün gelmiş rakısı ve neyinden başka hiçbir dostu kalmamış ama
kendince saadeti yakalamış, çünkü o bu dünyaya “... güzel sevmeye geldi, değil
ekmek yemeğe ...”
Bu berduşluğu
yüzünden kendine sitem ettiği de olmuş:
Bazı gençler
seni taklîd ediyormuş duydum;
Pek fenâ bir
çığır açtın Neyzen.
Serserilik denilen mahbûbu,
Alamaz koynuna her boşta gezen.
Neyzen Tevfik
çapraşık gözüken görüşlerine rağmen, sağlam bir felsefeye sahiptir. Bu olgun
“nüktedan”ın tanınması ve incelenmesi, hayattan lezzet almak isteyen herkesin
birinci zorunluluğudur. Ne sadece Neyzen,
ne heccav, ne düşünür...
(Virgül, sayı: 32,
Temmuz-Ağustos 2000)