Siyaset
bilimi profesörü, akademisyen, yazar. Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi
Bölümünü bitirdi. Yüksek lisansını aynı üniversitede, doktorasını ise Ankara
Üniversitesinde tamamladı.
Halen
İstanbul Ticaret Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
öğretim üyesi olan Prof. Dr. Özipek, ağırlıklı olarak çağdaş siyasi teoriler,
insan hakları ve ifade özgürlüğü, akademik özgürlük ve azınlık hakları
alanlarında çalışmalar yapıyor.
Türkiye’de
muhafazakârlıkla ilgili ilk kapsamlı akademik çalışmayı yapanlardan olan telif
ve çevirileri, editörlüğünü yaptığı yayınları vardır.
ESERLERİ:
Telif: Eine Kurze
Geschichte Von Einer Langen Nacht, Muhafazakarlık:
Akıl, Toplum, Siyaset (Doktora tezi, 2017), Muhafazakârlık
Nedir?
(2017),
Editörlük: Teorik ve
Pratik Boyutlarıyla İfade Hürriyeti, 15
Temmuz Darbe Girişimi – Uzun Gecenin Kısa Tarihi (Yasemin Abayhan Kadim
ile, 2016)
Çeviri: Siyaset (Andrew
Heywood’dan).
KAYNAK:
Bekir Berat Özipek (tmkv.org.tr, 24.08.2017), Bekir Berat Özipek kitapları
(İnternet kitapçıları, 16.03.2018).
MÜSLÜMAN
DEMOKRATLARIN ZOR SINAVI
BERAT ÖZİPEK
Mısır’da
serbest seçimle gelen iktidar bir darbeyle devrildi.
Dün
Adeviye ve Nahda Meydanlarına saldıran ordu halkın kanını dökmeye başladı.
Libya’da
Müslüman Kardeşler’in büroları basılıyor ve tıpkı Mısır’dan verilenlere benzer
tahribat fotoğrafları veriliyor.
Suriye’de
Batılı devletler Esad’ın muhaliflerini ezmek için giriştiği halkkırıma
(democide) üstü kapalı onay vermiş durumda.
Bugünlerde
Tunus’ta İslami arkaplandan gelen Nahda Partisi de zorda. Ülke adeta bizim
90’ları yaşıyor. Garip suikastlarla muhalifler öldürülüyor ve fatura
İslamcılara, onlar üzerinden de iktidara çıkarılıyor.
Belki
çıkaranların bazıları da biliyor, iktidardaki bir partinin muhalif bir lideri
öldürmesinin ona kazandıracağı hiçbir şey olmadığını. Tersine, tam da zaten
ince dengelerle ayakta duran kendi iktidarını vuracağını. Ama bu durum onlara
gayri meşru yolla da olsa seçilmişleri alaşağı etme fırsatı verdiği ölçüde
bilmezden gelmeyi tercih ediyorlar.
“Mısır’daki
darbeye birçok Batı ülkesi tepki göstermedi. Bu yüzden Tunus’taki muhalefetin
Mısır modelini izleyip, hükümete karşı bir kışkırtma içinde olduğunu
gördüğümüzde asıl riski anlıyoruz” diyor John Esposito.
**
İslam
dünyasında bir kavga var.
İlk
bakışta kabaca “seküler milliyetçiler” ile “İslamcılar” arasındaki bir kavga
bu.
Ama
ideoloji veya din üzerinden bir kavga gibi görünse de aslında ondan daha derin
başka bir ayrışmanın üzerine daha oturuyor.
Bu
anlamda yaşanan kavga, egemen zümre ile halkın geri kalanı arasındaki
mücadeleyi ifade ediyor. Asker ve sivil bürokrat ile iş çevreleri ve aydınları
da içeren egemen seküler elit, demokratikleşmeyi kendi egemen sınıfsal/zümrevi
konumuna bir tehdit olarak görüyor ve bunda haklı da.
Ekonomik
ve siyasi iktidarın kendisinde olduğu zümre, bütün önemli mevki ve makamların
kendilerine ve çocuklarına tahsis edildiği düzenin değişmesini istemiyor.
Bu
sınıfsal refleks Baascı/Kemalist veya başka bir anti-demokratik ideolojiyle
yansımasını buluyor. Bu ideolojiler, ayrıcalıklı bir sınıfın veya zümrenin
neden yönetmesi gerektiğini meşrulaştırıcı bir işlev görüyor.
**
İslam
dünyasındaki Baasçı/Kemalist elit, Doğu toplumlarına küçümsemeyle bakan
oryantalist önyargılarla malul batılılarla bir noktada uzlaşıyor: Burada
demokrasi olmaz.
İslam
dünyasında demokratik işleyişin ve onu destekleyecek siyasi geleneğin bir türlü
yerleşememesinde “Özgür dünya”nın çifte standardının ve darbecileri
kayırmasının da payı var.
Batılı
devletlerin darbeleri desteklemesinin de dini önyargıdan ibaret olmayan bir
boyutu var. Kendi halkına dayanmayan darbeci generallerin elindeki ülkeyi
yönetmek kolay oluyor. Hatırlayın, 1 Mart Tezkeresi’ni demokratik olarak
seçilmiş Meclis reddedebilmişti, oysa Evren olsaydı, onu ikna edecek bir Alexander
Haig bulmak zor olmazdı.
İslam
ülkelerinin kendi halklarına kahraman orduları içeride de dar bir zümreyi
ayrıcalıklarla donatıp onlara dayandıkları ölçüde, kendi ülkelerini yapısal bir
adaletsizliğe ve daimi bir geri kalmışlığa mahkum ediyorlar.
Bu
noktada İslam dünyasında seçimle gelen Müslüman demokrat iktidarları ciddi bir
sınav bekliyor. Çünkü onlar hem kendi ülkelerindeki ayrıcalıklı kesimlere karşı
bir eşitlik kavgası içindeler, hem sürekli olarak darbesini yedikleri
ordularını hukuk içinde tutma mücadelesi veriyorlar, hem de o fraklı
diktatörleri sarıklı demokratlara tercih eden Batılı devletlerin
tarafgirliğiyle.
**
Tunus’tan
Türkiye’ye kadar bir iç sorgulamayla radikal İslamcılıktan Müslüman
demokratlığa doğru yol aldı İslami hareketler. Kendilerini değiştirmeyi
başardıkları ölçüde toplumlarının da kaderini ellerine alabildiler.
Modernleşmeyi Batılılaşma olarak algılayan seküler elite göre çok daha
özgüvenli ve ufku açıktılar ve Batı’dan esen rüzgarların da olumlu estiği bir
tarihsel anda iktidara gelebildiler.
Ama
işleri hiç kolay değildi ve hali hazırda da değil.
Çünkü
önceki rejim ne kadar despotik olursa olsun, onların hataları daha çok göze
batıyor. Batılı devletler onlara her zaman eşit kredi açmıyor ve kendi
ülkelerindeki egemen elit de uzun yılların sağladığı imkanlarla -Sermayesi,
medyası, batıdaki çevrelerle yıllar içinde kurdukları ve onları tek yönlü enforme
etmelerini mümkün kılan kanalları, eğitimli/dil bilen aydınları ve sosyal
medyadaki görünürlükleriyle- sesini
dünyaya çok daha iyi duyuruyor.
Ve
galiba Batıdaki oryantalist önyargı da bu sesi duymayı daha fazla tercih
ediyor. Batılı büyük medyanın Adeviye’deki devasa kalabalığı değil Tahrir’de
darbeyi kutlayanları görmesi bundan. Darbecilere karşı aşırı anlayışlı olması
da.
İslam
ülkelerindeki liberal veya sol aydın olarak bilinenlerin de çok azı adil
hakemlik yapıyor bu maçta. Çoğu kez dine ilişkin tutumlar, ideolojik ve
sınıfsal önyargılar devreye giriyor ve günahlar aynı terazide tartılamıyor.
Bu
durumda dayandıkları geniş sosyal tabanları ve liderleriyle iş bugün için esas
olarak Müslüman demokratlara düşüyor. Çıkış yolu, kendilerini değiştirip dönüştürmeye
devam etmeleri ve bunu başardıkları ölçüde demokratikleşmeyi derinleştirmeleri.
Elbette
hiç kolay değil bu. Uzun bir tarihin yükü var omuzlarında ve sadece
başkalarıyla değil kendileriyle de mücadele etmeleri gerek. Çünkü kendileri de
aşmaya çalıştıkları sistemin hastalıklarından bağışık değil.
Ama
içinde bulunduğumuz tarihsel anda, kanın oluk gibi aktığı bir coğrafyada, insan haklarına dayalı demokratik bir
sistemin tesisi bunu başarmalarına bağlı.
KAYNAK:
Müslüman demokratların zor sınavı (star.com.tr, 15.08.2013).