Gazeteci-yazar (D. 1957, Kayseri - Ö. 23 Mayıs 2017, İstanbul). İlk, orta ve lise öğrenimini memleketinde tamamladı. Üniversiteye İstanbul’da devam etti, mühendislik okudu. Görsel ve yazılı medyanın farklı alanlarında çalıştı. Yayıncılık, gazetecilik ve televizyonculuk alanlarında uğraş verdi.
Yeni
Devir gazetesinde Genel Yayın
Yönetmenliği, sonraki yıllarda yayıncılık, gazetecilik ve televizyonculuk
yaptı. Yayıncılığa Akabe Yayınlarının İstanbul temsilciliğinde başladı. Bir
dönem İnsan Yayınları'nın yayın yönetmenliğini üstlendi.
Ardından
Küre ve Klasik Yayınları'nın genel yayın yönetmenliğini yaptı. Hâlen,
kurucularından olduğu Yeni Şafak gazetesinde köşe yazarlığını ve uluslararası
haber portalı Dünya Bülteni'nin (dunyabulteni.net) genel yayın yönetmenliğini
sürdürdü.
Akif Emre, İz’ler adlı eseriyle Türkiye Yazarlar
Birliğince gezi dalında Yılın Yazarı seçilmiştir.
Vefatı
Yeni Şafak gazetesi yazarı ve “Haberiyat.com"
sitesi genel yayın yönetmeni Akif Emre, 23 Mayıs 2017 günü İstanbul
Beşiktaş’taki ofisinde geçirdiği kalp krizi nedeniyle vefat etti.
Emre'nin son yazısı "Riyad'da
bir Marvel filmi" başlığıyla vefat ettiği gün yayınlanmıştı.
Akif Emre'nin Genel Yayın
Yönetmenliğini yaptığı "Haberiyat.com" sitesi sahibi Yazı İşleri
Müdürü Hamit Kardaş, Emre'nin Beşiktaş'taki ofisinde vefat ettiğini söyledi.
Haber toplantısı için saat 10.30
Emre'nin odasına gittiği belirten Kardaş, "Odaya girdiğimde koltuğa
yığılmıştı. Ambulansa haber verdik. 40 dakika boyunca müdahale etti. Ellerinden
geleni yaptılar. Akif beyi kaybettik." Dedi,
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yeni Şafak
gazetesi yazarı Emre'nin vefatı nedeniyle ailesine başsağlığı diledi.
ESERLERİ:
Deneme-İnceleme: Göstergeler (1997, 2018), Küreselliğin Fay Hattı (2001), Globalliğin Fay Hattı (2002), Çizgisiz Defter (2016), Müstağrip
Aydınlar Yüzyılı - Gölgeli Kelimeler, Ödünç Alınmış Hayaller (2017), Aliya (2019),
İstanbul'u Yeniden Düşünmek ve Erguvanname (2019).
Anı-Günlük: İz’ler (2001, 2015, Arnavutçaya çevrildi,).
Çeviri: Müslüman Halklar Ansiklopedisi
3 Cilt Takım (Çevirmenler: Orhan Örs , Richard V. Weeks , Lütfullah Karaman ,
Deniz Diker , Süleyman Gündüz , Aytekin Civelek , İhsan Taşer , Akif Emre,
2013).
KAYNAKÇA:
Ahmet Vural / Türkiye Kitap Katalogu I-II-III (1997, 2002), İlim ve Sanat Vakfı
2002 Bahar Programı (2002), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2007, 2009), Akif Emre / Neden
Seküler Kürtler? (vansiyaseti.com, 27.02.2016), Hakkında (akifemre.com,
5.3.2016), Gazeteci Akif Emre vefat etti (sabah.com.tr, 23.05.2017),
Gazeteci Akif Emre kalp krizi nedeniyle hayatını kaybetti! (haber7.com,
23.05.2017), Akif Emre / Riyad’da bir Marvel filmi
(yenisafak.com, 23.05.2017), Müslüman Bir Aydındı (karar.com.tr,
24.05.2017), Soner Yalçın / Akif Emre (sozcu.com.tr, 25.05.2017), Yusuf Ziya Cömert / Akif Emre’nin ‘Sahici Cümleler’i (26.05.2017,
Karar), Mehmet Nuri Yardım /
İki Vefat: Akif Emre ve Mesut Zeybek (milatgazetesi.com, 27.05.2017),
Akif Emre kitapları (idefix.com, kitapyurdu.com, sozcukitabevi.com, 24.05.2019).
Turabi''yi iyi
okumak
Turabi, siyasete doğrudan girdiği 1964 yılından bu yana sürekli olarak, hemen her yönetimin hem arkasında olacak kadar içinde, hem de doğrudan sorumluluk almayacak kadar dışarda duruşuyla dikkat çekti. Hemen her devrimin bir şekilde içinde bulundu, onları geriden yönlendirmeye çalıştı. İpleri kontrol edemediğini farkettiği durumlarda da hiçbir sorumluluğu olmayan biri gibi ilişkiyi istediği zaman kopardı. Ancak siyasete doğrudan girmediği dönemlerde bile Sudan''ı yönetenlerin bir şekilde Turabi faktörünü dikkate almaları gerekecekti; bu ağırlığını her zaman için korudu.
Devrimci yanıyla uzlaşmacılığı aynı anda bu denli uyum içinde götüren bir siyasi "deha" az bulunur. Nerede uzlaşmacı nerede devrimci yanını öne çıktığını kestirmek her zaman için mümkün değil. Ancak, siyasi anlamda pragmatist nitelemesini yüklemek de mümkün gözükmüyor. Zira içinde yaşadığı toplumun sosyolojik şartlarına karşılık gelecek bir siyasi çizgiyi yakalamada kendi içinde sürekli olarak bir tutarlılığı gözettiği söylenebilir. Hasan el Turabi''yle ilk defa 1979 yılında karşılaştım. Bende bıraktığı ilk izlenim olarak İslam dünyasında örneği az bulunur türden kitleyi arkasına almış, entellektül bir devrimci profili çizmişti. Bir hareketin uzlaşmasız lideri gibi konuşuyordu ama mütevazi tavrı da etkileyiciydi. Ancak bu karşılaşmamdan kısa bir süre sonra Le Monde dergisinde, devirmek için mücadele ettiği Numeyri hükümetinde Adalet bakanı olarak kendisiyle yapılan ropörtaja rasladığımda onun hakkındaki düşüncelerim alt üst olmuştu. Fakat bu iniş ve çıkışlar aslında onun hayat tarzından, mücadele biçiminden başka bir şey olmadığını zamanla öğrenecektim. 1979 yılındaki ilk karşılaşmamızdan sonra onunla pek çok defalar görüşme imkanım oldu. Her seferinde de farklı siyasi konumlarda karşıma çıkmıştı. Ya Sudan''da güçlü bir muhalif hareketin lideri, ya da aldığı görevin ismi ne olursa devlet başkanını arkasındaki güçlü adam, yönetimin ideologu... Ama her zaman için idealindeki yönetime doğru toplumu şekillendirecek projeler peşinde koştu.
Dengeler üzerinde oynamasını çok iyi bildi. Zaman zaman yıllarca süren hapis hayatına rağmen hedefine kilitlenmiş olarak yürümesini bildi. Bağımsız kaldı. Kültürel olarak beslendiği İhvan-ı Müslimin hareketinden bile örgütünü ayırdı, kendi şartlarına uygun, kendi kararlarını verebilen bir yapılanma peşinde oldu. En son olarak iki yıl önce onu Sudan meclis başkanı sıfatıyla Hartum''da Türk gazetecilere yaptığı konuşma sırasında dinledim. Yönetimin iplerinin kendi elinde olduğunu konuşmasından anlıyordunuz. En azından yönetimin fikir mimarı, ideologu gibi davranıyor, mütevazi görünüşünün altında uzun mesafe koşucularına özgü sakin bir kararlılık yatıyordu.
Bu sefer ne
olacak?
Sudan gibi İslam dünyasının en fakir ülkesini temsil etmesine rağmen fikirleri çağdaş İslam siyaset düşüncesinin pratiği açısından önem arz ediyor. En azından birkaç kere İslam anayasası hazırladı. Kısmen de uygulamaya koydu.
Demokratikleşme, laiklik, inanç özgürlüğü, halkın/hakkın iradesi gibi temel kavramların pratikte nasıl yorumlanması gerektiği konusunda özgün düşünceler geliştirildi. Ve çoğu İslami hareketlerden entelektüel olarak ileride olduğunu gösterdi. (Alain Cheavalerias''ın kendisiyle yaptığı teorik ve güncel konulara ilişkin fikirlerini sorgulayan, Birey yayınları arasında çıkan ropörtaj kitabı onu tanımak anlamında fikir açıcı olabilir)
En zor anlarda bile ittifak edebileceği bir yedek güç bulmada eşsiz bir sezgi gücüne sahip olduğunu ispatlayan Turabi''nin bu sefer durumunun pek iyi olmadığı görülüyor. General Beşir''e aralarındaki rekabetin ilk defa su yüzüne çıktığı Kasım ayından itibaren yapılan resmi açıklamaların aksine gizliden gizliye süren bir iç çekişme yaşanıyordu. Mücadele, Turabi''nin devlet başkanını yetkilerini kısıtlayan yasayı meclis oylamasına sunmasından 48 saat sonra bir tür darbeyle başkanı olduğu meclisin kapatılmasıyla sonuçlandı. Dolayısıyla Turabi''nin yönetim üzerinde resmi olarak tek söz sahibi olduğu platform elinden alınmış oldu. Başta Mısır Devlet Başkanı Mübarek ve Libya lideri Kaddafi olmak üzere komşuları general Beşir''e destek vermekte gecikmediler. Arap Lig''i de bu destek listesine dahil olmakta gecikmedi.
Batılıların fundamantalist olmakla suçladıkları, 16 yıldır iç savaşın sürdüğü ülkede, vatandaşlığın karşılıklı anlaşmaya dayalı bir sözleşme olduğunu, yapılacak bir referandumla istemeyen Hristiyan ve animist azınlığın Sudan''a bağlı kalmak zorunda olmadığı görüşünü savunan Turabi''den çok asker Ömer el Beşir''i destekliyor olması ilginç. Zira Batının Sudan üzerinde kurduğu en büyük baskı ve bunu meşrulaştırma aracı olarak yıllardır süren ayrılıkcı iç savaş gösterilmektedir.
Şu ana kadarki gelişmelerden iki taraf da ipleri sonuna kadar germek niyetinde olmadıklarını gösterdiler. General Beşir, kapatılan meclis üyesi olan parlamenterlerin maaşlarını almaya devam edeceklerini açıklarken, Turabi de General Beşir''i hakimiyeti elinde tuttuğu iktidar partisinden ihraç etmekten vaz geçti.
Eğer bu son gerilim, normalleşmeye giren Sudan''ın dış ilişkileri, özellikle Amerikan ilişkileriyle bağlantılı bir operasyon değilse, dengeler adamı Turabi bir şekilde siyasi manzarayı kendi lehine çevirmek için elinden geleni yapacaktır. Ancak şu da bir gerçek ki, o sonuçta bir entellektül, Beşir ise gücü yani orduyu ve dış desteği yanına almış bir general...
Bakalım güç mü siyaset mi hakim olacak?
KAYNAK: Akif Emre (yenisafak.com.tr, 17 Aralık 1999).
Kritik soru, Suriyeli Kürt
Müslümanların haklarına sahip çıkmak isteyen güçlerin neden muhatap olarak
PYD’yi seçiyor olduklarıdır. IŞİD üzerinden tüm İslami grupların adeta
şeytanlaştırılarak her türlü İslami talep ve duyarlılığın terörize edilmesiyle
seküler Kürtçü harekete destek verilip önünün açılması birbiri ile
bağlantılıdır. Yoksa azınlık hakları, özgürlükler, siyasal temsiliyet için
harita değiştirmeye gerek olmadığını açıklayacak reelpolitik gerekçeler her
zaman vardır.
Türkiye’de Kemalist seçkinlerin modernleşme projesi ulus devlet yapısı içinde tekçi bir toplum ve ulus inşası toplumda travma etkisiyle sonuçlandı. Bu ulus inşa süreci tarihsel zemine, kültürel kodlara ve sosyal dinamiklere rağmen yürütüldüğü için aşkın bir misyon edasıyla hayata geçirildi. Seküler, Marksist kökenli, Kürtçü, ulusalcı silahlı örgütlenmeler faaliyete geçince iki farklı tavır ortaya çıktı. Devletin bütünlüğüne ve ulus tanımına meydan okuyan her kalkışmaya aynı dilden cevap vermek. Diğeri ise dolaylı da olsa aydınlanmacı, modernleştirici misyon biçmek.
Olayın “terör” bağlamı bilinen hikaye olsa da bu şiddet ortamının perdelediği, zaman zaman sahneye çıkan başka bir yan senaryo da devrede oldu. O da yükselen İslamlaşmaya karşılık bölgede özellikle Müslüman Kürt halkının dini duyarlılıkları karşısında seküler Kürt örgütlenmelerin zımnen de olsa tercih edilmesi. Askeri anlamda örgütlenmeyi ezerken, seküler yapıların Müslüman Kürtleri toplumsal olarak dönüştürücü bir işlev görmesinden dolayı hoşnutluk durumu… Nitekim ulusalcı ve liberal seküler kesimlerin PKK gibi yapılanmalara sempatisi, bu kesimlerin söz konusu örgütleri daha çok toplumsal sekülerleşmenin itici gücü olarak görmeleriyle yakından ilgilidir.
Türkiye’de seküler seçkinlerin zaman zaman dile getirdikleri gibi, dolaylı yoldan destek verdikleri bir sekülerleşme projesi olarak, Kürtler adına hareket eden seküler yapıların etkisinden rahatsız oldukları söylenemez.
Türkiye özelinde bu durum sıcak çatışma ortamında pek fark edilmese de Suriye bağlamında daha net olarak ortaya çıkmaktadır. PKK’nın Avrupa, özellikle Almanya tarafından kullanışlı sayılması sadece stratejik kullanışlılık çerçevesinden değerlendirilemez. Benzer durum Suriye için de geçerli. Sahada çarpışan taraflar arasında Batılıların destek verdiği grupların kimlikleri son derece belirleyicidir.
Stratejik kaygı ve hesapları bir kenara bırakacak olursak, kimin hangi gruba, hangi gerekçe ile destek verdiği sorusu genelde konuşulmayan bir mevzudur. Bu gruplar içinde Suriyeli Kürt gruplardan PYD’nin öne çıkarılması, farklı Kürt oluşumlarını ezerek dominant aktör hale getirilmesi, sonuçta Suriyeli Kürtlerin temsilcisi makamına oturtulması ile bu grubun ideolojik yapısı arasında doğrudan ilişki var.
Yeni Ortadoğu denkleminde Kürt faktörü bir yana, asıl mesele olarak, bu denklemde “hangi Kürt” sorusu daha önem kazanıyor. Yeni denklemde hangi grup, “iyi Kürt” tanımına dahil olabiliyor? Tam bu noktada İslamcılık adına, İslam’ı ve İslami hareketleri terörize eden oluşumların “İslamcı terör” etiketlemesine imkan vermesinin pek çok operasyonu meşrulaştırma aracı olduğu artık çok nettir.
Gelinen noktada Ortadoğu’da mevcut siyasal haritalar ve dengeleri altüst edecek şekilde Kürt kartının sahaya sürüldüğünü görmemek imkansız. Stratejik çıkarların neler olduğu bir yana bu durumu uluslararası arenada meşrulaştıran gerekçelerin üretilmesi gerekiyordu. Suriye özelinde Kürt kartının kullanışlı hale gelmesinin ikna edici gerekçeleri var.
Bunların başında Baas rejiminin tüm Suriye halkına yaptığı baskı ve zulümden Kürt Müslümanların da payını almış olması. Hatta vatandaş olarak tanınmamaları gibi temel haklarının yok sayılmasından yola çıkarak beyaz adamın misyonunu hatırlayacaklar elbette.
Kritik soru, Suriyeli Kürt Müslümanların haklarına sahip çıkmak isteyen güçlerin neden muhatap olarak PYD’yi seçiyor olduklarıdır. IŞİD üzerinden tüm İslami grupların adeta şeytanlaştırılarak her türlü İslami talep ve duyarlılığın terörize edilmesiyle seküler Kürtçü harekete destek verilip önünün açılması birbiri ile bağlantılıdır. Yoksa azınlık hakları, özgürlükler, siyasal temsiliyet için harita değiştirmeye gerek olmadığını açıklayacak reelpolitik gerekçeler her zaman vardır.
Resmen dillendirilmese de ABD merkezli medya, düşünce kuruluşları, uzmanlar, danışmanlar düzeyinde yapılan açıklamalarda dile getirildiği üzere bunun gerekçesi bir kaç cümleye sığdırılabilir. Bunun tipik örneklerinden biri, Business Executives for National Security adlı Washington’daki kuruluşun kurucularından Stanley Weiss’in yorumunda tüm açıklığı ile göz önüne seriliyor. “PYD, IŞİD karşısında en cesur kara savaşını veren grup olmasından başka” diyor Weiss; “Vahyi bir İslamcılığa karşı alternatif olması, seküler olması, cinsiyet ayrımcılığı yapmaması, modern, ılımlı İslam algısına sahip olması…” Benzer argümanları London Book Review‘deki yazısında tersten ele alan Patric Cockburn da IŞİD yerine doğrudan “hilafet” kavramsallaştırması ile “Hilafetin sonu mu?” diye soruyordu.
Bu tanımlamalara, bir zamanlar AK Parti’yi desteklemek için kullanılan jargona benzerliklerinden dolayı, hiç de yabancı değiliz. Olay AK Parti’nin bu çizginin dışına çıkıp çıkmamasından çok, stratejik tercihleri meşrulaştırıcı unsur olarak seküler, modern değerlerin Kürt ve Suriye sahasına tekrar sürülüyor olmasıdır.
Benzer şekilde Baas rejiminin hala İslamcı tehdide karşı Jakoben sekülerliği nedeniyle tercih ediliyor olmasını yeniden düşünmek gerek. Çok farklı çıkar hesaplarının kesişim yerinde ayakta duran bir rejim, salt devlet zoruyla modernleşme işlevi hatırına değil, dengeleri meşrulaştırabildiği için de facto destek görüyor.
İşlevi bittiğinde daha modern, daha seküler, küresel kapitalizme daha uyumlu alternatifler tercihe şayan olacaktır. Yoksa salt ideolojik ve siyasal tercihler tek başına bir hareketin önünü açmaya yetseydi bölgenin haritası çok farklı olabilirdi. Gelinen nokta, Türkiye’nin güneyiyle, Suriye ve Irak’la, Arap Ortadoğu’yla doğrudan ilişkisini koparırken aynı zamanda bölge haritasının da değişme riski gittikçe büyümektedir. Bu durumun başka yeni kaoslara, çatışmalara gebe olamayacağını da kimse iddia edemez.
Yeterince kanın aktığı bölgenin çok geç olmadan bu kıskacı aşmasının yolu, bir an evvel yapılan büyük hatalardan geri dönülmesidir. Bu Türkiye için olduğu gibi tüm bölgesel aktörler için geçerlidir. Yaşanan sıcak çatışmalar bir tarafa, süreci Ortadoğu’nun modernleştirilme projesinin parçası olarak okumakta yarar var. Bedeli kan ve yıkım olan bir uygarlaştırma projesi…
KAYNAK: Akif Emre / Neden Seküler Kürtler? (vansiyaseti.com, 27.02.2016).
AKİF EMRE'NİN SON YAZISI
Bazı resimler temsil ettiği sanılan nesneleri resmetmezler. Bunu
anlamak için resmin altına ne olmadığını yazmak gerekebilir. Tıpkı sürrealist
ressam Rene Magritte resminde olduğu gibi, “bu bir pipo
değildir" demek zorunda kalabilirsiniz. Foucault gibi düşünürler de bunun neden bir pipo
olmadığına dair kitap yazmak zorunda kalabilirler. Oysa söz konusu ressamın
tablosunda bir pipo resmi vardır ama mevzubahis etmemize neden olan resmin
altına iliştirdiği yazıdır: Bu bir pipo değildir.
Suudi Arabistan'ı ziyaret eden (ticaret eden) Trump 110 milyar
dolarlık silah anlaşması yaptıktan sonra uluslararası bir açılış yaptı.
Riyad'da “itidal" adı verilen “Uluslararası Radikal Düşünceyle Mücadele
Merkezi"nin açılışını
gerçekleştirdi. Açılış sırasında ortaya
çıkan fotoğraf her şeyi gölgelediği gibi, çok şeyi de açıklayacak
mahiyette idi. Bir dünya küresine ellerini koyan üç isim. Aydınlatılmış kürenin
alttan ışıklarının çehrelerine vurmasıyla karanlık mekanda ortaya çıkan manzara
“gölgelerin gücü adına" savaş tamtamları çalan çizgi
roman kahramanlarını hatırlatıyordu. Bir yanda askeri darbeyle iktidara el
koymuş bir diktatör, diğer tarafta bir hanedan reisi ve demokratik dünyanın
patronu… Üçü de küre-i arza el koymuş, meçhul karanlığa bakarak radikalizmle
mücadele yemini ediyorlar gibi. Marvel'in Galaksinin Bekçileri'nden bir sahne sanki..
Bu resmin tek başına ne anlama geldiğini çözmek için kafa
patlatabiliriz. Ama resim altına yazılacak şu cümleden daha anlamlı
olmayacaktır bu açıklamalar. “Bu fotoğraf sadece fotoğraftan ibaret
değildir". “Neden bu bir fotoğraf değildir"i anlamak için biraz
geriye gitmek gerekir.
Suud'da radikal düşüncelerle mücadele merkezinin açılması ironik
biçimde komünizmle mücadele derneklerini hatırlatıyor. Bu da Soğuk Savaş dönemi
Türkiye'de açılmıştı, ama benzerleri başka yerlerde de vardı. Ancak Suud'a
açılan başka bir alan vardı ki, o anlaşılmadan bugün oynanan uluslararası
trajikomik oyun anlaşılamaz.
Özellikle 60'lardan sonra Suud merkezli İslam dünyası başta olmak
üzere küresel ölçekte örgütlenen bir yapıyı az çok herkes hatırlayacaktır.
Özellikle Türkiye'deki sol kesimlerin her cami inşaatının bile kaynağını buraya
bağladıkları Rabıta örgütü. Uluslararası İslam Birliği,
yahut Rabıtatü'l-Alemi'l-İslamiye olarak bilinen Rabıta.
Kitaplar basan, uluslararası düzeyde bazı çalışmaları finanse eden,
örgütleyen bir yapı. Özellikle Batılı ülkelerde cami yapımı, İslam merkezi gibi
çalışmaları desteklemesiyle bilinir. Bunun yanı sıra Suud ideolojisine uygun
düşüncelerin İslam dünyasında yaygınlaşması için neşriyat yapardı. Bugünkü
küresel çalışmalarla kıyaslandığında bol maddi imkanı olan gevşek bir
örgütlenme modeli idi. Ancak bu hareketin özellikle Ortadoğu'da yükselen İslami
hareketleri kontrol etmek, önünü kesmek için alan açılmış küresel bir hareket
olduğunda şüphe yok. Bu küresel hareketin o zamanın sert siyasal şartları
içinde Amerika'nın izni olmadan yürütülmesi, projelendirilmesinin de imkanı
yoktu.
Türkiye'de 12 Eylül sonrası yoğun biçimde Rabıta aleyhine yayın
yapıldı. Her tür İslami çalışmayı buna bağlayan, toplumsal dinamikleri okuma
özürlü bir kampanya yürütüldü. Oysa tam da bu dönemlerde Rabıta'nın küresel
işlevi çoktan tamamlanmış yeni bir dalga devreye girmişti.
Daha sofistike yöntemlerle çok daha ince toplumsal ağlara sahip
yeni dalganın merkezinin Türkiye olduğu da çoğu kimseler tarafından
atlanacaktı. Soğuk Savaş sonrasının yeni küresel ağları Orta Asya'dan Afrika'ya
uzanan coğrafyada Amerika'ya eskortluk edecek bir misyon yüklenmişti. Beyaz,
Müslüman, eğitimli insan malzemesi ve sömürgeci geçmişi olmayan küresel sisteme
alan açan yeni bir hareket.
Rabıta'nın boşalttığı küresel alanın bu yeni organizasyonla
doldurulduğunu görmemek için sadece siyasal basiret gerekmiyor, din anlayışının
da testten geçmesi gerekiyordu.
Tüm dünyada hizmet adına bunca okulun, örgütsel ağın kurulmasına
alan açanlar aynı zamanda Türkiye'de de İslami potansiyelin absorbe edilmesine
göz yumdular. Muhtemelen Amerika ile zihnen bağımlı olan elitlerin göz yumduğu
bu hareketin İslami hareketlere set çekeceği, yönlendireceği varsayılarak alan
açılmasında, desteklenmesinde beis görmeyeceklerdi.. Ancak zamanla sistemin
kılcal damarlarına girerek küresel patron adına el koymaya başladığı fark
edildiğinde çok geç olmuştu…
Dün 15 Temmuz darbe davasının ilk mahkemesinde önümüze konan
fatura Rabıta sonrası küresel güçlerin İslamcıları engellemek için açtığı alanı
doldurma planının sonucudur. Bu nedenle Batı'nın neden 15 Temmuz'a hala destek
verdiğini anlamayanlar, geçmişi de doğru okuyamayanlardır.
El Kaide türü örgütler nasıl Rabıta gölgesinde ortaya çıkmışsa 15
Temmuz darbesini besleyen altyapı da “ılımlı İslam" adına beslenen
yapılardan çıktı.
Bugün Suud'da çevrilen Marvel filmini bu açıdan okumakta yarar
var.
KAYNAK: Akif Emre (yenisafak.com, 23.05.2017).
"MÜSLÜMAN-CI"LIK VS. İSLAMCILIK
AKİF EMRE
Toplum mühendisliğinin uygulamaya konduğu günlerde/28 şubat/, ondan korunmak üzere imdada yetişen Müslüman-cılık,/ak partinin kurulması/ İslamcılık iddiasının, hatta Müslüman kimliğinin dönüştürülmüş biçimi olarak meşruiyetini ilan etmişti bile. Başta fark edilmemiş olsa da zamanla giydirilen gömleğe alışmakta zorluk çekilmediği görülecekti. Gelinen noktada, başta ne idüğü, nasıl şekil alacağı pek kestirilmeyen yeni durum/kimlik/elbise tümden olmasa bir kesimce hayli benimsenmiş görünüyordu. Geleceğin sosyal bilimcileri için hayli ilgi çekici bir alan çalışması (case study) imkanı doğmuş bulunuyordu. Ve üstüne yakıştırmakta geciktirmediği urbasıyla yeni kimliğine iliştirilecek fotoğrafı çektirilebilirdi artık. Fotoğraf filminin negatifin uçup gerçek resmin ortaya çıkması gibi, yeni negatifin nasıl bir fotoğraf sunacağı merakla bekleniyor.
Ödünç ideologların işleri mi, yoksa misyonları mı bitmişti? Çıkacak fotoğraf bunu gösterecek.
KAYNAK: Akif Emre / "Müslüman-cı"lık vs. İslamcılık (yenisafak.com.tr, 3 Mayıs 2001).
AKİF EMRE
SONER YALÇIN
Akif Emre vicdanlı bir entelektüel idi. Aslında mahallemiz aynıydı,iyi bilirdik. “Mahallesindeki” yalnızlığını sanırım anlıyorsunuz. İYİ BİLİRDİK.Evet…Akif Emre'nin evi, “Bizim Mahalle”ye sınırdı.Bir el mesafesindeydi.uzaklığımız. Makalelerini Odatv'de yayınlardık kimi zaman.Son alıntıyı 9 Şubat 2017'de yaptık.Yeni Şafak'taki köşesinde savruk FETÖ operasyonlarını eleştiriyordu:– Her şeyi müesses nizamın gerekleri açısından meşrulaştırılan uygulamaların; adalet ilkesini de, maşeri vicdanı da yaralama potansiyeli her zaman vardır. Kaldı ki kimi uygulamaların şimdiden toplumsal yaralar açtığı söylenebilir.
– Devlet aklının pratik zekası bu uygulamada da devreye girmiş, bu arada FETÖ ilişkilerinden bağımsız muhalif görülenlere yönelmiştir. Açıktan başka terör örgütlerine destek verenler bir yana, düşünsel anlamda muhalif olanlar, İslamcılar da bu tasfiyeden nasibini almaktadır.– Vicdan ve adalet duygusunu yaralayan uygulamalarda farklı bir kaç nüfuz alanı devreye giriyor:– Şahsi hesap ve kariyeri açısında rakip gördüğünü FETÖ üyesi olarak ihbar eden ahlak yoksunluğu.– Kripto tiplerin kendi konumlarını garantiye almak için yaptıkları ihbarlar. Bu şekilde hem aktif mücadele eden bir yetkili devre dışı bırakılmış oluyor, hem kendi konumunu güçlendiriyor.– Olur olmaz her ihbarı araştırmadan işlem yapan bürokratların risk almaktan kaçınan uygulamaları. ‘Suçsuzsa nasıl olsa ortaya çıkar' mantığı ile, işlem yapılan insanların toplum nezdinde düştükleri durum ve mağduriyetlerin bakiyesi sanılandan çok fazla.
– Bir sistemde ‘devlet aklı ve devlet maslahatı'nın üstünde değerler yoksa despotizme yol açar. Önce adalet, ahlak ve toplumsal sorumluluk. Siyasilerin, bürokratların yanlışlarını frenleyecek başka ne var elimizde?
KAYNAK: Soner Yalçın / Akif Emre (sozcu.com.tr, 25.05.2017).
AKİF EMRE İÇİN NE DEDİLER?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, vefat haberinin ardından merhumun eşi Dürdane Emre’yi telefonla aradı. Emre’nin vefatından derin üzüntü duyduğunu ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, merhuma Allah’tan rahmet, ailesine de başsağlığı ve sabır dilediği belirtildi.
Eyvaah! Gitti Akif!
Eyvaah! Gitti Akif! 90’lardaydı galiba. 60’lılar diye bir grup oluşturulmuştu. Yabancı değiller, hepsi arkadaşlarımız.
Akif Emre’nin zamansız vedası çalışma arkadaşlarını ve dostlarını yasa boğdu. Emre’nin 21 yıllık çalışma arkadaşı Hasan Ali Yıldırım, onun çok dürüst, ilkeli, doğru bildiğini yapmaktan geri durmayan biri olduğunu söyledi. Yıldırım “Özellikle de İslam dünyasının ihmal edilmiş, haksızlığa uğramış coğrafyalarındaki Müslümanların dertleri, çoğunlukla aile dertlerinin önüne geçerdi. Sadece Filistin, Keşmir değil, aynı zamanda Balkanlar da onun gündemindeydi. Nerede bir Müslüman varsa Akif Emre’nin zihni ve kalbi oradaydı” dedi. Yeni Şafak yazarlarından İsmail Kılıçarslan ise gazetenin internet sitesindeki açıklamasında “Myanmar Müslümanları Türkiye’nin hiç gündeminde yokken oraya dikkat çekmişti. Bosna savaşlarında nasıl büyük sorumluluk aldığını hatırlıyorum. Çok kıymetli miras bıraktı” dedi.
Dik duruşlu, abartısız Müslüman bir aydındı
Nabi Avcı (Kültür ve Turizm Bakanı)
“Çok sevdiğim bir arkadaştı. Düzgün bir adamdı. Gerçekten çok üzgünüm. Ailesine, arkadaşlarına, sevenlerine başsağlığı diliyorum. Allah gani gani rahmet eylesin.”
Muharrem Balcı (Avukat)
“Akif Emre’yi üniversite yıllarından beri tanırım. Bizden sonraki kuşaktan çok değerli bir arkadaşımız. Dik duruşlu, tavizsiz ve abartısız gerçek bir Müslüman aydın. Birçok konuda kendisinden hep yararlanırdık. Genç hukukçuların sıkıntılarında ve düşünce açmazlarında hep örnek gösterdiğim bir kardeşimdi. Akif Emre’nin boşluğunu doldurmak çok zor. Ölüm yeniden diriliştir. Böyle değerli ve yiğit Müslümanların ölümüne seviniriz. Ama çok önemli ve acı bir kayıp. Sözün bittiği yerdir.”
Neden bu kadar erken be Akif
Neden bu kadar erken be Akif. Değerli dostum, kardeşim Akif Emre’yi dün kaybettik. Haberi alır almaz içimden “neden bu kadar erken be Akif” diye mırıldandım.
Erhan Erken (Dünya Bülteni Yayın Yönetmeni)
“Çok değerli bir isimdi. Derinliği ve düzgün bir duruşu olan arkadaşımızdı. Hayatı boyunca Müslamanca bir tavrı oldu. Fikirlerinde, yorumlarında hep hakkaniyetten yana durdu. Aykırı fikirleriyle bile kimseye kırmaz, bunun için de elinden geleni yapardı. Birlikte dokuz sene çalıştık. O dokuz sene içinde çok önemli bir isim tanıdım. Allah rahmet eylesin.”
Ömer Çelik (AB Bakanı ve Baş Müzakereci)
“Aziz dostumuz, değerli fikir adamı Akif Emre’yi kaybettik. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Ailesine ve herkese başsağlığı dilerim. Akif Emre bir fikir işçisi gibi ele aldığı konularda derinlik ve ince bir duyarlılık oluşturmaya çalıştı. Güzel bir kalem gibi yaşadı. İddialı fikirlerin öfkeyle değil zarafetle ifade edilebileceğini, fikir namusunun kavgayla değil incelikle olabileceğini gösterdi Akif Emre.”
Numan Kurtulmuş (Başbakan Yardımcısı)
“Hayatı boyunca emrolunduğu gibi dosdoğru yaşadı. Davasının, fikrinin çilesini yılmadan çekti. Elif gibi dimdik durdu. Yeni Şafak yazarı Akif Emre kardeşimize Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. Allah cennette buluştursun.”
Fikri Işık (Milli Savunma Bakanı)
“Yeni Şafak ailesinin değerli yazarı Akif Emre’ye Allah’tan rahmet, sevenlerine başsağlığı ve sabırlar diliyorum. Mekanı cennet olsun.”
Mehmet Görmez (Diyanet İşleri Başkanı)
“Güzel insan, değerli mütefekkir Akif Emre kardeşimiz Rahmet-i Rahman’a kavuştu. Mahzunuz. İnnâ Lillâhi ve İnnâ İleyhi Raciûn.”
İbrahim Kalın (Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü)
“Sevgili Akif Emre ağabey Hakk’a yürüdü. Allah gani gani rahmet eylesin. Başımız sağolsun.”
İbrahim Tenekeci (İtibar Dergisi Genel Yayın Yönetmeni)
“Akif Emre ağabeyi iyi bilirdik. Allah rahmet etsin. Mekânı cennet olsun. Akif Emre ağabeyin iç dünyasını en iyi yansıtan fotoğraflardan birini, üç ay önce dergimizde kullanmıştık. Allah rahmet eylesin.”
Fatma Barbarosoğlu (Yazar)
“Akif Emre, rikkatli, dikkatli, her zaman emin olduğumuz bir mümin idi. Allah rahmetini ziyade etsin. Hepimizin başı sağolsun.”
Hasan Aycın (Çizer)
“İyi bildik muhlis ve müstakim bildik öylece sevdik Rabbim Akif Emre’ye rahmet etsin mekânı cennet, hatırası ebedi aziz olsun.”
KAYNAK: Müslüman Bir Aydındı (karar.com.tr, 24.05.2017).
İKİ VEFAT
MEHMET NURİ YARDIM
Salı günüydü. Önce İsmetullah Güler’den telefon mesajı geldi. Mesut Zeybek’in vefat ettiğini duyuruyordu. Aynı gün Kubbealtı’na uğradım. Mustafa Gündüz ikinci üzücü haberi benimle paylaştı. Âkif Emre hayatını kaybetmişti. Sabahleyin Beşiktaş’taki bürosunda emaneti sahibine teslim etmişti. Mesut Zeybek ise beyin kanaması geçirmiş; yaklaşık 40 gündür yoğun bakımdaymış.
Her ikisi de mütevazı ve münzevi idiler. Ortalıkta pek görünmüyor, kalabalıklara lüzum olmayınca karışmıyorlardı. Ama hizmetleri, çabaları, idealleri, hedefleri vardı. Amaçları, İslam’dı. İ’lâ-yı Kelimetullah’ı yaymaktı. Kur’an hakikatlerini muhtaç gönüllere aktarmaktı. Biri gazetecilikle bunu yapıyor, diğeri ise yayıncılıkla hedefini gerçekleştirmeye çalışıyordu. Kader, ikisinin vedaını aynı güne rast getirmişti. İkisi de ertesi günü Fatih Camii’nden ikindiden sonra kaldırılacaktı. Gittim. Yolda Prof. Dr. Hayati Develi ile karşılaştık. Birlikte ulu mabede doğru yürüdük. Fatih Camii avlusu her zamanki ruhaniyetli hâlini koruyordu. Büyük bir kalabalık toplanmış. Camide Yusuf Özarslan’la, Kemal Çiftçi ile ve Tarık Tufan’la karşılaştım. Selamlaştık, birbirlerimize taziyelerde bulundu, iki mümin insanı rahmetle andık. 24 Mayıs Çarşamba günü Fatih Camii avlusu, lebâleb doluydu. Aileleri, dostları, meslektaşları, sevenleri, okuyucuları, cenaze namazlarını kıldılar. Dualar edilip, helâllikler istendi. “İyi biliriz” nidaları yükseldi semaya doğru. Tabutlar yanyanaydı. O anda merak ettim. Acaba biri yazar, diğeri yayıncı olan bu iki ağabeyimiz hayatta iken tanışmışlar mıydı, bir araya gelip görüşmüşler miydi, yolları herhangi bir yerde kesişmiş miydi? Oturup sohbet etmişler miydi? Bilmiyorum. Ama mümin ruhları Kâl-u Belâdan beri tanıştı, âşinalıkları inşallah öte âlemde de devam edecek. Şimdi ikisi de sonsuzluk kervanına katılıyorlardı.
Âkif Emre hakkında gazetelerde çok güzel yazılar yazılıyor, yazılmaya devam edecek. İleride bu yazılardan oluşan bir anma kitabı bile hazırlanmalıdır. Mesut Zeybek, kültür sanat dünyasında daha az tanınıyordu. Ömrünü Bediüzzaman’ın eserlerine ve hizmetlerine adamıştı. Onunla ilk tanışmamız 1980’li yıllara dayanır. O zaman çalıştığım gazeteye gelip giden ağabeyler arasında o da vardı. Sonra o gazeteden herkes gibi o da ayrıldı. Duruşunu, hadiselere bakışını beğenmiyordu. Cağaloğlu’nda merhum Hüseyin Demirel ile birlikte bir yayınevi kurdular. Adı İttihad Yayınycılık’tı. Sanırım ismini meşhur İttihad Gazetesi’nden alıyordu. Manası çok güzeldi. İttihad-ı İslâm’ı hatırlatıyordu. Hüseyin ağabey vefat etti. Mesut Bey yalnız kaldı. Ama yayınevini kapatmadı, hastalandığı güne kadar dayandı, işyerini açık tuttu.
Arasıra Bâbıâli’deki yayıncıların yoğun olduğu Çatalçeşme Sokağı üstünde bulunan Defne Han’ın dördüncü katındaki bürosuna uğrar, ziyaret ederdim. Her zaman yoğun biçimde çalışırdı. Zaman zaman misafirleri de olurdu. Komşusu ve dostu, Marifet Yayınları’nın sahibi Ömer Ziya Belviranlı ağabeyle yakın muhabbeti vardı. Bir ara Yusuf Özarslan ağabeyimiz bürosundaki bir masada kitaplar yazdı. İsmail Yazıcı ve diğer bazı ağabeyleri orada görüyordum. Mümin ferasetine sahipti. İhanet örgütünün ard niyetini Bâbıâli’de ilk keşfedenlerdendi. Daha 2000’li yıllarda İslam’dan saptıklarını söylüyordu. Bediüzzaman Hazretleri’nin eserlerini okuyor, okutmayı seviyordu. Nur talebesiydi. Hakiki bütün talebeler gibi ehl-i iman olan bütün müslümanları seviyordu. Fatih Kıztaşı’ndaki evine yıllar önce bir sefer gittiğimi hatırlıyorum. Yollarda çok sık karşılaşır, selamlaşır, ayak üstü konuşurduk. Genelde eve doğru gittiği sırada ben de herhangi bi toplantıya yetişmeye çalışıyordum. Oğlu bir ara Beyazıt’ta okuyordu. Onu almaya gidiyordu. 26 yıldan beri İttihad Yayınevi’nde büyük bir azimle, gece gündüz çalışıyordu. Bediüzzaman’ın İşarat-ül İ’caz, Mesnevi-i Nuriye, Rumuzat-ı Semaniye, Asar-ı Bediiyye, Maidet ül Kur’an, Mufassal Tarihçe-i Hayat, Esasat-ı Nuriye gibi pek çok eserin dizgisini, tashihini, kontrolünü, baskısını ve neşriyatını üstlenmişti.
Âkif Emre ve Mesut Zeybek. İkisi de düşünen, araştıran, dinleyen ve anlatan iki mümtaz gönül insanıydı. Kültür ve neşriyat dünyasına gönül vermişlerdi. “Yiğit düştüğü yerden kalkar.” derler. İman ve İslam kalesinin nasıl çökertilmeye çalışıldığını biliyor, yine kutlu kalemleriyle Türkiye kalesinin savunuculuğunu yapıyorlardı. Mesut Zeybek, ölümün ebedî âlemin kapısı olduğunun şuurundaydı ve bu imanla Rabbine kavuştu. Âkif Emre de “Ölümler bize tükenmekte olan zamanı bir kez daha hatırlatır.” diyordu. İnsanoğlunun bu ezelî ve ebedî hakikatine teslimiyetleri ve tevekkülleri vardı ve tamdı.
Mesut Zeybek ismiyle müsemmaydı. Büyük dâveti alırken, hayata veda ederken ‘mesut bir ruh haliyle’ ve tebessümle gittiğini ve ‘zeybek’ kahramanlığıyla aramızdan ayrıldığını düşünüyorum. Âkif Emre de, Mehmed Âkif muhabbeti ve dostluğuyla “Âkif’çe Edirnekapı Şehitliği’ne adaşının yanına taşındı. Ölüme dâir şairlerimizin ölümsüz mısraları vardır.
KAYNAK: Mehmet Nuri Yardım / İki Vefat: Akif Emre ve Mesut Zeybek (milatgazetesi.com, 27.05.2017).
AKİF EMRE, DİK DURUŞLU, ABARTISIZ MÜSLÜMAN BİR AYDINDI
KARAR GAZETESİ
Türk basını ‘Akif Ağabey’ini kaybetti. Uzun yıllardır gazetecilik yapan, pek çok belgesel ve kitaba imza atan basınımızın önemli ve vicdanlı kalemlerinden 60 yaşındaki Akif Emre, dün kalp krizi sonucu vefat etti. Emre, dostlarının dediği gibi dik duruşlu, abartısız Müslüman bir aydındı.
Duayen gazeteci ve değerli fikir adamı Akif Emre, dün geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. Akif Emre’nin genel yayın yönetmenliğini yaptığı Haberiyat.com internet sitesinin sahibi ve yazı işleri müdürü Hamit Kardaş, Emre’nin Gayrettepe’deki ofisinde vefat ettiğini söyledi. Haber toplantısı için saat 10.30’da Emre’nin odasına gittiğini belirten Kardaş “Odaya girdiğimde koltuğa yığılmıştı. Ambulansa haber verdik. 40 dakika boyunca müdahale edildi. Ellerinden geleni yaptılar. Akif Bey’i kaybettik” dedi. 60 yaşında hayata gözlerini yuman Emre’nin cenazesi, bugün ikindi namazına müteakip Fatih Camii’nde kılınacak cenaze namazının ardından Kozlu Mezarlığı’nda toprağa verilecek.
Basınımızın vicdanlı kalemlerinden Akif Emre, 60 yıllık ömrüne pek çok önemli çalışma sığdırdı. Emre, 1957’de Kayseri’nin Hasancı Köyü’nde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kayseri’de tamamlayan Emre, İstanbul’da mühendislik eğitimi aldı. Yayıncılık, gazetecilik ve televizyonculuk yapan Akif Emre, tıpkı bir seyyah gibi seyahatlerde bulundu. Yeni Devir’de gazeteciliğe başladı. Sonrasında Yeni Şafak Gazetesi’nin kurucuları arasında yer aldı ve bir dönem genel yayın yönetmenliğini üstlendi.
Emre, yayıncılık da yaptı; İnsan, Küre ve Klasik yayınlarının yayın yönetmenliği görevini yürüttü. Belgesel çalışmalarına yoğunlaşarak Elveda Endülüs: Moriskolar (5 bölüm), Osmanlı Şehirleri (Saraybosna), Mostar, Üsküp, Selanik 1 ve 2, Kudüs 1 ve 2 ve Mimar Sinan (6 Bölüm) başta olmak üzere birçok belgesel hazırladı. Akif Emre’nin yayımlanan kitapları sırasıyla şöyle: Göstergeler, İzler, Küreselliğin Fay Hattı, Çizgisiz Defter. Akif Emre’nin kuruluşundan itibaren yazdığı Yeni Şafak’ta çıkan son yazısı dün yayınlandı. Emre ‘Riyad’da bir Marvel filmi’ başlıklı yazısında ABD Başkanı Donald Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretini kaleme almıştı.
KAYNAK: Müslüman Bir Aydındı (karar.com.tr, 24.05.2017).
AKİF EMRE İÇİN NE DEDİLER?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, vefat haberinin ardından merhumun eşi Dürdane Emre’yi telefonla aradı. Emre’nin vefatından derin üzüntü duyduğunu ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, merhuma Allah’tan rahmet, ailesine de başsağlığı ve sabır dilediği belirtildi.
Eyvaah! Gitti Akif!
Eyvaah! Gitti Akif! 90’lardaydı galiba. 60’lılar diye bir grup oluşturulmuştu. Yabancı değiller, hepsi arkadaşlarımız.
Akif Emre’nin zamansız vedası çalışma arkadaşlarını ve dostlarını yasa boğdu. Emre’nin 21 yıllık çalışma arkadaşı Hasan Ali Yıldırım, onun çok dürüst, ilkeli, doğru bildiğini yapmaktan geri durmayan biri olduğunu söyledi. Yıldırım “Özellikle de İslam dünyasının ihmal edilmiş, haksızlığa uğramış coğrafyalarındaki Müslümanların dertleri, çoğunlukla aile dertlerinin önüne geçerdi. Sadece Filistin, Keşmir değil, aynı zamanda Balkanlar da onun gündemindeydi. Nerede bir Müslüman varsa Akif Emre’nin zihni ve kalbi oradaydı” dedi. Yeni Şafak yazarlarından İsmail Kılıçarslan ise gazetenin internet sitesindeki açıklamasında “Myanmar Müslümanları Türkiye’nin hiç gündeminde yokken oraya dikkat çekmişti. Bosna savaşlarında nasıl büyük sorumluluk aldığını hatırlıyorum. Çok kıymetli miras bıraktı” dedi.
Dik duruşlu, abartısız Müslüman bir aydındı
Nabi Avcı (Kültür ve Turizm Bakanı)
“Çok sevdiğim bir arkadaştı. Düzgün bir adamdı. Gerçekten çok üzgünüm. Ailesine, arkadaşlarına, sevenlerine başsağlığı diliyorum. Allah gani gani rahmet eylesin.”
Muharrem Balcı (Avukat)
“Akif Emre’yi üniversite yıllarından beri tanırım. Bizden sonraki kuşaktan çok değerli bir arkadaşımız. Dik duruşlu, tavizsiz ve abartısız gerçek bir Müslüman aydın. Birçok konuda kendisinden hep yararlanırdık. Genç hukukçuların sıkıntılarında ve düşünce açmazlarında hep örnek gösterdiğim bir kardeşimdi. Akif Emre’nin boşluğunu doldurmak çok zor. Ölüm yeniden diriliştir. Böyle değerli ve yiğit Müslümanların ölümüne seviniriz. Ama çok önemli ve acı bir kayıp. Sözün bittiği yerdir.”
Neden bu kadar erken be Akif
Neden bu kadar erken be Akif. Değerli dostum, kardeşim Akif Emre’yi dün kaybettik. Haberi alır almaz içimden “neden bu kadar erken be Akif” diye mırıldandım.
Erhan Erken (Dünya Bülteni Yayın Yönetmeni)
“Çok değerli bir isimdi. Derinliği ve düzgün bir duruşu olan arkadaşımızdı. Hayatı boyunca Müslamanca bir tavrı oldu. Fikirlerinde, yorumlarında hep hakkaniyetten yana durdu. Aykırı fikirleriyle bile kimseye kırmaz, bunun için de elinden geleni yapardı. Birlikte dokuz sene çalıştık. O dokuz sene içinde çok önemli bir isim tanıdım. Allah rahmet eylesin.”
Ömer Çelik (AB Bakanı ve Baş Müzakereci)
“Aziz dostumuz, değerli fikir adamı Akif Emre’yi kaybettik. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Ailesine ve herkese başsağlığı dilerim. Akif Emre bir fikir işçisi gibi ele aldığı konularda derinlik ve ince bir duyarlılık oluşturmaya çalıştı. Güzel bir kalem gibi yaşadı. İddialı fikirlerin öfkeyle değil zarafetle ifade edilebileceğini, fikir namusunun kavgayla değil incelikle olabileceğini gösterdi Akif Emre.”
Numan Kurtulmuş (Başbakan Yardımcısı)
“Hayatı boyunca emrolunduğu gibi dosdoğru yaşadı. Davasının, fikrinin çilesini yılmadan çekti. Elif gibi dimdik durdu. Yeni Şafak yazarı Akif Emre kardeşimize Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. Allah cennette buluştursun.”
Fikri Işık (Milli Savunma Bakanı)
“Yeni Şafak ailesinin değerli yazarı Akif Emre’ye Allah’tan rahmet, sevenlerine başsağlığı ve sabırlar diliyorum. Mekanı cennet olsun.”
Mehmet Görmez (Diyanet İşleri Başkanı)
“Güzel insan, değerli mütefekkir Akif Emre kardeşimiz Rahmet-i Rahman’a kavuştu. Mahzunuz. İnnâ Lillâhi ve İnnâ İleyhi Raciûn.”
İbrahim Kalın (Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü)
“Sevgili Akif Emre ağabey Hakk’a yürüdü. Allah gani gani rahmet eylesin. Başımız sağolsun.”
İbrahim Tenekeci (İtibar Dergisi Genel Yayın Yönetmeni)
“Akif Emre ağabeyi iyi bilirdik. Allah rahmet etsin. Mekânı cennet olsun. Akif Emre ağabeyin iç dünyasını en iyi yansıtan fotoğraflardan birini, üç ay önce dergimizde kullanmıştık. Allah rahmet eylesin.”
Fatma Barbarosoğlu (Yazar)
“Akif Emre, rikkatli, dikkatli, her zaman emin olduğumuz bir mümin idi. Allah rahmetini ziyade etsin. Hepimizin başı sağolsun.”
Hasan Aycın (Çizer)
“İyi bildik muhlis ve müstakim bildik öylece sevdik Rabbim Akif Emre’ye rahmet etsin mekânı cennet, hatırası ebedi aziz olsun.”
KAYNAK: Müslüman Bir Aydındı (karar.com.tr, 24.05.2017).
26.05.2017 Cuma 02:00
YUSUF ZİYA CÖMERT
[email protected]
Akif’i
Rahmet’e yolcu ettik evvelsi gün. Bütün dostlar oradaydı. Hepimiz yaralıydık.
Birbirimizin yarasını görüyorduk.
O
günün havası hala üzerimde. Dağılsın istemiyorum.
Yaklaşık
üç ay önce, yani Akif sağken, bu köşede yazdığım yazıyı tekrar yayımlamak
istedim.
Rahmet’e,
Mağfiret’e vesile olsun.
“Geçen
gün, Akif Emre’nin yazısını okuyorum. Akif, benim kırk yıllık arkadaşım.
Kırk
yıl, burada, ‘kesretten kinaye’ değil. Gerçek. Akif’le 70’lerin sonunda
tanıştık. Kırktan aşağı, insem insem 39’a, bilemediniz 38’e inerim.
Akif,
istikamet sahibidir. Fikirleri, benim için her zaman kıymetlidir. Endişeleri,
benim de endişemdir.
Akif’in
yazısını okurken, birdenbire, ‘güncel’in içinden çıktığımı hissettim.
Hangi
yazısı? Onu da söyleyeyim. 18 Şubat’ta Yeni Şafak’ta yazdığı ‘Sahici cümleler kurabilmek’ başlıklı yazısı.
“Modern
dünyada Müslümanlar nasıl bir hayat yaşamak istiyor?”
Bu
soruyla başlıyor yazı.
Birden,
bu soruyla ‘Müslümanlar’ın arasındaki mesafenin ne kadar açıldığını düşündüm.
Hadi
‘modern dünya’ kısmını bir tarafa bırakalım. Sorunun geri kalanıyla iktifa
edelim. ‘Müslümanlar nasıl bir hayat yaşamak istiyor?’
Yani
biz, nasıl bir hayat yaşamak istiyoruz?
Bu
sorunun cevabına dair şeylere, biz eskiden ‘dava’ diyorduk.
Tam
burada, İsmet Özel’den işittiğim, “Davayı kaybettik” cümlesi geldi geçti kafamın içinden.
‘Yenildik, mağlup olduk’ demek istemiyordu İsmet Özel. ‘Dava diye bir şey vardı, onun ne olduğunu kaybettik’ anlamına söylüyordu.
Ne
kadar kaybettik?
Adamın
‘hafıza’ sorunu varmış. Hekime gitmiş.
Nedir
şikayetiniz?
Efendim,
bana bir unutkanlık arız oldu. Her şeyi unutuyorum.
“Ne
zamandan beri” diye
sormuş hekim.
Adam,
şaşkın şaşkın, gafil gafil bakmış.
“Ne
ne zamandan beri?”
Galiba
o kadar kaybettik.
Neydi
o?
Neyi
konuşuyoruz? Hangi dille konuşuyoruz?
Kimlere
kulak veriyoruz? Niye kulak veriyoruz?
Ellerimiz
temiz mi?
‘Kar
yağarken kirlenen bir şey’ mi
oldu bizim elimiz, yüzümüz?
Nasıl
bir hale düçar olduk?
Biz,
Kitab’ı niye okuyorduk? Kitab’ı... Kur’an-ı Kerim’i.
Mesela,
Necip Fazıl’ı, Sezai Karakoç’u niye okuyorduk?
Nuri
Pakdil’i, Rasim Özdenören’i, İsmet Özel’i, Cahit Zarifoğlu’nu... Mustafa
Kutlu’yu... Atasoy Müftüoğlu’nu...
Seyyid
Kutub’u, Malik Bin Nebi’yi, Hasan el-Benna’yı, Mevdudi’yi?
İmam-ı
Gazali’yi... Fıkh-ı Ekber’i... İmam Rabbani’yi... İbn Arabi’yi...
Ali
Şeriati’yi, Hamidullah’ı...
Mevlana
Celaleddin Rumi’yi, Feridüddin Attar’ı...
Şeyh
Galib’i, Fuzuli’yi...
Elmalılı
Hamdi Yazır’ı... Mehmed Akif’i...
Kasten,
çoğu kimsenin birarada anmaktan hoşlanmadığı şahsiyetlerin isimlerini,
‘silsile-i meratip’ gözetmeksizin art arda yazdım.
Biz,
bunların hepsinden, güzel bulduğunu almayı seven bir kuşak olarak yetiştik.
Buna lütfen karışmayın!
Dünyanın
filozoflarını, romancılarını, şairlerini... Marx’dan Sartre’a, Dostoyevski’den
Rilke’ye kadar, kim varsa, ilave edebilirim.
Niye
okuduk, ne olacaktı bunları okuyunca?
Şimdi,
ben, Akif Emre’nin sorusundan uzaklaşmış gibi oldum. Bağlamından çıktım. Ama
dönerim.
Biz,
bütün bunları, bütün bunlar ‘fena fil gürültü’ olsun diye mi okuduk?
Yer
ile gök arasını doldurdu, ‘ikiye katlanmış’ abuk sabuk twittler!
Sanal
çöp dağları.
Öyle
mi yazıyordu Mesnevi’de, Fi Zilal’de?
Bütün
bunların hepsi, kapa parantezi, çarpı sıfır.
Ne
olur o zaman?
Yoksa,
‘sıfır’la değil, negatif bir sayıyla mı çarpıyoruz?
Bir
‘kirlilik anaforu’ herkesi paçasından kendi süfliliğine doğru sürükleyip
duracak mı?
Akif
Emre’nin yazısı, görüyorsunuz, beni ta nerelere götürdü.
Halbuki,
Akif’in soruları, benim sorularıma nazaran daha esaslı.
“Türkiye’deki
düşünen, Müslüman olduğunun bilincinde olan toplum ve fertlerin amacı, sosyal
ve bireysel hayat standartlarının yükseldiği, teknolojik harikalar gösteren,
mesela bir Japonya olmak mıdır?”
“Müslüman
toplumların sorunu sadece hayat standardına ulaşmak değil, modern dünyaya karşı
anlamlı bir tekliflerinin olup olmayacağıdır.”
Anlamlı
bir teklif?
Evet...
Böyle sorularımız, böyle cevaplarımız vardı.
Akif
Emre’nin bizi esaslı meselelere, esaslı sorulara çağırma çabasını
selamlıyorum.”
KAYNAK:
Yusuf Ziya Cömert / Akif
Emre’nin ‘Sahici Cümleler’i (26.05.2017, Karar).
DÜRDANE EMRE,
EŞİ AKİF EMRE’Yİ ANLATTI:
ONU ARKADAŞLARI
SEKSENLERDE NEREDE BIRAKTIYSA 2017’DE DE ORADA BULDULAR
Yeni
Şafak'tan Ayşe Olgun, Akif Emre'nin vefat yıldönümünde eşi Dürdane Emre ile
röportaj yaptı.
İslami
Analiz/Haber Merkezi
Röportajın tam
metni:
Akif
Emre ile Yeni Şafak gazetesine yeni başladığım yıllar tanışmıştım. Okuyan,
düşünen herkese kıymet verirdi. Endülüs, Kudüs denilince ilk o gelirdi
aklımıza. Bosna Savaşı’nın İran Devrimi’nin Afganistan işgalinin arka perdesini
onun yaptığı röportajlarla okumuş, öğrenmiştik. Geçen yıl 23 Mayıs’ta aramızdan
ayrılan Akif Emre’yi bu defa en yakınından dinledim. Eşi Dürdane Emre ile
Üsküdar’da Akif Emre’nin de görüşmelerini orada yaptığını sonradan öğrendiğim
Mihrimah Kafe’de buluştuk. Hüzün ve gözyaşının ağırlıklı olduğu bu görüşmede
çok samimi bir Akif Emre portresi çıktı. Müslüman kimliğini sonuna kadar
savunan, kendi ideallerinden hiç vazgeçmeyen, dünya ve iç siyasetten yakından
ilgilenen ama siyaset dünyasındaki dostluklarına hep mesafeli duran Akif
Emre’yi rahmet ve sevgiyle anıyoruz.
*
Akif Emre ile nasıl tanıştınız?
Bizi
Yusuf Kaplan evlendirdi. Yusuf Kaplan benim eniştemdir. O zaman Kayseri’de
öğretmenlik yapıyordum diğer yandan da doktora öğrencisiydim. Yusuf abi bizi
tanıştırmak için Akif Emre’yi bir bayram sonrası evimize davet etmişti. İlk o
zaman gördüm Akif’i.
*
İlk sizi neyi etkiledi?
Elleri.
Onu ilk gördüğümde ellerine bakıp ‘bu ele kalem ne kadar yakışır’ diye düşündüm
o an. O zaman yazar kimliği henüz yoktu İnsan Yayınları’nda yayın editörüydü.
*
Yusuf Kaplan nasıl bahsetmişti size?
Onlar
İngiltere’de aynı evde kalmışlar iki yıl. Yusuf abinin beni en çok etkileyen
cümlesi şu olmuştu: “Evde hiç kimseyle kavga etmedi.” Bu benim için çok
önemliydi çünkü ben de sert görünürüm ama kavgadan kaçınırım. Bu yönümüzü çok
benzer buldum.
*
Evlenmeye nasıl karar verdiniz?
Birkaç
kere yüz yüze görüştük birkaç kere telefonla konuştuk üç dört ay sonra da
düğünümüz oldu zaten. O zaman daha kolaydı bu işler, şimdi zor.
*
İstanbul’da ilk nerede oturdunuz?
Haziran
sonunda ben öğretmenlikten istifa edip doktoramı da yarım bırakıp İstanbul’a
geldim. Akif’in kendi çabası ve babasının da desteğiyle Küçük Çamlıca Libadiye
tarafında aldığı küçük bir evi vardı. Oraya yerleştik ve yirmi yıl da orada
oturduk.
BULUŞMA
YERİMİZ OMEŞHUR TARİHİ ÇEŞMEYDİ
*
Birlikte İstanbul’da neler yapardınız?
Evlenmeden
önce İstanbul’a sık sık gelen biriydim ama İstanbul’a yerleştikten sonra
bilmediğim yerleri Akif’le gezerek öğrendim. Birlikte yürüyüşler yapardık,
bizim buluşma yerimiz Mihrimah Sultan Camii önündeki tarihi çeşmeydi. Akif’in
başta Cahit Zarifoğlu olmak üzere pek çok insanla buluşma adresiydi o çeşme. İş
çıkışı o vapurla karşıya geçer ben de onu orada beklerdim. İstanbul’u bir
turist gibi gezmezdik, kendimize göre yürüyüş rotalarımız vardı.
*
Akif Emre’nin İslam coğrafyasına yaptığı geziler de var. Birlikte mi
giderdiniz?
Ben
onun kurumlar vasıtasıyla ya da iş gerekçesiyle gittiği gezilere katılmazdım.
Birlikte Makedonya, İsfahan’a gittik. Bir de Hacc ve Umre ziyaretleri yaptık.
İkimiz de tek gezerdik. Ya o çocukların yanında kalırdı ben giderdim ya da ben
evde olurdum o gezilere giderdi.
*
Afgan mücahitleriyle, Aliya İzzetbegoviç’le v.s yaptığı önemli röportajlar var.
Bu tek başına yaptığı gezileri ve görüşmelerinin arka planını merak ettim.
Akif
seksenli yıllarda önce Pakistan’a gidiyor bir yıl kadar orada kalıyor sonra
Afganistan’a gidip oradaki mücahitlerle görüşmeler yapıyor. Sonra İran
devriminin arka okumasını yapan görüşmeler yapıyor. Yine Mekke ve Medine var. Böyle
aylarca süren bir gezide buradaki Müslümanlarla görüşerek, izlenimler edinerek
pek çok yazı dizisi, röportaj hazırladı. Bunların bir kısmı o dönemki
dergilerde yayınlandı bir kısmı daha sonra Yeni Şafak’ta çalıştığı dönem orada
yayınlandı.
*
Ardından İngiltere’ye mi gidiyor?
Evet.
Oradaki Müslüman Birliği onbeş günlüğüne davet ediyor. Ancak vizesini uzatıyor
iki yıl gibi bir süre kalıyor. Bir yandan sosyoloji bölümünde misafir öğrenci
olarak eğitim alırken diğer yandan oradaki bir ilkokulda çocuklara Türkçe
öğretmenlik yaparak geçimini sağlıyor. 1991 yılında Türkiye’ye dönünce de İnsan
Yayınları’nda çalışmaya başlıyor. Biz de İnsan Yayınları’nda çalıştığı dönem
tanışıp evlendik.
*
Akif Emre çok yönlü bir insan. Yayıncı, gazeteci, yazar, belgeselci… Aynı
zamanda çok farklı alanlarda da çalışıyor.
İlgi
alanları çok geniş biriydi. Mesela lisede Makine Ressamlığı bölümünde okurken
bir yandan da okulun duvar gazetesini çıkarıyor.
*
Bir de İslam Dünyası Ansiklopedi diye çok önemli bir çalışma başlatmış ancak
daha sonra rafa kaldırılmış.
Sosyal
medyada Akif Emre’nin de isminin olduğu öyle bir kitap dolaşıyor ama Akif o
kitabı getirmedi eve ne olduğunu bilmiyorum. Dosyalarını da hala saklardı,
duruyor.
*
Nasıl bir dosya?
Akif
rafa kalkmış işlerle ilgili konuşmayı pek sevmezdi ama bildiğim kadarıyla
İngiltere’ye gitmeden önce İslam coğrafyasını dolaşırken böyle bir fikir
oluşuyor kafasında dönünce de harekete geçiyorlar. Ancak proje tamamlanamıyor.
*
Akif Emre denilince aklımıza Kudüs, Endülüs gelir. Belki de ilk kez ondan
buraları dinlediğimiz için…
Akif
olan bitenin arka planına dikkat çeken yazılar kaleme alırdı belki de onun en
önemli farkı buydu. Bu yüzden onun söyledikleri hafızalarda kalıyordu.
NASR’I AĞIRLIYOR
*
İnsan Yayınları’nda batılı pek çok Müslüman yazarın kitaplarını çeviriyorlar
değil mi?
İngiltere’de
iken tanıştıkları isimler var.Onlardan çeviriler yaptırıyor. Amerika’dan,
kitaplarının çevirisiyle ilgilendiği Seyid Hüseyin Nasr’ı İstanbul’a
çağırıyorlar. Akif yayın editörüydü çeviri yapmıyordu ama çeviri yapılacak
yazarların listesini oluşturuyorlardı. Ayrıca hem kendi adıyla hem müstearla
makale ve röportajlar çevirip yayınlıyordu dergilerde o dönem.
YENİ ŞAFAK İÇİN
DESTEK
*
Bir dönem Yeni Şafak Yayın Yönetmenliği de yaptı. Yayıncılıktan gazeteciliğe mi
geçiş yaptı?
Aslında
Yeni Şafak’ta birkaç kere girip ayrıldı. İlk olarak Fatih’te kurulduğu dönem
gitti geldi ama çok kısa kaldı ayrıldı ve o sırada Kanal 7 kuruluyordu oraya
Mustafa Aksay ile birlikte haftalık dış basından, bir haftalık özet programlar
hazırladı. Daha sonra Yeni Şafak adıyla tekrar gazete yayınlanmaya başlayınca
burada Düşünce Günlüğü sayfasını yapmaya başladı. Bir yıl gibi bir süre de
yayın yönetmenliği yaptı. Akif o dönemde yurt dışında yaşayan ve tanıştığı
Müslümanlara yazdığı mektuplarla gazeteye haber desteğinde bulunmalarını
istemişti. Bunlardan bazıları hala duruyor.
*
Yusuf Kaplan’la bir dönem aynı gazetede birlikte çalışıyorlar. Bu aile
ilişkilerine nasıl yansıyordu? Evde buluştuğunuzda gazetecilik, dünya
meseleleri çok konuşulur muydu?
Akif
Emre’nin daveti üzerine Yusuf Kaplan İstanbul’a geldi ama gazetede üç dört ay
birlikte çalıştılar daha sonra Akif patron değişiminin yaşandığı o dönemde
ayrıldı bir yıl kadar da Yusuf Kaplan yayın yönetmenlik yaptı. Aile
ilişkilerimizde çok fazla böyle muhabbetler olmazdı daha çok akrabalık
ilişkileri üzerinden bir diyaloğumuz vardı.
*
Osmanlı şehirleri üzerine çok beğenilen bir belgesel dizisi vardı onu ne zaman
çekmişti?
Yeni
Şafak gazetesinden ayrıldıktan sonra Kanal 7 Dış Haberler Müdürü olarak
çalıştı. O dönemde Bosna’ya gitti. Mostar, Makedonya, Filibe, Selanik,
Bahçesaray, Halep, Kudüs şehirlerini hatırlıyorum şimdi. Aslında çok daha büyük
bir projeydi ancak kanal maddi olarak desteklemekten vazgeçince yarım kaldı.
Kanal 7 den ayrılınca Bilim Sanat Vakfı’nda önce yönetici sekreterlik yaptı.
Sonraki yıllarda da Klasik Küre Yayınları’nın yönetmeni oldu. 2006 yılında da
Dünya Bülteni’nin başına geçti.
İŞE METROBÜSLE
GİDERDİ
*
Akif Emre’yi konuşurken şunu fark ediyorum hep aslında birbirinden bağlantısı
olan ama farklı yerlerde çalışıyor.Bu kadar iş değiştirmesinde size ne
anlatıyordu. İşsiz kalır maddi sıkıntı yaşarız gibi hiç kaygı yaşıyor muydunuz?
Akif
bir işe başlarken de ayrılırken de çok fazla düşünür ona göre karar verirdi.
Fazla bir açıklama yapmazdı ‘prensiplerime uygun değildi’ derdi en fazla.
Doğrusu ben de sorgulamazdım elbet çok iyi düşünüp böyle uygun görmüş diye ona
çok güvenirdim. Maddi anlamda inişler çıkışlarımız zaman zaman oldu ama bizim
durumumuzda öyle zirvelerden altlara düşme gibi hiç olmadı çünkü vasat bir
hayatımız vardı. O da ben de hiçbir zaman çok tepelerde bir hayat istemedik,
öyle olan insanlara da heveslenmedik zaten. Çocuklar küçükken rahat etmeleri
için duruma uygun bir araba almıştık.Akif arabayla işe gidip gelmezdi.Metrobüsü
ve vapuru çok severdi. Bazen ben onu almaya giderdim birlikte ya bir konsere ya
bir filme ya da yemeğe giderdik.
*
Ben şöyle duymuştum ne kadar doğru bilmiyorum size sorayım o yüzden:
Cumhurbaşkanı gezilerinde uçağına davet ediyor ama o kabul etmiyor. Doğrumu?
Akif
bağımsız bir gazeteci olmayı hep çok önemsedi. Dünya ve Türkiye siyasetinden
ilgilenen biri olduğu halde siyasi isimlere mesafeliydi. Onun derdi doğru bildiği
yolda yürümekti. İç siyasete hep geniş perspektiften baktı. İdealinin peşinden
gitti. Gittiği yolda önünde oluşan yollardan değil kendi çizdiği yoldan gitmeyi
önemsedi öyle de yaptı. Cenazede de onu arkadaşları seksenlerde nerede
bıraktıysa 2017’de de orada buldular. Evet Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olduğu
dönemde birkaç kez arayıp davet ettiler ama istemedi. Arkadaşlarından da biri
siyasete girdiyse o dostluğunu korur ama arkadaşlığını da askıya alırdı.
Birinden kendim için bir şey isterim bir beklentiye girerim diye bu
ilişiklerinin mesafesini çok önemserdi.
Altını çize çize
okurdu
*
Evde nasıl bir kütüphane bıraktı size?
Öyle
çok büyük bir kütüphaneden bahsedemeyeceğim. Çünkü çıkan her kitabı alayım ya
da kendisine her verilen kitabı eve getireyim diyen biri hiç olmadı. Kitapları
konu ve yazarlarına göre seçerdi. Ama sanat, kültür, tarih, hatırat, düşünce
alanlarında özellikle de son yıllarda hatırat ve nehir söyleşileri üzerine
okumalar yapardı. İşe giderken vapurda metroda okuyan biriydi. Kitapların
altını çizerek okurdu ve büyük oğlum buna hep itiraz ederdi.
*
Birbirinize kitap önerir miydiniz?
Daha
çok o kitap tavsiye ederdi. Bir de okuduğu kitabı büyük bir heyacanla anlatmayı
severdi ben de buna itiraz ederdim ‘dur anlatma o kitabı ben de okuyacağım’
diye.
*
Altını en çok çizdiği kitaplar hangileri?
Bernard
Lewis’in Tarih Notları: Bir Orta Doğu Tarihçinin Notları, Halil İnalcık kitabı
ve İlber Ortaylı’nın kitabı. Ama Halil İnalcık kitabını bulamıyorum. Buüç
kitabın altı defalarca çizilmiş yanları notlarla doluydu. Okumayı ve müziği çok
severdi. Benim için de müzik çok önemlidir. Öyle ki evleneceğim kişinin müzik
zevkiyle benim müzik zevkimin birbiriyle örtüşmesini çok önemserdim. Müzik
konusunda da geniş bir yelpazesi vardı ve çok iyi anlaşırdık.
*
Konserleri takip eder miydiniz?
Evlendiğimiz
ilk yıl Atatürk Kültür Merkezi’nde Nevzat Atlığ yönetimindeki klasik Pazar
konserlerini kaçırmazdık. 15 günde bir olurdu ve biz Pazar sabahları yanımıza
kahvaltılık bir iki şey alır Çamlıca’ya çıkardık. O zaman henüz sosyal tesisler
yoktu, ayaküstü kahvaltımızı yapar konsere geçerdik. Yine CRR’den ben aylık
konser biletleri alırdım onunla Yıldız Durağı’nda buluşurduk. Oradan konsere
giderdik bazen de Bağbarbaşı Kültür Merkezi’ne giderdik.
*
Sinema, tiyatro?
Mesela
hiç unutmuyorum benim ilk oğlum dünyaya geldiğinde Malcom X filmi gelmişti
Türkiye’ye. Ben de filmi merak ediyordum ama hastaneden çıkamadım. Akif de
vizyondan kalkar diye gitmiş gelip bana söyledi ‘ben sensiz gidip izledim’ diye.
Yapacak bir şey yoktu ben de daha sonra bilgisayardan izleyebildim ancak. Yine
Çingeneler Zamanı filmini izlemiş o daha önce vizyona girince birlikte
izlemiştik. Özel gösterim filmleri de takip etmeye çalışırdık.
Çalışma
masası hiç olmadı
*
Akif Emre yazılarını size ve çocuklara okutur muydu?
İlk
başlarda okur hatta tashihlerine de yardım ederdim. İnternetin olmadığı dönemde
de çıkan yazıları bilgisayara geçirirdim ancak daha sonra dijital yayıncılık
başlayınca bu dosyalama işini bıraktım.
*
Yazılarını nasıl yazardı? Mesela bir çalışma masası var mıydı?
Akif’in
hiçbir zaman bir çalışma masası olmadı, çalışma odası da yoktu. Nereyi bulursa
orada yazardı. Zaten okuduğu kitabı şöyle üstten ortasından tutup okumaya
başladı mı kimse onu kitaptan koparamazdı. On çocuk gürültü etse duymazdı.
Yazılarını da bir dönem daktiloda ya da elde yazardı internet yaygınlaştıktan
sonra da bilgisayarda yazıp gönderirdi. Zaten yazılarını bir oturuşta yazardı.
Yazı yazmadan önce evde küçük bir tur atar kafasının içinde iyice toparlar
sonra oturunca büyük bir coşkuyla, hızla yazardı. Düşünme hızına, yazarken
yetişemediği için kafasından kağıda dökülen onlarca kelimeyi metin haline
getirirken çok fazla yazım hatası yapardı. Düzenleme konusunda bizden ve
birlikte çalıştığı Hamit Kardaş, Aynur Coşkun gibi arkadaşlarından yardım
isterdi. Yine yazdığı belgesellerin senaryolarını da öyle bir oturuşta bir
bölümü yazar kalkardı.
Farklı
arkadaş çevresi vardı cenazede tanıştılar
*
Kimlerle görüşürdü?
Her
gün telefonla görüştüğü arkadaşları vardı. Mesela Hasan Ali Yıldırım, Asım Öz
gibi. Kayseri’de Dursun Çiçek ve Aydın Karakimseli, Yusuf Yerli vardı. Yine
daha öncesinden Ayşe Şasa ile bir telefon arkadaşlıkları vardı hatta bizler de
bu görüşmelerde Ayşe hanımla zaman zaman sohbet ederdik. Yemek yerken
telefonunu başka odaya koyardı. Ama arayanlara mutlaka geri dönerdi. Birlikte
yemek buluşmaları yaptığı, ailece görüştüğümüz, okumalar yaptığı, gezilere
çıktığı arkadaşlarının çoğu birbirini cenazede tanıdı ve o günden sonra da
arkadaş oldular, hala görüşüyorlar.
*
İftar sofralarınız nasıl olurdu?
İftar
sofralarımızda genellikle misafirlerimiz olurdu. Semih Kaplanoğlu ve Leyla
İpekçi, İhsan Fazlıoğlu ve eşi mesela. Fazla tanınmayan ama ailece görüştüğümüz
pek çok samimi aile dostlarımız vardı.
Akif
Emre için Dostlukları çok önemliydi.
İş
pazarlığa dökülünce telif almak istemedi
*
Bir de konuşmak için çağrıldığı yerlerden telif almadığını biliyoruz. Bunu ne
gerekçeyle reddediyordu?
Aslında
ilk olarak televizyonlarda daimi konuklara telifler ödenmeye başlandığı zaman
bizim camiada da bunun bir düzene oturması gerektiğini söylüyordu. Fakat sonra
belediyelerde, resmi kurumlarda ekranlarda durum pazarlığa dönüşüp işin rengi
değişince o piyasadan uzak durmak adına telifleri kabul etmemeye başladı. Bazen
çantasına gizlice konulan olmuştur ya da resmi kurumsa sizin adınıza bu paranın
ödemesi yapıldı diye açıklama yapılınca da o zaman benim adıma bir yere
bağışlayın diyordu. O pazarlık ortamından çok rahatsız oluyordu, tepkisi de bu
yüzdendi.
*
Fuarlarda imza gününe de katılmıyordu değil mi?
Kitaplarını
çok az kişiye imzalamıştır. İmzalamak için fuarlara zaten gitmezdi. Bu tür
ortamları da sevmiyordu.
Sezai
Karakoç’un kitabı ilham verdi
*
Üç çocuğunuz var. Onların isimleri konusunda bir hikayeniz var mı? kim koydu
çocukların ismini?
İlk
çocuğumuzun adı Taha. Onu Akif koydu. Sezai Karakoç’un Taha’nın Kitabı şiir
kitabından ilhamla. İkinci çocuğumuzun ismini ben Benginur koydum. Üçüncü de
karar veremedik. 40 gün isimsiz kaldı, sonunda üç isim belirledik ve çocuklarla
birlikte oylama sonucu adını Selçuk koyduk.
*
Ortak bir isim mi bulamadınız?
Evet
o Tarık istiyordu ben de Ziyad istiyordum. Ama Selçuk oldu.
*
Çocuklarıyla ilişkileri nasıldı?
Çocuklar
zaten dünya meselelerinin konuşulduğu bir ortamda büyüdü. O yüzden bizim
kaygılarımız onların da kaygıları oldu. Mesela Bosna Savaşı’nı yaşları
itibariyle hatırlamasalar da onlar için oradaki mücadele çok önemlidir. Ama
onların da kendi gündemleri var tabi. Babalarına bazı konularda tenkitte de
bulunurlardı. Özellikle haber sitesinde giren haberlerle ilgili fikirlerini
paylaşırdı büyük oğlum. Kızım ise babasının güzel sanatlar yönünü almış. Akif
çok güzel karakalem çizerdi kızım da şu an Mimar sinan Güzel Sanatlar resim
bölümünde okuyor.
*
Akif Emre’nin resme olan ilgisi nereden geliyor?
Makine
Ressamlığı bölümü mezunu olduğu için teknik resim dersleri almış. Zaten aldığı
notların yanında mutlaka karakalem çalışmaları yapardı. Ama öyle oturup tablo
falan yapmadı tabi.
*
Fotoğrafçılığada özel merakı vardı? Hep yanında olur muydu makinası?
Fotoğraf
makinasını hep yanında taşırdı. Sadece Hacc ve Umre ziyaretinde yanında yoktu.
Yine en son Pazar birlikte yürüyüşe çıktığımızda Kuleli tarafına gitmiştik.
Orada fotoğraflar çekti en son da cep telefonundan o son kareyi Kuleliyi çekip
hesabından paylaştı.
*
Birlikte vakitgeçirmeyi hep sevmişsiniz anladığım kadarıyla.
Pazar
günleri Camlıca’ya yürümeyi severdi. Bazen birlikte yürürdük bazen de o yürür
gelirdi. 18 Mayıs günü de birlikte Sultanahmet’e gitmiştik. Müzeler
geceyarısına kadar açık olacaktı biz de Ayasofya ve Arkeoloji Müzesi’ni gezmek
istiyorduk ancak Ayasofya önünde çok uzun kuyruk vardı. Buradaki kuyruktan
fotoğraflar çekti yeni açtıkları Haberiyat sitesine gönderip bu bekleyişin
haberini yaptırdı. Biz de Arkeoloji Müzesini gezdik. Orayı fotoğrafladı.
*
Nereleri severdi?
Anadolu
Kavağı’na ilkbahar ve sonbaharda yemeğe gitmeyi severdi. Hidiv Kasrı’nda
kahvaltıyı severdi. Hacı Abdullah’a birlikte yemeğe giderdik ikimiz de orayı
severdik. Gülhane’yi severdi. Doğayla mekanın buluştuğu yerleri severdi. Dünya
Bülteni’nden ayrıldıktan sonra da arkadaşlarıyla bu kafede Mihrimah kafede
buluşurdu. Bu kafenin bahçesinde bir erguvan ağacı vardır onu severdi. Aslında
erguvanların olduğu her yeri severdi. Bir de Beşiktaş’ta Yahya Efendi onun
sıklıkla gittiği özel mekandışı yerdi. Hani sorsalar birine bağlımıydı diye,
Yahya Efendi Hazretlerine diyebilirdik.
Son
gün en sevdiği ceketi üzerindeydi
*
Giyimine de dikkat ederdi sanırım..
Kırmızının
bordoya dönük rengini çok severdi. Dört tane bordo kazağı vardı. Turkuaz
rengini de severdi. Kahverengiyi de sıcak bir renk olarak nitelerdi. Oson gün
üzerindeki ceketi çok severdi. Astarı falan yırtılmıştı ama yine de üzerinden
çıkarmak istemezdi. Yanlış hatırlamıyorsam 2012 ya da 2013 yılıydı Paris’e
kitap fuarına giderken ceketini evde unutmuştu ve orada bir konuşma yapacaktı.
Onu havalimanına bırakırken aceleyle yolda bulduğumuz bir mağazadan alıp
çıktığımız ceketti ama bu ceketten dolayı çok iltifat aldığı için çıkarmak
istemezdi. Yine o gün de o ceketi giymişti.
KAYNAK:
Dürdane Emre, eşi Akif Emre'yi anlattı: Onu arkadaşları seksenlerde nerede
bıraktıysa 2017’de de orada buldular (islamianaliz.com, 20 Mayıs, 2018).