Şair ve yazar, tıp profesörü. 12 Aralık 1938,
Feriköy / Beyoğlu / İstanbul doğumlu. Tam adı Hasan Hüsrev Hatemi. Şair ve
yazar Prof. Dr. Hüseyin Hatemi’nin ikiz kardeşi. Güney Azerbaycan’dan göç etmiş
bir aileye mensup. Babası Ali Asgar Hatemi, Azerbaycan’ın Dilman şehrinde
doğmuş, 1920’de ailesiyle birlikte Türkiye’ye göç etmiştir. Talat Paşa İlkokulu
(1958), İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi (1962) mezunu. Bitirdiği fakülteye
iç hastalıkları asistanı olarak girdi (1966). 1971’de doçent, 1978’de profesör
oldu. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde öğretim üyesi olarak
uzun yıllar çalıştı.
“İkbal Gazeli” isimli ilk
şiiri 1962’de İslâm dergisinde yer aldı. Diğer şiir ve denemelerini Fikir
ve Sanatta Hareket (1966-79), Türk Edebiyatı (1985-89), Cumhuriyet,
Milliyet, Zaman, Mavera, Tarih ve Toplum (1984-88), Tercüman (1989)
gibi dergi ve gazetelerde yayımladı. Tıp Tarihi Araştırmaları adlı
yıllık yayının, Prof. Dr. Nil Sarı ile birlikte editörlüğünü yaptı. İkbal
Gazeli adlı tek şiiriyle İslâm dergisinin 1963’te açtığı şiir
yarışmasında birincilik ödülünü, Yozlaşmadan Uzlaşmak kitabıyla da Türkiye
Yazarlar Birliği 1988 Deneme-Eleştiri Ödülünü kazandı. 1994’te Yılın Şairi seçildi.
Karakavak isimli bir şiir kaseti yaptı. Türk Tıp Derneği ve Türk Tarihi
Kurumu üyeliğinde bulundu.
“Şairliğinin yanı sıra seçkin
bir entelektüel, unutulmuş değerleri tozlu kitaplar arasında bulup gün ışığına
çıkaran bir edebiyat arkeologu ve bir “anılar kuyumcusu” olarak kültür
dünyamızda ayrı bir yere sahip olan Hüsrev Hatemi’nin bir özelliği de, ölçüyü
hiç bir zaman kaçırmamasıdır. Kendimizi överken kantarın topuzunu kaçırınca
‘Yok O Kadar da Değil’ adlı hayalî kitabının birinci cildini, yabancılar veya
içimizden biri bizi küçük görmeye kalkışırsa ikinci cildini hiç tereddüt
etmeden açıp doğrusunu gösterir.
“Hüsrev Hatemi bir çeşit vak ’anüvistir; şiirinde yaşadığımız sosyal
değişmeyi adım adım takip edebilirsiniz. Ve bir tapu sicil muhafızı: Sadece
eski günler ve anıların değil, bütün kültürümüzün gözlüklü ve siyah kolluklu
tapu sicil muhafızı...” (Beşir
Ayvazoğlu)
“Hatemi’nin şiirinde belki en
çok göze çarpan hayale düşkünlük, hayalle alış veriş, her yerde hayallerle
birlikte olmaktır, denilebilir. Kaybedilmiş de yalnız gölgesi, mezarı kalmış
duygularla insanlar.... yine öz tabiatı, çiçekleri, büyüsü kaybolmuş İstanbul
ona eza vermektedir. İnsanlardan kaçıp hayal ile birlikte dolaştığı baktığı her
yerde yüzünü gördüğü sevgililer.. Bu kayıp cennetin, çirkinliklerle
kıyaslandığında ona verdiği acılar, şiirlerinin çoğunda yer alan motiflerdir.” (Ahmet
Kabaklı)
ESERLERİ:
ŞİİR: Eski Kentte Bir Gece
(1968), Akşam Gümrükçüleri (1972), Şiirler (yeni şiirleriyle ilk
iki kitabında yer alan şiirleri, 1984), Lodoscu (1987), Grili Çocuk
(1988), Bütün Şiirleri (1990), Gün Akşamlıdır (1997), Karton
Kutudan Güfteler (2002).
DENEME: Yozlaşmadan Uzlaşmak
(1988), Hoşça Bak Zatına (1989), Çelebi Bizi Unutma (1990), Türkiye’den
Çizgiler (1995), Baba Ben Druid miyem (1995), Çengelköy’de Bir
Çeng (1996), Kimlik Kuyusu (1996), Eriyen Mumlar / Düz Yazılar I
(1998), Aydın Toplum ve Tarih / Düz Yazılar II (1998), Darülfünun ve
Darüşşifa / Düz Yazılar III (1998), Kopuz ile Çeşte (2004), N’etti
Bu Yunus N’etti (2004).
İNCELEME: Türk Aydını-Dünü
Bugünü (1991), Bir Bilim Dili Mücadelesi ve Tanzimat (Yeşim Işıl
ile, 1990).
DERLEME-YAYIMA HAZIRLAMA: Nasıl
Okudum (Tevfik Sağlam Paşa’dan,1981), 80 Yıllık Hatıralarım (Cemil
Topuzlu’dan, 1982).
ANI: Anıcak Ol Meclisi -
Hatıralar 1 (2001).
Ayrıca mesleğiyle ilgili eserleri
de vardır.
KAYNAKÇA: İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998)
- Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors
(2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları
Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri
Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013)., Beşir
Ayvazoğlu / Eski Günlerin ve Hatıraların Tapu Sicil Muhafızı: Hüsrev Hatemi
(Defterimde Kırk Sûret, 3. bas., 1999, s. 127-131), Behçet Necatigil /
Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve
Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), TBE Ansiklopedisi (2001), Anıcak Ol
Meclisi - Hatıralar 1 (Kitap Rehberi, Aralık 2001), Ahmet Kabaklı / Türk
Edebiyatı (c.4, 2002), M. Avni Özmansur / Kur’an’daki Asıl İslâm Bu 2 (2002).
SİSTEMLER VE
İSTEMLERİN ÂHENGİ
HÜSREV HATEMİ
Bugünlerde
daha çok yönetim sistemlerini düşünüyoruz fakat sistem, teknik ve felsefe
alanlarında da önemli bir kavramdır. Eski Yunanca; 'bir araya getirme, toplama'
kelimesinden türetilmiş olan bu kelime, Fransızca aracılığıyla dilimize
girmiştir. Birçok alanda yerleşmiş bir kelime olduğu için dilimizin
'özleştirilme' gayretleri sırasında sistem için tek bir karşılık bulmada epey
zorluk çekilmiştir.
1941
yılında maarif matbaasında basılan Türkçe Terimler Cep Kılavuzu adlı eserde
sistem için kullanma alanına göre farklı karşılıklar verilmiştir. Örneğin
fizikte; heyet, biyolojide; cümle, matematikte; usul, botanikte; sistem gibi
karşılıkların verildiğine rastgeliyoruz bu eserde. İnsan sormadan edemiyor;
sadece bir kelimeyi kullanıp rahat etmek varken neden farklı farklı kelimeler
kullanılıp da çözüm yerine bu denli karışıklığa gidilmiştir diye.
Bunun
dışında soyut düşünce alanında sistem, kavramların toplu ve gerçekliğin
sembolik olarak dışavurumu amacıyla mantıki olarak düzenlenmesi ve bir araya
getirilmesine verilen addır. Kant'a göre sistem; "Bilimlerin ve felsefenin
olmazsa olmazıdır." Hegel; "gerçeklerin toplamı" olarak kabul
eder sistemi. Sistem kavramı giderek 'her felsefe bir sistemdir' anlayışına
ulaşmış neredeyse. Hatta Kierkegaard ve Nietzsche gibi sistem karşıtı
filozofların düşüncelerine bile 'Nietzsche sistemi', 'Kierkegaard sistemi' gibi
adlar verilmiştir.
Günlük
hayatta da sistem kavramı; kapıların kapanma sistemi, Milli Savunma Sistemi,
Milli Eğitim Sistemi gibi adlarla çok farklı alanlarda da karşımıza
çıkabiliyor.
Toplumlar,
uluslar ve sistem
Toplumlar
medenileştikçe, toplumları yönetme ve onların yönetilmeleri bir sistem
görünümünü daha fazla arz etmeye başlar. Örneğin, bir aşiret şeklinde kendini
gösteren ilk Osmanlıların 100 yıl sonraki durumu, bir yönetim sistemi kurmanın
ve ona uymanın, milletlerin hayatında ne kadar önemli olduğunu gösterir
örneğin. Siyasi sistemlerde yapılmaya çalışılan güncellemeler az veya çok çalkantılara
sebep olur. Bu çalkantılar eğitimli ve yerleşmiş toplumlarda 'doğrusal/lineer'
gelişme gösterir. Toplumsal düzeyi, zamanına göre geri kalmış toplumlarda ise
sistem güncellemeleri daha ziyade kaotik bir görünüm arz eder. Kaotik
gelişmelerde doğrusal hesaplar bir sonuç vermez. Toplumun o sıradaki koşulları
ve olayların gelişmesi süresince dâhili ve harici hayırhah ve bedhahların
yapacağı etkilerin de bilinmesi gerekir. Bu dört ayrı tip etkilerden olumsuzluk
yaratmada önde gelen etki, iç veya dış bedhahların etkileridir. Olumlu etki
olarak dış hayırhahlara pek bel bağlanılamaz. En olumlu ve hayırlı etki 15
Temmuz gecesinde olduğu gibi dâhili hayırhahlardan gelir. Toplumlarının ortak
denecek bir özelliği; anarşiden de, monarşiden de, oligarşiden de, parlamenter
demokrasiden de şikâyet etmesidir. Sistemin adı değil adalet önemlidir. Adalet
ilkesine uyulması halinde monarşi idaresi bile adaletsiz bir demokrasiden daha
iyidir. Monarşilerde at oynatan oligarşik zorbalar, adlarını değiştirerek
çeşitli dernek veya sivil toplum kuruluşu görünümü altında demokrasilerde bile
at oynatabilirler. Fakat demokrasinin olmadığı yerde de bunlar daha doğrudan ve
korkusuzca baskı yapabilirler. Bu bakımdan idare sistemi üzerinde bazı yeni
güncellemeler yapılacaksa bunu bayram yahut yas saymayıp, soğukkanlı olmak
gerekir. Ben siyasetle pek ilgilenmem. Fakat benim üzerimde etki yapmış bir dış
ülke deneyimini hiç unutmuyorum. Ben ortaokul ve lise yıllarındayken
gazetelerin birinci sayfalarına akseden; 'Fransa kabine buhranları' denen
dönemi hatırlıyorum. Fransız para birimi olan Frank'ın sıfırları fazla idi.
'Fransa iyi yönetilmiyor' imajı dünyada yaygındı. Sonra baktık ki, 1950'li
yılların sonuna doğru, İkinci Dünya Savaşı'nda Almanlara karşı
'mukavemet/rezistans' kahramanı De Gaule devreye girdi. 1958 Anayasası
hazırlandı. Fransa bir istikrar dönemine girdi. De Gaulle, Frank'ın iki
sıfırını attı. Fransa'nın itibarı önce hafif sonra daha hızlı artmaya başladı.
Ardından da bütün Fransa halkına Fransızlığın önemini anlatan girişimlere
başladı. De Gaulle'den sonra da Fransa'nın itibarı 1939-1958 arasında olduğu
kadar bozulmadı. Bunları söylerken; "Çare-i halas Cumhurbaşkanlığı
Sistemi'dir" diye politik nutuk atmıyorum. Çare-i halâs adalettir.
İttihatçılar, II. Meşrutiyet dönemini getirdiler fakat söz verdikleri ilkelere
uyamadılar. Çünkü parlamento ile adalet gelmez. Parlamento adalete biraz daha
yaklaşma sağlar. Demokrasi yolunda, son 100 yılda acı ve tatlı çok deneyim
edindik, acı veya tatlı çok olaylar yaşadık. 1938'e kadar Atatürk ve 1946'ya
kadar da İnönü devirleri bizim başkanlık dönemimizdi. 1946'da bizim demokrasi
hayatımız başladı. Fakat Fransa sadece kabine krizleri yaşarken biz, 1990'lı
yıllara kadar adına devrim denen darbeler yaşadık. Bu acılar darbelerde hayır
olmadığını gösterdi sanıyorken parlamentomuz Şeyh Galib'in; "Giydikleri
âfitâb-ı Temmuz/içtikleri Şûle-i cihansûz" mısralarını hatırlatacak
şekilde havadan gelen alevleri içti. Şu halde referandumda 'evet' çıkarsa, biz
de yeniden De Gaulle usulü bir sağlık küründen geçeriz. 'Hayır' oyu çıkarsa
keyfimizi bozmaz, kür yerine demokrasi vitaminleri yutarız. İri olmasak da
olur. Bir olalım, gür olalım, hür olalım.
KAYNAK:
Sistemler ve istemlerin âhengi (Lacivert dergisi, Sayı: 33, Mart 2017).
Ölüm,sustuğudur
bir sevdiğin
Biraz
uzun
Sararması
bir güzel yüzün
Biraz
katı
Günlerin
azaltması sevilenleri
Biraz
hiç yok
Ölümümüzle
kavuşma ümidi
Biraz
uzak
Gözlerse
billurları düşüncelerin
O
çocukluktan kalan türkülerin
Eskidiği
gözlerinde derinde
Ölüm
billurlaşır Ölülerin
Hüsrev
Hatemi 1968