Romancı (D. 17 Ağustos 1864, İstanbul - Ö. 8 Mart 1944, Ankara). Osmanlı paşalarından Erzurum Mevkii Komutanı iken ölen Mirliva Mehmet Sait Paşa’nın oğlu. Dört yaşında iken annesini yitirdi. Bundan sonra çocukluğunu anneannesinin oturduğu İstanbul, Aksaray’daki Yakup Ağa Mahallesi’nde anneannesi ve teyzesi ile geçirdi. Bu evde aldığı terbiye bütün eserlerine yansıdı. İstanbul Aksaray’da Yakup Ağa Mahalle Mektebine devam etti. Mahmudiye Rüştiyesi ve resmî dairelere kâtip yetiştiren Mahrec-i Aklam’da okudu. 1878’de girdiği Mekteb-i Mülkiyedeki (Siyasal Bilgiler Fakültesi) öğrenimini hastalığı nedeniyle tamamlayamadı. Özel derslerle Fransızca öğrendi. Pek uzun sürmeyen memurluk hayatı süresince Adliye Nezareti Umur-i Cezaiye Kalemi, İkinci Ticaret Mahkemesi, Nafia Nezareti Tercüme Kaleminde (1893-1908) çalıştı. Çıraklık devresini geride bırakmış biri olarak Tercüman-ı Hakikat çevresine girdi. Onun bu gazeteyi tercih sebebi Midhat Efendi’nin edebî ve fikrî faaliyetlerine duyduğu hayranlık ve Tercüman-ı Hakikat’in, kendi değerlerimizden uzaklaşmadan batılı bir dikkatle edebî ve fikrî problemler üzerinde durmaya gayret etmesidir. Burada maaş karşılığı azı telif, çoğu Fransızcadan çeviri ve alıntı olan çeşitli konuda makaleler yayımladı. 1894 yılında Ahmed Midhat Efendi’nin gazetesinden ayrılarak Ahmed Cevdet’in çıkardığı İkdam gazetesinde (1894) yazı faaliyetini sürdürdü. Mürebbiye, Bir Muadele-i Sevda, Metres, Tesadüf, Nimetşinas adlı romanlarını tefrika etti. 1901 yılında Alafranga adlı romanı İkdam’da tefrika edilirken sansür tarafından yayımı yasaklandı. Yazar, Meşrutiyet’in ilânına kadar başka eser yayımlamadı. Şıpsevdi, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, Sevda Peşinde, Gulyabanî, Cadı adlı romanlarını Sabah gazetesinde tefrika etti (1908). Cadı romanı Şahabeddin Süleyman ile Hüseyin Rahmi arasında polemiğe neden oldu. Ben Deli miyim romanının Son Telgraf gazetesindeki tefrikası, savcılıkça ahlâkî bakımdan zararlı görülerek, yazar mahkemeye verildi, beraat etti. Boşboğaz (36 sayı, 1908, 4 sayısı Ahmet Rasim’le) ve Güllabi adlı mizah gazetelerini çıkardı. Boşboğaz nedeniyle mahkemeye verildi, beraat etti ancak dergi kapatıldı. 1912’de Heybeliada’ya taşındı, burada yaptırdığı bir köşke yerleşerek hayatını, ihtiyar yengesi Âliye Hanım, yengesinin kızı Safter ve çocukluk arkadaşı Miralay Sadık’la beraber, son otuz iki yılının büyük bölümünü Heybeliada’da eserlerini yazmakla geçirdi. Son döneminde bir ara Darülbedayi’nin edebi kurul üyeliğinde bulunduysa da kısa bir süre sonra ayrıldı. Miralay Sadık’ın ölümü üzerine Mısır’a kadar uzanan bir seyahate çıktı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında İkdam gazetesine tiyatro eserleri ve çeşitli konularda yazılar yazdı (1914-18). Sabah, Yeni Sabah, Cumhuriyet, Vakit, Milliyet gazetelerinde yazdı. Kütahya milletvekili olarak TBMM’de bulundu (1936-43). Hiç evlenmedi. Heybeliada Abbas Paşa Mezarlığında gömülüdür.
İlk hikâyesini on iki yaşında yazdığını,
adının da Gülbahar Hanım olduğunu söyler. İlk yazısı “İstanbul’da Bir
Frenk”, 1887’de Ceride-i Havadis’te basıldı. Yazı hayatının ilk
birkaç yılında çeviri çalışmaları yaptıktan sonra birbiri ardına tefrika etmeye
başladığı Şık, İffet gibi romanlarıyla üne kavuştu. Şık romanı, o
sırada Tercüman-ı Hakikat gazetesi sahibi ve başyazarı Ahmed Midhat
Efendi ile tanışmasına vesile oldu.
Ahmet Midhat Efendi’nin edebiyat
anlayışına benzer bir tutumu benimseyerek edebiyat çalışmalarında halkın sosyal
hayatına hizmette bulunmayı amaçladı. Romanlarında toplumun farklı
kesimlerinden çeşitli tiplere ve toplumsal yaşayışta gözlemlediği değişme
sorunlarına yer verdi. Gürpınar’ın romanları, döneminin İstanbul’unu, toplum
hayatı ve gelenekleriyle tanıtması bakımından tarih ve folklor açısından ayrıca
bir önem taşır. Ahmet Oktay, Gürpınar romanlarında üç önemli tema tespit eder:
Alafrangalık, toplumdışılık ve bireycilik.
Hüseyin Rahmi, roman ve hikayeleriyle 19.
yüzyıl İstanbul’unu çeşitli yönleriyle gözler önüne serdi. Çok zengin bir şahıs
kadrosu vardır. Hareket noktası halkın yaşama biçimi ve hayatını düzenleyen
değer sistemidir. Halkın sürdürdüğü hayatı iyi gözlemlediği için sayısız model
bulabildi. Halk için edebiyat yapmaya inandı: “Avam için edebiyat olmazmış!
Edebiyatta derece, tenevvu kabûl etmeyen dar bir kafa sahibine ne denir? Bu
gün Avrupa’da avam için ne kadar risaleler ve mecmualar, gazeteler, kitaplar,
romanlar çıkıyor. Piyesler yazılıyor, tiyatrolar oynanıyor. Bunların ezhân-ı
nasın tenviri husûsundaki tesirleri, hizmetleri inkâr olunur mu?” dedi.
Natüralizmin prensiplerini eserlerine uygulamaya çalıştığını ifâde etti.
Sanatkârın “tabiatı ne kadar vuzuh ve sıdk ile istinsah ederse eserine o kadar
ruh vermiş” olacağını, “icatta hiçbir muhayyilenin tabiat kadar zengin ve
renkli” olamayacağını belirtti. Toplum hayatını problem olarak ele aldı. Bâtıl
inançları ve bunların sebep olduğu çeşitli olayları, bunların gülünç yönlerini
işledi.
Cumhuriyet’in ilânından sonra yazdığı Ben
Deli miyim, Utanmaz Adam ve Deli Filozof adlı romanlarında, tabiatçı
görüşe inanmış insanların din karşısındaki tavırlarını işledi. Daha önce
yazdıklarında sosyal muhteva ön planda idi, bu sonuncularda psikolojik
karakter öne çıktı. Kadın-erkek ilişkilerini, bu konudaki dengesizliği kadın
lehine bir bakış açısıyla işledi. Ailede, sosyal müesseselerde ve sokaktaki
çirkinlikleri, kötülükleri, çözülmeleri, eleştirel bir mizahla anlatttı.
Mehmet Kaplan, Hüseyin Rahmi’nin romanlarındaki tipleri, şöyle sınıfladı: 1.
Alafrangalar ve onları istismar eden Fransız fahişeleri. 2. Bâtıl inanca göre
hareket edenler ve onları çeşitli bakımlardan istismar eden şahıslar. 3. Ahlâk
ve namusa büyük değer verenlerle, içgüdülerine göre hareket eden ve bunu hayat
felsefesi hâline getirenler.
“Şıpsevdi’nin, Bir Muadele-i Sevda’nın,
Mürebbiye’nin güzel tarafları insanın yendiği taraflardır. O zaman heccavî bir
eserden bekleyeceğimiz en yüksek şeye, hayat sıtmasına kavuşuruz. (...) Hüseyin
Rahmi, komiği bir yerde durdurmasını bildiği için güzeldir. Bunu bazan adeta
farkında olmaksızın yapar. O zaman bir Meftun Bey’in, bir Raci’nin gülmekten
daha başka bir şeye, daha yüksek bir şeye layık olduğunu anlarız. O zaman
sevmek ve acımak dediğimiz mucizeli dünyaya gireriz.” (Ahmet Hamdi Tanpınar)
“Büyük ve sabırlı bir gözlemci olan
Hüseyin Rahmi’nin vakası hep İstanbul’da geçen romanları, gerçek değerlerini
daha çok, yazıldıkları devrin sosyal yapısını bütün canlılığı, bütün
incelikleri ve tam bir objektif doğruluğu ile verebilmiş olmalarına
borçludurlar. Hüseyin Rahmi’nin romanları ve -onların bütün özelliklerini
taşıyan- hikâyeleri, Türk cemiyetinin elli yıllık yaşayışına ait çok zengin
malzeme ile dopdoludur. Bu bakımdan, bu devrin sosyal tarihi üzerinde
uğraşacaklar içinde ayrıca ve son derece mühimdirler.” (Prof. Kenan Akyüz)
“Hüseyin
Rahmi müşahedelerini, anlatma esasına bağlı edebî türler vasıtasıyla ifâde
ederken edebiyattan sosyal fayda bekleyen anlayışı benimsemiş bir sanatkâr
tavrı içindedir. Edebiyat-ı Cedide yazarlarıyla aynı yıllarda edebî faaliyet
göstermesine rağmen onlarla aynı sanat anlayışını paylaşmamıştır. Eserlerine
yazdığı önsözlerde, edebî münakaşalarında, mahkemedeki savunmasında ve
muhtelif makalelerinde edebiyat anlayışını ifâde etmiştir.” (Prof. Şerif Aktaş)
“Hüseyin Rahmi geleceğinden enikonu
işkillendiği bir toplumu betimleme çabası içindeydi. (...) Fransızlar Jules
Verne’in kehanetleriyle sık sık övünürler. Bilimkurgu yalnızca teknik gereçler,
makina dünyası, fen işleri için geçerli değildir. Bilimkurgunun toplumbilimsel
bir özelliği vardır. Hüseyin Rahmi, Jules Verne’in kehanetlerindeki doğruluk
payını aratmayacak ölçüde yarını görebilmiş yazardır. Bu bakımdan eşsizdir” (Selim İleri)
“Yazar, kahramanlarını ruh hastaları ve
toplumda sayısı az olan insanlar arasından seçmektedir. Bu, ona kanaatlerini
ifâde etme rahatlığı sağlar. Öyle ki, psikolojik romanlarının hemen hepsinin
baş kahramanı yarı akıllıdır. Bu yarı akıllılar birbirinden derece derece
ayrılırlar; bir kısmı daha ziyade deliler hududuna yaklaşır; o kadar ki, deli
veya akıllı olduklarını anlamak uzun uzadıya tetkike bağlıdır. Hayatta muvaffak
olabilmeye yarar kabiliyetleri o çarpık dimağlarında alabildiğine gelişmiştir;
meselâ ifrat derecede utanmaz, hilekâr, mütebasbıs, iki yüzlü, şarlatan
adamlardır, fakat çoğu, parlak zekâları nispetinde, bu seciyesizlik yüzünden
hayatta basit bir ideal kadar muvaffak olamadan sönüp gider.” (Fevziye Abdullah Tansel)
ESERLERİ:
ROMAN: Ayna-Şık (1989; sadece Şık
adıyla 1920), İffet (1896), Mutallâka (1898, son baskılarında
adı Evlat Hatırı, 1961), Mürebbiye (1899), Bir Muâdele-i Sevda
(1899), Metres (1899, yeni bas. 1998), Tesadüf (1900), Nimetşinas
(1901), Şıpsevdi (1911), Kuyruklu Yıldız Altında Bir
İzdivaç (1912), Sevda Peşinde (1912), Cadı (1912), Gulyabani
(1912), Hakka Sığındık (1919), Hayattan Sayfalar (1919), Toraman
(1919), Son Arzu (1922), Tebessüm-i Elem (1923, yeni bas. Acı
Gülüş adıyla, Günümüz Türkçesi: Kemal Bek, 2002), Cehennemlik
(1924), Afsuncu Baba (1924), Meyhanede Hanımlar (1925, uzun
hikâye), Ben Deli miyim? (1925), Tutuşmuş Gönüller (1926), Billur
Kalb (1926), Evlere Şenlik-Kaynanam Nasıl Kudurdu? (1927), Muhabbet
Tılsımı (1928), Mezarından Kalkan Şehit (1928), Kokotlar Mektebi
(1928), Şeytan İşi (1933), Utanmaz Adam (1934), Eşkıya İninde (1935),
Kesik Baş (1942), Gönül Bir Yeldeğirmenidir Sevda Öğütür (1943), Ölüm
Bir Kurtuluş mudur? (1945), Dirilen İskelet (1946), Dünyanın Mihveri
Kadın mı, Para mı? (1949), Deli Filozof (1964), Kaderin Cilvesi (1964),
Can Pazarı (1968), İnsanlar Maymun muydu? (1968), Ölüler
Yaşıyor mu? (1973), Namuslu Kokotlar (1973).
HİKÂYE: Kadınlar Vaizi (1920), Namusla
Açlık Meselesi (1933), Katil Buse (1933), İki Hödüğün Seyahati (1933),
Tünelden İlk Çıkış (1934), Gönül Ticareti (1939), Melek
Sanmıştım Şeytanı (1943).
OYUN: Hazan Bülbülü (1916), Kadın
Erkekleşince (1933), Tokuşan Kafalar (1973), İki Damla Yaş (1973).
ANI: Gazetecilikte Son Yazılarım I (der.:
Abdullah Gülçin Tanrınınkulu, 2001).
DİĞER ESERLERİ: Cadı Çarpıyor (1913),
Şekâvet-i Edebiye (1913), Eti Senin Kemiği Benim (1963), Sanat
ve Edebiyat (1972, der. H. A. Önelçin), Müntahabât-ı Hüseyin Rahmi (2
cilt, 1889), Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Mektupları ve Tiyatro Eleştirileri
(Haz. Abdullah - Gülçin Tanrınınkulu, 1998).
HAKKINDA: İsmail Hikmet Ertaylan / Türk
Edebiyatı Tarihi (c. 1, 1925-1926), İsmail Habib Sevük / Edebî Yeniliğimiz
(1930), Fevziye Abdullah Tansel / İslam Ansiklopedisi (c. 5), Agâh Sırrı Levend
/ Hüseyin Rahmi Gürpınar (1964), Nihat Sami Banarlı / Metinlerle Türk Edebiyatı
(1965), Fethi Naci / On Türk Romanı (1971), Nihâd Sami Banarlı / Resimli Türk
Edebiyatı Tarihi (1971), Cevdet Kudret / Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman (c.
1, 1971), Ahmet Kabaklı / Türk Edebiyatı (c. 3, 1974), Kenan Akyüz / Modern
Türk Edebiyatının Ana Çizgileri (1969), Ahmet Oktay / Cumhuriyet Dönemi
Edebiyatı 1923-1950 (1993), Ömer Lekesiz / Yeni Türk Edebiyatında Öykü 1
(1997), Semih Gümüş / Öykülerde İstanbul (2002), Şerif Aktaş / Büyük Türk
Klâsikleri (c. 10, 2004).