Bilgisayar mühendisi, bilim adamı. 1976’da
Ankara’da doğdu. İzmir’de büyüyen Kurtoğlu “Almanya’da ve Erzurum’da da yaşadı.
Ama 1994’te Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) makine mühendisliği
okumaya başlayana kadar öğrenim hayatının büyük bölümü İzmir’de geçti. Bu kadar
yol katetmesinin nedenini, babasının Hava Kuvvetleri’nde subay olması
oluşturuyor. 1999’da ODTÜ’den mezun olup kendi kanatlarıyla uçmaya başladığında
Amerika’nın yolunu tutuyor. Önce Pittsburgh’da bulunan ve teknik alanda ön
sıralarda yer alan Carnegie Mellon’a giden Kurtoğlu, burada yapay zeka ve
bilgisayar bilimleri konusunda kariyerini derinleştirmeye başlıyor. Bu iki
alanın mühendislik problemleri üzerine etkileri konusunda yaptığı çalışmalar,
Massachusetts Institute of Technology’nin yapay zeka laboratuvarından mezun
danışmanı ile hazırladığı yüksek lisans tezini ortaya çıkarıyor.
“Gelecek nesil teknolojiler ne tarz
olabilir; tasarımcıların kendilerini daha rahat ifade edeceği aletler yapabilir
miyiz gibi sorulara yanıt aradım. Şimdi düşünüyorum o zamanlardan iPad’lere
kadar gelmek enteresan” diyen Kurtoğlu, yüksek lisansın ardından üç yılını Dell
Bilgisayar’da makine mühendisliği tasarım mühendisi olarak çalışarak geçiriyor.
Burada hem tasarım hem de üretime geçiş noktasında aldığı sorumlulukların
ardından “Çok soğuk geldi” dediği Houston’dan Teksas’a geçen Kurtoğlu bu kez
Carnegie Mellon’dan danışmanı ile yapay zeka üzerinde doktorasına başlıyor.
Doktoranın ardından California’daki Silikon Vadisi’nde stajyer olarak girdiği
NASA’da uçaklar ve uzay sistemlerini akıllandıracak sistemler üzerinde
çalışmaya başlıyor. “O zamanlar gelen veriyi işleyip analiz etmek çok ilgi
çekici geliyordu. Öngörüsel analitik yapıyorduk; sistemin yanlış giden bir şeyi
tespit edip kendi kendine nasıl hareket etmesi gerektiğine karar vermesini
sağlayacak akıllı algoritmalar üzerinde çalışıyorduk. Şimdi yer gök analitik
oldu” diyor.
2010 yılında araştırmacı olarak
PARC’a geçtiğinde -Ağustos ayında yedinci yılı olacak- Kurtoğlu’nun uzmanlık
alanında Savunma İleri Araştırma Projeleri Kurumu (DARPA) için alınan bir
sistem mühendisliği ve akıllı yazılım projesi bulunuyordu. Otomasyon projeleri
ile başladıktan sonra zaman içinde teknik taraftan iş tarafına kayan Kurtoğlu,
bir süre PARC’ın dijital imalat konusundaki teknoloji portföyünü yönetiyor.
Üzerinde çalışılan teknolojilerin portföy haline getirilip bunların
ticarileştirilmesi için neler yapılması gerektiği, bunlarla ilgili pazara gidiş
stratejilerinin belirlenmesi ve gereken iş ortaklıklarının kurulması tarzı
işlerin ardından Kurtoğlu, PARC’ın dört laboratuvarından yapay zeka, sistem
mühendisliği ve mühendislik bilimlerine yardımcı olan yazılım teknolojileri
gibi alanlara odaklananın başına geçti.
Ocak ayındaki bu görevlendirmenin
ardından gelen süreç için “Şimdilik bir sıkıntı yok. Bir şikayetim yok. Umarım
böyle gider” diyen Kurtoğlu’nun kariyer çizgisi birkaç nedenle Türkiye
açısından büyük önem taşıyor. Bunlardan biri, bu tür bir pozisyon için nasıl
lider yetiştirildiği konusunda Silikon Vadisi yöntemini yansıtan canlı bir
örnek olması. İkincisi ve belki daha önemlisi, Kurtoğlu’nun savunma sanayi
projelerinin genel sanayi için bilimsel birikim tabanı üretmede nasıl kullanılabileceği
konusunda ABD standardında birikime sahip olması. Türkiye’nin bütün gücünü
savunma sanayii projelerine yansıttığı bu dönemde bu birikim, Türkiye’nin
geleceği açısından kritik bir rol oynamaya aday. Dilimlere ayrıldığında büyük
değişimlere dayanan bir gelişim çizgisine sahip olan PARC tarihi,
sürdürülebilir bir modelin nasıl olması gerektiği konusunda da fikir veriyor.
Kurtoğlu ile konuşurken verdiği
ayrıntılar, bu gelişim çizgisinin hiçbir noktasında yol haritasının tesadüflere
bırakılmadığına işaret ediyor. Kurtoğlu, “Beni bu görev için başından beri iki
şekilde yetiştirdiler. Birincisi, ilk girdiğim günden beri bana mentorluk yapan
tecrübeli ve saygın bir bilim insanı vardı. O, hem PARC’ın kültürünü hem de
içinde olduğumuz pazarı anlama konusunda çok yardımcı oldu. Belirli bir biçimde
düşünme konusunda da kendisinden dersler aldım. Bunun dışında giderek daha
fazla sorumluluk içeren roller verdiler. En son aşamaya gelip CEO’luktan bir
adım önce başkan yardımcılığı ve Lab’lardan birinin direktörüyken de, bir
sonraki noktanın ne olduğu belliydi; ona göre kişisel gelişim ve diğer şeylerin
desteğini sağladılar” diyor.
Bu hazırlıkların ardından Kurtoğlu,
PARC’ın CEO’su olarak yapılacak üç dört şeyi gerçekleştireceği pozisyona
geliyor. Bu işlerden biri, sahibi olunan teknoloji portföyünün yönetimi ve yol
haritası ile stratejisinin belirlenmesi. Kurtoğlu, bu konuda icracı yönetim
takımı ile birlikte çalışıyor. PARC’ın CEO’su aynı zamanda en önemli pazarlama
kanalı olarak görev yapıyor. Kurtoğlu vaktinin büyük çoğunluğunu dünyanın
çeşitli yerlerine seyahat edip gelecek teknolojiler, üzerinde çalıştıkları
konular, vizyoner oldukları alanlar ve dünyanın nereye gideceği konusunda
konuşmalar yapmaya ayırıyor. Türkiye’de Digital Age Zirvesi’nde konuşma
yaptıktan bir hafta sonra Japonya’da Nikkei’de konuşacağı bir programının olması,
bu maddeyi yeterince anlaşılır kılıyor.
Kurtoğlu’nun ajandasını tanımlayan
üçüncü madde, bir büyük şirket kabul edilebilecek PARC’ın gündelik operasyonu
vakit olarak büyük bir karşılığa sahip. Dördüncü ve son derece önemli bir madde
ise, insan yetiştirmek: Kurtoğlu, bunu, doğru insanları PARC’a çekebilmek, bu
insanları hem profesyonel hem kişisel olarak gelişebilecekleri alanlara
kanalize edebilmek ve motive tutabilmek olarak açıklıyor. İnsan yönetiminin en
önemli boyutu, PARC’ın girişimcilik kültürü ile yoğurulmuş Ar-Ge kültürünü
DNA’lara işleyebilmek ve canlı tutabilmek.
Kurtoğlu, kilit performans
göstergeleri (KPI) konusunda ise, “KPI sayılabilir mi bilmiyorum ama yapmamız
gereken bazı şeyler var. Xerox’tan ayrıldığımızdan beri kendi P&L’imiz (kâr
ve zarar açıklaması) var. Sonuçta her çeyrekte ve her yılın sonunda finansal
rakamlarımızı tutturmak zorundayız. Birinci KPI, elbette kârlı bir işletme
olarak hayatımıza devam edebilmek. Bunun dışında iki tane daha önemli şey var”
diyor.
Kurtoğlu, ikinci KPI’ı “Bizim
yapmaya çalıştığımız şey, bilimi, teknolojiyi ve kendi fikirlerimizi etki
yaratacak bir noktaya getirebilmek. Bu dönüşümü sağlayacak şeyleri bizim doğru
takip ve kontrol etmemiz gerekiyor. Bununla ilgili birçok KPI’ımız var.
Hattımızda yeterli sayıda projenin olması gerekiyor ki, yeterince patent
yaratalım. Bu, akademik, bilimsel ve teknik olarak saygınlığımızı sürdürmemiz
anlamına geliyor. Bunun ölçütü ise, belirli sayıda patent ve fikir üretebilmek”
sözleriyle tanımlıyor. Bunların tamamının ölçütleri var ve sürekli takip
ediliyorlar. Bu takip, enerji ve odklanmanın doğru yere yönlendirilip
yönlendirilmediğini fark etmeyi sağlıyor.
Bunların PARC’ın varlığını
sürdürmesi açısından önemi tartışma götürmüyor ancak Türkiye ile köprü
kurulduğunda DARPA ile yapılan çalışmaların yarattığı birikim daha fazla önem
taşıyor. Türkiye odaklanmasını ve enerjisini giderek artan ölçüde savunma
sanayiine yönlendirirken DARPA için geliştirilen teknolojinin diğer alanlarda
kullanılacak teknolojinin de bazını yaratması ve bir nevi kalkınma kaldıracı
oluşturması önemli bir deneyim ve birikim oluşturmuş durumda. Kurtoğlu bunun
tam merkezinde yer alan kişi olarak bu birikime en hakim kişilerden biri.
“DARPA’nın nasıl düşündüğünü bilmiyorum ama ben ‘moonshot’ dediğimiz şeyi yapmaya
çalıştıklarını düşünüyorum. Yani hedef tahtasına o kadar zor bir şeyi koyalım
ki, ulaşırsak süper olsun ama onun yüzde 60-70’ine bile gelebilsek ileri
teknoloji olarak birçok yeni yeteneğin gelişmesine önayak olmuş oluruz, diyor.
Ondan sonra o problemleri ortaya koyuyorlar” diyen Kurtoğlu, “Şu anda o önemli
problemler, imalat teknolojileri; otomasyon; drone ve otomobil gibi kendi
algısına sahip (self-aware) sistemler; ve güvenlik ile kişisel bilgilerin
gizliliği. İnanılmaz derecede para aktarılıyor buna” şeklinde konuşuyor. İmalat
teknolojileri tarafında, özellikle yazılım tarafında ürün geliştirme
teknolojileri; daha hızlı, daha ucuz, daha etkili bir şekilde mühendisliğin
yapılabileceği araştırılıyor. Drone, araba, endüstride kullanılan robotlar yaygınlaştıkça
bunların güvenliğinin nasıl sağlanacağı çok önemli bir konu olarak çalışma
masada duruyor.
Kurtoğlu “Bu konulara yatırım yapıyorlar ve sistem genelde şöyle işliyor:
Federal hükümet ortaya çıkarılmış olan teknolojilerin savunma için ya da daha doğrusu
hükümetin hedefleri ile ilgili olan haklarını elinde tutuyor. Bu,
ticarileştirmek için aktif bir rol oynuyor demek değil ama diyor ki, ‘Biz size
para verdik, siz bunları geliştirdiniz; eğer herhangi bir noktada biz bunun
hükümet için herhangi bir uygulaması olduğuna inanırsak, bizim de buna hakkımız
var’ diyor” şeklinde konuşuyor.
Aramızda bu modeli “Parayı veren,
düdüğü çalar” şeklinde yorumluyoruz. Kurtoğlu burada önemli bir nüansa dikkat
çekiyor: “Ancak hükümet ‘onun hakkı yalnızca bizim’ demiyor. PARC, bütün o
yaratılan fikri mülkiyetin tam hakkına ve istediği iş ortağıyla gidip onu
ticarileştirme hakkına sahip” diyor.
Bu yaklaşım iki sonuç yaratıyor.
Birincisi, bu esneklik olduğu için PARC, o yatırımla geliştirilmiş olan
teknolojik olanakları alıp -doğrudan savunma sanayiine yönelik olsun ya da
olmasın- istediği iş ortakları ile ticarileştirmeyi sağlıyor. Bu esnekliğin
olması, endüstriye çok büyük katkı sağlıyor. İkincisi, bir teknolojik
yeterlilik, savunma sanayii ile ilgili bir uygulama için geliştirilmiş olsa da,
teknolojinin temeline bakıldığında onu alıp çok farklı alanlarda da o
teknolojinin nasıl kullanılacağını araştırmak mümkün. Kurtoğlu, “PARC’ta bunun
sayısız örneği var. İmalat sanayii ile ilgili olarak, talaşlı imalatın
otomasyonu ile ilgili bir çalışma DARPA finansmanı ile başlamıştı. Daha sonra
biz doğru partneri bulduk, onlar yatırım yaptılar ve o iş şimdi kendi başına
şirket olacak şekilde yoluna devam edecek” diyor.
Örnekler çığ gibi büyüyor ancak
dikkat edilmesi gereken nokta, bunların oluşturulması için PARC gibi kurumlara
duyulan ihtiyaç. Kurtoğlu, “Sadece devlete bir şey geliştirip onu devlete
verdiğiniz zaman, uygulaması sınırlı kalıyor. Bizim modelimizde daha geniş etki
yaratmak mümkün oluyor. Bunun için öncelikle bir pazar gerekiyor doğal olarak
ama global pazara açılımınız varsa çok problem olacağını zannetmiyorum.
İkincisi de, geliştirilen teknolojik yeterlilikleri alıp başka uygulamaları
sistematik bir şekilde yapabilecek ve oradan değer yaratıp ticarileştirme
patikalarını bir şekilde takip edebilecek kurumlar lazım. Türkiye’de bu var mı?
Ondan çok emin değilim” diyor.
Bu alandaki rekabette öne çıkmak ya
da geride kalmak, nihayetinde Ar-Ge’ye ne kadar yatırım yapıldığına bağlı.
Radyo ve internet gibi buluşların İkinci Dünya Savaşı’nın ardından geliştiğine
dikkat çeken Kurtoğlu, “Global savaş ortamı, Ar-Ge yatırımlarını çok ciddi
etkiliyor. Bu ciddi fark yaratıyor. Bana ilginç gelen bir başka konu daha var.
Biz radyo ve Ethernet gibi çığır açmış buluşlardan bahsederken hep retrospektif
olarak bakıyoruz. O kadar büyük bir etki ortaya çıkıyor ki geriye bakıp ‘vay,
ne kadar büyükmüş’ diyoruz. Ama ben kişisel olarak şöyle düşünüyorum: Vay
dedirten teknolojiye baktığınız zaman, o teknoloji ile bir önceki teknoloji
arasındaki teknolojik gelişim bizim algıladığımız kadar çok değil aslında”
diyor.
Kurtoğlu’nun iPod örneği ile
açıkladığı konsept, çok fazla devrimsel geçiş yaşandığı konuşulan teknoloji
dünyasında gerçekte yaşananları açıklıyor. Kurtoğlu, “İnsanların cebine bin
tane şarkı koyabilmek büyük bir sıçramaydı ancak iPod’un bileşenlerine
baktığınız zaman daha önce geliştirilmiş olduklarını görürsünüz. Bazen
teknolojinin değişme miktarı aslında küçük ama o küçük parça öyle bir eşiğin
üzerine çıkarıyor ki teknolojiyi, ondan sonra yarattığı etkiye baktığımızda vay
diyoruz” şeklinde konuşuyor.
Gelecek nesiller için teknoloji
yaratırken dokuz 10 yıl sonrasına bakmak ve beklemek gerekmesi, şirketlerin üç
aylık bilanço dönemleri ile karşılaştırıldığında pek anlaşılır gelmiyor. Bu, Kurtoğlu’nun
deneyiminin değerini artırıyor. Kurtoğlu, bu deneyimini Türkiye’den uzak tutmama
konusunda çok istekli.
Kurtoğlu, “Ben Türkiye’nin insan
kaynağı olarak çok ciddi bir potansiyeli olduğuna inanıyorum. Bunu Türkiye
içindeki ve dışındaki arkadaşlık ve iş ağlarımda görüyorum. Global arenada
rekabet edecek insan yeteneğine kesinlikle sahibiz. Benim gördüğüm birkaç
problem var. Biri, yetenek nasıl işlenecek? Bunun iki yönü var: Kişisel olarak
insanların bilgiye sürekli aç olup kendi kendilerine yatırım yapmayı ön plana
çıkarıp bununla ilgili işler yapmaları gerekiyor. Bu konuda belirli
tembellikleri olan bir kültürümüz var. İkincisi de sistem, sistem, sistem”
diyor.
Bu sistem, sürdürülebilirliğin de
güvencesi. Kurtoğlu’nun yedi yıllık deneyimi, birçok meydan okuma, birçok yeni
sorumluluk, altından kalkıp kalkamayacağını bilmediği fırsat verilmesine
dayanıyor. Kurtoğlu, “Bu, yeni bir öğrenimle geliyor. Kendinizi zorluyorsunuz;
birşeyler yapmaya çalışıyorsunuz; o sistemi, o kültürü yaratabilmek önemli ve
burada ciddi eksiklikler var” diyor.
Bunların aşılabilmesi için, nerede
olmak istendiği ve nerede global bir oyuncu durumuna gelmek gerektiği
konularında net politika yanıtlarının verilmesi de gerekiyor. İnovasyon ve
Ar-Ge’ye sadece maliyet olarak bakmamak başka noktalara ulaşmayı sağlıyor.
Kurtoğlu, “Ben hiçbir sektörde, sektörünün lideri olmaya çalışan bir şirketin
inovasyon ve Ar-Ge’ye yatırım yapmadan var olabileceğine inanmıyorum.
Teknolojinin gelişme hızı düşünüldüğünde, bunun aksini düşünmediğinin çok naif
olduğu kanaatindeyim. Bu, en nihayetinde kurumsal olarak ve devlet olarak neyi
kendimize hedef aldığımız sorusuna geliyor. Bu konuda gideceğimiz çok yol
olduğunu düşünüyorum” diyor.
Kurtoğlu sadece bunları söylemekle
kalmıyor; bu yolculukta Türkiye’nin faydalanması için bir pusula netliğinde yön
gösteren bir Türk CEO olarak yanımızda duruyor. Üstelik Silikon Vadisi’nin
kendisini kanıtlamış modeli içinde kendisini kanıtlamış bir isim olarak.
Güvenlikte yazılımın rolünün ve
otomobillerde çok konuşulan otonominin artması, Kurtoğlu’nun deyimiyle “güzel
ama güvenlik tarafında sıkıntı yaratacak gelişmeler”. PARC’ın yapmaya çalıştığı
farklı uygulamalarda kullanılan sistemleri güvenli hale getirmeye odaklanıyor.
İnsansız uzay ve hava araçlarının hacklenmesini engelleyecek çözümler kadar
imalat sektörü de PARC’ın ilgi alanında. Fabrika ortamlarında otomasyon ile
birlikte robotiğin ağırlığının artması, teknolojilerin değişmesine paralel
olarak yazılımın daha önemli bir etkene dönüşmesi ve imalat süreçlerinin de bir
şekilde hack edilmesi ile daha büyük zararların oluşmasının mümkün olması,
fiziksel sistemlerin daha güvenlikli hale getirilmesinde siber-fiziksel boyutun
önemini artırıyor. Bu, veri merkezinde güvenlik görevlilerinin duracağı yerleri
belirlemeye oranla çok ileri bir boyut.
KAYNAK: Silikon Vadisinde bir Türk
CEO (fortuneturkey.com, 223.06.2017).