Sultan II. Mahmud

Osmanlı Padişahı, Hattat

Doğum
20 Temmuz, 1785
Ölüm
01 Temmuz, 1839
Burç

Otuzuncu Osmanlı padişahı, müzisyen, şair, hattat (D. 20 Temmuz 1785, İstanbul - Ö. 1 Temmuz 1839, İstanbul). IV. Mustafa’nın oğlu, Abdülmecid’in babasıdır. Annesi Nakşıdil Sultan’dır. Öğrenimiyle dedesi III. Sultan Selim padişahlığı sırasında bizzat meşgul olmuştu. Sarayda onun dışında Osmanlı ailesinden hiç erkek bulunmaması nedeniyle, tahta çıkmadan bir yıl kadar önce Sultan IV. Mustafa’nın veliaht-şehzadesi oldu. Kabakçı Mustafa İsyanı sonunda tahttan indirilen III. Selim’i tekrar padişah yapmak için gelen Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa, asilerle birlikte hareket eden Sultan IV. Mustafa’yı tahttan indirdi. Saraya girdiğinde III. Selim’in öldürüldüğünü öğrendi ve katillerin elinden canını zor kurtaran II. Mahmud’u tahta çıkardı (28 Temmuz 1808).

Sultan II. Mahmud tahta geçtiği zaman Osmanlılar, Ruslarla savaş halindeydi. İngiltere ile 1809’da yapılan antlaşma sonucu Ruslarla savaşa devam kararı alındı. Rusların Fransa ile olan sorunları, Osmanlı Devleti ordularının yıllarca süren savaştan yorgun düşmesi yüzünden iki devlet de barış imzalamaya mecbur kaldılar.  1813 yılındaki Gülistan Antlaşması ile Kuzey Azerbaycan ve Kafkaslarda Ruslara büyük ölçüde toprak kaptıran İran’daki Kaçar Hanedanı, bu toprak kayıplarını Osmanlılardan toprak alarak telafi etmek istediği için, Avrupalıların da kışkırtmalarıyla Bağdat ve Şehrizor bölgelerine saldırılar düzenledi. Sınır olayları ve saldırıların yoğunlaşması üzerine II. Mahmud, İran’a savaş ilan etti (1820). İran Ordusu’nun ağır kayıplar vermesi üzerine Kaçar hükümdarı Feth Ali Şah barış istedi ve Erzurum Antlaşması yapıldı.  

 Çok uluslu bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğunda, Yunanlılar da Fransız ihtilalinin (1789) etkisi altında kalmışlardı. Rusya ile Avrupa devletlerinin kışkırtmaları ve Tepedelenli Ali Paşa’nın Osmanlıya karşı isyan etmesini fırsat bilen Yunanlılar ayaklandılar. Ayaklanma ile ilgisi olduğu düşünülen Fener patriği V. Grigorios, 22 Nisan 1821’de Sadrazam Benderli Ali Paşa tarafından idam ettirildi. Eflak’ta başlayan bu ayaklanma kısa bir sürede bastırıldı. İkinci isyan Mora’da çıktı. Mora’nın Navarin Limanı’na baskın yapan İngiltere – Fransa - Rusya birleşik donanması, burada demirlemiş olan Osmanlı donanmasını, top ateşine tutarak yok etti. (20 Ekim 1827). Sultan II. Mahmud’un Navarin’de Osmanlı donanmasının yakılması ile sonuçlanan olaylardan dolayı savaş tazminatı istemesi üzerine, Rusya ile Osmanlı Devleti arasında yeni bir savaş çıktı (1828). Osmanlılar Ruslar karşısında yenildiler. II. Mahmud zorunlu kalarak 1829’da Ruslar'la Edirne Antlaşması’nı yaptı. Bir yıl sonra Fransızlar da Cezayir'i işgal etti. Tarihi bir fırsat yakaladığına inanan Mısır valisi Mehmed Ali Paşa, saldırıya geçti ve Osmanlı ordularını yenerek Kü­tahya'ya kadar geldi. İkinci Mahmud, kendi valisine karşı ezeli düşmanı Rusya’dan yardım istedi. Rus kuvvetlerinin İstanbul boğazına yerleşmesi üzerine İngiliz ve Fransız elçileri, Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa'yı barışa zor­ladılar.

Sultan II. Mahmud, hükümdarlığı döneminde Yeniçeri Ocağını kaldırmış, Asakir-i Mansure-i Muhammediye adında bir askeri teşkilat kurmuştu. Kuruluşu henüz tamamlayamamış olan bu ordu, Rus kuvvetleri karşısında önemli bir varlık gösteremedi. Ruslar doğuda Anapa ve Poti limanları ile Ahıska ve Ahılkelek’i aldılar. II. Mahmud, 1833’te kabul ettiği Hünkâr İskelesi antlaşmasıyla Rus ticaret gemilerine boğazlarda geçiş hakkı tanındı. Osmanlı Devleti Rusya’ya savaş tazminatı ödemeyi kabul etti.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Mora İsyanı sırasında Mora ve Girit valiliklerinin kendisine verilmesi koşuluyla Sultan II. Mahmud’a yardım etmişti. Mora isyanını bastıran Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı-Rus savaşlarında Osmanlı Devleti’nin yardım istemesine karşın kuvvet göndermedi. Mora valiliği yerine Suriye valiliğini isteyen Kavalalı, bu isteğinin reddedilmesi üzerine de önce oğlu İbrahim Paşa’yı, borçlarını ödemeyen Akka Valisi Abdullah Paşa’nın üzerine gönderdi. İbrahim Paşa, isyan sırasında Akka, Şam, Hama ve Suriye’yi alarak Toroslar’ı aştı. İbrahim Paşa’nın kuvvetleri Adana ve Konya’da Osmanlı kuvvetlerini yenilgiye uğrattı.

 Anlaşılacağı gibi, II. Mahmud, yirmi üç yaşında tahta çıktığında kendisini daha önce başlamış olan gelişmelerin ve iç çatışmaların içinde buldu. Ancak, Avrupa’daki yenileşme hareketlerini benimsemiş olduğunda o doğrultuda yol almaya çaba gösterdi. Adalet işlerine gereken önemi verdi, yeni kanun ve tüzükler hazırlattı ve bu sebeple kendisine “Adlî” sanı verildi. Osmanlı Devleti’nde ıslahat (modernleşme) hareketleri esas itibariyle XVIII. yüzyılın ikinci yarısında başlamıştı. Öte yandan imparatorluk uzun zamandan beri sürekli olarak toprak kaybediyordu. Yani devletin içinde bulunduğu sorun, imparatorluğun askeri yönden güçsüzlüğüne en kısa zamanda bir çözüm bulunmasını gerektiriyordu. Kuşkusuz askeri sorunların temelde ekonomik, mali, toplumsal, siyasal sorunlara bağlı olduğu bir gerçekti.

Yöneticiler açısından tek olmasa da, acil sorun, imparatorluğun askeri yönden güçlendirilmesi sorunu olduğundan, modernleşme hareketi öncelikle askeri alanda, yani orduda başladı. O zamana kadar Osmanlı Devleti’nin merkez ordusu niteliğine sahip olan, ancak uzun zamandan beri, sadece katıldığı savaşlarda sürekli ve üst üste yenilmekle kalmayıp, ama devlet içinde devlet durumuna da gelen Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması gerekiyordu. Yeniçeri Ocağı, uzun zamandır askeri eğitim ve disiplin dışında kalmıştı. Ancak onun ortadan kaldırılması, hem askeri hem de siyasi açıdan zor ve tehlikeli bir girişimdi. Her ne kadar zayıflamışsa da, elde mevcut ve artık ıslahının mümkün olmadığı anlaşılıp kabul edilen bu tek askeri merkezi gücün tasfiyesi için, yeni bir askeri güce de ihtiyaç vardı. Bu nedenle, daha III. Selim zamanında “Nizam-ı Cedid” kurulmuştu.

Askeri ve yönetsel alanda ıslahatlar yapmaya çalışan Sultan II. Mahmud, Sekban-ı Cedid adı verilen yeni bir askeri teşkilat kurdu (14 Ekim 1808). Ancak yeniçeriler kendilerine tehlike olabilecek alternatif bir askeri kuvvet istemiyorlardı. Ayaklanarak Sekban-ı Cedid’in kaldırılmasını sağladılar. Bundan sonra Eşkinci adı verilen yeni bir askeri teşkilat kuran Sultan II. Mahmud’a karşı yeni bir yeniçeri ayaklanması oldu. Sultan II. Mahmud, artık Osmanlı Devleti için kanayan bir yara durumuna gelen yeniçeri ocaklarını Vaka-i Hayriye adı verilen olayla ortadan kaldırdı (15 Haziran 1826). Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra, onun yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye adı verilen yeni bir askeri kurum oluşturuldu.

Yapılan yeniliklerin merkezden uzakta bulunan valiler ve yöneticiler tarafından da benimsenmesi gerektiğine inanan Alemdar Mustafa Paşa, Sultan II. Mahmud döneminde âyânlarla (yerel egemenler) Sened-i İttifak’ı imzaladı. Buna göre âyânlar merkeze sadık kalacak ve yenilik hareketlerini destekleyecek, padişahlar da onların elde etmiş oldukları hakları tanıyacaktı. Sened-i İttifak ile âyânlar, padişahın mutlak otoritesine karşı siyasi bir meşruiyet kazanmış oluyorlardı. Padişah otoritesinin başka herhangi bir güçle ortaklık kabul etmesi mümkün değildi ve Osmanlı yönetsel yapısının hem ruhuna hem de doğasına aykırıydı. Bu nedenle zaten ölü doğan Sened-i İttifak çok uzun ömürlü olmadı. Kısa bir süre sonra Sultan II. Mahmud, yönetimi tamamen eline alarak âyânları bir ortadan kaldırarak merkezi otoriteyi güçlendirmeye çalıştı.

Osmanlının çöküşünü farkeden II. Mahmud, hayatı boyunca imparatorluğu Batı düzenine uydurmaya çalıştı. Böylece, olumsuz gidişi durduracağını düşünüyordu. Bunun için çıkarttığı kıyafet kanunuyla (3 Mart 1829) devlet memurlarının kavuk, sarık, şalvar ve çarık giymelerini yasakladı. Bunların yerine fes, pantolon, ceket giyilecekti. Saray yaşayışını değiştirerek Avrupalı hükümdarlar gibi davrandı. Setre pantolon giydi, sakalını kısa kestirdi, resmini devlet kurumlarına astırdı. Bu değişikliklerin gerekliliğini anlayamayanlar, II. Mahmud’u “gâvur padişah” diye damgaladı. Batılı kurumların çalışmalarından esinlenerek yalnız erkekleri dikkate alan nüfus sayımı yaptırttı (1831). Böylece yeni kurduğu ordunun devamını sağlayacak insan ve servet durumunu öğrendi.  

Yine II. Mahmud döneminde Avrupa’nın önemli kentlerinde daimi elçilikler kuruldu. İlk resmi gazete olan “Takvim-i Vekayi”nin çıkmasını sağladı (1 Kasım 1831). Medreselerin yanında Batılı tarzda okullar açıldı ve Avrupa’ya öğrenciler gönderildi. Hükümet görevi yapan “Divan” kurumu kaldırdı, onun yerine Kabine “bakanlar kurulu” kuruldu. 30 Mart 1838’de Sadrazamlık makamına “Başvekâlet”, Sadrazama “Başvekil” denildi. Ölen ya da azledilen devlet memurlarının mallarına el konması anlamına gelen “Müsadere” usulünü son verildi. Ayrıca devlete ıslahat hareketlerinde yardımcı olan “Darü’ş Şuray-ı Bab-ı Ali”, ayrıca askeri ve sivil görevlilerin yargılanması ve hükümetle halk arasında davaların görüşülmesi için “Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye” kuruldu. Bir fermanla ilköğrenimin zorunlu ve parasız olması kararı alındı. Rüştiyeler (ortaokul) ve devlet memurlarının yetişmesi için “Mekteb-i Maarif-i Adliye” kuruldu, “Tıbbiye” ve “Harbiye” okulları açıldı. Posta teşkilatının kurulması ve karantina uygulaması sağlandı. Ülke içinde seyahat yapacak yurttaşlar “mürur teskeresi” (geçiş belgesi), ülke dışına çıkacak yurttaşlar da pasaport alacaklardı.

Sultan II. Mahmud, yakalandığı verem hastalığından kurtulamayarak, Nizip’te Osmanlı ordusunun Mısır ordusuna yenildiği haberi gelmeden, 1 Temmuz 1839 günü dinlenmek için gittiği kardeşi Esma Sultan’ın Çamlıca’daki köşkünde öldü. Büyük bir cenaze töreni ile halkın gözyaşları arasında Divanyolu’nda Çemberlitaş’a yakın mevkide kendisi için oğlu Abdülmecid tarafından mimar kardeşler Ohannes Dadyan ve Boğos Dadyan’a yaptırılan II. Mahmud Türbesi’nde toprağa verildi.

Osmanlı tarihinde III. Selim’le birlikte adı reformcu padişahların ön sıralarında geçen Sultan II. Mahmud, tarihçiler tarafından hem sert karakterli, acımasız bir padişah, hem sanatçı yönü güçlü, hem Mevlevi, hem içkiye aşırı düşkün bir hükümdar olarak nitelendirilmiştir. Bu bilgilere göre değerli bir besteci olarak Türk müzik literatürüne geçmiş, saltanatı döneminde Türk sanat musikisinde çok büyük besteciler yetişmiş;.kendisi de yirmi beş kadar eser bestelemiştir. Bu eserlerden biri, kendinin kurduğu Asâkir-i Mansure-i Muhammediye ordusu için bestelediği acemaşiran makamındaki marştır. Böylece müzik tarihimizde marş besteleyen ilk müzisyen olarak geçtiği de kabul edilmektedir. Ayrıca Batı müziği ile yakından ilgilendi ve bu müziğin Türkiye’ye girmesini sağladığı da belirtilmiştir. Adlî mahlasıyla şiirler de yazan bu sanatçı padişah hattat olarak da ünlüdür. Özellikle Celî tarzı yazıda büyük başarı elde etmişti.

Kimi tarihçiler onu Kanunî’den sonra en büyük padişah olarak değerlendirirlerken, kimileri de Batılılaşma girişimlerinin şekilde kalmış olması nedeniyle eleştirmektedirler.

HAKKINDA: İbrahim Alâeddin Gövsa / Türk Meşhurları (1946), Mithat Sertoğlu / Mufassal Osmanlı Tarihi (6 cilt, 1963), Cemil Koçak / Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi (c. 5, 1985), İsmail Hakkı Uzunçarşılı / Osmanlı Tarihi (4 cilt, 1998),

Güler Eren / Osmanlı Ansiklopedisi (c. 12, 1999), TDV İslam Ansiklopedisi (c. 27, s. 352, 2003).

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör