Anadolu Selçuklu sultanı (D. 1190 - Ö. 31 Mayıs 1237, Kayseri). Alâeddin Keykubad adında üç ayrı Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı vardır. Bu sultanlardan, I. Gıyâseddin Keyhusrev’in oğlu I. Alâeddin Keykubat, çok iyi bir eğitim görerek yetişti. Türk-İslâm geleneğine göre Emir Seyfeddin, Ayaba ve Emir Bedreddin Gevhertaş kendisine Atabeg (Atabeg ya da Atabey: Selçuklu Devleti’nde şehzadeleri eğitip yetiştiren yüksek rütbeli memur) olarak atandı. Anadili olan Türkçenin yanında, Farsça, Rumca ve Arapça öğrendi. Ayrıca İslâmi bilgileri ve astronomiyi öğrendi. 1205’te Tokat meliki (valisi) olarak atanarak devlet yönetimini öğrendi ve bu alanda deneyim edindi. Babasının ölümü üzerine Sultanlığa önce ağabeyi I. İzzeddin Keykavus seçilmişti. Keykubad, bu tercihi kabullenmeyip tahta geçmek isteyen Erzurum meliki Tuğrul Şah ile anlaşarak Kayseri’deki ağabeyinin üzerine yürüdü. Fakat taraftarları ağabeyi ile birleşince, Ankara Kalesi’ne sığındı. Keykavus, Ankara Kalesi’ni kuşatarak Keykubad’ı esir alarak, Malatya’daki Minşar Kalesine hapsetti.
Alâeddin Keykubad, Keykavus’un 1220 yılında ölümü üzerine, kendisinden önceki üç Selçuklu sultanı gibi, Beylerbeyi Seyfeddîn Ayaba, Emîr-i Âhûr Zeyneddîn Beşâra, Emîr-i Meclis Mübârizeddîn Behramşâh ve Bahâeddîn Kutluğca gibi devlet adamları ve büyük komutanların tercihi ile tahta çıkarıldı.
Hükümdarlığı döneminde Keykavus’un genişleme ve büyük devlet durumuna gelme siyasetine devam etti. Anadolu Selçuklu Devleti en parlak dönemini onun döneminde yaşadı: Önce, Ermenilerle Doğu Latinler arasındaki çatışmadan yararlanarak Ermenilerin elindeki Kalonoros Kalesi’ni aldı. Yeniden inşa edilen ve sağlam surlarla çevrilen bu şehre Sultan’ın adına izafeten Alâiye (Alanya) adı verildi. Alaeddin Keykubad bu kentte bir tersane ve tophane kurdurarak kentin kalesini (Alanya Kalesi) yeniden yaptırdı. Tüccarların karada Ermenilerin, denizde Avrupalı korsanların saldırılarına uğraması üzerine İçel’den Antalya’ya kadar bütün kıyı şeridini topraklarına kattı.
Bu sırada, Artuklulardan Diyarbekir hükümdarı olan Mesud’un Keykubad adına okunan hutbeyi kaldırması üzerine buraya Mubarezeddin Çavlı komutasında bir ordu gönderdi. Bu ordu, Mesud’un ordusunu yenerek, Çemişgezek gibi kimi kaleleri ele geçirdi. Ayrıca, Eyyubi hükümdarı Melik Eşref’in yardımcı olarak gönderdiği kuvvetleri de bozguna uğrattı. Bundan sonra, Eyyubîlerle iyi geçinmek isteyen Alaeddin Keykubad, tutsak ettiği Eyyubî komutanlarını salıverdi ve Melik Mesud’u da kimi hediyeler karşılığında yerinde bıraktı.
Sultan Alâeddin, Trabzon Rum İmparatorluğu’nun gücünü kırmak için Sinop’ta bir donanma yaptırdı. Bu arada Selçuklu tüccarlarının şikâyetleri üzerine Kastamonu Emiri olan Hüsameddin Çoban’ı Karadeniz donanmasıyla Kırım Seferi’ne memur etti. Emir Çoban, önemli bir ticaret kenti olan Sudak’ı aldı. Kente bir cami yaptırdı ve askerlerini barındıracağı bir garnizon kurdu. Böylece Ruslar, Sudak’ın Selçuklu hakimiyeti altına girmesini tanımak zorunda kaldılar.
Alâeddin Keykubad, güneyden gelen ticaret yollarını tehdit eden küçük Ermenistan krallığını cezalandırmak üzere Mübarezeddin Çavlı ve Mübarezeddin Ertokuş komutasında bir ordu göndererek, İçel’i devletin toprakları içine kattı. Böylece İçel’den Antalya’ya kadar bütün kıyı şeridi Anadolu Selçuklu ülkesine katılmış oldu. Moğolların Anadolu’ya girmesi tehlikesi karşısında da 1226’da Eyyubilerle ilişkilerini geliştirdi. 1226-28 tarihleri arasında Mengüçlü Beyliği’nin başına geçen Davud Şah b. Behramşah’ın Anadolu Selçukluları aleyhine Tuğrul Şah, Harzemşah Celaleddin Mengüberti ve İsmaili reisi Alaeddin’le işbirliği yaptığını duyan Alâeddin Keykubad, bunlara karşı harekete geçerek Erzincan, Kemah ve Şebinkarahisar’ı devletine kattı. Bu sırada son Harzemşah Sultanı Celaleddin Mengüberti Ahlat’a saldırdı. Trabzon İmparatorluğu’yla ittifak kuran Celaleddin’i 1230’daki Yassı Çemen Savaşı’nda ağır yenilgiye uğrattı ve ardından Erzurum’u kolayca ele geçirdi.
Alâeddin Keykubat, saltanatının en büyük hatasını Celalettin Harzemşah'la savaşmak suretiyle yaptı. Türk ve Müslüman devletler arasında meydana gelen bu savaşlar, Anadolu’ya doğru harekete geçen Moğolların işini kolaylaştırmaktan öte bir işe yaramadı. Özellikle Hazremşahlar’ın gücünün kırılması, Moğollar önünde durabilecek önemli bir kuvvetin ortadan kalkmasına yolaçtı.
Nitekim, Gergoman Noyan komutasındaki Moğollar, Sivas’a kadar gelerek, buraları yakıp yıktılar. Selçuklu kuvvetleri, Moğolları Erzurum’a kadar izlediyse de yetişemedi. Bu Moğol akınının, Gürcü kraliçesi Rosudan’ın kışkırtmasıyla meydana geldiğinin anlaşılması üzerine, Gürcistan’a bir sefer düzenlendi. Gürcülerle yapılan savaşlarda, Gürcü kuvvetleri bozguna uğratıldı ve yapılan anlaşmayla Gürcistan’da bazı kaleler, Anadolu Selçuklu Devleti’ne bırakıldı. Moğol tehlikesini gören Alâeddin Keykubad, doğu sınırlarını sağlamlaştırdı. Bu sağlamlaştırma sırasında Ahlat fethedildi. Ancak bu fetih, Eyyubîlerle arasının bozulmasına yolaçtı. Eyyubîlerin gönderdikleri orduyu, Toroslar’ın güneyinde yenerek, Harput ve Urfa’yı da ele geçirdi. Alâeddin Keykubad, ölümünden önce kendisine gelen Moğol elçilerini ustaca idare ederek, Anadolu’yu Moğol istilasından korudu.
Alaeddin Keykubad,
büyük bir siyasetçi ve asker olduğu kadar da bir bilim adamıydı. Sarayında bilginleri
toplar ve onları korurdu. Necmeddîn Dâye, Ahmed b. Mahmudi Tûsî el-Kâniî, Ahi
Evren gibi dönemin pek çok önemli siması onun saltanatının ve kişiliğinin
özellikleri nedeniyle yaşamak için Anadolu’yu seçmişlerdi. Yine Bahaeddin Veled
ile onun döneminde ve çevresinde yetişen oğlu Mevlânâ Celaleddin-i Rumi, yine
onun döneminde yetişen Sadreddin Konevî Anadolu kültür hayatında büyük öneme
kavuşmuşlardır. Tarihe yakın ilgi duyduğu, Nizâmülmülk’ün “Siyasetnâme”sini, Gazzâlî’nin “Kimyâ-yı Saâdet”ini ve Keykâvus b. İskender’in “Kâbûsnâme”sini okuduğu
kaydedilmektedir.
Alâeddîn Keykubad, gayet uygun koşullarda yönetimini devraldığı ülkeyi on yedi yıllık saltanatı boyunca her yönü ile daha da geliştirerek doruğa taşımayı başardı. Başarısındaki en büyük etkenlerden birisi hiç kuşkusuz ticarete verdiği büyük önemdi. Babasının Selçuklu hakimiyeti altına aldığı iki önemli liman kenti olan Antalya (1207) ve Sinop (1214)’tan hareketle ülkesinin kıyı şeridini genişletmiş, donanma inşaatına ve ticarete kuzey-güney çizgisinin de alınmasına büyük önem vermişti. Özellikle Alanya’nın bayındır bir Selçuklu limanı durumuna getirilmesi (1221-22) ve Kıbrıs Krallığı ile Venedik Cumhuriyeti ile yapılan anlaşmalarla Selçukluların ve onlara bağlı tüccarların bölge ticaretindeki konumu son derece güçlenmiştir.
Alâeddîn Keykubad’ın Müslüman yurttaşlarının yanı sıra gayrimüslim yurttaşları ile ilişkileri de her zaman iyi olmuştu. Genceli Giragos’un anlattığına göre Sultan, Yassıçimen Savaşı’ndan dönerken Kayseri’ye yaklaşınca Müslümanlar imamlarıyla, Hıristiyanlar da papazlarıyla ve ellerinde haçları, çalgıları ile Sultanı karşılamaya çıkmışlar. Müslümanlar, Hıristiyanları geriye iterek, tebrik ve dostluk dileklerinde ön sırada olmalarına meydan vermek istememişler, Hıristiyanlar da bunun üzerine bir tepeye çıkarak bir şekilde kendilerini göstermişlerdi. Hıristiyan yurttaşlarının ayrı durduğunun ayrımına varan Alâeddîn Keykubad ordugahından kalkıp yanlarına gitmiş ve aralarına karışarak, çalgılarını çalmalarını ve yüksek sesle şarkılarını söylemelerini buyurmuştu. İbret için kente onların ortasında girmiş ve onlara hediyeler ve bağışlarda bulunmuş. Türkmenler onu “Uluğ Sultan” ve devrin kaynak yazarı İbn Bibi de, “Uluğ Keykubâd” ad ve unvanı ile anmışlardır.
Alâeddin Keykubad’ın saltanatı zamanında Anadolu’da geniş çapta imar hareketlerinde bulunuldu. Yaptırdığı kervansaray, kale ve sarayların kalıntıları Anadolu’nun değişik yerlerinde hâlâ bulunmaktadır. Devrinin eserleri arasında yapılış tarihi tam olarak bilinmeyen iki saraydan biri Kayseri yolu üzerinde bulunan Keykubadiye Sarayı ile Konya-Beyşehir yolu üzerindeki Kubadâbâd Sarayı’dır. Bunlardan başka bugün izi kalmamış olsa da, vakfiyesi kayıtlarda yer alan Konya Darüşşifası (Darüşşifâ-i Alâiye) da yer almaktadır. Yine bilindiği kadarıyla Konya’daki sağlık kuruluşları arasında Sultan Alâeddîn Keykubad tarafından 1236 yılında yaptırılmış olan bir ılıca da vardır.
I. Alâeddin Keykubad, 1237’de Kayseri’de verdiği bir ziyafette zehirlenerek öldürüldü. Sultan Mesud (1116-57) tarafından zamanında Alâeddin Tepesi’nde yaptırılmış olan ve “Kümbedhâne” adı ile bilinen anıt mezarda toprağa verildi. Konya’da yaptırdığı Alaattin Camii, Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat tarafından 1220 yılında Konya’nın Ulu Camii olarak inşa edilmiş.Yeryüzü şeklinin büyük bir kısmı ovalardan oluşan Konya’nın merkezine, devletin heybetini göstermek için yığma bir tepe yapılmış. Selçuklular bu tepenin üstüne bir saray, sarayın da üstüne bir cami yapmışlar.
HAKKINDA: Ülker
Erginsoy / Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları (1988), Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi ( c.25, 2002), Emine Uyumaz / Sultan I. Alâeddin Keykubad Devri: Türkiye
Selçuklu Devleti Siyasi Tarihi (2003) - Sultan I. Alâeddin Keykubat
Döneminde [1220-1237] Türkiye Selçuklu Devleti’nin Elçilik İlişkileri (2004), Fazlı
Konuş / Selçuklular Bibliyografyası (Konya 2006).