34. Osmanlı padişahı
(D. 12 Eylül 1842, İstanbul – 10 Şubat 1918, İstanbul). Sultan Abdülmecid’in Tir-i Müjgân
Kadınefendisi’nden olan oğludur. On bir
yaşındayken annesi verem hastalığından kurtulamayıp ölünce, ö manevi annesi ve
padişahın çocuksuz kadın efendisi Pirustu’nun elinde büyüdü. Fotoğraflarında
görüldüğü gibi orta boylu, kartal burunlu, parlak ve iri gözlü, düz siyah saçlı
idi. Hakkındaki kaynakların çoğu onun müthiş bir zekâ ve hafızaya sahip,
çalışkan, azimli ve fakat şüpheci olduğunda hemfikirdir. Aynı kaynaklarda
insanlara saygılı ve nazik davrandığı, gönül almasını bildiği de belirtilmiştir.
Gerdan Kıran Ömer Efendi’den Türkçe, Ali Mahvi Efendi’den Farsça,
Ferid ve Şerif efendilerden Arapça ile diğer ilimleri, Vak’anûvis Lütfi
Efendi’den Osmanlı tarihi, Edhem ve Kemal paşalarla Gardet adındaki bir Fransız’dan
Fransızca, Guatelli ve Lombardi adlarındaki iki bayandan müzik dersleri aldı. Tanzimat döneminin Batılılaşma çabaları içinde yetişti.
Şehzade Abdülhamid, gençlik döneminde amcası
Abdülaziz’in Mısır ve Avrupa gezilerine katıldı, borsa oyunlarıyla ilgilendi. Tahta çıktığında büyük
bir kişisel serveti vardı. Döneminde tanıklık ettiği olayların etkisiyle
oldukça tedbirli ve temkinliydi. Kendisinden önce iki padişahın tahttan
indirilmesi onun tedirginliğini artırmış, kendisinin de tahttan indirilebileceği ihtimalini görmüştü. Devlet işleriyle yakından
ilgilenir, geç saatlere kadar çalışır, önemli kararları tek başına alırdı. Güçlü bir belleği vardı ve insanları kendisine bağlamayı bilirdi. Usta bir marangozdu, devlet işlerinden geride kalan
zamanlarını sarayın marangozhanesinde geçirirdi. Batı müziğine düşkündü. Sekiz kadını ye beş ikbalinden on yedi çocuğu oldu.
Meşrutiyet yanlısı Mithat Paşa ve arkadaşlarıyla anlaşarak tahta çıktığında (31 Ağustos 1876) Bosna, Hersek, Bulgar ayaklanmalarına Sırbistan ve Karadağ savaşları da
eklenmişti. Bu ayaklanmaları destekleyen Rusya “Şark Meselesi”ni kendi çıkarına
göre çözmek için fırsat kolluyordu. Abdülaziz’in
son yıllarında Mahmut Nedim Paşa’nın
aldığı dış borçlarla ilgili kararın
Avrupa’da yarattığı olumsuz etki silinmemişti.
İstanbul’daki siyaset ve aydın çevrelerinde anayasal ve meşruti bir yönetime
geçilmesi tartışılıyordu. Sırplar karşısında
sağlanan askeri başarılara karşın, Rusların savaşa son verme konusundaki
notasını Babıâli (merkezi yönetim) kabul etmek zorunda kaldı ve Sırbistan’la ateşkes imzalandı. Bu arada anayasanın hazırlanması için oluşturulan komisyon çalışmalarına başladı. İstifa eden Rüştü Paşa’nın yerine Mithat Paşa sadrazamlığa (başbakanlığa) getirildi
(19 Aralık 1876). Dört gün sonra Paris Antlaşması’nda imzası bulunan
devletler, Balkanlar’daki durumu görüşmek üzere İstanbul’da toplandı (Tersane Konferansı). Aynı gün Kanun-i Esasi (Osmanlı Anayasası) ilan edildi (23 Aralık
1876). Anayasa’nın Tersane
Konferansı’na yetiştirilmesinin amacı,
Balkanlar’daki azınlıklara verilecek
ayrıcalıklar konusundaki aşırı istekleri
engellemekti. Ancak, büyük devletler Anayasa’yı ciddiye almadılar ve
Osmanlı Devleti’ni Balkanlar’da önemli ödünler vermeye zorlayan bir program sundular. Bunun üzerine Osmanlı Hükümeti, Tersane Konferansı’nın kararlarını reddetti. Padişah II. Abdülhamid’in isteğiyle sorun, olağanüstü bir mecliste yeniden görüşüldü ve bir kez daha reddedildi. Karar Tersane Konferansı’nın son toplantısında (20 Ocak 1877) ilgili devletlere bildirildi. Büyük devletlerin elçileri, yerlerine birer işgüder (temsilci) bırakarak
İstanbul’dan ayrıldılar.
Konferansın dağılmasının ardından II. Abdülhamid, Mithat Paşa’yı sadrazamlıktan aldı ve Anayasa’nın ünlü 113. maddesine dayanarak onu yurt dışına sürdü. Ancak, Kanuni Esasi’ye karşı çıkmadı. Seçimleri yaptı ve Meclis’i topladı (19 Mart 1877). Rusya’nın savaş açmasını engellemek isteyen İngiltere’nin girişimiyle hazırlanan Londra
Protokolü, Meclis-i Mebusan ile Ayan meclislerinde görüşülerek
reddedildi. Bunun üzerine Rusya, 24 Nisan 1877 tarihinde Osmanlı Devleti’ne savaş açtı (93 Harbi). Savaş, doğu ve batı cephelerinde Osmanlı aleyhine
gelişti. Ruslar doğuda Erzurum’a, batıda
Edirne’ye kadar geldiler. II. Abdülhamid
ateşkes istemek zorunda kaldı.
Rusların öne sürdüğü barış
koşullarının Meclis’te görüşülerek
bir karara varılmasını istedi. Ancak
Meclis böyle bir sorumluluğu almak istemedi.
Anayasa gereğince seçilen İkinci Meclis
1878 Ocak ayı başlarında toplandı. Meclis’te yenilginin gerginliğiyle, başta
Sadrazam olmak üzere, devlet adamları sert
biçimde eleştirildi, yenilgiye yolaçan
komutanların yargılanmaları istendi. 31
Ocak 1878’de Ruslarla anlaşma imzalandı.
Ardından II. Abdülhamid,
Anayasa’nın kendisine verdiği yetkiye dayanarak Meclis-i Mebusan’ı süresiz tatil etti (13 Şubat 1878).
İngilizlerin donanmalarını Marmara’ya
sokmaları üzerine de Ruslar
Ayastefanos’a (Yeşilköy) kadar ilerledi. İmzalanan Ayastefanos Antlaşması’yla
(3 Mart 1878) Karadağ, Sırbistan ve Romanya’ya tam bağımsızlık ve toprak veriliyor; Tuna’dan Ege’ye uzanan ve Makedonya’yı
da içine alan bir Bulgaristan’ın varlığı kabul ediliyordu. Bosna-Hersek’e, Girit’e, Ermenilerin de bulunduğu illere ayrıcalık veriliyor; Kars, Ardahan, Batum,
Bayezit Rusya’ya bırakılıyor, ağır
savaş tazminatı yükleniliyordu.
Ancak, Ayastefanos Antlaşması’nı çıkarlarına
aykırı bulan İngiltere’nin girişimiyle
Berlin’de yeni bir kongre toplanması
kararlaştırıldı. Bu arada Kıbrıs’ın yönetimi, Berlin Kongresi’nde yapacağı yardıma karşılık geçici olarak İngiltere’ye bırakıldı (4 Haziran 1878). Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878) ile Ayastefanos Antlaşması’nın hükümlerinde bazı değişiklikler yapıldı. Osmanlı devleti ağır savaş tazminatı ödemenin yanında büyük toprak kayıplarına uğradı. Antlaşma, Osmanlı Devleti’nin
parçalanmasını çabuklaştıran birçok
sorunu da birlikte getirdi. Bosna-Hersek’in yönetimi Avusturya’ya bırakıldı
(1879), Fransa Tunus’a el koydu (1881),
İngilizler Mısır’ı işgal ettiler (1882).
II. Abdülhamid, Meclis-i Mebusan’ı tatil ettikten sonra devlet yönetimini yavaş yavaş
tekeline aldı. Kişisel konutu Yıldız Sarayı’nı devlet yönetiminin de merkezi durumuna getirdi. Çevresinde bir dizi özel danışma komiteleri oluşturdu. Saray’da toplanmaya başlayan yüksek ulema, bürokrasi ve paşalar aristokrasisini rütbeler, maaşlar, ihsanlarla kendisine bağlamayı başardı. Sadrazam atadığı hükümet başkanlarını, Kanuni Esasi ile tanınan yetkileri yanında geleneksel yetkilerinden de yoksun bıraktı. Durumunu sağlamlaştırınca, Mithat Paşa’yı Abdülaziz’in öldürülmesinden sorumlu tutarak Yıldız Sarayı’nda kurdurduğu özel
mahkemede yargılattı. Bu arada V. Murat’ı yeniden tahta çıkarmayı amaçlayan
Ali Suavi’nin darbe girişimi; aynı amaca
yönelik Kleanti Skalieri - Aziz Bey
komitesinin açığa çıkarılması tahttan indirilme endişesini artırdı. Bunun üzerine sıkı bir istibdat yönetimine
yönelerek, kapsamlı bir istihbarat örgütü oluşturdu. Baskı yönetimini bahane eden siyasi muhalifleri
ve yasa dışı örgüt yöneticileri
tarafından “Kızıl Sultan” olarak nitelendi.
Abdûlhamit’in dış siyasetinin temel amacı, var olan durumu korumak, yeni çatışmalardan kaçınmaktı. Osmanlı devletinin
Avrupa ülkeleriyle ilişkilerinde başarılı bir denge siyasi yürüttü. Girit’teki ayaklanmaya yardım
eden Yunanistan’a savaş açtı (1897). Batı
devletlerinin bölgedeki girişimlerine ihtiyatla yaklaştı ve onları birbirine
düşürmeye çalıştı. En tehlikeli devlet saydığı İngiltere’nin karşısına Mısır’da Fransa’yı, Basra Körfezi’nde Almanya’yı çıkardı. Fransa ve İtalya’yı Kuzey
Afrika’da karşı karşıya getirdi.
Rusya ile yeni bir çatışmaya
girmekten özellikle kaçındı. Berlin
Antlaşması’nın Ermenilerin de oturduğu illerde
yenilikler yapılmasına ilişkin
hükümlerini, Ermenilerin hiçbir yerde
çoğunlukta olmadığını belirterek uygulamadı.
Siyonistlerin Filistin’de devlet kurmak için yaptıkları para önerisini geri çevirdi. Almanya ile iktisadi
işbirliğinin ülkeyi güçlendireceğini
umuyordu. Özellikle İngilizleri sıkıntıya sokmak için, Hilafet kurumundan da
yararlanarak İslamcı bir dış politika izlemek istedi. Arap eyaletlerinin ulema ve memurlarını yüksek görevlere atadı ve kişisel hizmetine aldı. Arap eyaletlerindeki tekke ve zaviyelere ayrıcalıklar tanıdı, para yardımı
yaptı. İstanbul’da topladığı tarikat önderlerine
geniş olanaklar sağladı. Böylece, çoğu Avrupalı devletlerin işgalinde bulunan İslam ülkelerinde halifelik
makamının saygınlığını arttırdı.
Avrupa diplomasisinin, Abdülhamid’in
halifeliğinde gizli bir güç yattığı
sanısına kapıldığı zamanlar oldu.
II. Abdülhamid, dış
borçların daha fazla artmamasına, var olanlarının düzenli biçimde ödenmesine özen gösterdi. Ancak, sürekli para sıkıntılarından kurtulmak için, kendisinden önceki padişahlar ölçüsünde olmamakla birlikte, o da borçlanmak zorunda kaldı. Dış borçların ödenmesi için kurulan Düyun-u Umumiye İdaresi (1881) ülkenin belirli gelirlerine el
koyarak tüm ekonomik yaşama egemen oldu. Ülkedeki yabancı sermaye yatırımları arttı. Fransız, İngiliz ve Alman sermayesiyle Anadolu ve Rumeli’de demiryolları
yapıldı. Bağdat demiryolu için Almanya’ya imtiyaz verilmesi İngilizlerin ve
Fransızların tepkisiyle karşılaştı.
Tanzimat’la başlayan yeni düzenlemeler Abdülhamid döneminde de sürdü. Eğitimin yaygınlaştırılması ve
niteliğinin güçlendirilmesinde önemli adımlar atıldı. Rüştiye (ortaokul) ve idadilerin (liseler) sayısı hızla arttırıldı.
Hukuk Mektebi, Sanayi-i Nefise (Güzel Sanatlar Akademisi), Ticaret Mektebi, Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) açıldı. Emniyet
teşkilatı çağdaş örnekleri dikkate
alınarak yeniden düzenlendi. Emekli
Sandığı kuruldu. Ceza Usulü ve Ticaret
Usulü yasaları çıkarıldı.
Abdülhamid yönetimi baskıcı yöntemlerine, görünüşteki durgunluğuna, eğitimde, bürokraside, ulaşımda ve
ekonominin çeşitli alanlarında sağladığı hızlı gelişmelere rağmen yeni bir muhalif kuşağın doğmasını engelleyemedi.
Yükseköğrenim kurumlarında özellikle Tıbbiye ve Harbiye’de gizli cemiyetler, çoğunluğu subaylardan oluşmakla birlikte, sivilleri de içine alan gizli komiteler kuruldu. Avrupa’ya kaçan muhalifler Paris’te, Cenevre’de merkezler oluşturdular ve Avrupa devletlerinden
geniş destekler aldılar. 1908
Haziranında, Manastır ve Selanik’teki
birlikler Abdülhamid yönetimine karşı ayaklandılar.
Saraya, Kanun-i Esasi’nin yürürlüğe
konulmasını isteyen telgraflar yağmaya
başladı. Bu durum karşısında Abdülhamid, Kanuni Esasi’yi yürürlüğe koymak zorunda kaldı (23 Temmuz 1908). Yeni Meclis-i Mebusan 17 Aralık
1908’de bizzat onun tarafından açıldı. Mecliste
çoğunluğu ele geçiren İttihad ve Terakki Fırkası’nın
komitacıları, mahiyeti şimdiye dek aydınlığa kavuşamamış “31 Mart Vakası”nın (13 Nisan 1909) ardından Rumeli’deki isyancı kuvvetlerden derledikleri Hareket Ordusu ile İstanbul’a yürüyerek hem ayaklanmayı bastırdı hem II. Abdülhamid’in
padişahlığına son verdi (27
Nisan 1909). Görevinden alınan Abdülhamid, yakınlarıyla birlikte Selanik’teki
Alatini köşküne yerleştirildi.
Balkan Savaşı (1912-13) sırasında Selanik’in savunulamayacağı anlaşılınca İstanbul’a getirildi. Kalan hayatını Beylerbeyi Sarayı’nda gözetim altında tamamladı.
Karaciğer kanserinden vefat
etti ve cenazesi hükümdarlara özgü bir törenle Divanyolu’ndaki II. Mahmut Türbesi’nde toprağa verildi.
HAKKINDA:
Hayrı Mutluçağ / “Boğaziçi Köprüsünün Yapılması Yolunda İlk Çabalar”
(Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 4, s. 32-33, Ocak 1968), Büyük Larousse
Sözlük ve Ansiklopedisi (c. 1, 1986), Ayşe Osmanoğlu / Babam Sultan Abdülhamid:
Hatıralarım (3. baskı, 1986), Aydın Talay / Eserleri ve Hizmetleriyle Sultan
Abdülhamid (1991), Alâeddin Yalçınkaya /
Sultan II. Abdülhamid Han’ın
Notları (s. 115-116, İstanbul 1996), Erdoğan Sevgin / "Deniz
Müzesi" (Hayat Tarih Mecmuası,
S. 42-49, 1996), Ufuk Gülsoy / “Yemen Demiryolu Projesi” (Tarih ve Medeniyet,
Sayı: 41, s. 44-49, Ağustos 1997), Vehbi Vakkasoğlu / Osmanlı İnsanı (s. 114, 1999).