Şair, yazar, gazeteci, editör. 19 Mayıs 1972, İstanbul doğumlu. Balkan Savaşı sırasında Makedonya’dan Türkiye’ye göç eden bir ailedendir. İlkokulu İstanbul’un Fatih ilçesinde bulunan Samatya semtindeki Yunus Emre İlkokulu’nda (1979-1984), ortaokul ve liseyi Yedikule Lisesi’nde (1984-1987) okuduktan sonra Gölcük Barbaros Hayrettin Lisesi’ni bitirdi (1988). Gazi Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu (1994).
1999’dan
itibaren haftalık İntermedya Ekonomi dergisinde arşiv görevlisi olarak
çalışmaya başladı. Muhabirlik yaptı. 2000 yılında ilk sayısından itibaren
kadrosunda yer aldığı Gerçek Hayat dergisinde muhabir ve editör olarak çalıştı.
2004
yılında Ankara’ya taşındı. 2004 ile 2007 yılları arasında hem Türkiye
Gazetesi’nde muhabir olarak çalıştı hem de önce TGRT’de sonra TGRT Haber’de
haftalık olarak yayınlanan Ankara’nın Gündemi programında editörlük yaptı.
2005
ile 2009 yılları arasında Milli Gazete’de haftada iki gün köşe yazarlığı yaptı.
2007 ile 2009 yılları arasında Gerçek Hayat dergisinde Yazı İşleri Müdürlüğü ve
Yayın Danışmanlığı yaptı.
2009
ile 2014 yılları arasında özel bir firmada Türk Hava Yolları’nın dergi grubunda
redaksiyon editörlüğünde bulundu. 2015’ten 2016’ya kadar İSMEK Yayın Editörlüğü
yapan Yazgıç, 2017’den beri TRT bünyesinde editör olarak çalışıyor.
Edebiyat
Çalışmaları:
İlk
şiiri 1991 Ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında
yayınlanan Yazgıç; Yedi İklim, Kanat, Eksen, Bu Ülkenin Çocukları, Yeni Dergi,
Dergah, Ülke, Kırkayak, Kırklar, Hece,
Hece Öykü, Edebi Pankart, Martı, İtibar, Birnokta, Yolcu, İzdiham, Okur,
Sabitfikir, Muhayyel gibi 200 civarında dergide yazı, şiir ve röportajlarıyla yer
aldı.
2014
yılında Türkiye Dergi Editörleri ve Yayın Yönetmenleri Birliği’nin düzenlediği
5. Dergi Günleri’nde En Çok Dergide Yazmış İsim ödülüne layık görüldü.
Yazılarıyla ve röportajlarıyla Yeni Şafak, Sağduyu, Milli Gazete, Star gibi
gazetelerde yer aldı.
ESERLERİ:
Şiir: Sebepsiz Serçe (2001), Taş Suya Değince (2007),
Heves (2013), Tövbe Gölgeliği (2017).
Öykü: Kırk Gri Hırka
(2002), Dünyanın
Çekmeceleri (2019).
Araştırma: Avrupa Birliği
(2005)
Mizah: Horkhaymır’dan
Alzhaymır’a Türk Aydını (Pierre karton müstearıyla, 2015).
Suavi Kemal
Yazgıç İçin Ne Dediler?
“Bu
öykülerin, bir yandan görünmeyen perdelerin arkasına gizlenmiş keşfedilmeyi
bekleyen sırlar sakladığını, bir yandan da hep aynı sırrı terennüm etmekte
olduğunu söyleyebiliriz. Her bir öykü yeni bir sırra perde olurken, bir yandan
da o sırrın çoğalmasının yolunu açıyor. Temelde hep aynı sır yatmakta olmasına
rağmen…” (Rasim Özdenören)
KAYNAKÇA:
Mehmet Çetin / Tanzimattan Günümüze Türk Şiiri Antolojisi (c. 4, 2002),
Beytullah Önce / Sebepsiz Serçe (dergibi.com, 24.1.2002), Saadettin Acar /
Şiirin Dervişinden Sebepsiz Serçe (Yeni Şafak, 29.7.2002), Cahid Efkan Akgül /
Kırk Gri Hırka Kırkı da Gri Hırka (dergibi.com), Rasim Özdenören / Yeni
Şafak (16.3.2003), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar
ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, 2007), Suavi Kemal Yazgıç'la söyleşi!
(Röportaj: Besim Bal, dünya.bizim.com, 28 Mart 2009).
HAKKINDA
(Linkler):
https://www.dunyabizim.com/soylesi/suavi-kemal-yazgicla-soylesi-h856.html
http://www.edebistan.com/index.php/selvigulkahdagmuss/suavi-kemal-yazgic-ile-soylesi/2018/02/
http://www.edebifikir.com/roportaj/edebifikir-anketi-suavi-kemal-yazgic.html
http://dergibi.com/2017/12/suavi-kemal-yazgic-siir-sorusturmasi/
https://www.yenisafak.com/hayat/siir-ve-oyku-atbasi-gider-3465172
https://www.yenisafak.com/hayat/pierre-kartonun-gozunden-islamci-aydinin-dunyasi-2102274
https://www.star.com.tr/kitap/bir-hevesle-yirtildi-kirk-bir-sairin-yuzu-haber-744307/
http://www.lacivertdergi.com/kultur/kitap/2014/08/06/hic-bitmeyen-bir-heves
https://www.dunyabizim.com/kitap/dunya-bir-golgeliktir-veya-tovbe-golgeligi-h27371.html
biz ki tamamen
gecikmiştik -ama nereye?-
geçip gitmiştik
gelip gitmiştik hiç durmadan
kırılmıştık
paramparça kırılmıştı oyuncaklarımız parça parça
ve rüzgârın önüne
katılıp savrulmuştuk
tam da suya gömülüp
sürükleneceğimiz
toprağa dalıp
katılaşacağımız mevsimlerden birinde
deniz altında yirmi
bin fersah ile suç ve ceza
arasında bir
yerlerde okumuştuk yazgımızı
okumuş okumuş okumuş
ve yazıp vermiştik yargımızı
yakılmış ve tamamen
kül olmuş gemilerle
kaçıp yeni yepyeni
yepisyeni dünyadan
kadim bir memleketin
ahalisine karışmıştık
ki orada
susturmuştuk saatimizin tik taklarını
ki orada büsbütün
büyümüştük ve gecikmiştik
biz
ki tamamen yenilmiştik -ama kime?-
(Hece, Kasım 2004)
KAPILARI ÇARPMAK
Suavi Kemal YAZGIÇ
48 aydır
evden çıkamıyordu. Açıklayamadığı bir korkuydu bu. Gün boyu perdeleri bile
açmıyordu. Her türlü tedavi ve telkine kapatmıştı kendisini. En son iki aylık
oğlunu defnetmişti toprağa. Mezarlıktan döndüğünden beri böyle idi.
Karısının
kapıyı çarptığını duydu. Topuklu ayakkabısıyla merdivenden aşağı inerken attığı
adımları dinledi. Bitmişti. Bir gün bunun olacağını biliyordu. Her şey geride
kalmıştı artık. Kendisi aylardır o kapıdan çıkmamıştı. Şimdi çıkamadığı evde
tek başına kalmıştı.
O da
kapıyı hızla çarptı. Doğrusu buna ihtiyacı vardı. Ama çıkıp gitmedi çünkü
kapıyı içerden çarpmıştı. Odada dört dönmeye devam etti. Kendini bir noktada
sabit tutmak isteyince televizyonu açtı. Uzaktan kumandayla yüzlerce kanalı
üçer beşer saniye seyretti. Yığılıp kaldığı kanepede görüntüden görüntüye
geçti. Kısa bir süreliğine de olsa kendi varlığını unutmayı başardı.
Derken
kalktı. Kapıyı açtı, durdu ve bir kez daha içeriden çarptı. Bu sefer çıkıp
gitmeye azmetmişti, kurtulacaktı. Olmadı. Salona döndü ve kanepeye uzandı.
Sehpadaki tabakta dünden kalmış ve kararmış ayva dilimlerini yemeye başladı.
Yüzünü ekşitti, ama yemeğe devam etti.
Uyuyakaldı.
Uyandı. Açtığı kapıyı yüzünü yıkamadan önce çarptı. Kapıyı tekrar açtı, fakat
içeri döndü. Kahvaltı etti çayını yudumlarken kapıyı çarptı.
Sonra
kapıyı da açtı, televizyonu da açtı. Programında küçük çocuğun katili annesinin
sevgilisi çıkınca kapıyı çarptı.
Uyuyakaldı.
Uyandı. Evlilik programında üç ay önce önünde dizlerinin üzerine çöküp evlilik
teklifi yapan adamın karısını bıçaklayıp öldürdüğünü öğrendi ve açtı kapıyı
çarptı kapıyı. Uyuyakaldı. Uyandı. Kalkıp kapıyı açtı ve çarptı. Kapıyı tekrar
açtı ve çarptı. Daha kaç kez çarpabilirdi bu kapıyı. Daha kaç kez çıkıp gitme
taklidi yapabilirdi. Daha kaç kez eşikten adımını atmadan kapıyı çarpabilirdi.
Kapıyı içeriden çarpmak ona ızdırap veriyordu. Uyuyakaldı. Uyandı. Kapıyı açtı
çarptı açtı çarptı açtı çarptı.
Yine
içerideydi. Kapıyı açtı çarptı. Kapıyı açtı çarptı. Kapıyı açtı çarptı...
Defalarca tekrar etti bunu. Sonra kapıyı açıp dinledi. Yine hiçbir komşusunun
dikkatini çekmemişti. Kimse şikâyetçi olmamıştı bunca zamandır. Kapıyı
çarptı.
Her
televizyon kanalında en fazla bir-iki dakika kalabiliyordu. Bir filmi seyretmeye
ise hiç tahammülü yoktu. Bunun tek istisnası Oğul Odası oldu. Az önce uyanmıştı
yine. Başını kaçırdığı filmde sakallı bir baba, tabuttaki oğlunu alnından öpüp
onunla vedalaşıyor. Filmin kalanını seyretmeden kaçıp gitme isteğine kapıldım
yine. Bu sefer kapıyı çarpmaya bile cesaret edemedi. Hatta terliklerini bile
giymedi. Filmi seyretmeye devam etti. Oğlun tabutuna kaynak yapıldığı sahnede
yeşil çayını içiyordu. Anne yatağında çığlıklar atıyor, baba ise ambalaj
baloncuğu patlatıyordu. Sakallı babanın sessizliği korkutucuydu. Bir türlü yas
tutmaya başlamamıştı. Ağlamak yerine lunaparka gidip saçma sapan şeyler yapmayı
tercih ediyordu. Bir damla gözyaşı dökemeyecek kadar inkâr ediyordu oğlunun
ölümünü. Oysa anne toparlanmaya, hayata dönmeye başlamıştı. Doktor olan sakallı
baba ise hastalarının dertlerini dinliyordu. Bu daha ne kadar sürecekti? Kapıyı
bir türlü çarpmayan biriydi sakallı baba. O ise kapıyı çarpıyor, ama bir türlü
gitmiyordu. Gidemiyordu.
Uykusu
gelmişti. Belki rüyasında o kapıyı açar ve çarpıp giderdi. Evet, uykusu
gelmişti ve bir şekilde ondan kaçmanın bir yolunu bulmalıydı.
Yine
kapıdaydı. Ayağında terliklerle. Yine çarptı kapıyı. Salona dönüp televizyonu
açtı. Kanaldan kanala geçerken sadece reklamları yakalayarak 62 dakika geçirdi.
Acıktı. Dolaptaki köfteyi ısıtmaya gerek görmeden yedi. Hâlbuki köfteyi hiç
sevmezdi. Bitirdi ve rahatladı.
Kapıyı
çarptı. Kapının dışındaydı. Merdivenlerden inmeye başladı. Posta kutusunda onu
bekleyen telefon, elektrik, su ve doğal gaz faturalarını toparladıktan sonra
apartman kapısını da çaptı. Kapının yine dışındaydı. Otobüs durağına yöneldi.
Okumadığı kitaplarla dolu kütüphanesinden, çoğunu seyretmediği filmlerinden,
sandalyesinden, bir kulpu kopuk sahanından, buzdolabındaki küflenmiş
peynirinden, tahta dolaptaki yarım kavanoz bulgurundan uzaklaşmalıydı. Yürümeye
devam etti.
O ZAMANLAR BALKANLAR
Suavi Kemal YAZGIÇ
o zamanlar yağmur bir muhacir
türküsü
dedem toprağı manastır
ninem memleketi pirlepe
haritalardan silinmiş iki isim
o zamanlar yağmur bir muhacir
türküsü
o zamanlar yağmur bir firar
türküsü
ilk yitiğindir ilk adımını attığın
toprak
yitiğindir ciğerlerine çektiğin
ilk hava
onlar yittikçe sen de biraz yitik
biraz yetim kalırsın
canın ve namusun pahasına
kaybedersin gençliğini
o zamanlar yağmur bir firar
türküsü
o zamanlar yağmur bir hicret
türküsü
dersaadet’te duyulan ilk sabah
ezanı
gurbete düşmenin tesellisidir
gün ağarır başlar ekmek kavgası
ve başlar adı İstanbul olan hayat
kavgası
o zamanlar yağmur bir hicret
türküsü
SUAVİ KEMAL
YAZGIÇ'LA SÖYLEŞİ!
Röportaj: Besim
DAL
Gerçek
Hayat'tan, Cafcaf'tan bilerek bilmeyerek ama beğenerek izlediğimiz, okuduğumuz
bir yazar Suavi Kemal Yazgıç. Bu söyleşide müstearlarına hiç girmedik bile...
Suavi
Kemal Yazgıç'ı hangi önemli sempozyuma gitseniz boynuna asılmış fotoğraf
makinesiyle, not alıyor olarak görürsünüz. Sessiz, sakin orada önemli bir dosya
konusu kotarıyordur. Sonra yolda yürürken Suavi Abi'ye rastlamışsanız mutlaka
elinde bir iki okunacak şey bulunur. Onları okuyorken adımları yavaşlar,
okumayı bırakınca da normal insanlarla aynı tempoda yürümeye başlar. Böyle bir
adamdır Suavi Abi. Önemli işlerin altında imzasını görürsünüz hep... Madem öyle
Dünyabizim'in klasikleşmiş kısa kısa röportajlarına bir yenisini daha ekleyelim
dedik. Sizin için sorduk. Buyrun bakalım.
Yolda bile Suavi
Kemal Yazgıç'a okurken rastlıyoruz. Okumak ne demek abi, hele bize bir söyle?
Bir
bilsem bak bir daha okuyor muyum?
İlginç bir
hikayesi var mı, nasıl başladı okuma süreciniz?
Henüz
okuma, yazma öğrenmeden önce, o dönemde moda olan fotoromanları parçalayarak
başlamış okuma maceram. Yine henüz okuma bilmediğim dönemlerde Ayşegül serisini
okuta okuta ezberler sonra da parmakla takip edip okurmuş gibi ezberden tekrar
edermişim.
Bize anlatır
mısınız? Mesela okurken yemeği ocakta unuttuğunuz oldu mu, ya da otobüse geç
kalmışlığınız filan...
Otobüse
geç kalmışlığım olmasa da otobüsten geç inmişliğim vakidir.
Kitaplığınızda
ne kadar kitabınız var?
Saymadım
ama bu çokolduğu anlamına gelmemeli. Zaten yüzde doksanı kolide. Kütüphanem
yok zira.
Bu
kitaplarınızdan sadece 3 kitap seçmeniz gerekse bu üçü ne olurdu acaba?
Rilke,
Malte Laurids Brigge'in Notları (Behçet Necatigil tercümesi)
Gökhan
Özcan,Hiçbişey
Amelie
Nothomb, Katilin Temizliği
Şu an ne
okuyorsunuz?
Ebubekir
Eroğlu'nun Çalkantı ve Dalga’sını
Şiir deyince
aklınıza kim geliyor?
Edip
Cansever, Cemal Süreya, Cahit Zarifoğlu
Roman deyince?
İhsan
Oktay Anar, Dostoyevski
Deneme türünde?
Rasim
Özdenören, Atasoy Müftüoğlu
Sizi şaşkına
çeviren bir tasavvuf büyüğümüz?
Cüneyd
Bağdadi
Bir mısra
söyleyin beni çarpsın, şaşkına çevirsin.
“her
şey eninde sonunda sessizdir” İlhami Çiçek
Sağlıklı bir
insan iki gün yemeden, içmeden yaşayabilir. Peki sağlıklı bir insan şiir
okumadan ne kadar yaşayabilir?
Yıllarca
Şiir okumamak tıbbi sağlığı bozmaz.
Bir
batılı yazar söyleyin okuduğumuzda zihnimizi açsın, bir doğulu yazar söyleyin
okuduğumuzda kalbimizi genişletsin?
Frantz Fanon,
Feridüddin Attar...
Özlediğiniz bir
uzak şehir?
İstanbul'da
yaşıyor ve İstanbul'u özlüyorum.
Ufukta Suavi
Kemal Yazgıç kitabı görünüyor mu? Yoksa kaptan dümen mi kırıyor?
Kim
bilir?
İsmet Özel'le
ilgili sanırım herkesin düşündüğü ama söyleyemediği bir şeyi söylediniz. İsmet
Özel son dönem yazdığı şiirleri yayınlamasa Türk Edebiyatı ne kaybederdi, İsmet
Özel bu şiirleri yayınlayarak ne kazandı? dediniz... Derdiniz neydi? Tepkiler
nasıl?
Pek
çok teşvik edici söz duydum. Allah hepsinden razı olsun. O eleştiriyi aynı
zamanda özeleştiri olduğu için de yaptım. O kadar uzun süre İsmet Özel okudum
ki eleştirince kendimi de eleştirdiğimi düşündüm çünkü. Bu da biraz benim
canımı yaktı ister istemez.
Son olarak
buyrun...
Bol
selam, bol dua
Besim Bal
KAYNAK:
Suavi Kemal Yazgıç'la söyleşi! (Röportaj: Besim Bal, dünya.bizim.com, 28 Mart
2009).