Ahmet Yurdakul

Senaryo Yazarı, Roman Yazarı, Öykü Yazarı

Doğum
20 Kasım, 1954
Eğitim
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi
Burç

Öykü, roman ve senaryo yazarı. 20 Kasım 1954, Balıkesir doğumlu. İzmir Eşref Paşa Lisesi (1972), İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi (1977) mezunu. İzmir’e yerleşerek özel sektörde çalıştı. Ayrıca televizyon alanında çalışarak; Sıcak Saatler (1977), Aşkın Dağlarda Gezer (1999), Zor Hedef (2000), Zeybek Ateşi (2002), Çaylak (2003), Gurbet Kadını (2003), Esir Şehrin İnsanları (2003), Kurtlar Vadisi (2003) televizyon dizileri ile Kayıp Aşklar (2004) adlı televizyon filminin senaryolarını yazdı.

İlk öyküsü Demokrat İzmir (1972) gazetesinde, sonraki yıllarda öyküleri ile yazıları değişik dergilerde yayımlandı. 1985 yılında hikâyeleriyle Enka Vakfının Bilim ve Sanat Ödülleri yarışmasında mansiyon ve “Telgraf Telleri” adlı hikâyesiyle Akademi Kitabevi Hikâye Birincilik Ödülünü, Kahramanlar Ölmeli kitabıyla 1988 Orhan Kemal Roman Armağanını, Korsanın Seyir Defteri isimli eseriyle de 1993 Yunus Nadi Yayımlanmamış Roman Ödülünü kazandı. PEN Yazarlar Derneği ile Edebiyatçılar Derneğinin üyesidir.

 

ESERLERİ:

 

Hikâye: 

 

Körfez Üstü Yıldız Gezer (1986), Despina’nın Gözyaşları (1996).

 

Roman: 

 

Kahramanlar Ölmeli (1988), Yorgun Canlar (1989), Bir Masal Akşamı (1991), Korsanın Seyir Defteri (1993), Büyük Bulmaca (1998).

 

Senaryosunu Yazdığı Diziler:

 

İkizler Memo - Can (2018)

Avlu (2018)

Umut Yolcuları (2010)

Aşk Bir Hayal (2009)

Ayışığı (2008)

Köprü (2. Sezon, 2007)

Ezo Gelin (2 Sezon, 2006-2007)

Arka Sokaklar (8 Sezon, 2006-2013)

Ölümüne Sevdalar (2005)

Ankara Ekspresi (TV Filmi 2005)

Kayıp Aşklar (TV Filmi 2004)

Çaylak (2003)

Kurtlar Vadisi (2003)

Gurbet Kadını (2003)

Esir Şehrin İnsanları (2003)

Zeybek Ateşi (2002)

Karaoğlan (2002)

Zor Hedef (2000

Merdoğlu (2000)

Aşkın Dağlarda Gezer (1999)

Sıcak Saatler (1998)

Vurguna İnmek (1990)

 

KAYNAKÇA: Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), TBE Ansiklopedisi (2001), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009), Ahmet Yurdakul (cnnturk.com, 31.03.2018), Ahmet Yurdakul (startv.com.tr, 31.03.2018), Ahmet Yurdakul (sinematurk.com, 31.03.2018), Ahmet Yurdakul (beyazperde.com, 31.03.2018), Ahmet Yurdakul (diziler.com, 31.03.2018).

KUTLAMA

Biliyorum, gökyüzünde havai fişekler uçuşmayacak. Görünmez boşluklardan birileri, bizleri, konfeti yağmuruna tutmayacaklar. Çünkü günlerdir, onlarca insanın gizil yürek titreşimleriyle, kendi halinde bir yılbaşı gecesi için süslemeye çalıştıkları bu mekan, beş yıldızlı bir otelin balo salonu değil; yalnızca öykümüzün içinde geçtiği huzurevinin giriş katı. İşte bu yüzden -yalnızca bu yüzden- bu gece burada yaşanılacak olağanüstü güzellikten dünyanın önemli bir bölümü haberdar olamayacak. Kalan bölümü (!) ise, yaşanıp bittikten sonra bütün renkleri maviye dönüşecek bir yeni yıl gecesini, ruhlarının derinliğinde, son nefeslerine dek “ihtimamla” saklayacaklar.

Tavandan sarkan rengarenk balonların, yaldızlı tüllerin uçuştuğu, kreponların küçük bir esintiyle havada ahenkle yer değiştirdiği bu giriş katının, aslında bir eski zaman köşkünün selamlık dairesi olduğunu belirtmek zorundayız. En dipte, yerden dört parmak yükseklikteki platformun üzerine kurulmuş küçücük sahnenin, geçmişi oldukça eskilere uzanan bu huzurevinde, bugüne değin gerçekleşmiş kutlamaların hiçbirinde rastlanmayan bir gizemle yüklü oluşunu ilk bakışta anlamak doğrusu pek kolay değil. Ancak yaşlı bedenleri böylesine istekli ve enerjik, ordan oraya koşturan şeyin, üstünde iki eski hazeran iskemle, yerlere kadar sarkan kadife örtülü masa, tepeden sarkıtılmış bir mikrofonla bu “sahne” olduğu, kendisine yöneltilen özel ilgiden ötürü açıkça belli. İşte şu anda yaşlı bir kadın, danseden adımlarıyla sahneye yanaşıp, elindeki gülü, masadaki.. o bir tek gülü koymak için yapıldığı besbelli kristal vazoya bırakıyor. Diyelim ki, yılbaşı gecesi sokak röportajları yapmak üzere yolu kazara buralara düşmüş bir televizyon muhabirisiniz... Eğer adımlarınızı, elinde gülle danseden yaşlı kadının adımlarına uydurup, kendisini ısrarlı bir takibe alır da.. bu gecenin altında başka ne tür bilinmezliklerin yattığını anlamaya çalışırsanız, muhtemelen yüzünüze küçümseyici bir gülümseme fırlatarak size aynen şöyle diyecektir:

“Meşhur sanatkarlarımız Şükran Safinaz’la, Atıf Uzunoğlu’nun bir gösterisi. Bu akşam, burada.. yalnız bizim için...”

Sinema tarihine ilgi duyanlar, hangi yaştan olurlarsa olsunlar mutlaka bileceklerdir. Bir de, yaşları elliyi geçmiş olanlar var... Yani şu yazlık sinemaların tadını doyasıya çıkaranlar. Hani, hayatlarımızdan bir çırpıda söküp attığımız, ılık yaz akşamlarımıza akşamsefaları, şebboylar ve yaseminler kadar anlam katan yazlık sinemalar... Şükran Safinaz ve Atıf Uzunoğlu... İkisinin isimlerini kim bilir kaç kez, bazen tek, bazen ayrı afişlerin üzerinde görüp de, sorgusuz sualsiz elimizi cebimize attık ve dosdoğru gişelere yöneldik. Genç kuşaklar onları, yalnızca arada bir televizyonda seyrettikleri -belki de küçümseyip, seyretmedikleri- yaşlılık dönemlerine rastlamış filmlerin karakter rollerinden hatırlayabilirler.

Şükran Safinaz, her ne kadar, 50’li yılların başlarında, güzellik yarışmalarından sinemaya atlamışsa da, son derece yetenekliydi; dahası gerçek bir yıldızdı o. Kim Novak dişiliği ile Katherine Hepburn oyunculuğu arasında, Avrupai fiziği sayesinde, sinemamızın o güne dek görmeye pek alışık olmadığı hızda bir kariyer edinmişti. Atıf Uzunoğlu’nun hikayesi ise, 40’lı yıllardan başlar; biraz Dar-ül Bedayi aktörlüğü, biraz Devlet Tiyatroları. Günün birinde o heykel endamıyla Yeşilçam Sokağı’ndan geçene kadar bu böyle sürer. Sonrası malum işte...

Hayır, yanlış anlaşılmasın.. Şükran Safinaz ve Atıf Uzunoğlu, kendileri için hazırlanan o küçük ve sevimli sahnede, izleyicilere kısa bir-iki skeç takdim etmek üzere, “müessese” tarafından fedakarlıklara katlanılarak uzaklardan getirtilmiyorlar; onlar, zaten burada yaşıyorlar!

Önce Şükran Hanım geldi. Şubat başlarıydı. Karlı bir havada, yer yer tüyleri dökülmüş vizon kürkünün içinde Huzurevi Müdürü’nün odasına girdiğinde, sanki az önce “motor” denilmiş ve bu sahnede olabildiğince mağrur bir “oyun” sergilemesi, bizzat yönetmen tarafından kendisinden istenilmiş gibiydi. Belki de birilerinin çıkıp ona hatırlatması gerekirdi:

“Aman Şükran Hanım, lütfen biraz itidalli olunuz, inanın ki insanlar artık birilerini incitmek nokta-i nazarında asla mütereddit değiller. Haşa huzurdan sizi bile...” Neyse ki böyle bir uyarı gerekmedi.

Müdür, Şükran Safinaz’ı kapıda görür görmez herkesi hayretler içinde bırakan bir incelikle yerinden kalkıp, ceketinin önünü ilikledi; odanın ortasına doğru yürüdü ve karşısındaki kadının kendisine doğru gururla uzanan elini, bu eli onurlandıracak bir incelikle tuttu, dudaklarına götürdü.

Hava soğuktu. Dondurucu soğuk... Müdürün odası sıcaktı. Yer yer tüyleri dökülmüş kürkünün içinde Şükran Safinaz’ı birden ateş bastı. Orta yaşlı, orta boylu müdür, az önce dudaklarına götürdüğü eli bırakmamıştı. Avuçlarının arasında ürkek, yaralı bir güvercin tutar gibiydi. Sesi titredi.

“Hoşgeldiniz efendim” dedi, “...acemiliğimi lütfen bağışlayın. Geleceğinizi duyduğumdan beri bu benim için bir masal!.. Ve insanlar masallarda nasıl davranırlar?..” Sustu. ‘Bilmiyorum’ dercesine omuzlarını kaldırdı, dudaklarını büktü. Şükran Safinaz, günlerdir bu an için sakladığı o buyurgan bakışlarından vazgeçti. Dudakları gerildi. Gözlerini çevreleyen ince çizgiler, keyifli bir şaşkınlıkla çoğaldı. Boşta kalan elini nereye koyacağını bilemedi. Parmakları, omuzlarına dökülen gümüş rengi saçlarını şöyle bir yokladı. Kameraların karşısına geçtiği ilk günkü kadar heyecanlıydı. Sonra gülümsedi. Her şeyin ve sorulmamış tüm soruların yanıtı gibi kısa, kesin, utangaç bir gülümsemeydi.

Atıf Bey, çok daha sonraları, geçtiğimiz yazın ortalarında, insanların nefes almakta zorlandıkları boğucu, sıcak bir akşamüstü geldi. Taksiden, elinde fazla şişkin olmayan eski bir valizle indi. Her an terslenmeyi bekleyen bir öğrenci gibi titrek ve çekingen adımlarla girdi müdürün odasına. Ve kendinden önceki ünlü konuğunkine benzer bir törensellik içinde karşılandığında, gözlerinin nemi, şakaklarından sızan tere karıştı. Jaluziler kapalıydı, loştu içerisi. Titriyordu. Müdür, rahat, geniş koltuklardan birine oturttu onu. Atıf Bey’in kulaklardan silinmeyen davudi sesi çatallaştı. Güçlükle yutkundu. Güçlükle teşekkür etti. Rüzgar jaluzileri kımıldattıkça içeri vuran güneş, yüzünü aydınlatıyordu. Bir bardak soğuk su istedi. Suyunu içtikten sonra tekrar teşekkür etti ve odasına çekildi. (…)

                                                                  (Despina’nın Gözyaşları, 1996) 

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör