Güven Turan

Yazar, Şair

Doğum
02 Şubat, 1643
Eğitim
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü
Burç
Diğer İsimler
İsmail Güven Turan

Şair ve yazar. 2 Aralık 1943, Gerze / Sinop doğumlu. Tam adı İsmail Güven Turan’dır. Ortaöğrenimini Samsun’da Maarif Kolejinde tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü (1968) mezunu. Yüksek lisansını aynı üniversitede (1973) tamamladı. Yine Ankara Üniversitesi Fen Fakültesinde İngilizce okutmanlığı yaptı. 1976-95 yıllarında İstanbul’da bir reklam şirketinde metin yazarı olarak çalıştı. Daha sonra çalışmalarını Yapı Kredi Yayınlarında editör ve danışman olarak sürdürdü. Türkiye Yazarlar Sendikası ve PEN Yazarlar Derneği üyesidir.

İlk şiiri “Aykırı Yaşantı”, Yelken dergisinde (Haziran 1962) yayımlandı. Daha sonra şiir, öykü, eleştirileri ve çevirileri Ataç, Devinim 60 (Haluk Aker ile birlikte çıkardı, 12 sayı 1965-66), Yordam, Dönem, Alan ‘67, Soyut, Varlık, Kitaplık gibi dergilerde yer aldı. Dalyan (1978) kitabı ile Türk Dil Kurumu 1979 Roman Ödülünü, Düş Günler kitabıyla 1990 Yunus Nadi Öykü Ödülünü, Bir Albümde Dört Mevsim adlı dosyasıyla 1991 Yunus Nadi Yayımlanmamış Şiir Kitabı Ödülünü, Cendere ile 2004 Altın Portakal Şiir Ödülünü kazandı. Süregelen kitabıyla Memet Fuat Ödülleri 2006 Eleştiri - İnceleme Ödülüne değer bulundu. Yurtdışında, International Writing Program (ABD, 1980), British Council Cambridge Seminars (İngiltere, 1998), Voix de la Méditerranée (Fransa, 2002) gibi uluslararası etkinliklere katıldı.

“Güven Turan bizde öyküde ve şiirde taklitte kalan onirik söylemin hakikisini yakalıyor Sevda Yorumları’nda. Sevda Yorumları’nı özel bir hüzünle, sabah erkenden tenha bir yerde okumak gerekiyor. Çünkü bazı çiçekler yalnız sabahları kokarlar.” (K. Celâl Gözütok)

ESERLERİ:

ROMAN: Dalyan (1978), Yalnız mısın? (1987), Soğuk Tüylü Martı (1992), Üçlü -Dalyan-Yalnız mısın?-Soğuk Tüylü Martı (üç romanı birlikte, 2002).

ŞİİR: Güneşler... Gölgeler... (1981), Peş (1982), Sevda Yorumları (1990), Bir Albümde Dört Mevsim (1991), İkaros’un Uçuşu (1993), Toplu Şiirler 1963-1993 (1995), 101 Bir Dize (1996), Gizli Alanlar (1997), Görülen Kentler (1999), İz Sürmek (2001), Cendere (2003).

DENEME-ELEŞTİRİ: Kendini Okumak (1987), Bakır Çalığı (1994), Yazıyla Yaşamak (1996), Çerçevenin Dışından (resimlerle, 2004), Süregelen (2005).

HİKÂYE: Düş Günler (1990).

ANI-İNCELEME-MEKTUP: Oktay Rifat İçin (1999).

ÇEVİRİ: Aşk ve İsyan (K. Rexroth’tan seçme şiirler, 1991), Sınırsızdır Şiir (M. Holub’dan seçme şiirler, 1993), Seçme Şiirler (L. Glück’ten, 1994), Seçme Şiirler (W. C. Williams’tan, 1995), Seçme Şiirler (H.D.’den, 1995), Demir Adam/Demir Kadın: T. Hughes (2001), Raşid’in Dürbünü (J. Mahjoub’dan, 2003).

KAYNAK: TDE Ansiklopedisi (c. 8, 1976-98), Atilla Özkırımlı / Türk Edebiyatı Ansiklopedisi (1982), Seyit Kemal Karaalioğlu / Resimli Türk Edebiyatçılar Sözlüğü (1982), Yurt Ansiklopedisi (c. VIII, 1982-83), K.Celâl Gözütok / Sombahar (sayı: 1, Eylül-Ekim 1990), Turan Karataş / İnsana Aşka ve Tabiata Dair 101 Dize (Hece dergisi, sayı: 4, Mart 1997), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), TBE Ansiklopedisi (2001), Hikmet Altınkaynak / Dünyayı Paylaşan Yazarlar (2001), Orhan Koçak / O Çiçeğin Adını Söylemekten Çekinmek… (Virgül, Ekim 2001), Metin Fındıkçı / Güven Turan ile Söyleşi: “Modernist Edebiyat Kahraman Yerine Kişiyi Getirmiştir” (Virgül, Aralık 2002), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).

Bir Sevdanın İçyüzü

Şafağı arkama alıyorum.

Gece bitince bitiyor şehrin uyanıklığı da.

Bir karabasana dalıyor,

kirli işlerle uğraşıyor,

unutuyor sevişmeyi.

Yorgunluk çökünce üstüne

ıssızlıktan,

geceyi beklemeye başlıyor yeniden

parçalayan,

sınırlandıran

dört sudan

birinin yanına atarak kendini.

Şahidiyim. İzliyorum.

İtiyor beni,

yanıma sokuldukça.

Gün bulaşmış üstüme,

çıkmıyor.

Doğrudan Doğruya Bir ‘70 Şiiri Var Mıydı?

Bu soruya, bugün baktığımda, 70’lerin bağları söz konusu oldu­ğunda olumlu bir yanıt veremiyo­rum ama, anayasal özgürlükleri kırpılmış da olsa, askeri yönetim yerini yeniden sivil yönetime dev­rettikten sonra, yeniden hızlanan gerilimli politik ortam özellikle şiire pek fazla yer ayıramıyordu. Her şeye rağmen gür yazılıyordu ve ilk şiir denemelerini yapan şairler, 1950’lerden başlayarak süregelen şiir anlayışlarından birine yanaşa­rak şiirlerini sürdürüyorlardı. Da­ha Önceki dönemin şairleriyse, ya kendi çizgilerinde şiiri sürdürüyor­du, ya ortamın kızışmasıyla, politik mesaj da taşıyan bir şiire kayıyor­du. Örneğin, Turgut Uyar’ın “ Bir Süreğen İlkbahar”  şiiri ile Edip Cansever’in “ Mendilimde Kan Sesleri”  bu ortamın hem şiirce kes­kin ve derinlikli, hem mesaj dozu yüksek şiirleriydi. Genç kuşağın şairleri arasında ortamı en iyi du­yuran şairse, bence Ahmet Erhan olmuştur. Şimdi yayımlanış tarihi­ni bilmiyorum ama özellikle “ Bu­gün de Ölmedim Anne” , bence o dönemin en belirleyici şiiridir.

            70’lerin sonlarına doğru, çatış­malar tırmanırken, yeni bir şiirin uç vermeye başladığını da görüyoruz. Artık kuşak ya da yaş farkı belirleyici değildi, şiir dili belirleyi­ci oluyordu. Örneğin Metin Altıok 1941 doğumluydu; Haydar Ergülen’se 1956 doğumlu. Bir sentez şiiriydi bu. Hem imgeyi boşlamıyor, hem şiir dilini zorlamıyordu. Duygusallaşmaktan çekinmiyor ama humor ve ironiyi de bir çağ eleşti­risi olarak lirizmin içine, duyarlılı­ğının dozu şairden şaire değişse de, yedirebiliyordu. 70’li yılların ikinci yarısında uç vermeye başlayan bu şiir, 1980 Darbesi’nden sonra bir­den boşalan siyasi ortam içinde da­ha net çizgilerle ortaya çıktı ve 1980 şiirinin temsilcisi de oldu. Hatta, 1980’li yılların sonlarına kadar, şi­irin egemen unsuru bu şiir olmuş­tu denebilir.

            Elbette, 1970’lerde, belirli sivri adlar da çıktı ortaya. Bunlar için­de, şiirin yönünü sadece şair olarak değil, özellikle dergici ve yayımcı olarak da çizen Enis Batur’u mut­laka işaret etmek gerekir. Özellik­le Fransız deneysel modernist şiir­den yola çıkan çok az sayıda özel basımlı kitaplarla Batur, İkinci Yeni’nin dil olanaklarını bile başlan­gıçta alabildiğine zorlamıştır. Gene de Batur, 1979’da yayımlanan “ İblise Göre İncil” iyle, 70’lerin değil, 80’lerin şairidir ve 80’lerin şiirinde etkili olmuştur. 80’lerin şairi olduğu ka­dar, bu şiirden garip bir sapma gös­teren, daha doğrusu, yirminci yüzyılın başından beri, Türk şiirinin geçirdiği bütün dönemeçleri, âde­ta bir parodi edasıyla harmanlayan Mehmet Müfit de dikkat çekicidir.

            90’ların diğer dönemlerden iyi­den iyiye ayrılan, farklı bir şiiri var mıdır? Bu soruya olumlu bir yanıt vermekte zorlanıyorum. 90’larda yazanlar, şiirimizin serüveni için­de, kendilerine yakın hissettikleri bir noktadan başlayarak, şiirlerini yazmışlardır. Öyle ki, imzasız ve tanıtmışız bir derleme içinde dü­zenlenecek 70’ler şiiri, hatta 60’lar şiiri içinde hiç yerini yadırgamadan ve yadırgatmadan yer alacak şairler bile vardır 1990’larda. Elbette ilk kitabını 1988’de yayımlayan Lale Müldür, doğrudan doğruya 90’la­rın sivri (sivrilen demek aynı za­manda) bir şairi olsa da, bana göre, Türk şiirinin genel çizgisini ala­bildiğine parçalayan, bu dönemde küçük İskender olmuştur. Bu çıkış­lar dışında 90’larda şiirimiz “ yek­pare bir ânın parçalanmaz akışın­da”  sürüp gitmiştir.

            Ya 2000’ler? Aradan beş yıl geç­ti... Şiirimiz aynı “ yekpare akışın­da, şairlerin kişisel başarıları oranın­da, akıp durmakta mıdır? Şimdilik benim gördüğüm bunun böyle ol­duğu yolunda. Yalnız son yıllarda, 90’larda yazmaya başlamış olan Birhan Keskin’de, Bejan Matur’da; 2000’lerde görünen, daha ilk kitap­larını yeni çıkartmış Nilay Özer’de, Deniz Durukan’da, Özlem Tezcan Dertsiz’de, Elif Sofya’da, Gon­ca Özmen’de gördüğüm süregelen şiir dilinden farklı, kendileri far­kında ya da bilinçli mi bilmem, fe­minist demekten çekinmeyeceğim, bir şiir dilinin yoğunlaştığını görü­yorum. Bu dil Gülten Akın’da da vardır ama şimdiye dek tek başına durduğu için, üzerine bu açıdan eğilinilmemiştir. Ama artık Gülten Akın’ın yalnızlıktan çıkacağı­nın işaretleri görülüyor. Örneğin bu dil Lale Müldür’de yoktur, Gülseli İnal’da yoktur.

İkinci Yeni’den bu yana yapı­lan hareket yaratma çıkışları, ya­ni 80’lerdeki “ Yenibütün” , çeşitli dönemlerde farklı isim gruplarıy­la tanımlanmaya çalışılan Üçün­cü Yeni’ler, 2000’lerde Atlılar der­gisi çevresinde toplanan şairlerin “ Neo-Epik Şiir”  çıkışı ya da Baki Ayhan T.’nin ortaya attığı ve henüz tartışılan ama benim bir kitlesel harekete dönüşeceği konusunda hiç de iyimser olmadığım “ Soylu Yenilikçi Şiir” , 1960’lardan beri sü­regelen durumu değiştirmemiştir. Yani Hüseyin Atabaş’ın Şiir Odası dergisinin Temmuz 2000 tarihli sa­yısındaki konuşmasında söylediği “ şiir yok, şair var”  sözü bu bağlam­da, kesinkes doğrudur. Artık şairler var: İyi şairler var, sıradan şairler var, kötü şairler var. Haydi artık şa­irler üzerinde duralım.

                                                                       (Varlık, Haziran 2005)

O Çiçeğin Adını Söylemekten Çekinmek...

Güven Turan’ın yeni şiir kitabının adı İz Sürmek – ama bu uzun şiir, sanki dünya ve dil üzerinde belirgin izler bırakmaktan çekinirmiş gibi ilerliyor, sık sık da dönüp kendi izini silerek. Güven Turan, şiire 60’lı yılların ilk yarısında, İkinci Yeni’nin ikinci patlama evresinde başlamıştı. Şiirde duyusal doluluğun –imgenin ve ritmin– zafer yıllarıydı, Güven Turan da epeyce geç çıkan (1981) ilk kitabı Güneşler... Gölgeler’de toplayacağı şiirlerle bu şölenin çekingen bir konuğu oldu. Belirgin ve dolaysız siyasal motiflerden uzak durmasıyla kendi kuşağının daha ünlü temsilcilerinden ayrılıyordu. İkinci Yeni’nin duyusal şiddetle soyutlamayı iç içe geçiren, metaforu catachresis’e, barok çarpıtmaya vardıran deneylerine de çok ilgi duymadı. Turgut Uyar’ın ölümünden (1985) sonra yazdığı bir yazıda, şairin son şiirlerinin cılızlaştığını ya da “enezleştiğini” belirtiyordu Güven Turan. İçerlemiştim, çünkü Uyar’ın bazı en güçlü –“enez” olduğu için güçlü– şiirlerinin son iki kitabında yer aldığı gerçeğini bir yana bıraksak bile, Güven Turan’ın kendisi de ikinci kitabı Peş’ten (1982), hatta ilk kitabının son şiirlerinden itibaren belirgin bir seyreltme içine girmiş, “enezlik” izlenimi de bırakabilecek bir arılığın peşine düşmüştü. Güneşler... Gölgeler’in ortasından ve sonundan iki şiirin karşılaştırılması, bu yönelişi ortaya koyar. “Giz” şiiri: “Irmağın denizle boğuşan ağzında / Durup bekledik / Çamur, saz, yosun kokuları içinde / Yaz çekilmedi üstümüzden // Neydi günler boyu beklediğimiz / Avlanmadan, ateş yakmadan / Tayınlarımızı kemirip / Su sıçanlarından ürkerek // Ne ardımıza bakıyorduk / Ne denize dönüktü gözlerimiz / Geceyi mavi mavi titreten / Yangınlar da çekmiyordu ilgimizi // Sonra bir mırıltı tutturdu birimiz / Susturduk, biliyorduk sözlerini / Çın çın öttü bataklık”. Şu da kitabın son şiiri olan “Bir Yaşam”: “Çıkıp korunağımdan / Dinen karın ardından / Açılan güne bakıyorum / İnce bir su oynuyor / Buzun üzerinde; / Bir tohumun zonklaması / Duyuluyor. / Işığa sıyırıyor karanlık. // Uzun kış da bitti, / / Birden güze dönüveren / Yazın ardından gelen // Çıkıp narı arayacağım şimdi.”

(…)

İz kavramını sorunsallaştıran İz Sürme kitabının, Alman romantiklerinden (fragman düşüncesini ilk işleyenler onlardı) Mallarmé’ye ve oradan da Stefan George’ye uzanan bir çizgiden etkilenmiş olduğunu düşünenler çıkabilecektir. (Kitaptaki son parçalardan biri de Mallarmé’ye bir gönderme içerir: “Zar atılır // Şans yoktur // Zarın bütün yüzleri / imsizdir // Şans / vardır.”) Öte yandan bunun Güven Turan’ın şiirinde yeni ve riskli bir dönemece işaret ettiği de söylenebilir. Risk, ne kadar fragmanter de olsa sanatın “belirgin biçim” (ya da kesin çizgili biçim) kategorisini büsbütün çiğneyemeyecek olmasıyla ilişkilidir: Paradoks gibi görünse de, sanatın sadece tensel/duyusal değil, tinsel/zihinsel etkinliğinin de koşuludur bu kategori. “Kolye kopuyor // İncinin taneleri // Siyah giysinin üstünde / im / okunmuyor // Raslantı / tümüyle rastlantı / Kaza / mı sözcük”. Alıştırmalarını yaptığı daha mutlak bir çözülüşün eşiğinde, belirginliğini yitirme tehlikesiyle oynaşmaktadır Güven Turan’ın şiiri (bu riskle birlikte yaşama gücünü de Peş’ten Bir Albümde Dört Mevsim’e kadar oluşturduğu lirik yapıya borçlu olduğu söylenebilir).

Ama bu tutumun Güven Turan’ın şiirindeki bir eğilimin zorunlu sonuçlarına vardırılmasıyla ilişkili olduğunu söyleyeceğim ben. Dile şiddet uygulamaktan, sözcükleri, sıfatları ve adları kamçılamaktan, kışkırtmaktan, köpürtmekten kaçınmış, hatta adlandırmaktan bile çoğu zaman geri durmuştu. Dile uygulanan şiddetin dünyaya uygulanan şiddetle kaçınılmaz ilişkisini bilmenin verdiği bir çekingenlik gibiydi bu. Son kitapta şu dizelere de rastlıyoruz. “O çiçeğin adını / söylemekten çekinmek // Su dirimdir // Diplere çekildiğinde / ölümdür de”. Ama bu bilincin bir uzantısı, mantıksal veya anlatısal bir sürekliliğin de aynı şiddetten pay almış olduğudur. Şiir, doğanın özerkliğini ihlal etmemek için, bir dilsizlik noktasına doğru çekilmeyi göze alacaktır: “Sessizce / ormana çekiliyorum // Duymak ve konuşmak / yoğunlaştırıyor // Beklenmiyorum // Issızlık.”

(Virgül, Ekim 2001)

Yazar: Orhan Koçak
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör