Devlet
adamı, yazar (D. 1824-30?, Gaziantep - Ö. 6 Şubat 1910). Asıl adı Mehmet
Tahir’dir. Yazılarında çoğunlukla Münif, Münif Efendi, Münif Paşa, zaman zaman
Mehmet Tahir Münif adlarını kullandı. Babası Ayıntab (Gaziantep) alim ve
şairlerinden Hoca Abdünnafi Efendi’dir. İlköğrenimini Gaziantep’te Nuruosmaniye
Medresesi’nde tamamladı. Bir hattadın yanında çıraklık, Antep yöresinde Battal
Bey’in yanında kâtiplik yaptı. Daha sonra Mısır’a giderek Farsça ve Arapça
öğrendi. Kahire’de Kasr-ı Âli Medresesi’nde coğrafya, tarih ve edebiyat okudu.
Kahire’nin o yıllardaki genel anlamda Batılı etkisindeki havasını soludu. Bu
arada Fransızca öğrendi. 1849’da ailesiyle birlikte Şam’a gitti. Şam’da bir yıl
Emeviyye Medresesi’ne devam etti. 1850’de Şam Eyaleti Meclis-i Kebir Kalemi’ne
memur olarak atandı. 1852’de görevinden istifa etti ve Şam’dan ayrılarak
İstanbul’a geldi. 1853’te İstanbul Babıâlî Tercüme Odası’nda Arapça ve Farsça
çevirmeni olarak görev aldı. 1854’te Gelibolu Asâkir-i Muavine Komisyonu
Başkâtipliği’ne atandı. Bu görevinde bir yılını doldurmadan elçilik ikinci
kâtibi olarak Berlin’e (1855) gönderildi. Berlin Elçisi Kemal Paşa’nın
yardımıyla Berlin Üniversitesi’nde felsefe, tabiî bilimler, uluslararası hukuk,
ekonomi okudu ve Almanca öğrendi. 1857’de Kemal Paşa’nın yurda dönüşüyle
birlikte o da Türkiye’ye döndü. İki ay Tercüme Odası’nda çalıştıktan sonra
Hersek Sancağı Başkâtipliği’ne (1857) atandı. 1859’da yeniden Tercüme Odası’na
döndü. Bu yıllarda İngilizceyi öğrendi, Rumcayı da bilmekteydi. Son günlerinde
Çince öğrenmeye başlayanca, çok dil biliyor olması nedeniyle kendisine “Ebu’l
Lisan” lakabı takıldı.
Münif
Paşa 1861’de Ticaret Mahkemesi İkinci Başkanlığı’na, 1862’de Babıâlî Tercüme
Odası Birinci Mütercimliği’ne atandı. Daha sonra Zabtiye Nezareti Müsteşarlığı
(1867), Divan-ı Temyiz Reisliği (Yargıtay Başkanlığı, 1868), Meclis-i Kebir-i
Maarif Reisliği (1869-71), Tahran elçiliği (1872-77), Ticaret Nazırlığı (Bakanlığı,
1877), Maarif Nazırlığı (Eğitim Bakanlığı, 1877, 1878-80) görevlerinde bulundu.
1880’de vezir (bakan) olarak Paşa unvanını aldı. Daha sonra Meclis-i
Fevkalâde-i Sıhhiye Reisliği’ne (1881) getirildi. 1885’te Maarif Nazırlığı’na
yeniden atandı. Üçüncü kez bu görevden de alındıktan sonra dört yıl resmi görev
yapmadı. 1895’te yeniden Tahran Sefareti’ne atandı. Ancak bu atama onun için
bir sürgün anlamı taşımaktaydı. Tahran’da bir yıl dolmadan kızının ölüm
haberini alması üzerine İstanbul’a (1898) döndü ve bir daha devlet hizmetinde
görev almadı. Son günlerini yatalak olarak yaşadı. Ölünce Erenköy’de, Sahra-yı
Cedid Mezarlığına gömüldü.
Münif
Paşa’nın, Muhâverât-ı Hikemiyye (1859)
adlı çevirisi, kimi kaynaklarda Türkiye’de düşünce tarihinin ilk önemli eseri
olarak kabul edildi. Bu eseri eleştirenlerin başında gelen Ali Suavi, liberal
düşüncelerinden dolayı Münif Paşa’ya muhalifti. Ancak eserin, özellikle Ahmet
Mithat Efendi’nin üzerinde etkileri olmuştu. Felsefî konuları işlemiş olmasına karşın
dilinin yalınlığı ve söyleminin sadeliğiyle başarılı bir çeviri olarak kabul
edildi. Münif Paşa 1860’ta, yani söz konusu eserin yayımlanmasından bir yıl
sonra Ceride-i Havâdis’te yayımladığı yazılarla gazeteciliğe başladı.
Ardından Ceride-i Havâdis’in sahibinin desteği ile (Cuma günleri hariç)
bizde yayımlanan ilk günlük gazete olan iki sayfalık Ruznâme’yi (sonradan
Rûznâme-i Ceride-i Havadis) yayımlamaya başladı. Burada ekonomi ve
yurtdışı ağırlıklı haberlerle, kısa fıkralarla, günlük hayata, bilime ve
eğitime değinen yazılarla sadık ve meraklı bir okuyucu kitlesi yaratmayı
başardı. Ayrıca birçok toplumsal ve ekonomik kavramı Türk düşünce dünyasına
kazandırdı. Münif Paşa ayrıca Türkiye’de ansiklopedik yayıncılığın ilk
örneklerini verdi.
Münif
Paşa 1863’te Fuat Paşa’nın desteğiyle, Darülfünûn (İstanbul Üniversitesi)
konferansları, ücretsiz halk dersleri düzenleyen ilk özel bilim kurumu (bir tür
özel akademi) olan Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyye’nin (Osmanlı Bilim Derneği)
kuruluşuna öncülük etti. Bu dernek, Türk kültür hayatına yeni bir
kütüphanecilik anlayışı getirdi. Münif Paşa, bu cemiyetin yayın organı olan
aylık Mecmua-ı Fünûn’u çıkarmaya (Haziran 1862) başladı. Döneminin en
önemli düşünce dergisi kabul edilen Mecmua-i Fünûn’da toplumsal bilimler
ve fen bilimlerine ilişkin çeşitli bilimsel ve felsefî konular tartışmaya
açıldı. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Belki o
zamanların en faydalı teşebbüsüydü” dediği bu dergi, Münif Paşa’yı kültür
tarihimizin yol açıcılarından biri yapmıştır.
Münif
Paşa, Mısır’da Batılılaşmanın ilk deneyleriyle karşılaşmıştı. Batılı
filozoflardan etkilendi. Jeolojiden tarihe, sanayiden ticarete kadar çok
çeşitli konularda kırk dokuz makalesi Mecmua-i Fünûn’un birinci
döneminde, sekiz makalesi de derginin ikinci döneminde yayımlandı. Ayrıca Hazine-i
Evrâk dergisinde on beş, Ruznâme-i Cerîde-i Havadis’te on bir makale
yayımladı. Münif Paşa’nın gazeteciliği yanında cemiyetçiliği, bilim önderliği
yönleri de önemlidir. Öğrencisi Ali Fuat’ın deyişiyle, “Hayat-ı edebiyyesi, hayat-ı resmiyyesinden daha ziyade bahse
şâyândır.” Tanpınar ise, onu “Yeniliğin
üç büyük muharririnden biri” saydı; dilini, gazeteciliğini ve
çevirmenliğini ön plana çıkardı. Tanpınar’ın gözünde, “İlk felsefî ve ilmî kımıldanış” olan Münif Efendi’nin,
gazeteciliği bir tür hocalıktı. Bütün bu özelliklerine karşın gölgede kalmış
olması da Tanpınar’a göre büyük haksızlıktır.
Eserlerinin
bir kısmı basılmadı. Dalında ilk olan Hikmet-i Hukuk, İlm-i Servet ve İlm-i
Belâgat adlı eserlerinin yer aldığı defter, İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Atatürk Kitaplığı’ndadır. Çeviri makalelerden oluşan eseri Âdât-ı Ümem, İngiltere
Tarihi ve Münif Paşa Lâyihâsı Beyazıt Kütüphanesi’ndedir. Paşa’nın
Victor Hugo’dan çevirdiği Mağdûrîn Hikâyesi (Sefiller), 1862’de bir ay
boyunca Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis’te yirmi dört bölüm olarak tefrika
edildi. Kitap olarak basılmayan eserlerinden Istılahât-ı Türkiyye, “Halk Tabirleri” başlığıyla Eminönü
Halkevi’nin Halk Bilgisi Haberleri dergisinde yayımlandı. Münif Paşa’nın
bir başka çalışması Lisân-ı Hâl adlı etimolojik eseridir. Paşa’nın
Tahran’dan yola çıkıp Tiflis üzerinden İstanbul’a dönüşü sırasında tuttuğu
günlük İran Hâtırâtı (Ruznâmesi) adını taşır ve basılmamıştır. Paşa’nın ilk
Tahran Sefirliği görevi sırasında, İran’a gitmiş olan Osmanlı devlet adamlarını
tanıtan risalesi İran Risalesi adını taşır ve iki yazma örneği vardır… Münif
Paşa’nın şiirleri toplam on altı adet olup iki kitapta toplanmıştır. Terkib-i
Bend’de yer alan on beş manzumede hep toplumsallığı hedefledi. Eski tarz
şiirlerinde büyük oranda Divan şiirinin dilini kullanırken toplumsal ve düşünce
ağırlıklı şiirlerinde kendine özgü bir sözcük dağarcığı oluşturdu.
ESERLERİ:
ÇEVİRİ:
Muhâverât-ı Hikemiyye (Fénelon, Fontenelle ve Voltaire’den seçilmiş on
bir diyalog, 1859).
ARAŞTIRMA-İNCELEME:
Medhal-i İlm-i Hukuk (1881), Telhis-i Hikmet-i Hukuk (1883-84), İlm-i
Servet (1884-85), Hikmet-i Hukuk (1884-85).
ŞİİR:
Dâstân-ı Âl-i Osman (manzum tarihçe, 1882), Terkîb-i Bend (1893).
HAKKINDA
(Başlıcaları): Müjgan Cunbur / Münif Paşa Layihası ve Değerlendirilmesi (Tarih Araştırmaları,
c. 2, 1964), Niyazi Berkes / Türkiye’de Çağdaşlaşma (s. 232, 1978), Dündar
Akünal / Münif Paşa’ya Dair (Tarih ve Toplum, c. 2, 1984), Hüseyin Çelik /
Tanzimat’ın İki Ucu: Münif Paşa ve Ali Suavi (Birikim, Mart 1992), İsmail Doğan
/ Tanzimat’ın İki Ucuna Takılanlar (Yedi İklim, Şubat 1993), Münif Paşa ve Türk
Kültür Tarihindeki Yeri (1999), İbnülemin Mahmud Kemal İnal / Son Asır Türk
Şairleri (c. 2, 2000), TBE Ansiklopedisi (2001), Ali Budak / Münif Paşa (2004).
Bülbül-i câna verir neş’e o gülzâr-ı vatan
Mest eder âşıka bûy-ı gül-i bî-hâr-ı vatan
Heme ahcârına reşk-âvar-ı yâkut denir
Nahl- Tûbâ görünür dîdeye eşcâr-ı vatan
Nice meyi eyliyelim nevber-i gûn-a-gâna
Mânevî vâye verir lezzet-i esmâr-ı vatan
Dîdeye mihr gerekmez çü sipihr-i dilde
Tâ tulû’ eyledi ol mihr-i pür envâr-ı vatan
Gam-ı endûh-i derûnum kime izhâr edeyim
Göremem âlem-i eşbâhda gam-hâr-ı vatan
Sırr-ı hubbü’l vatana kesb-i vukûf eylemiyen
Olamaz mâlik-i gencîne-i esrâr-ı vatan
Bâdemâ Câm-ı Cem’e atf-ı nigâh eylemezem
Olalı mest-i mey sâgar-ı ser-şâr-ı vatan
Şadiyâ nazm-ı kerem cezm-i cenâb-ı tevfik
Silk-i ma’nâdâ ne a’lâ dürr-i şehvâr-ı vatan