Münevver Ayaşlı

Araştırmacı Yazar, Roman Yazarı, Yazar

Ölüm
20 Ağustos, 1999

Romancı, araştırmacı yazar (D. 1906, Selanik - Ö. 20 Ağustos 1999, İstanbul). Asker olan babasının görevi nedeniyle Osmanlı topraklarının çeşitli yerlerini dolaşma olanağı buldu. Bir süre Alman Mektebi’nde okudu. Fransa’da College de France ile Şark Dilleri Okulu’nu bitirdi. Ayrıca Arapça ve Farsça öğrendi. Müsteşrik Massignon’dan tasavvuf dersleri aldı. 1930 yılında Viyana Büyükelçisi Sadullah Paşa’nın oğlu Nusret Sadullah Ayaşlı ile evlendi. Yeni İstanbul, Sabah ve Yeni Asya gazetelerinde günlük yazılar yazdı ve romanlar tefrika etti. Doğu ve Batı kültürlerini yakından tanıması, Saray’da yetişmiş olması ona belli bir birikim kazandırmıştı. Yazdığı romanlar ve kaleme aldığı anılarıyla tanındı.

Ayaşlı, millî bilince sahip, kültürel zenginliklerimize, tarihimize bağlı bir aydın olarak yaşadı. Kitaplarında Osmanlı’nın başarılarını, İslâm’ın hoşgörüsünü, Rumeli ve Balkanlar’daki sorunları, eski İstanbul hayatını işledi. Üç kitaplık bir nehir roman niteliğinde olan Pertev Bey’in Üç Kızı (1968), Pertev Bey’in İki Kızı (1969), Pertev Bey’in Torunları (1969) romanlarında; top­lumun sosyal ve siyasi yapısını, emekli miralay Pertev Bey ve çocuklarının kaderiyle ve toplumsal değişmelere koşut olarak anlattı.

Münevver Ayaşlı bir tür “Osmanlı aristokratı” sayılabilir. Eşinin ölümünden sonra tasavvufa yönelmişti. Büyük tarihçimiz İbnülemin Mahmut Kemal Bey, ender beğendiği bir hanım yazar için, “Aferin, merdane yazıyor!" demişti. Doğaldır ki bu “merdane yazıyor” sözü, erkek gibi bir üslûba sahip anlamına geliyordu. İbnülemin’in dediği gibi, Ayaşlı da yazılarını hem merdane hem de zarifane bir üslûpla yazan bir İstanbul hanımefendisiydi. Bir kuşak İstanbul Türkçesinin özelliklerini ve güzelliklerini büyük ölçüde ondan öğrendi.

Münevver Ayaşlı Dersaadet, Ondokuzuncu Asır, İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim, Teşrin-i Sani ve Ötesi, Kıbrıs Fetvası, Vaniköy’ünde Fazıl Paşa Yalısı, Edep Yâhû, Hatırlayabildiklerim (Avrupai Osmani, Rumeli ve Muhteşem İstanbul), Geniş Ufuklara ve Yabancı İklimlere Doğru adlı kitaplarıyla yakın tarihimize âdeta bir ışık tuttu.

Necip Fazıl ve Abdülhak Hamit’le sıkı fıkı dostlukları vardı. Türk bilim, kültür ve sanat hayatına hizmetleri nedeniyle Türkiye Yazarlar Birliği’nin 1984 Üstün Hizmet Ödülünü Fevziye Abdullah Tansel’le paylaştı. İsmail Hami Danişment’in evinde düzenlenen şiir ve edebiyat toplantılarının müdavimiydi.  

“Os­manlı’ya ve doğduğu topraklara, Rumeli’ye de yürekten bağlı İstanbul âşığı bir Osmanlı hanımefendisidir. Ayrıca mistik temayülleri de vardır; tasavvufun çağdaş bir temsilcisidir ve mevlevîdir. Bu da onun, geleneksel kültür ve medeniyet haya­tımızı karakterize eden değerleri, bir bütünlük anlayışı içinde kavradığına ve devrin şartlarına entegre ederek yaşamak ve yaşatmak istediğine bir işaret sayılmalıdır. Ömrünü tam bir “istiğna” içinde geçiren insanlardan olan Ayaşlı, inandığı, bildiği, gördüğü ve yaşadığı bütün kıymetleri eserlerine de yansıtmış, başka bir ifade ile inandığı gibi yaşamış ve yaşadığı gibi de yazmıştır.” (Mustafa Özbalcı)

“Münevver Ayaşlı, romanının biçimi üzerinde hiç düşünmemiş. Ne kurguya önem vermiş ne bakış açısına ne de zamanlar arası gelgitlere. Kimi zaman üçüncü tekil kişi ağzından aktarılıyor hikâye, kimi zaman kendisini, siyasi düşüncelerini gizlemek lüzumu hissetmeyen yazar giriyor devreye. Mesela Selmin 1915’te 16 yaşında. 32 yaşına geldiğinde 1930 oluyor tarih, ama Ayaşlı hikâye dışındaki bir zamandan, romanın yazıldığı 1968’lerden sesleniyor okuyucuya; Ankara sanki bir geri zekâlı çocuklar yurdu olmuştu. Bütün idare ve bütün işler geri zekalılar tarafından idare ediliyordu.... İşte bundan ötürü kırk küsur senedir Ankara çabalamada ve bocalamadadır. Osmanlı devleti, kırk senede çoktan kurulmuş, kendini bulmuş, fütuhata çoktan başlamış, Cihan imparatorluğuna dev adımlarla ilerliyordu. Halbuki Yeni Türkiye her şeyi hazır bulmuş, koca bir imparatorluğun mirasına konmuş. (...) Böylelikle hep sol eksenli tartışılan ‘siyasi roman’ın muhafazakar kesimden bir örneği ile karşılaşıyoruz.”  (A. Ömer Türkeş)

ESERLERİ:

ROMAN: Pertev Bey’in Üç Kızı (1968), Pertev Bey’in İki Kızı (1969), Pertev Bey’in Torunları (1969), Pertev Bey, Üç Kızı İki Kızı Torunları (üç roman birlikte, 2002). 

İNCELEME: Ondokuzuncu Asır ve Kıbrıs Fetvası (1971), Avrupâ-i Osmanî Rumeli ve Muhteşem İstanbul (1990), Geniş Ufuklara ve Yabancı İklimlere Doğru (kronolojik tarih 1991), Gizli Cemiyetler (1992), Teşrinisani ve Ötesi (2002).

 ANI: Başvekilimizi Tanıdım (1968), İşittiklerim Gördüklerim Bildiklerim (1973), Dersaadet (1975), Vaniköy’ünde Fazıl Paşa Yalısı, Hatırlayabildiklerim.

DENEME: Edeb Yâhû (1984).

HAKKINDA: Abdullah Uçman / Münevver Ayaşlı İstan­bul’u Anlatıyor (Hisar, c. 16, sayı: 151, Tem­muz 1976), TDE Ansiklopedisi (1977), Beşir Ayvazoğlu / Boğaziçinde Bir Güzel “Haminne”: Münevver Ayaşlı (Defterimde Kırk Sûret, 3. bas., 1999, s. 33-36), Mehmet Nuri Yardım / Romancılar Konuşuyor (2000, TBE Ansiklopedisi (2001), Mustafa Özbalcı / Büyük Türk Klâsikleri (c. 14, 2002), A. Ömer Türkeş / Muhafazakar Siyasi Roman  (Radikal Kitap, 16.12.2002), İhsan Işık / Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006).

BOĞAZİÇİ'NİN HAMİNNESİ: MÜNEVVER AYAŞLI

Büyük tarihçimiz İbnülemin Mahmut Kemal Bey, nadiren beğendiği bir hanım yazar için, "Aferin, merdane yazıyor!" dermiş.

Tabii ki bu merdane yazıyor sözü, erkek gibi bir üslûba sahip anlamına geliyor. Sözün hemen başında itiraf edeyim ki, beni en çok etkileyen iki hanım yazardan biri Samiha Ayverdi, diğeri de Münevver Ayaşlı'ydı. İbnülemin'in dediği gibi, bunların ikisi de yazılarını hem merdane hem de zarifane bir uslûpla yazıyorlardı. İkisi de Osmanlı bakiyyesiydi, ikisi de İstanbul hanımefendisiydi. Bizim nesil Osmanlı tarihinin sırlarını, İstanbul terbiyesinin ne demek olduğunu, İstanbul Türkçesi'nin özelliklerini ve güzelliklerini büyük ölçüde, bu iki eli kalemli hanımefendiden öğrendi.

Bir zamanlar, sağ kesimin en gözde gazetelerinden biri haline gelen, Yeni İstanbul, benim de tiryakisi olduğum günlük yayın organlarından biriydi. Başta "Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi" olmak üzere birçok kıymetli esere imza atan merhum Prof. Osman Turan Yeni İstanbul'da yazıyordu. Osman Yüksel Serdengeçti'nin "Selam" başlığını taşıyan günlük yazılarını okuyarak kendimizden geçiyorduk. Çünkü Osman Yüksel, yükselmenin sırrını serdengeçtilik ruhunda arayan ateşli kalemlerin başında geliyordu. Daha sonraki yıllarda büyük bir şöhret kazanan Rauf Tamer de basın hayatına, Yeni İstanbul'da başlamıştı. Kısacası Kemal Uzan'ın sahibi olduğu, bu siyah-beyaz gazete birçok renkli kalemi, Türk okuyucusuyla yakından tanıştırmış, doğrusunu söylemek gerekirse kültür dünyamıza hayli katkıda bulunmuştu.

Yeni İstanbul'da beni en fazla cezb eden yazarlardan biri de Münevver Ayaşlı'ydı. "Merak" başlığıyla kaleme aldığı günlük yazılarını -hiç şüphe yok ki- en çok merak eden okuyucularından biri de bendim. Onun nev'i şahsına münhasır bir üslûpla kaleme aldığı köşe yazılarını okumak için ertesi günü iple çekiyordum. Münevver Hanım, kelimenin tam anlamıyla "münevver" (aydın) bir kalemdi. Engin bilgisiyle, zengin mahfuzatıyla, yakın tarihe olan vukufiyetiyle bizi tenvir ediyordu. Siyasi konulardan çok, tarihe, edebiyata, kültüre yer veriyordu. Kısacası şahsen ben merdane yazan bu hanımefendinin tiryaki okuyucularından biriydim.

Hace Münevver Ayaşlı "Pertev Bey'in Üç Kızı", "Pertev Beyin İki Kızı", "Pertev Beyin Torunları" adındaki romanıyla, Osmanlı'dan Cumhuriyete intikal eden bir ailenin panoramasını, olanca dramatik çizgileriyle gözler önüne seriyordu. Bu eser yakın tarihimizin ilginç kesitlerinden birini, hem de başarılı bir roman üslubuyla hikâye ediyordu. Kitapta en fazla ilgimi çeken konulardan biri de, "Menderes - Said Nursi" ilişkisi başlığını taşıyan bölümdü. Merhume annemiz, Said Nursi gibi bir İslam büyüğüne gerekli alakayı göstermediği, kendisine uzanan böyle bir himaye elini adeta ittiği için zavallı Menderes'e acıyordu. Hatta, onun başına gelen malum, meş'um ve menfur felaketi de Menderes'in bu kaçışına, bu ürkekliğine bağlıyordu. Her ne ise...

Münevver Ayaşlı bundan başka "Dersaadet", "Ondokuzuncu Asır", "İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim", "Teşrin-i Sani ve Ötesi", "Kıbrıs Fetvası", "Vaniköy'ünde Fazıl Paşa Yalısı", "Edep Yâhû", "Hatırlayabildiklerim (Avrupai Osmani, Rumeli ve Muhteşem İstanbul)", "Geniş Ufuklara ve Yabancı İklimlere Doğru" adlarındaki kitaplarıyla yakın tarihimize âdeta bir projektör tuttu. Necip Fazıl ve Abdülhak Hamid'le sıkı fıkı dostluk kuran Münevver Ayaşlı, ünlü tarihçimiz İsmail Hami Danişmend'in evinde gerçekleştirilen şiir ve edebiyat toplantılarının müdavimiydi.

Boğaziçi'nin bu "haminne"sini daha yakından tanımak için 1979 yılının Ağustos'unda bir akşam Beylerbeyi'ndeki yalısına gittim, kendisiyle uzunca bir röportaj yaptım. Beni bırakmadı, o akşam iftara kalmam için ısrar etti. Fakiriniz de hayatında ilk ve son defa yalıda iftar açma şerefine -böylece- nail oldu. Bu Osmanlı hanımefendisinin o gün ibraz ettiği nezaketi, nezaheti, izzeti, ikramı, aradan geçen bunca yıla rağmen bir türlü unutamıyorum. Sorduğum sorulardan biri de Tanzimat'la ilgiliydi. Buna verdiği kısa cevap şöyleydi:

"Pek çok aydınımız bozulmanın başlangıcını Tanzimat olarak kabul ediyor. Ben o kadar geriye gitmiyorum. Bana göre Osmanlılığa, daha doğrusu Türk-İslam örf ve âdetlerine sekte vuran tarih, cennetmekan Sultan Abdülhamid Han'ın tahttan indirilişi ve İttihatçılar denilen çetenin ikbale gelişiyle başlar. Bu hükümdar, Tanzimat sonrası bir padişahtır. Sultan Abdülhamid zamanında Şeriat-ı Muhammediye, her yerde hakimiyetini tam olarak sürdürüyordu."

Hacı Anne'yi, doğumunun 100. yıl dönümünde bir kere daha rahmetle, minnetle anıyorum.

Mehmet Paksu tarafından yazılan bu makale, 11 Haziran 2006 Pazar günü yayınlanan Bugün Gazetesindeki köşe yazısıdır

Yazar: MEHMET PAKSU

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör