Selahaddin Eyyubi

Kahraman

Ölüm
04 Mart, 1193
Diğer İsimler
Selahaddin-i Eyyubi. Kudüs Fatihi Ebü'l-Muzaffer el-Melikü'n-Nâsır Salâhuddîn Yûsuf b. Necmüddîn Eyyûb b. Şâdî (tam adı)

Eyyubi hanedanının kurucusu ve ilk sultanı, haçlılara karşı mücadelesiyle tanınan büyük İslam kahramanı, Kudüs fatihi (D. 1138, Tikrît – Ö. 4 Mart 1193, Şam). Tam adı Ebü'l-Muzaffer el-Melikü'n-Nâsır Salâhuddîn Yûsuf b. Necmüddîn Eyyûb b. Şâdî’dir. Etnik kökeni hakkında kesin bir bilgi olamamakla birlikte Kürt kökenli, Türk kökenli ve Arap kökenli olduğunu belirten kaynaklar mevcuttur. Ancak herkes onun büyük bir İslam kahramanı olduğunda hemfikirdir. Kudüs Fatihi Selahaddin-i Eyyubî, Diyarbekir'in de hükümdarlarındandır.

Selahaddin-iEyyubî, Tikrit, Baalbek ve Şam valiliklerinde bulunmuş Necmeddin Eyyub’un oğlu, Şadî’nin torunudur. Dedesinin vefatı üzerine babası ailesini alarak Musul’a yerleşti ve Nureddin Mahmud Zengi’nin himayesine girdi. Çocukluk dönemi Musul ve Şam’da geçen Selahaddin-i Eyyubi, ağırlıkla sufi eğitim aldı ama sanatla ve ilimle de uğraştı. Şam'daki Dar'ul-Hadis'den (Hadis Üniversitesi) mezun oldu. Genç yaşlarında Haçlılara karşı yapılan seferlere katıldı ve Şam şahneliğine kadar yükseldi. 1164-69 yılları arasında amcası Şirkuh’un kumandasında Mısır’a yapılan seferde gösterdiği başarıyla dikkat çekti. Mısır seferinden sonra Fâtımi halifesi Şirkuh’u vezir tayin etti. Şirkuh iki ay sonra ölünce Halife onun yerine Selahaddin-i Eyyubi’yi vezir tayin etti. Aynı zamanda Nureddin Mahmud Zengi’nin Mısır’daki ordusunun kumandanlığını da üstlenen Selahaddin-i  Eyyubi, Zengi’nin izniyle Mısır’ı ve Mısır’a bağlı yerleri yönetmeye başladı. Mısır’a hakim olmasının ardından kendisine ve Türklere karşı direnen Fâtımi çevrelerine ve onları destekleyen Haçlılara karşı mücadeleye girişti. Haçlılar ve Dimyat’ı kuşattılar; ancak başarı elde edemediler. Selahaddin-i  Eyyubi orduyu yeniden teşkilatlandırdı. Sünni medreseleri ve yeni kurumlar açtı. Fâtımi bürokrasisinini kademeli olarak tasfiye etti ve 1171’de Nureddin Zengi’den gelen emirle Fâtımi hilâfetine son verdi.

Selahaddin-i  Eyyubi 1170-73 yılları arasında Kudüs Haçlı Krallığına seferler yaptı. Busrâ ve Havran’ın ardından Balebek, Humus, Hama şehirlerini hakimiyeti altına aldı. Halep-Musul ittifakı Haçlıların ve Haşhaşîlerin desteğiyle ona karşı direnişe geçti. 1176’da Musul-Halep kuvvetlerini yenilgiye uğratarak Halep etrafındaki bazı kaleleri ele geçirdi. Bu arada sultanlığı Abbâsi halifesi tarafından tanındı böylece Suriye ve Mısır’daki hakimiyeti onaylandı. Bir süre sonra Musul Atabeyi Selahaddin-i  Eyyubi’nin Mısır’da olmasını fırsat bilerek Halep’in idaresine el koydu. Selahaddin-i  Eyyubi, 1182’de Kahire’den Suriye’ye hareket ederek Fırat’ın doğusuna geçti. Urfa, Harran, Rakka, Habur, Resülayn, Dârâ, Nusaybin’i ele geçirdi. Bu sırada Selahaddin-i  Eyyubi’ye katılan Artuklu Emiri Nureddin Muhammed, ondan Diyarbekir’i alıp kendisine vermesini istedi. Harzem’e geldğinde Abbasi halifesinin de onayını alan Selahaddin-i  Eyyubi Amed üzerine yürüdü ve şehri ele geçirip Nureddin Muhammed’e verdi (1183). Böylece Amed Eyyubiler’in eline geçti. Sonrasında Halep’i kuşattı. Şehrin bu sıradaki sahibi II. İmâdüddin Zengi bir süre direndikten sonra anlaşmaya karar verdi. Sincar, Habur, Nusaybin, Serüc şehirleri karşılığında Halep’i Selahaddin-i  Eyyubi’ye bıraktı ve ona tâbi olmayı kabul etti (11 Haziran 1183).

Bir taraftan devleti dağılmaktan kurtarıp Ortadoğu’da İslam birliğini sağlamak için uğraşan Selahaddin-i  Eyyubi, diğer taraftan da Haçlılarla mücadele etti. 1177-79’da Gazze-Askalan üzerine yaptığı sefer sonucunda barış isteyen Haçlılar, Selahaddin-i  Eyyubi’nin Musul, Halep üzerine yaptığı seferler sırasında Suriye topraklarına saldırdılar (1182-85). Hittîn denilen yerde Haçlılarla yapılan meydan savaşı Selahaddin-i  Eyyubi’nin büyük zaferiyle sonuçlandı.

Hittîn zaferinin ardından hızlı bir fetih hareketine girişen Selahaddin-i  Eyyubi, Filistin’de Akkâ, Askalan, Nablus, Remle, Gazze dâhil birçok kaleyi ele geçirdi. Ardından Kudüs’ü kuşattı ve Miraç Kandili’ne denk gelen 2 Ekim 1187 Cuma günü Kudüs’ü fethetti. Bir yıl sonra Sûr şehri dışındaki bütün kaleler Eyyubilerin eline geçti. Kudüs ve birçok kalenin kaybedilmesi üzerine Batı Avrupa ülkelerinin de katıldığı yeni bir Haölı seferi düzenlendi. Haçlılar 1189’da Akkâ’yı kuşattılar. İki yıl süren savaşların ardından Fransa Kralı, Alman İmparatoru ve İngiltere Kralı’nın ordu ve donanmalarıyla savaşa katılmaları sonucunda 1191’de Akkâ Haçlıların eline geçti. Kudüs’ü almak için teşebbüste bulundular; ancak Selahaddin-i  Eyyubi’nin ordusu karşısında başarısız oldular. 1192’de iki taraf arasında üç yıl sekiz ay sürecek olan bir barış antlaşması imzalandı.

Selahaddin-i  Eyyubi, Haçlılarla antlaşma yaptıktan kısa bir süre sonra Şam’da vefat etti. Mısır, Libya, Yemen, Filistin, Suriye ve Ahlat’a kadar onun adına hutbe okundu. Yerine büyük oğlu el-Melükü’l-Efdal Ali geçti. Kurduğu kuvvetli ordu ve devlet teşkilatıyla Fâtımi hilafetini yıkıp bölgedeki ideolojik parçalanmayı önleyen Selahaddin-i  Eyyubi, Kudü’ü Haçlılar’ın elinden kurtararak İslam kahramanları arasında yer aldı. Selahaddin-i  Eyyubi’nin kurduğu geniş bir alanı kapsayan siyasi birlik Eyyubiler’in ardından Memlükler’le devam etti. Yavuz Sultan Selim’in Kahire’yi ele geçirmesiyle son buldu. Mehmed Akif Ersoy onu “Şark’ın en sevgili sultanı”, Fransız Tarihçisi Champdor “İslam’ın en saf kahramanı” diye niteledi.

Selahaddin-i  Eyyubi, 2005 yılında çekilen Cennetin Krallığı adlı filmde Suriyeli aktör Hasan Mesut tarafından canlandırıldı. Daha önce 1935 yılında Cecil B. DeMille'in yönettiği The Crusades filminde Ian Keith, 1954 yılında David Butler'ın yönettiği King Richard and the Crusaders filminde ise başroldeki Rex Harrison tarafından canlandırıldı.

 

Selahaddin-i Eyyubî'nin Son Sözleri

 

"Sultan Selâhaddin “Kudüs işgal altındayken, ben nasıl gülebilirim ki?..” diyerek günlerce mahzun olarak yaşamıştı…  Kısa zamanda kurduğu muazzam devlete ve zaferlere rağmen aslâ gurura kapılmadı. “Ben, Allah yolunun bir hizmetçisiyim” diyerek güzel bir ömür sürdü...

Vefat edeceğini anlayınca... Hastalığı ağırlaşıp vefat edeceğini anlayınca, adamlarına kefenini vererek, bir mızrağın ucuna geçirmesini ve sokaklarda dolaştırarak şöyle bağırmalarını emretti:

“Ey ahali!.. Şarkın hakimi Sultan Selahaddin ölmek üzeredir ve ahirete ancak şu bez parçasını götürebilecektir.” (Vehbi Tülek)

KAYNAKÇA: Zeki Velidi Togan / Umumî Türk Tarihine Giriş (c. 1, 1981), Seyyide İsmâil Kâşif / Salâhuddîn el-Eyyûbî (1986), Kemal Burkay / Geçmişten Günümüze Kürtler ve Kürdistan (c. 1, s. 154-157, 1992), İbn Haldun / Mukaddime (C. 2, s. 622, 1996), Mehmet Kemal Işık / Ünlü Kürt Bilgin ve Birinci Kuşak Aydınlar (2000), Rama­zan Şeşen / Salâhaddin Eyyûbi ve Devri (2000), Vehbi Tülek / “Kudüs Fatihi” Selahaddin Eyyûbi (Türkiye gazetesi, 9 Eylül 2006), Dr. Mehmet Sılay / Ortadoğu Barışının Mimarı Selahaddin Eyyubi (2009), Ramazan Şeşen / TDV İslam Ansiklopedisi (c. 36, s. 337-340, 2009), İhsan Işık / "Ünlü Devlet Adamları" (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, 1. cilt, 2013) -Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013).

 

 

 

 

 

 

 

 

TÜRK MÜYDÜ, KÜRT MÜYDÜ? SELAHADDİN EYYUBİ

BAŞBAKAN Erdoğan’ın Diyarbakır konuşmasında vurgulu bir şekilde Selahaddin Eyyubi’den bahsetmesine sevindim. Bugün ben de bu büyük kahraman üzerine yazmak istiyorum. Amacım, tarihin bugünkü tasavvurlarımızdan farklı olduğunu, Selahaddin’i bir milliyetçilik sembolü haline getirmenin yanlışlığını anlatmaktır.
1137 yılında Tikrit’te doğan Selahaddin, Kürt’tür, zira babası Necmeddin Eyyubi’nin Kürt olduğu tartışmasız bir gerçektir. Fakat hepsi bu kadar değil.

Necmeddin Eyyubi, Selçuklu emirlerinden İmadeddin Zengi’nin ordusunda görevlidir. Ordu Türkmen ağırlıklıdır fakat Kürt ve Arap da vardır. Selahaddin’in kardeşlerinden ikisinin adı Tuğtekin ve Turanşah’tır. Bu durum Selahaddin’in annesinin Türk olduğu rivayetini kuvvetlendirmekten öteye, modern “millet” olgusunun teşekkül etmediği o çağlarda kavim ve kültürlerin ne kadar iç içe geçtiğini ve İslam potasında yoğrulduğunu gösterir.
Selahaddin’in ordusu ve devleti de böyle bir Müslüman kavimler karmasıydı. Selahaddin’in

Ahlat komutanı Beğtimur’du mesela...
Eyyubi devleti kavmi nitelikli olmadığı gibi, coğrafyası da Suriye ve Mısır ağırlıklıydı ki bugün buralar ne ‘Türk’tür ne de ‘Kürt.’

 

Eyyubi devleti

Tarihçi Claude Cahen, Selahaddin zamanında Doğu Anadolu’ya göçebe Kürt nüfus göçü olduğunu anlatır. Aynı şekilde göçebe Türkmen göçü de oluyordu.
12. yüzyılda Antakya-Urfa-Mardin bölgesinde yerli Hıristiyan nüfusa dayalı Urfa Haçlı Kontluğu kurulmuştu. Mısır’a kadar sahil şeridinde Haçlı kontluk ve krallıkları da kurulmuştu. Bu durum bin yıl önceki Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da nüfus kompozisyo-nunun bugünkü tasavvurları-mızdan çok farklı olduğunu ve önemli oranlarda otantik Ermenilerle Süryanilerin bulunduğunu gösterir.

Üç ciltlik Haçlı Seferleri’nin büyük tarihçisi Steven Runciman’ın belirttiği gibi, Eyyubi devleti, “Selahaddin’in şahsiyetinin kudreti sayesinde” kurulmuş, onun ölümüyle yıkılışa geçmişti. Yine Runciman’ın belirttiği gibi, o çağlardaki İslam devletlerinin büyük zaafı, devamlılık sağlayacak kurumların henüz oluşmamasıydı. Sebebi Müslüman kavimlerin yerleşik medeniyete geçişi tamamlamamış olmalarıydı. Bu Osmanlı’ya nasip olacak, altı yüzyıl devam edecek ve Osmanlı kurumlarının birçoğunu Cumhuriyet devralacaktı.
İslam’ın kahraman ve adaletli serdarı Selahaddin ve Haçlı Seferleri hakkında Runciman’ın belirttiğim kitabıyla Prof. Ramazan Şeşen’in Selahattin Eyyubi ve Devlet adlı kitabını tavsiye ederim.

 

Rönesans’ın kaynakları

12. yüzyılda Antakya ve Urfa çevresinden başlayarak Mısır’a kadar Doğu Akdeniz’in Haçlıların eline geçmesi, akıl almaz sonuçlar doğurdu. Tarihçi Braudel’e göre, yüz elli yıl devam eden bu Haçlı hâkimiyeti yüzünden Müslümanlar karalara çekilip içe kapanmış, zihinler daralmış, İslam medeniyeti gerileme sürecine girmişti; tabii başka sebeplerin de eklenmesiyle...

Ve Haçlıların eline geçen Doğu Akdeniz ticareti sayesinde İtalyan şehir devletleri muazzam zengin olmuş, atılgan bir girişimci sınıf yetişmişti. 15. yüzyıldaki İtalyan Rönesansı’nın ve sonraki Galileo devriminin altındaki ‘dip dalgası’ bu kadar derindir.
Özetle, tarih okurken önce tarihçiliğin bilimsel metotları hakkında bir ön bilgimiz olmalıdır. Dostum Şerafettin Elçi ile sohbet imkânım olursa ‘metot üzerine’ söyleşmeyi düşünüyorum.

KAYMAK: Türk müydü, Kürt müydü? (Milliyet. 3.6.2011) 

Yazar: Taha Akyol

SELAHADDDİN-İ EYYUBÎ CAMİİ (Silvan Ulu Camii)

Silvan Ulu Camii olarak da bilinen Silvan Selahaddin-i Eyyubi Camii, Cami Mahallesi, Gazi Caddesi üzerinde bulunmaktadır.

İlk yapım tarihi kesin olarak bilinmeyen cami hakkındaki ilk bilgileri tarihçi ve seyyahların eserlerinden öğrenmekteyiz. Tarihçi İbn-i Şeddad, Silvan'da 422/1031 tarihli bir camiden söz etmektedir. 437/1046'da bölgeden geçen İranlı Seyyah Nâsır-ı Hüsrev de 481/1088) Sefernâme isimli eserinde avlulu bir camiden bahsetmektedir. Silvanlı Tarihçi İbnü'l  Ezrak ise camiyi 1152'de yıkık halde gördüğünü, kubbesinin 1157'de onarıl­dığını ifade etmektedir. Caminin, kubbe eteğinde yer alan kitabesinden, Artuklu Sultanı Necmeddin Alp (547-572/1152-1176) tarafından yeniden yaptırıldığı anlaşılmakta­dır.

Artuklu döneminde bugünkü şeklini alan camiye, Eyyûbîler döne­ninde de bazı eklemeler vapılmıştır. Örneğin kıble duvarındaki orijinal mih­rapların Eyyûbî onarım­ı sırasında eklendiği bilinmektedir. Cami hakkında ayrıntılı bilgi veren araştırmacılar, ço­ğunlukla, caminin bir Artuklu eseri olduğunda birleşmektedirler.

Meyyâfârikîn (Silvan) Ulu Camii, Türk cami mimarisindeki değişikli­ğin dikkate değer bir örneği olarak ortaya çıkar, itinalı bir taş işçiliğine sahip olan bu cami yeni özellikler de gösterir. Yapı enine uzanmakta, mihrap önünde ise mukarnaslı tromplar üzerinde 13.50 m. çapındaki çok büyük bir kubbe mekânı bulunmaktadır ki burayı saran kanatlar payelerle ayrılmıştır. Bu haliyle Anadolu'da Türk cami mimarisinin abidevi şekli kuvvetli bir şekilde gerçekleşmiştir.

Ünlü sanat tarihçimiz Oktay Aslanapa, Silvan Selahaddin-i Eyyubi Camii hakkında şu bilgileri ver­mektedir:

"Silvan Ulu Camii ile Artuklu mimarisinin muhteşem üslubu başlar. Kubbe, mukarnaslı tromplarla yerine oturmuş olup, üç nef boyunca paralel nefleri kesmektedir. Üç taraftan üçer kemerle camiye açılan kubbe, dıştan tamamıyla yapıya hâkim olarak kuvvetle belirtilmiştir. Gaznelilerin, Leşker-i Bazar Ulu Camii'nde iki nef'i kesen mih­rap önü kubbesi, Melikşah’ın, Isfahan Mescid-i Cuma kubbesi fikri ile birleştirilerek, Anadolu'da Türk cami mimarisinin abidevî şekli gerçekleştirilmiştir.

Silvan Selahaddin-i Eyyubi Camii taştan, kubbesi ise tuğladan yapılmıştır. Dıştan kubbenin sekizgen kasnağı ve trompları bellidir. Halen üzerini basık, piramit bir külah örter. Sütunlar pa­yeleri takviye için sonradan konulmuşlardı. Burada, Artuklu camilerinin Büyük Selçuklu mimarisine dayanan karakteristik plân ve mimari özelliklerinin daha sonra devam eden orijinal üslubu hâkim olmuştur.

Dış cephe çok gösterişli mimarî süslemelerle canlandırılmıştır. Altta, simetrik olarak, kapının iki tarafında birbirinden farklı iki mihrap nişi vardır. Kapı ve pencere sıralarının üstünde basık sütuncuklar üzerine hafif sivri kemer sıraları, boydan boya uzanmaktaydı. Fakat bugün yalnız, doğu ve batı kenarlarda kalmıştır. Kemer sıralarından sonra, saçak­ları taşımak için bir sıra konsollar kullanılmıştır. Cami yapıldıktan sonra, birçok tamirler görmüş, ince taş işlemeli mihrabı 625/1227 de Eyyûbîler'den Emir Şahabeddin tarafın­dan yaptırılmış, 15. yüzyılda, daha sade ikinci bir mihrap eklenmiştir.

Silvan Selahaddin Eyyubi Camii, gerek plânı, gerek mimarîsi bakımından, Selçuklu mimarisinin Artuklular tarafından gerçekleştirilmiş ve devam ettirilmiş, çok önemli bir safhasının şahane bir başlangıcıdır. 1913'te, Mardinli usta taşçılar eliyle esaslı bir tamir geçiren cami, ku­zey ve güneydeki zevksiz portallerin ve güneydeki pilpayelerin eklenmesi ile kısmen bozulmuştur". ibadete açık olan cami, Vakıflar Genel Müdürlüğü veritabanında "Ulu Cami (Selahaddin-i Eyyübi Cami)" adı ve 21.13.01/01 envanter numarası ile "Türkiye Kültür Mirasları" arasında kayıtlıdır.

KAYNAK: Ali Melek- Abdullah Demir / Dini Değerleriyle Diyarbakır (Diyarbakır İl Müftülüğü, 2009, Ankara).

ALİ MELEK - ABDULLAH DEMİR

 

Oktay Aslanapa, "Anadolu Türk Mimarisi", Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay. Ankara 1992, II, 335.

Baş, Diyarbakır'daki İslam Dönemi Mimarisinde Süsleme, s. 59; Oktay Aslanapa, Anadolu'da İlk Türk Mimarisi, Ankara 1991, 7; Metin Sözen, Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan, İstanbul 1975, s. 28; Eyice, "Cami", DİA, VII, 67.

Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi, I, 325.

Ahmet Ali Bayhan, "Diyarbakır ve Çevresindeki Eyyubi Eserlerinden Örnekler", I. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlı'ya Diyarbakır Sempozyumu Bildiriler, s. 289-290; Eyice, "Cami", DİA, VII, 67.

Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, II, İstanbul 1973, s. 8-9; Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleri tie Diyarbakır Tarihi, 1, 325-326.

 

Yazar: Ali Melek, Abdullah Demir

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör