Bilim ve düşünce adamı, profesör, akademisyen (D. 1908, Pasinler / Erzurum - Ö. 1969, İstanbul). 1916’daki Rus işgali dolayısıyla ailesiyle birlikte Kayseri’ye göç etti. Ortaöğrenimini Kayseri, Ankara ve Bursa’da yaptı. 1928’de devlet bursu ile Almanya’ya gönderilerek Berlin ve Frankfurt üniversitelerinde psikoloji öğrenimi gördü. Frankfurt Üniversitesi’nde Tecrübî Psikoloji doktorası (1934) yaptı. İkinci doktorasını İkinci Dünya Savaşı yıllarında İngiltere Cambridge Üniversitesi’nde Sosyal Psikoloji alanında yaptı. Yurda dönüşünde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne asistan olarak (1935) girdi. 1939’da doçent, 1950’de profesör oldu. 1952 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tecrübî Psikoloji Kürsüsü başkanlığına getirildi. 1962’de aynı üniversitede Tecrübî Psikoloji Enstitüsünü kurdu ve kendisi de bu enstitünün müdürlüğüne getirildi. 1949-51 yılları arasında Birleşmiş Milletler Sosyal Komisyonu’nda Türkiye temsilcisi olarak çalıştı. Diyarbakır 1921 doğumlu Mevhibe (Öğel) Hanım’la evlendi. İki kızları oldu: Nesrin (1946) ve Fügen (1951). Almanca İngilizce ve Fransızca gibi iki büyük Batı dilini bütün nüansları ile bilirdi.

Eserlerinde eğitim sorunlarını ve Batılılaşmayı yetkinlikle sorgulamış olan Prof. Dr. Mümtaz Turhan, Ülkemizde Tecrübi Psikoloji kürsüsünü kuran büyük bir bilim ve düşünce adamıydı. Yaşadığı dönemde komünizm ve sosyalizm gibi moda akımlara iltifat etmediği için basından fazla ilgi görmemişti.

“Mümtaz Turhan Bey öldü. Biz artık yir­mi yılın eskittiği çantayı ve elli dokuz yılın eskitemediği gözleri göremeyeceğiz. Bu koyu kahverengi gözlerde sevgiler, anlayışlar, dikkatler taptaze pırıldardı.

“Elden tutan, en çapraşık durumları en basit cümlelerle aydınlatan, ümit ve güç veren bir dost, bir ağabey, bir hoca kaybettik. Büyük, çok büyük acı. Ama asıl kaybedenler onu okumayanlardır: Onları ümidin en değerlisini kaybetmiş sayabilirsi­niz. Bu ümidin içinde Türkiye’ye yardımcı olabil­me şansı vardır. Mümtaz Turhan Beyi ne kadar çok okutabilirseniz, Türkiye’ye o kadar insan ka­zandırmış olacağınızı biliniz. Eserleri ve henüz kitap hâline gelmemiş, YOL’daki, ÖLÇÜ’deki araştırmaları, incelemeleri aydınlığa susamış herkesin başucu kitabı olmalıdır: Bunlar insanı, havamızı saran çürütücü, çökertici keşmekeşin üstüne çıka­rır, âlet olmaktan, Türkiye’ye ihanetten korur, iyi niyetleri, yurtseverlikleri, haysiyetleri kurtarır, kurtarıcı değere ulaştırır.” (Tarık Buğra)

ESERLERİ:

İNCELEME-ARAŞTIRMA: Kretschmer Tiplerinin Münevver Bir Türk Grubu Arasındaki Dağılışına Ait Bir Tetkik (1940), Yüz İfadelerinin Tefsirine Ait Bir Tetkik (1941), Kültür Değişmeleri (1951, 2. bas., 1987), Maarifimizin Ana Dâvâları ve Bazı Hal Çareleri (1954), Köyde Yapılacak Araştırmalarda Kullanılacak Metotlar Hakkında (1957), Garplılaşmanın Neresindeyiz? (1958), Teknik Değişmelerin Sosyal Tesirleri (1958), Atatürk İlkeleri ve Kalkınma (1964), Toprak Reformu ve Köy Kalkınması (1964),  Üniversite Problemi (1967).

ÇEVİRİ: Beden Yapısı ve Karakter (E. Kretschmer’den, 1942), Ergenlik ve Delikanlılık Çağı (V. Peters’den, 1944), Cemiyet İçinde Fert I-II (D. Krech-R.S. Crutchfield- E.L. Ballachey’den, 1969; Bu eserin ikinci cildi M. Turhan’ın ölümü dolayısıyla eksik kalmıştır. Kitabın 48-54 ve 357-411. sahifeleri asistanı Erol Güngör tarafından tercüme edilmiştir.)

KAYNAKÇA: Tarık Buğra / Bir Büyük Adamın Ardından (Hisar, Şubat 1969), Türkiye Ansiklopedisi (c. 4, s. 1364, 1974), Yurt Ansiklopedisi (c. IV, 1982), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Fikir ve Kültür Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 3, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013).

EN BÜYÜK DAVAMIZ

Son iki üç seneden beri Varlık Mecmuası büyük bir samimiyetle garblılaşma hareketinin beklenilen neticeyi veremediğini, bu günkü medenî seviyemizin, kültür faaliyetlerinin tatmin edici olmadığını ileri sür­mektedir. Daha evvel de diğer mecmualar bu mevzua temas etmiş, bilhassa “Türk Düşüncesi” meseleyi yeni­den ele almakla hararetli münakaşalara, sebep olmuş­tu. Haftalık Akis Dergisinin son sayısında kıymetli ter­biyecilerimizden Avni Başman’ın da üniversite hoca­larıyla, fikir adamlarını bu mevzu etrafında düşün­meğe ve çare aramağa davet etmesi de gösteriyor ki, bu dâva hâlâ ehemmiyet ve aktüalitesini muhafaza et­mektedir.

Hakikatte biz bir cemiyet olarak 250 seneden be­ri bu dâvanın peşindeyiz. İkiyüzelli seneye yakın bir zamandan beri, bir tarafımızın bozuk, bir şeyimizin ek­sik olduğunu ve buna bir çare bulmak mecburiyetin­de olmanın ihtiyacını duymaktayız. Yine bu müddet zarfında eksiğimizin kâh şurada, kâh burada olduğunu zannederek ona göre çareler bulmuş, bunlara bazan 20 - 30 sene, bazan yarım veya üç çeyrek asır bü­yük bir sebatla sarılmış ve ancak sonunda almış ol­duğumuz tedbirlerin kâfi gelmediğini görmüş ve ye­nilerini aramaya koyulmuşuz.

Bugün de son otuz seneden beri başvurmuş oldu­ğumuz çarelerin kâfi gelmediğini görmeye başlayışı­mız, içtimai tekâmülümüzde yeni bir merhaleye eriş­miş olduğumuzu müjdelemektedir. Bu tamamiyle garblılaşmış olduğumuza inanan münevverleri belki biraz üzecek amma bu dâvayı ergeç hal edeceğimize dair azmimizi ifade etmesi bakımından da ümit vericidir.

 

Son İnkılâblara Dair Çeşitli Fikirler

 

Gerçekte, bugün garplılaşma dâvası karşısında takınmış oldukları tavır bakımından münevverlerimi­zi başlzca iki gruba ayırmak mümkündür. Bunlardan birinci grup son inkılâblarla garplılaşma hareketinin esas itibariyle tamamlanmış olduğuna, geri kalan kı­sımların ergeç kendiliğinden tahakkuk edeceğine inanmaktadır. Bu gruba göre, esas dâva, bunların mu­hafazasından ve halka mal edilmesinden ibarettir. Bunlar, icabederse bu hususta şiddete başvurulması­na taraftardırlar.

İkinci grup ise, bundan evvelki değişmeler gibi son inkılâpları da benimsemekle, bunların muhafaza edilmesi lüzumuna kani olmakla beraber, garplılaş­manın tamamlanmış olduğuna inanmamaktadır. Garptan alınması icabeden hakikî bazı unsurların ve müesseselerin hâlâ alınamadığına, bunların lâyıkıyla kav­ranıp benimsenmediğine, binaenaleyh bu hususta he­nüz kat’î adımın atılmadığına ve daha yapılacak bir­çok şeylerin bulunduğuna kanidir.

Birinci grubdakilerin kendi aralarında mütecanis ve müttehit olmalarına mukabil ikinci grup, bu ka­dar uzun süren garplılaşma cehdinin muvaffak olma­masının sebepleri ve garp medeniyetinin esas kıy­metlerinin tâyini ve bunların benimsenip memlekette gerçekleştirilmesi çareleri bakımından tâli gruplara ayrılmaktadır... Bunları da şöyle sıralayabiliriz:

1 — Garplılaşma tamamlanmamıştır ve bu şart­lar altında tahakkuku da mümkün değildir. Çünkü garp medeniyetini meydana getiren eski Yunan ve Lâtin kaynaklarına inilememiş ve onlarla temas de­vam ettirilememiştir. Binaenaleyh garplılaşabilmek için her şeyden evvel bu kaynaklara inmek lâzımdır.

 2 — Garp medeniyeti eski Yunan ve Lâtin kültür çevresi içinde meydana gelmiş bir hıristiyan medeni­yetidir. Bizim bu medeniyeti dıştan taklit etmek su­retiyle ona intisap etmemiz mümkün değildir. Bunun için evvelâ Yunan ve Lâtin medeniyetinin kaynakla­rına inmek, sonra da İslâmlıkla hıristiyanlığın esas­larını telif etmek lâzımdır.

3 — Bugünkü garp medeniyeti, bizim onu takli­de başladığımızda bulduğumuz ve anladığımız eski garp medeniyeti değildir; o artık tarihe karışmış bu­lunmaktadır. Bugünkü garp medeniyeti bu asrın ba­şından beri, bilhassa İkinci Harpten sonra, eski ma­teryalist hüviyetini değiştirerek mistik istikamette manevî kıymetlere yönelmiştir. Bu itibarla bizim onu hâlâ eski halinde imiş gibi taklide devam etmemiz,çok, yanlış bir harekettir.

4 — Bu- grup mensuplarına felah bulmaz septik­ler diyebiliriz. Bunlar asırlar süren muvaffakiyetsiz bir garblılaşma cehdinin yılgınlığı içinde haricî bazı fikir cereyanlarının ve haksız ithamların tesiri altın­da bedbinliğe sürüklenmiş münevverlerdir. Bir kısmı­na göre biz bir göçebe kavim olduğumuz için daha fazla medenileşmemiz mümkün değildir veya müslü-manlık terakkimize mânidir. Diğer bir kısmına göre ise her millet gibi biz de itilâ devrini yaşamış, enerji­mizi tüketmiş bulunuyoruz. Bizim artık ilerlememiz, garblılaşmamız mümkün değildir. Zaten garp medeniyeti de aynı şekilde son günlerini yaşamaktadır.

İşte bugün garplılaşma karşısında münevverler arasında bir kısmı yeraltı cereyanları şeklinde, bir kıs­mı açıktan açığa ortaya atılmak suretiyle hüküm sü­ren bellibaşlı fikirler bunlardan ibarettir. Şimdi bun­ları sırasıyla birer birer ele alarak bugünkü ilmî mu­talara göre kıymetlendirmek, hangi noktalarda yanıl­mış olduklarını göstermek, sonra da kendi görüşümü­zü belirtmek istiyoruz. Burada ilimden kasdımız, bizim için hayatî birer ehemmiyeti haiz oldukları halde memleketimizde maalesef pek tanınmayan, hattâ üni­versitelerimizde bile henüz temsil edilmeyen sosyal antropoloji, kültür sosyolojisi ve sosyal psikoloji ilimle­ridir. Bunların birer kolu halinde inkişaf eden kültür değişmelerine ait araştırmalar 80 - 90 sene evvel baş­lamış olmasına rağmen çok ilerlemiş ve gayet mühim neticeler vermiştir. Bunlar bilindiği takdirde garplı­laşma bakımından bize rehberlik ederek büyük fay­dalar, bilhassa medeniyet ve kültüre ait mefhumlar, müesseseler ve faaliyetler hususunda aydınlanmamamızı temin edeceği muhakakaktır.

                                      (Garblılaşmanın Neresindeyiz, 1980)

MÜMTAZ TURHAN VE MEMLEKETİ TANIMAK

Türkiye’'nin düşünce hayatında can sıkıcı olmaya başlayan bir sığlaşma yaşanıyor. Düşünce hayatımız içi boş demagoji ve polemiklerle seviyesizliğe mahkum edilirken, yazıları ve konuşmaları okuduklarından fazla olan aktüel şöhretlere, yazılı ve görsel medya her gün övgüler diziyor.

'...1980 öncesi, misyonu sadece çeviri metinler basmak olan bir yayınevi tahayyül dahi edilemezken, 1980'den hemen sonra neredeyse hiç yerli metin basmayan yayınevleri nasıl oluştu? Özgün düşünce arayışı yirmi yıl gibi bir sürede nasıl rafa kalktı ve yerine fikr” ithal ikame düşüncesi geçti? Hilmi Ziya, Mümtaz Turhan, Ahmet Hamdi Tanpınar, İdris Küçükömer, Erol Güngör, Kemal Tahir, Ziya Gökalp, gibi isimler, niçin sistematik incelemelere konu kılınacak şekilde okunmamaktadır? Bu soruları, Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı soruyor.
Kurtuluş Kayalı, çok önemli bir tespit de yapıyor. Kayalı'ya göre, bugün için memleketi tanımak derdi kalmamıştır ve esas sorun da bu derdin ortadan kalkmasıdır.

Memleketi tanımayı ve tanıtmayı kendisine dert edinmiş gerçek düşünürlerimize nankörlük düzeyinde kayıtsızlık sergileyen bir toplumuz. Türkiye'nin kalkınması için yaşayan, fikir üreten, eserler yazan büyük alim Mümtaz Turhan'ı 60. yaşında, 1969'da kaybettik. Yaşadığı yıllarda büyük bir sessizlik içinde eserler ve fikirler ürettiği için hiçbir zaman kıymeti bilinmemiş bir büyük deha idi. Öldüğünde gazetelerde ölüm haberi bile üç gazetenin son sayfalarında küçük bir haber olarak geçmişti.
Bu önemli düşünürümüzün bazı eserleri Almanca ve İngilizce gibi dillere de çevrilmiştir. En ünlü eseri önce İngilizce yayınlandıktan sonra Türkçe ilk baskısı 1951'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayınları arasında çıkan Kültür Değişmeleri'dir. Maarifimizin Ana Davaları ve Bazı Hal Çareleri, Garblılaşma'nın Neresindeyiz, Üniversite Problemi, Toprak Reformu ve Köy Kalkınması. Son önemli eseri ise Atatürk İlkeleri ve Kalkınma: Sosyal Psikoloji Bakamından Bir tetkik.
Mümtaz Turhan'ın ölümünden hemen sonra Hayat Tarih Mecmuası'nda yapılan bir değerlendirmede şu satırlar vardır:

“... Mümtaz Turhan, pek kısır olan son çağ Türk düşüncesinin birkaç şahsiyetinden biridir. Türkiye'nin ve Türk toplumunun Doğu medeniyetinden Batı medeniyetine geçme çabası ve bu çabanın tarih” tahlili üzerinde yapılan ilk cidd” deneme olan ve yazarın şaheseri sayılan Kültür Değişmeleri'nden sonra, gittikçe daha aktüel mevzuları işledi. Çağdaş medeniyet seviyesine çıkabilmemiz için lazım gelen şartlar üzerinde çalıştı. Ölüm kalım davamız olan bu kalkınma meselesinde, hayale olduğu kadar ümitsizliğe de yer vermeden, tamamen ilm” ve gerçekçi incelemeler yaptı...”

Engel, sözde aydınlar

Seçil Deren, Kültürel Batılılaşma adlı yazısında Mümtaz Turhan'ın düşüncelerini şu şekilde aktarıyor: 'Sosyal psikolojinin Türkiye'deki ilk uygulayıcılarından Mümtaz Turhan, seçkin ve eğitimli kesimler tarafından Batı tekniğinin Türk kültürüne sentezlenmesi gereğini dile getirir. Turhan'a göre, Türkiye'nin önündeki tek yol Batılılaşmak, Batı medeniyetinin temel öğelerini yaşama geçirmektir. Bu öğeler ilim ve ilim zihniyeti; ilimin uygulaması olan teknik; ilim zihniyetinin gelişeceği çevrenin koşulu olarak hukuk ve özgürlüktür. Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri'nde (1951) medeniyet alanı değiştirmeye zorunlu bir toplumun kültürü, bu değişim anında tamamen ortadan kalkıp, onun yerine hakim milletin kültürünün geçemeyeceğini belirtir. İki toplum, iki kültür karşılaşınca, birinin mutlaka yok olması gerekmez; sentez ister istemez gerçekleşir. Batılılaşıyoruz diye dinimizin benliğimizin kaybolacağı iddialarının hiç bir ilmi değeri yoktur. Ne var ki, Türkiye Batılılaşamamıştır, çünkü insan unsuru gözardı edilmiş, sadece Batılıya benzer şekilde yaşar gibi görünülmeye başlanmıştır.

Eski yaşam tarzını terk etmek Batılılaşmak değildir. Turhan'a göre Türkiye'nin Batılılaşmasında aydınlara çok özel bir görev düşmektedir.. Bugüne kadarki deneyimin başarısızlığının sebebi romantik ve taklitçi sözde münevverlerdir (Turhan, 1959: 36-7). Turhan'ın 1950'lerde hala şikayetçi olduğu şekilci Batılılaşma aslında Tanzimat'tan beri süregelmekte olan bir sorundur ve Osmanlı geçmişinin reddiyle iyiden iyiye Avrupa hayranlığına ve körü körüne taklide dönüşmektedir...'

Mümtaz Turhan'ın, bundan elli yıl önce yaptığı tespitler önemini korumaya devam ediyor. Bu büyük düşünürümüz, memleketinin meselelerine çözüm bulmak için ömrünü düşünceye ve toplumumuza adadı. Toplumumuz, Mümtaz Turhan gibi düşünürlere kayıtsız kalarak geçen yıllarını boşa harcadığı gibi geleceğini de tehlikeye atıyor. Memleketi tanımayı ve tanıtmayı kendisine dert edinmiş olan büyük düşünürümüz Mümtaz Turhan'ı vefatının 37. yılında saygı ve rahmetle anıyorum.
                                                                                         (Tercüman, 19.3.2006)

Yazar: GÜRCAN DAĞDAŞ

MÜMTAZ TURHAN

Prof. Dr. Mümtaz Turhan'ı üniversiteden me­zun olduğum yıllarda, Prof. Remzi Oğuz Ank'ın çevresinde tanıdım. Adana bölgesinin çocuğu olan Remzi Oğuz Arık, ne kadar sıcak, neş'eli, cana ya­kın ise, Erzurum dağlarından gelen Mümtaz Tur­han, o kadar ciddi, ağırbaşlı ve vakurdu. Onun en yakınlarında uyandırdığı his bile, arada mesafe bırakmak isteyen bir saygınlıktı. Yakından tanı­yanlara soğuk, aksi, kibirli görünebilirdi. Fakat o, eski Türk köylülerine yakışan bu zırhın altında hassas bir kalp, son derece mütevazı bir ruh taşı­yordu. O, bu ağırbaşlı tavrı, belki Erzurum dağla­rından ve çocukluğunda Ruslar yüzünden çektiği ızdıraplardan almıştı. Neş'esiz değildi. Nükteden anlar ve nükte yapardı; gülünce çocuklar gibi, saf ve tertemiz gülerdi. Olgun, derinden gelen bir sesi vardı.

Yirmi sekiz yıl onunla aramızdaki dostluğa en küçük bir deke düşmedi, insanların kâğıtlar gibi buruştuğu ve buruşturulduğu bir devirde, bir dostluğun yirmi sekiz yıl devam etmesi az şey de­ğildir. Heykeltıraşlar aşk için .kahramanlık için âbide dikerler. Dostluk için de âbideler dikilebilir. Zira insanları ayakta tutan kuvvetlerden biri dost­luk değil de nedir?

Dostluk, fakat menfaat beklemeyen, duygu ve düşünce ahengine dayanan, her iki tarafın şahsi­yetine saygı gösteren dostluk...

İlim, Mümtaz Turhan'ın, esas itibariyle köylü olan şahsiyetinin parıltısıydı. Onda şu üç şeyi dai­ma beraber gördüm: Anadolu topraklarından gelen gizlenmiş ızdırap, salâbet ve ağırbaşlılık. İçini de­rinden aydınlatan sevgi ve Batı'nın birkaç üniversi­tesinden ve kütüphanelerinden gelen ilim. Bunlar onun şahsiyetinde orijinal bir terkip vücuda geti­riyordu. (…)

Bugün Türkiye'ye hâkim olan siyasî nesil üzerinde Mümtaz Turhan'ın dışarıdan fark olun­mayan, küçümsenmeyecek bir tesiri vardır. Dikkat edilirse, çoğu Anadolu çocuğu olan bu neslin ba­riz hususiyetlerinin Anadolu gerçekçiliği ile ilim ve tekniğe ön plânda ehemmiyet veriş olduğu görülür. Bugün hürriyetin temizleyici rüzgârları­nın da tesiriyle, Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı güzel eserinde ince ince alay ettiği sahtelik, bir hayli sarsılmıştır. Fakat yakın mazi­den kalma bâtıl inançlar henüz tamamıyla orta­dan kalkmamıştır. Biz ilme dayandıkça, onların da zamanla değerlerini kaybedeceklerine hiç şüphe yoktur. Bugün Türkiye'yi şekillendiren ruh, hürri­yet ile beraber millî değerlere iman, ilim ve tek­niğin maddî kudretine olan sonsuz inançtır. Ek­sik olan dikkatli ve itinalı tutumdur. Bilhassa maarif cephesi son derece zayıftır, iyi yetişmemiş öğretmenlerin sokaklara başıboş bıraktığı genç­lik kütlesi, âcil tedbirler alınmadığı takdirde ka­zanılan herşeyi, farkında olmadan yok edebilir.

Mümtaz Turhan, Türk maarifine dair tamamıyla ilmî, musibet teklifler ileri sürmüştür. Ona değer veren siyaset adamları bu fikirleri ciddiye aldıkları takdirde, memlekete büyük hizmette bu­lunmuş olurlar.

                                                                         (Hisar, c. 9, sayı: 62, Şubat 1969)

Yazar: MEHMET KAPLAN

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör