Süleyman Özerol

Yazar, Şair

Doğum
01 Kasım, 1953
Eğitim
Anadolu Üniversitesi AÖF
Burç

Şair ve yazar. 1 Kasım 1953, Ballıkaya (Mezirme) köyü / Hekimhan / Malatya doğumlu. Baba adı Hasan, anne adı Zehra, altı kardeşin en büyüğüdür. Hekimhan Ballıkaya Köyü İlkokulu (1966), Akçadağ İlköğretmen Okulu (1972) mezunu. Anadolu Üniversitesi AÖF’de lisans tamamladı (1988). 1972 yılından itibaren Urfa Yetiştirme Yurdu'nda öğretmenliğe başladı. Urfa’dan sonra Kısas, Siverek Türközü/Gazipaşa okullarında; 1981 yılından itibaren de Malatya/Battalgazi Toygar ve Boran, merkez Yeşiltepe Ahmet Parlak, Gazi ve Şehit Yüzbaşı Hakkı Akyüz İlköğretim Okullarında 25 yıl 7 ay görev 1998 yılında emekliye ayrıldı. Aynı yılın Haziran ayında Malatya Yorum gazetesi yazı işleri müdürlüğünü yürütmeye, haftalık yazılar yazmaya başladı. 2009 yılı Eylül ayından itibaren Malatya’da yayımlanan aylık Arguvan Yolu dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yürütmektedir.

Halen hayatını ve çalışmalarını Malatya ve Ankara’da sürdürüyor. 2018 Ocak ayından itibaren sahibi ve yazı işleri müdürü olduğu HEKİMHAN adlı üç aylık dergi çıkarıyor.

Tamam Özerol ile evli (1974); Ozan (1975), Gül (1977), Yazar (1983) adlarında üç çocuk babasıdır.

İlk ürünleri Ufuk ve Karakoyun gazeteleri (Urfa, 1972) ile Genç Şairler ve Şiirleri Antolojisinde (İstanbul, 1972, 1973) yer aldı. Şiir, öykü, inceleme, makale ve derlemeleri 1983 yılından buyana Malatya Yorum gazetesi ile malatyahaber.com, Atatürkçü Düşün, Umudun Sesi, Maksad gibi yayın organlarında yayımlandı. Malatya'dan yayın yapan Türkiyem TV'de hazırlayıp sunduğu "Süleyman Özerol İle Ankara Sohbetleri" programı ve "OZAN-DER Sohbetleri" belgesel çekimlerinde de çok sayıda sanatçının yaşamöyküsünü belgesel haline getirdi. Ankara'da bulunan Malatyalıların ve Malatyalı sanatçıların etkinliklerini Malatya basınına aktarıyor.

Üyelikleri:

ADD Malatya Şubesi, TSD Malatya Şubesi, Malatya Kültür Sanat Derneği, Malatya Kültür Yaşam Derneği, Ankara Malatyalılar Derneği, Ankara Hekimhanlılar Kültür ve Dayanışma Derneği, Ballıkaya Köyü Kültür Kalkındırma ve Turizm Derneği üyesi; Halk Ozanları Kültür Derneği danışma kurulu üyesidir.

 

Ödülleri:

 

2004’te Malatya kültürüne ve toplumsal yaşamına katkılarından dolayı Malatya Gazeteciler Derneği (MAGDER) tarafından ödüllendirildi. 2005’te Türk Folklor Araştırmaları Kurumu tarafından Türk Halk Kültürü Hizmet Ödülüne layık görülmüştür.

 

ESERLERİ:

 

Anı-Öykü: Televizyonu Nasıl Buldum? (1999), Babamın Yazdıkları (Hasan Özerol'un Anıları Askerlik Günlükleri ve Yeni Şiirleri ile Fotoğraflar, 2020).

 

Deneme-Araştırma-İnceleme: Arguvan Türküleri - Halkbilimsel Bir Araştırma (Hüseyin Şahin ile birlikte, 2004), Dirençli Eğitimci-Örgütçü ve Araştırmacı H. Nedim Şahhüseyinoğlu (2009), Babamın Şiirleri - Hasan Özerol’un Şiirleri (Malatya 2009), Vayloğ Dede - Yaşamı ve Hakkındaki Anlatımlardan Bazıları (2012), Hekimhanlı Ozan Kul Emici (Malatya, 2013), Malatyalı Aşık Zeki Yıldırım (2013), Bir Deli Rüzgar (Şemsi Belli İle İlgili Yazılar, 2015), Ters Site - Kalbi Sağda Atanlar (2016), Zülfükar Sezen - Yarım Yüzyılı Aşan Sanatından Örneklerle Özgeçmiş Denemesi (2016), Babamın Askerlik Günlükleri: Günlük (2016), Başkavak Köyü / Derlemeler-Araştırmalar (2017), Başalanlı Fedakâr Ana Sultan Yılmaz (2017), Köy Enstitülü Öğretmen Mehmet Öztürk (2017), Hekimhan Müzik Kültürü (2019).

 

Şiir: Ah İle Amanı Dağlara Saldık (2015), Gözlerime Bakma Ne Olur: Şiir (2016).

 

KAYNAKÇA: Zülfikar Sezen / Arguvan Türküleri Üstüne (Metropol gazetesi, 1 Temmuz 2005), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, 2007), Kadir İncesu /  Hayatı Türkülerle Yorumlayan Kent: Arguvan (Birgün gazetesi, 17 Ağustos 2008), Sultan Kılıç / Tek Kişilik Ordu (Arguvan Yolu, Sayı 9, 2010),  "Arguvan Türkü Festivali ve Kitaplar, Türkülerin Başkenti" (Cumhuriyet Kitap, 18 Ekim 2008), Kendisinden alınan bilgiler (2016), Süleyman Özerol Hakkında - Kendi Kalemimden Yaşamöyküm - Süleyman Özerol Kitapları (benbirsitus.wordpress.com, 07.08.2016).

BİR GÜN UYANDIĞINDA

Bir gün uyandığında

Bakarsın kuzeyden doğmuş güneş

Ağaçlarda görürsün balıkları

Karpuzlar da top oynarlar

 

Arılar petek yapar sulara

Tatlanır sular, doyum olmaz

Zırhlanarak suya dalan kelebek

Arıların iğneleri içinde kalır

 

Durur evren, durur dünya

Gökyüzü yassılaşır, söner ay

Bakarsın yıldızlara doğru

Yüklü bir karınca yol alır

 

Köpekler akraba olur tavşanlarla

Bakarsın yok olmuş devenin kamburu

Tüm insanlar, halka olmuşlar bir yerde

Savaş ve kin uzaklaşır, uzaklaşır, uzaklaşır

 

(Antoloji Şiir Dergisi, Kasım 1981)

ŞİİR BİR SOLUKLANMADIR BENCE

ŞİİR BİR SOLUKLANMADIR BENCE

 

SÜLEYMAN ÖZEROL

 

“Tüm güzel şiirleri seviyordum. Şiir bir soluklanmadır bence. Şiiri yazandan çok okuyan soluklanır. Şiir okuyan insanın tüm heyecanı bir noktada toplanır. Göz, dil, gırtlak, kalp, sinir sistemi, damarlar, mide solunum sistemi hep birlikte hareket halindedir. Duygu ve düşünceler de ayrı bir özellik gösterir. Hele şiir yalın ve akıcı ise insan daha bir zevk alır okumaktan. Ancak şiirde yabancı dillerden etkiler varsa bu heyecan, bu birliktelik, bu zevk yerini aksaklığa, yanlış okumaya, kekemeliğe, pepemeliğe bırakır…”

 

 (Anıya Benzer Notlarımdan)

MALATYA KÜLTÜRÜNE GÖNÜL VERENLER: SÜLEYMAN ÖZEROL

MALATYA KÜLTÜRÜNE GÖNÜL VERENLER: SÜLEYMAN ÖZEROL

 

Ali TURA

 

O her şeyden önce insan gibi insandı

Sonra öğretmen oldu

Öğretmen olmak kolay şey sanmayın

O, kayısı ağacı gibidir

Kök damarlarıyla alır öğrenir

Olgun meyvesiyle verir

Bilgilidir, bilmeyene bilgi vermez.

Bilginin kapısını açar.

O, gerçek dosttur.

Dostuna devamlı almak için gitmez

Zaman zaman vermek için gider.

Karşısında kim olursa olsun soyarak değil

Giydirerek konuşur ve en soğuk yüreği ısıtır.

O, mutluluğu rehber alanlardandır.

İşte size anlatacağım o insan

Süleyman öğretmen,

Yani Süleyman Özerol

 

16 Aralık 2010

 

 

1953 yılında Hekimhan Ballıkaya köyünde doğar, altı kardeşin en büyüğü, büyük dediysem yanlış anlaşılmasın yaşça en büyüğü. İlkokulu bitirene kadar, arkadaş çevresinde sessiz, iyi bir gözlemci, doğa ve içinde yer alan yaşam bulan canlı/cansız nesneleri ve olguları inceleyen ve zaman zaman merak ettiği nesneleri soran, sorgulayan ilişkilendirenlerdendir.

Ekmeğin oluşumunda anne ve babasına yardımcı olan, yaşına göre aile sorumluluklarında payına düşeni omuzlayan, toplumsal ilişkilerde kavga yerine küskünlüğü benimseyen ve küskünlüğü kin etmeyen bu küskünlüğü de kısa sürede unutan arkadaş canlısı bir çocuk.

Bu çocuk ilkokulu köyünde bitirir. Akçadağ İlköğretmen okuluna gitmek ister ve gider, orada başka bir dünya ile tanışır. 1972’de Urfa Yetiştirme Yurdunda öğretmenliğe başlar ve 1981’de Malatya’ya gelir. 1988 Şubat’ı sonunda Şehit Yüzbaşı Hakkı Akyüz ilköğretim okulundan emekli olur. Okul yıllarından bu yana kültür-sanat-edebiyat-halk kültürü- müzik ve resim alanında çalışmalar yaptı, radyo ve televizyon programları yaptı ve programlara devam etmekte, halen Malatya Yorum gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yürütmekte, Malatya ve Ankara’da çeşitli kültür faaliyetlerine katılmaktadır.

Yayınlanmış Kitapları:

Televizyonu Nasıl Buldum? Anı-Öykü, Karataş Gayret Matbaası, Malatya 1999, 40 s.

Arguvan Türküleri/Halkbilimsel Bir Araştırma Denemesi: H. Şahin ile ortak, İnceleme, AKEV Yay. İstanbul 2004, 706 s. (692 s. +fotoğraf-harita)

Dirençli Eğitimci-Örgütçü ve Araştırmacı H. Nedim Şahhüseyinoğlu, Derleme, Ürün Yayınları, Ankara 2009, 348 s.

Yayınlanmamış Çalışmalarından Bazıları: Bir gün Uyandığında (Şiir), Yenilenen köy Ballıkaya (İnceleme), Aşık Yoksuli (Yaşamı-Şiirleri), Babamın Şiirleri (Hasan Özerol’un yaşamı-şiirleri), Bir Deli Rüzgar (Şemsi Belli ile ilgili yazılar), Merhaba Gülü (Ozan Birfani ile ilgili yazılar, şiirlerinden örnekler)…

 

Malatya’da yayınlanan birçok kitabın hazırlanmasında, basılmasında da katkı sunmuştur.

 

“Televizyonu Nasıl Buldum” Kitabındaki Bazı Öykülerin Çözümlemeleri

 

 

“Ciğerlerini esinleme soluğuyla dolduranlar, elbette okuyanı ve dinleyeni büyüler” (Ali Tura)

 

İşte Süleyman öğretmenin de geçmiş köy ve ilkokul dönemlerindeki yaşamı devinim ve düşüncelerinden esinleyerek-soluyarak özel bir yeti kazanmıştır. Köylülerin sıradan günlük konuşma dili ve sanatın şiirsel diliyle 1999 yılında Gayret Matbaasının dizgi ve baskısını üstlendiği Televizyonu Nasıl Buldum şiirsel anı-öykü kitabında; Düğünde Bir An, Ne de Olsa Hayvan, Yirmi Beş Kuruş, Döl Bereketi ve Zola, Babamdan Gelen Para ve Televizyonu Nasıl Buldum başlıklarıyla, her okuyanı mutlak çocukluk yıllarına götüreceğine ve kısa da olsa hafif bir tebessüm, biraz da acı duygulu anlar yaşatacağına eminim.

 

Düğünde Bir An

 

“Yıl 1966 Eylül’ün ilk günleri…

 

Akşam oluyordu, güneşin etkisi yavaş yavaş kırılıyordu. Köyün karşısındaki mezarlığın biraz ilerisinde bulunan bahçelerdeki bağ damlarının birinde sünnet düğünü tutulmuştu”  işte esinlenmenin soluğu ve sanatın dili-derinliği! Öykü devam eder.

– Tebrik ederim Arga’yı kazanmışsın. En azından ‘teşekkür ederim’ ya da ‘sağ ol’ demeliydim. Hiç bir şey diyemedim öylece kalakaldım.

Süleyman öğretmen, kendisini tebrik eden gence karşı kendini borçlu hissetmesini bir sorumluluk duygusu içinde soluklandığı ve Akçadağ ilçesinin yatılı öğretmen okulunu kazandın yerine ‘Arga’yı kazanmışsın’ diyerek öykünün söylemini kısaltmıştır.

Akçadağ Öğretmen okulunu kazanmamış olsaydı ne olurdu? Kendi soluğuyla şöyle ifade ediyor; ” Birçok gencin yaptığı gibi gurbeti yol edecektim belki de…”

Yaşadığı köyünde gurbeti yol etmek iş için-ekmek için uzak illere gitmeyi kast edilir.

 

Hana Doğru

 

Akşamdan sabaha kadar uyumayan ve gecenin tek dirilişi olan, havanın ağarmasının ışığın karla olan ilişkisinde esinlenen sözcükler, aynı bölümde Hekimhan ilçesine gitmeye çalışan bir köylüyü bakın nasıl konuşturmuştur.

– Gııııııııııız eşeğin yemini az goymuşsun, bunuğnan Han’a geç sahatta varacağım? Haydı torbasını başından çıhar.

– Ula sende heybeyi getir gaz tenekesini içine goy…

Han’a gidilen yol boyu konuşturduğu köylüyü değişik sahnelere çıkarır.

– Böğün ıradyoda gene Gırbız’dan laf ettiler soyhanın derdi bitmeyi…

Ve devam eder.

– Benim yaşım yetti yeteli buralardan yayan gelip giderik. Sen eşeği sayma, zaten canı ne ki? Gar bol yağar da ayaz ederse eşek seni geğil sen eşeği götürürsün…”

Yukarıdaki söylemleriyle öyküyü zinde taşır. Öykünün son sahnelerine girerken Süleyman öğretmenin yine şiirsel bir bakış açısıyla;

– Uzayan Aybasan Düzü’nün bitiminde keskin balıksırtı kıvrımlı yola saptılar Taşhan’a ilerlediler hayvanlarını hanlara bıraktıktan sonra çarşıya dağıldılar kuşluk vakti geçmişti…

Süleyman öğretmenin; İnsanları, hayvanları ve doğayı sevme eğilimi, iyiliğe olan hayranlığı kendi doğasında vardır. Onları küçük yaşta solumuştur. Sezgileri keskindir, dokunmaya görsün dokundurma anlatacağı anı, öykü ve şiir olsun kısa kollu sazın yedi ulu perdesinin duygu dolu ritmiyle sizde onu solumaya başlarsınız. Anlamak sadece kulakla olmuyor bilirsiniz.

Her Sabah Her Sabah ya da; Yaşam Acılarla Başlar

Her çocuk doğarken ağlamaz mı?

Acı vardır diken acısı

Acı vardır ana-baba evlat acısı

Acı vardır sevda acısı.

Acı vardır kardeş arkadaş acısı

Hele de dost acısı.

Bir ailenin tek çocuğunun ölümüyle ilgili yazdığı dizeler derin bir aile acısını paylaşmanın en güzel ifadesi değil midir?

 

Ne de Olsa Hayvan

 

11 Aralık 1972. Görgü (Cafana) köyünde kırkbeş günlük pratik stajyerlik- öğrencilik döneminde arkadaşlarının okulun verdiği erzak ve yataklarını taşıma işini köyde bir eşek ile sorunu çözerler ve taşıma işi bittiğinde arkadaşlarıyla sohbete başlar.

– Bugün bize en çok kim yardım etti?

Yanıtlar;

– Muhtar/öğrenciler/Ramazan/Bayram ve soruyu soran şöyle dedi:

– Bize en çok yardım eden eşeği unuttunuz.

O dönemde toplumun en ağır yükünü taşıyan hayvanı unutmuyor ve hayvan sevgisini Han’a doğru öyküsünde de ifade etmişti.

 

Hasan Emmi

 

İnsanlarla ilgili karakterler oluştururken onun fiziki yapısını ve iç dünyasını nasıl karakterize ediyor. Aslında yazmanın en zor tarafı burasıdır. Keskin gözlemci olmayan bunu zor başarır. Bakın Süleyman öğretmen bunu nasıl başarıyor:

“Hasan emmi, gözler kısık kapalı gibi. Kaşlar kirpikler uzun uzun, bıyıkları sıvazlanmış, kabaca sakalı da uzamış, avurdu birbirine girmiş, çene ileride duruyor, sivri ve uzunca olan burnunun ucunda ter damlaları biriktirmiş, ağzında bir tek dişi yok, saçları dökülmüş ortasına doğru açılmış, başında mendilinin üzerine geçirdiği eski bir şapka, ayaklarında kara lastikler var. Eski ama sağlam olan gömleğini tersyüz ederek giydiği şalvarının içine sokmuş, ceketini de tersyüz ederek meşelerden birinin dalına asmış. Toprağı bir bebeğe öllük hazırlar gibi özenle yabancı dallardan, taşlardan temizliyor, sağ ayağını ileri atarak vuruyor kazmayı.”

 

 Televizyonu Nasıl Buldum?

 

Kitabın son bölümünde Televizyonu Nasıl Buldum yazısında önce bir betimlemeye köyü Ballıkaya’yı anlatır. Dağlarını, taşlarını, çaylarını ağaçlarını böceklerini kuşlarını tek tek sayar ve oluşumun dönüşümüne kaynaklık eden dere yatağından killi çamuru anlatır. O çamurla çocukluk yıllarında nasıl araba traktör ve traktör tekerleğinin şeklini vermesini, kendi oyuncağını doğadan nasıl temin ettiğini öz bu dille ifade eder.

 

“Öllüklüğe koştum. Az da olsa yeri ıslatmıştı yağmur. Yerden aldığım iki topak çamurla okul binasının yanına döndüm. Killi çamuru iyice yoğurduktan sonra radyo biçimine getirdim. Ön kısmını oydum, oyduğum yerin önünü çöplerle parmaklık haline getirdim. Son çöpü yerleştirmeden önce ölülükte yakaladığım ve her yerde “cır cır” diyerek ötüşen ağustosböceklerinden birini oyuk yere bıraktıktan sonra son çöpü de yerleştirdim. “Radyo”mun sağ yanına bir çöp geçirdim. Bu çöpün başına çamur yapıştırarak “düğme” biçimi verdim. Düğmeyi ileri geri itip çekerek böceğe dokundurduğumda, “cır cır” diye şarkısına başlıyordu. Bu buluşumla okulumuzun duvarının dibinde arkadaşlarıma bir “konser” dinletmiştim böylece. İlk programımda, geleneksel şarkıcı cırcırböceği, yani ağustosböceği vardı solist olarak. İlk dinleyicilerim de arkadaşlarımdı.”

İşte köyde büyümüş, köyden başka bir yeri görmemiş olan Süleyman Öğretmen, adını dahi duymadığı televizyonu böyle tasarlamıştı…

KAYNAK: Süleyman Özerol Hakkında (benbirsitus.wordpress.com, 07.08.2016).

 

Yazar: Ali TURA

TEK KİŞİLİK ORDU

TEK KİŞİLİK ORDU

 Sultan KILIÇ

Sanata, kültüre, doğaya, insana adanmış bir ömür. Çalışarak, üreterek kazanılan bir saygınlık… “Tek kişilik ordu” nitelemesini hak eden bir kişi Süleyman Özerol. Malatya sevdalısı sıfatını, bileğinin hakkıyla, beyninin ve yüreğinin gücüyle kazanmış bir değer. Birikimleri ve çalışmalarıyla genç kuşağa örnek olabilecek bir araştırmacı yazar…

Süleyman Özerol hocamı, uzaktan uzağa çalışmalarıyla tanıyordum. Yakından, ikinci karşılaşmamız olacaktı. Beş altı saat aralıksız sohbet ettiğimizi, sonradan fark ettim. Yaşadıklarını rahat, içten, doğal anlatıyor. Ben sorup kenara çekiliyorum. Hep dinliyorum. Kısa notlar alıyorum. Kendisi, notlarına bakmaksızın tek tek tarihleri ve adları söylüyor. Elli yedi yıllık bir ömür; sıradan olmayan; üstelik dolu dolu, üretken bir ömür. Benim Süleyman Özerol’dan dinleyerek aktardıklarım, bu ömrün iskeleti bile sayılmaz. Sıralama hatasız. Yine de: “Siz, sonra tarihsel sıralamayı yaparsınız. Ben geri dönüşlerle anlattım“ diyor tevazuyla.

Nüfusta 1 Kasım 1953 yazıyor. Babamın dediğine göre kışmış, Aralık ayının ortalarıymış doğduğumda. Malatya’nın Hekimhan ilçesine bağlı Mezirme (Ballıkaya) doğduğum köy, ilkokulu okuduğum köy.

Sanırım doymadığı köy. İki anlamda da doymamak… Yoksulluk da vardı mutlaka. Bunca yıl sonra yılın yarısını yaşamak üzere köye geldiğine göre, hasretine dayanılmayan bir köy. Mezirme, çocukluk özleminin simgesi Özerol için, diye düşünüyorum.

1 Ekim 2011 S. ÖZEROL.as

 

 İlkokul ikinci sınıftayken Arguvan’a gittim. Tabi gezmeye değil. Çok hastayım, üşütmüşüm; ebem beni doktora götürüyor. Arguvan’ da sağlık memuru olan köylümüz Seyfi Koç’un evine konuk oluyoruz. Seyfi Koç’la ebem beni doktora teslim ediyor. Doktor beni uzun uzun muayene ediyor. Hatta köylümüz olan sağlık memuru Seyfi Koç’un da stetoskopla göğsümü dinlemesini istiyor doktor. Ben çok önemsendiğimi düşünüyorum o an. Meğer kalbim sağdaymış. Bunun kötü bir şey değil de farklı bir özellik olduğunu düşünüyorum. Çocukken de böyle düşünmüştüm. Bana göre kalbin sağda oluşu oldukça farklı bir yapıydı. Latince’de “Sitüs Ünversüs” deniyormuş. Aslına bakarsanız, yalnızca kalbim sağda değil, tüm iç organlarım olması gereken yerin tersinde…

Bu doktorun Kemal Özmansur olduğu söylendi sonraki yıllarda. Yaklaşık yirmi yıl sonra da, seksenlerin başında ünlü Dr. Kemal Özmansur ile Emeksiz’deki muayene yerinde görüştüm ve 1962 yılındaki anımı anlattım; ama beni anımsayamadı.

Üşütmeme, hastalanmama gelince; suyla çamurla çok oynardım. Köy yerinde çocuk neyle oynar? Taş toprak, su çamur… Ellerim ayaklarım hep suda olunca sıkça hastalanırdım tabi. Çamur görünce dayanamazdım, illa bir şeyler yapardım. Değirmen, oluk, ev, traktör, hayvan ve insan modelleri yapardım. Killi çamur bahçemizin yanındaki derenin tabanında bulunurdu. Derenin tabanından aldığım killi çamuru bahçeye çıkarırdım. Değirmen yapardım çamurdan. Mısır sapından da çark yapardım değirmenime. Yaptığım değirmeni bahçemizden geçen sulama suyu ve değirmen arkına koyduğumda çarkı dönerdi. Traktör yapardım, tekerleri aynen gerçek traktör tekeri gibi olurdu. Islakken hayranlıkla baktığım eserlerime, kuruduklarında çatlardı. Emeklerime üzülürdüm o zaman…

İlkokul dördüncü sınıftaydım. Okullar yeni tatil olmuştu, haziran ayıydı. Kısa süreli bir yağmur atıştırdı. Okulun karşısında öllüklük vardı. Yağmur, öllüklükteki killi toprağı ıslatınca dayanamadım, oraya koşup aldığım ıslak kili başladım yoğurmaya. Çamurdan radyo yaptım. Yalnız, benim radyom değişikti. Radyonun içini oydum. Ön kısmına çöpten parmaklıklar dizdim. Yandan açma kapama düğmesi diye bir çöp yerleştirdim. Çamurdan radyomun içine de haber sunucusu ağustos böceğini yerleştirdim. Açma kapama düğmesi işlevli çöple ağustos böceğini dürttükçe sunucu böcek ötüyordu. Seyircilerim de arkadaşlarımdı. Yıllar sonra televizyonu görünce benim çamurdan yaptığımın, hiç görmediğim televizyon olduğunu anlamıştım. Televizyonu icat edenler de hayal güçlerinin sınırlarını zorlayan çocuklardı elbette. 1962 yılında benim çöpten çamurdan yaptığım, içine ağustos böceğini sunucu diye oturttuğum televizyonmuş meğer. O yıllarda değil Mezirme’de, Türkiye’de bile televizyon yoktu. Yaşadıklarımı, yani iz bırakan anılarımı “Televizyonu Nasıl Buldum?” adı altında kırk sayfalık kitabımda yayınladım, ilgi de gördü.

Çocukluğumdan beri el becerilerimde başarılıydım. Çamurdan motifler yapmanın yanı sıra, resimde de becerikliydim. Resim öğretmenlerim Nadide Pamir ve Bahattin Odabaşı resim bölümüne girmem için çok uğraşmışlardı. Ancak resim bana biraz pasaklı kirli bir uğraş olarak göründüğünden daha çok edebiyata yöneldim. Müzikten, şiirden, kitaplardan asla kopmadım. Güzel bağlama çaldığım, Arguvan türkülerini de güzel söylediğim söylenir… Arguvan türküleri üzerine şiirler bile yazdım, araştırma ve incelemeler yaptım, yayımladım; bu bağlamda çalışmalarım sürüyor.

İlkokuldan sonra 1966 – 1972 yılları arasında Akçadağ Öğretmen Okulu’nda parasız yatılı öğrenci olarak okudum.  Öğrenciliğimde de edebiyatla içli dışlıydım. Sürekli okumanın yanında artık yazıyordum da… Sınıf duvar gazeteleri hazırlardık. Hatta ben kişisel duvar gazetemi hazırlıyordum. Bir de üç arkadaş Hamza Sezer, Rıza Çelik ve ben Süleyman Özerol bir araya gelerek kendimizce dergi bile çıkarmıştık. Ödev kâğıtlarını dikey şekilde ikiye katlar, iç içe koyardık. Bir yazarın küçük çapta yaşamöyküsünü yazardık. Sanatçının fotoğrafını ben karakalem çizerdim. Minik dergimize adlar koyardık. Bu adlar, aynı zamanda şiirlerimin başlıklarıydı: “Birlik”, “Dirlik” “Köylü” “Karanlık Geceler”… Ödev kâğıtlarından yararlanarak hazırladığımız dergimizde, bir dergide olması gereken her şey vardı. Şiir, fıkra, bilmece, bulmaca, atasözleri, özdeyişler, Karagöz – Hacivat benzeri diyaloglar, yaşamöyküsü gibi türlere yer veriyorduk. Desenler, resimler çiziyorduk. O zamandan başlamışım meğer halk kültürünü araştırmaya. Kompozisyon yazma yarışmalarında derecelerim, ödüllerim oldu. Bunlar beni yüreklendirdi.

Öğretmen okulu bitince hemen atanıyorduk; mecburi hizmetimizi yapacaktık. Yıl içindeki notlar ne olursa olsun bitirme sınavları yapılırdı ve bu sınavlara göre değerlendirme yapılırdı. Şimdiki gibi sonradan eleme sınavları yoktu. Akçadağ Öğretmen Okulu’nu bitirince Urfa’ya atandım. 1972 – 1975 yılları arasında Urfa Merkez Yetiştirme Yurdu’nda çalıştım. İlk şiirlerim Urfa’daki yerel gazetelerde yayımlandı. Zengin fakir ayrımı yapıyor gerekçesiyle yayımlanmayan şiirimden birkaç ikisi:

 

İşe Bak

Milyarderin oğlu

Fukara babası olmak istemiş

Ama sonunda

Fukaralardan

Ekmek parası dilenmiş

(12 Ekim 1972)

 

“Kulluk” da “Tanrı’dan söz etmişim” diye yayımlanmamıştı:

 

Kul kulluğunu edenden sonra

Kul kula daha neden karışsın

Kul kalpten bağlı ise Tanrıya

Kul kula daha neden karışsın

 

 (12 Ekim 1972)

 

İlla şair olacağım diye bir iddiam yoktu; ama sürekli şiir yazardım.  O yıllarda İstanbul’da, Ankara’da Genç Şairler Antolojisi ve benzeri antolojiler yayımlanıyordu. 1972-1973 yıllarındaki antolojilerde kısa şiirlerim yayımlandı. O şiirlerime şimdi baktığımda gurbet temasının ağır bastığını görüyorum. Şiirlerimi şimdi de beğendiğimi düşünüyorum. Bana göre şiir anlamlı, anlaşılır olmalı. Şiir insanı düşündürmeli, daha çok da duygulandırmalı. Anlaşılan şiir, duygulandırabilir. Mesela, Nazım Hikmet’te ve Ahmet Arif’te sanat kaygısını fazla göremezsiniz; ama özle biçim mükemmel birleşmiştir. Bu da ustalığın ürünüdür.

1970’lerde siyası ortam çalkantılıydı, olaylıydı. Şimdi geriye dönüp bakıyorum, 1972’den sonra o dönemde fazla şiir de yazmamışım. Daha önceki gurbet teması bitmiş, yerini toplumsal tema almış. ‘Selam’ adlı şiirimde ülke sorunlarını dile getirmişim.

 

Selam size ülkemin

Anlatamadığım dertleri

Anlatanların yattıkları

Zindan köşeleri

 

Toplumsal şiirlerim azdır. Ve o dönemin gereği…

 

1963–1983 yılları arasında, hep roman okudum. Tüm dünya klasiklerini okudum diyebilirim. Türk Edebiyatından da Tanzimat, Meşrutiyet, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet Dönemi yazarlarının pek çok romanını okudum. Bunlar, yazmamda iyi bir temel oluşturdu benim için. Kısacası çok kitap okudum yetmişli yıllarda. Sinemayı da çok seviyordum. Hemen her hafta birkaç filme giderdim.

Köyümüz Mezirme’nin konumu da önemlidir. Mezirme, Alevi ocakları içerisinde önemli bir yere sahip olup,  Şah İbrahim Veli Ocağının dergâhı Kara Direk Tekkesi vardır köyümüzde. 1957’de üçüncü kez yapılmış, 1994’ten beri de yeni yerleşim yerinde hala eksiklikleri giderilmeye çalışılıyor. Kara Direk dergâhının dedelik kurumu, işlevini hiç yetirmemiştir. Suriye’den Karadeniz’e, Malatya’dan Ege’ye uzanan alanda talipleri vardır. Dolayısıyla deyiş, duvazimam, mersiye, semah ve bağlama kültürü, benim beslendiğim kaynaklardır. İlkokuldan bu yana bağlama çaldım. Çok usta olamadım; ama Arguvan türkülerini güzel çalar, söylerim. Bu bağlamda kültürel araştırmalarım kaçınılmazdı. 1988’de Malatya Görüş gazetesinde ‘Yenilenen Köy Ballıkaya’ adlı araştırma denemem 37 gün, 1989’da da 19 gün yayımlandı. Bu çalışmam bugün tamamlanmış durumdadır. Bu çalışmamda Şah İbrahim Veli ve Şah Veli Dede ile ilgili söylence, anlatı ve şiirleri de ilk kez yayınladım.

1972–1975 yılları arasında çalıştığım Urfa Yetiştirme Yurdu’ndan, Urfa’nın merkez Kısas köyüne atandım. Kısas köyü, Harran ilçesinin girişinde, 500 haneli Türkçe konuşan tek Türkmen köyüdür. 70–80 hane Sünni, kalanı Alevi’ydi. Güzel geçinirlerdi. Kırsal alanda etnik ayrım sorun değil zaten. 1974 yılında köyümüzden Tamam Ercan ile evlendik. 1975’te Ballıkaya’da oğlum Ozan dünyaya gelmişti. Yanımızda bir de kız kardeşim vardı. Kısas’ta tek odalı evde oturuyorduk. Avluya tuvaleti de ben yaptırmıştım.

Öğretmen, köyün her şeyiydi o zamanlar… Okul müdürlüğü görevini de üstlenince pek zamanım olmuyordu yazmaya, araştırmaya. Siyasi baskılar da olumsuz etkiliyordu. Kültür ve sanattan biraz uzaklaşmıştım. Çok okuyordum; ama araştırma, yayınlama işine ara vermiştim. Kısas’tan önce şiirime gurbet teması hâkimken, Kısas’ta kendimi gurbette hissetmiyordum. Köylü ile çok yakın ilişki vardı ve köyü, köylüyü her yönüyle, muhtardan daha iyi tanıyordum.

 

Siyası baskıların arttığı o dönemde bir de soruşturma geçirdim. Şikâyet edilmiştim. Müfettiş soruşturmaya, incelemeye geldi. Kitaplarımı da listelediler. Konyalı olan müfettiş Hasan Kök: ‘Sen Türk müsün?‘ sorusunu sormuştu bana. ‘Peki, bir Türk ile bir Ermeni söz konusu olsa hangisini tutarsın?” dediğinde de, “Hangisi dürüst ise onu tutarım”, dedim. “Olur mu? Türk’ü tutacaksın” demişti. Ben dürüst, ahlaklı olmayan insanı niye tutayım ki?” dedim ve böylece tartışmıştık. Dürüst olanı tuttuğum, çok kitap okuduğum ve bazı davranışlara karşı çıktığım için cezalandırıldım, o yıl terfi edemedim.

Soruşturma öncesinde de yetiştirme yurdunda çalışırken okul müdürü ile takışmıştık. Cahit Atay’ın “Pusuda” adlı tiyatro eserini daktilo ile çoğaltmada öğrencilerime yardımcı olacaktım. Öğrenciler, eseri sahneleyeceklerdi. Milli Eğitimden ve lisenin komisyonundan, “oynanabilir” onayı alınmış bir eserdi. Yurt müdürü, kitaba el koyup kitabı sobaya atmış. Bunu kardeşi söyledi, müdürle tartışmıştım. Milliyetçi cephe hükümetinin baskılarını yaşadım yani…

1979–1980 öğretim yılında Kısaslı 51 köylü ile arabalara doluştuk. Urfa Belediye Başkanı Feridun Yazar’ı makamında ziyaret ettik. Aslında bir baskındı bu. İş istemeye gitmiştik. Orada oturan iki kişiyi gösterdi, “Bunların da çocukları var, okuma yazmaları bile yok” dedi. “Kısas’ta 1929’da okul açılmış. Kısaslıların hepsi okuryazar; ama işsizler, bunlara iş istiyoruz” dediğimde gülmüştü. Oradan kalkıp sağlık müdürlüğüne gittik. Sağlık Müdürlüğü’nden eli boş döndük. Belediye 11 kişiye iş verdi. Sonra 1980 12 Eylül askeri darbesi oldu. Belediye Başkanı Feridun Yazar görevinden alındı, işçiler de işten atıldı.

1981 Nisan’ında Siverek’e sürgün edildim. Bu arada o değerli kitaplarımın birçoğunu sobada yakmak zorunda kaldım. 200 kadar kitabımı da toprağa gömdüm, böylece kaybettim. Bunlara çok üzüldüm… O dönemde kitaplarınız, gözaltına alınarak aylarca tutulmanız için kolayca gerekçe olabiliyordu. Yasak kavramı da yasaya göre değil, hükümetlere ve görevlilere göre idi. Özellikle Milliyetçi Cephe dönemlerindeki bu tutum ülkemize çok şey kaybettirdi.

Siverek’te 1981 baharında boşlukta kaldım. Zamanım çoktu artık. Kısas’ta kurtulduğum gurbet duygularım Siverek’te depreşti. Yine gurbeti yaşamaya ve yazmaya başladım. Saz çalmaya, Arguvan Türküleri söylemeye, hatta türküler üzerine şiirler yazmaya başladım. 40 yıllık sazım hala durur. Ankara’da yayımlanan ‘Antoloji Şiir Dergisi’nde ‘Bir gün Uyandığında’ adlı şiirim yayımlandı. “Antoloji”, güzel ve yararlı bir yayındı. Şemsi Belli, Yekta Güngör Özden, Halil Soyuer ve daha birçok şairin şiirleri yer alırdı. Her sayıda bir şair tanıtılırdı. Halk Ozanlarının şiirleri de vardı. O dergiyi şimdi çok önemsiyorum…

1983’te Ballıkaya ile ilgili araştırmalar yaparken köyümle ilgili şiirler yazmaya da başladım. Olay anlatımlı şiirler de yazdım. Kendimi hiç şair olarak görmedim. 1981’de Eskimalatya’nın Toygar köyünde göreve başladım. Bir yılı tam gün olmak üzere, dört yıl Toygar’da öğretmenlik yaptım. 1985 yılında Malatya merkeze yakın Toygar’ın bitişiğindeki Boran köyüne atandım. Müdür yetkilisi olarak aralık ayında okulu açtım. Okulun çevre düzenlemesini yaptım. Boran’da iki öğretmendik, birleştirilmiş sınıfları okutuyorduk. Ballıkaya ve çevresindeki köylerle ilgili araştırmalarım da sürüyordu. Ahmet Şentürk ve Mehmet Gülseren’in birlikte hazırladıkları “Malatyalı Şairler 3” kitabında kısa yaşamöykümle birlikte üç şiirim yayımlandı. Ballıkaya çevresindeki Alevi kültürü ve şairler, şiirleri ve hayat hikâyelerini derlemeyi de sürdürüyordum. “Geçmişten Günümüze Malatyalı Şairler” kitabında derlediğim şairlerden birkaçı yer aldı. Yani, “Ballıkaya ve Çevresindeki Ozanlar-Şairler” adlı dosyam hazır.

1988’de hazırladığım dosyayı 1999’da “Televizyonu Nasıl Buldum“ adıyla 40 sayfalık bir kitap olarak yayınladım. Bu kitapçıkta, yaşamımda iz bırakan olaylara ve öğretmen okulunda öğrenci iken yazdığım öykülere yer verdim. Malatya’da Görüş, Hamle, Yeni Haber, Malatya Olay gibi yerel gazetelerde ve Arguvan Olgusu, Anadolu Şiir adlı dergilerde halk kültürü konulu yazılarım yayımlanıyordu.

Malatya’nın yerel gazetelerinden Yorum gazetesiyle 1993 Kasımında tanıştım. İlk köşe yazımı, “İnce Düşünceler” adlı köşemde Yorum gazetesinde yazdım. Bu adı da bir üniversite öğrencisi okurumuz uygun görmüştü. Kim olduğunu anımsamıyorum. “Başkalarını Mutlu Edebilme Mutluluğu” idi ilk köşe yazımın adı… Bu başlık benim yaşam felsefemdi aslında…

Yorum gazetesi, yayın hayatına bir süre ara vermişti. Tansu Çiller’in 5 Nisan Kararları ülkemizi etkilemişti aslında. Yıların gazetesi Gayret bile artık çıkmıyordu. Bu sıralarda Yeni Haber gazetesinde yazdım.

1998 Mart ayında emekliye ayrılacağımı duyan Yaşar Karaaslan ile Ali Efter Ökdemir, Yorum gazetesini yeniden çıkarmamızı istediler. Malatya’da farklı bir gazeteye ihtiyaç olduğu düşüncesiyle öneriyi kabul ettim. Gazetenin sahibi Gazeteci Yaşar Karaaslan, yazı işleri müdürü de bendim. 2 Haziran 1998’de haftalık gazete olarak Eskimalatya’da Yorum gazetesi çıkmaya başladı. O zamanki Malatya Valisi Atilla Vural bize destek oldu. Gazetemize yazı bile yazdı. “Yorum” için dergi nitelemesini yaptığında, doluluğunu dile getirmişti.

 

Gazetemiz başlangıçta haftalık, daha sonra günlük çıkacaktı. Ancak günlüğe dönüşemedi, haftalık çıkmayı sürdürdük. Gazetenin ekleri özel günlerle ilgili oluyordu. Bazı aylarda kültür ve sanatla ilgili dergi (Yorum Kültür ve Sanat) ekliyorduk.

Cumhuriyetin 75. yıldönümü için Yorum gazetesine özel bir sayı hazırladık. Dergi boyutunda değil, gazete boyutunda 24 ya da 28 sayfalık bir ekti. Malatya’daki tüm resmi kurumlarla iletişim kurduk. Kurumları tanıtıcı kalıcı bir belge hazırlamıştık.

“Bunca yoğun çalışmanız, size para kazandırıyor muydu”, diyorum. “Gönüllü işçileriz. Bu işlerde gönüllülük esastır. Para kazanmayı şöyle bırakın, cebimizden harcıyorduk”, diyor.

 

Arguvan’la Sınırlı Kalmayacağımızı Belirtmiştik

 

Bir yandan da yaşlı kuşakla ve sanatçılarla da röportajlar yapıyordum. Bunlar gazeteye materyal oluyordu aynı zamanda. O sıralar hep Malatya’daydım. 2001 sonbaharından bu yana, yılın yarısında Ankara’da yaşadığımdan Malatya gündemini yakından izleyemiyorum. Ama uzakta da olsam pek çok kişiden daha ilgili olduğumu söyleyebilirim Malatya ile ama bu bana yetmiyor tabi. 2003 yılında TRT Türkiyenin Sesi Radyosunun Malatya programında gönüllü kültür adamlarımız ağırlıklı konuşmalar yaptım, Ankara’da bazı radyo ve televizyonlarda yayınlara katıldım.

 

Yorum gazetesi 15 yıl yaşadı…

 

1988’de merkez Yeşiltepe Ahmet Parlak İlkokulu’na Alt Özel Sınıf öğretmeni olarak atandım. Bir yılı Gazi İlkokulunda olmak üzere dört yıl alt özel sınıf okuttum. Alt özel sınıf, ayrı bir öğretmenlik becerisi gerektirir. Bu çocuklar, zekâ düzeyleri düşük, algılama ve öğrenme güçlüğü çeken çocuklardır.

Okulun dışında, uğraşılarım bitmiyordu. Bir yıl da Malatya Musiki Derneği’nde bağlama çaldım, koroda türküler söyledim. İl Milli Eğitim öğretmenler korosunda yıllarca yer aldım. Kent merkezinde oluşum, okuldaki görevimin yarım gün oluşu, sevdiğim uğraşlara zaman ayırmamı kolaylaştırıyordu. Müzik, kültür-sanat dernekleriyle daha sıkı ilişki içerisindeydim artık.

1988 sonbaharında Arguvan-Morhamamlı Antropolog Hüseyin Şahin ile tanıştım. Hüseyin Şahin’le tanışmam hayatımın önemli dönüm noktalarındandır. 1989’da Hüseyin Şahin’in önerisiyle Ballıkaya ile ilgili yazımı tamamlamak ve bazı derlemeler yapmak üzere Şubat tatilinde Mezirme’ye gittim, 1988 yazında Görüş gazetesinde yayımlanan “Yenilenen Köy Ballıkaya” yazım çerçevesinde Mezirme ve çevre köylerdeki Abdal Musa Geleneğini araştırdım. Abdal Musa ile ilgili söylenceleri ve deyişleri derledim. Mezirme’deki genel yemek kültürünü de derlediklerime ekleyerek yazdım.

1991’de Hollanda Utreit Üniversitesi İslamiyet ve Şiilik Kürsüsü Profesörü Frederic de Jong ile tanıştım. Bir yıl sonra Prof. Frederic de Jong, Malatya’ya geldi. Evimde konuk oldu. Bana kitaplarını armağan etti. Prof. F. Jong kendini Alevi olarak kabul ediyordu. Aleviliği, Aleviliğin felsefesini özümsemişti. Kendine Ferit adını uygun görüyordu. Güney yarım küre hariç dünyanın pek çok ülkesini gezerek Aleviler ve Alevilik konusunda araştırmalar yapmıştı. Hollanda’da üniversitedeki derslerinin dışında 200 kişiye Alevilik konusunda özel dersler veriyordu. Birlikte Gürgür Dede (Yusuf Çalışkan)’nin evine de gitmiştik. Çok yakın akrabamız olan Gürgür Dede oldukça zeki ve birikimli bir Alevi dedesiydi. Hatta bana, “Yeğen sana her şeyi anlatam, yaz, bir kitap hazırla, kapağına da foturafımı koy, herkes alır” demişti. Bana anlatmak istediği Alevilikle ilgili geleneklerdi. Ancak 1999 yılında aramızdan ayrıldı, bu da gerçekleşemedi. Prof. F. Jong ile yazışmalarımız yıllarca sürmüştü. Birkaç yıl önce aramızdan ayrıldığını öğrendim.

Prof. F. Jong’dan yararlandığım gibi İlhan Başgöz’den de çok yararlandım. 1986’da Fuat Bozkurt ile Amerika İndiana Üniversitesi’nde öğretim üyesi Prof. Dr. İlhan Başgöz, bizim köye, Mezirme’ye geldiler. İlhan Başgöz sabaha kadar “Yenilenen Köy Ballıkaya” dosyamı okudu, benden Nasrettin Hoca fıkraları derlememi istedi. Bizim köyün bakış açısının, kültürünün etkilerinin yansıdığı Nasrettin Hoca fıkralarını derledim, kendisine gönderdim. İletişimimiz yıllardır sürüyor.

“Yenilenen köy Ballıkaya” çalışmam için Nedim Şahhüseyinoğlu, beni Celal Yalvaç’a yönlendirmişti. Derlemelerim Görüş gazetesinde yayımlandı. Yılların gazetecisi Celal Yalvaç da beni yüreklendirdi: “Senin gibi birkaç kişi kendi köylerini tanıtsa, Türkiye’nin kültürel haritası ortaya çıkar.” diyerek beni araştırmaya özendirdi.

1983 yılından itibaren topladığım Arguvan türküleri kasetlerini 1988-1993 yılları arasında defalarca dinleyerek türkü sözlerini yazdım. 1993’te Antropolog Hüseyin Şahin’e, Arguvan türküleriyle ilgili çalışmamı kitap olarak bastırmak istediğimi söyledim. O da daha geniş bir çalışma yapılmasının uygun olduğunu söyledi, birlikte çalışmayı önerdim, kabul etti ve böylece Hüseyin Şahin ile on yıldan fazla kadar sürecek olan bir çalışmayı başlatmış olduk. Arguvan türkülerinin başka yöre türküleriyle karşılaştırılması, ozanların şiirlerinden türkülere girenlerin belirlenmesi, bazı türkülerin öyküleri, simgeler ve motifler, türkü metinleri, notaya alınanlar, söyleyenlerin yaşamöyküleri, fotoğrafları… Oldukça geniş kapsamlı ve halk bilimi açısından bir deneme hazırlıyorduk.

1990- 2003’te Arguvan Türkü Festivali’ne, Arguvan Türküleri konulu panele panelist olarak davet edildik. Panelde Dr. Hasan Basri Kılıç, Gani Peşken, Arif Sağ, Hüseyin Şahin ve Süleyman Özerol ilk türkü panelinde sunum yaptık. Kitabımızın hazır olduğunu; ancak kitabı kendi olanaklarımızla bastırmamızın mümkün olmadığını anlatarak yardım istedik. Arguvan ve Köyleri Eğitim Kültür Vakfı Başkanı Sadık Kayhan, bize basım için söz verdi. Kitabın kapak tasarımını Seyrani Uğurlu, karşılık beklemeden üstlendi. H. Sinan Mete tarafından on altı Arguvan türküsünün notası hazırlanmıştı, onları da kitaba ekledik. Türkü söyleyen yüze yakın sanatçının fotoğrafını bularak kitaba koyduk. Yedi yüz sayfayı aşkın bu kitap, 2004 yılında vakfın yararına olmak üzere Vakıf tarafından bastırıldı. Festivalde Vakıf adına iki yüz kitabı imzalayarak sattık. Bazı sorunlardan dolayı kitap, kitapçılarda satışa sunulamadı. Bu nedenle de kitabımız çok tanınamadı. Ancak Arguvan türkülerinin araştırılmasında, tanınmasında mutlak etkisi olduğu gibi kalıcı bir başvuru kaynağı oldu. Dolayısıyla Arguvan kültürü konusunda çalışma yapanlar, bize yöneldiler.

 

Arguvanlılardan yakınıyor Süleyman Özerol

 

Yıllarımızı verdik. Arguvan kültürüne katkıda bulunduk, karşılık da beklemedik. Yalnız, ilginç bir durum var. Sanki Arguvan’ı Arguvanlılardan başkasının incelemesi, araştırması yakışık almazmış ya da yasakmış gibi tavırlarla karşılaştık. Bazı Arguvanlılar, nasıl desem, yapılanı yerle bir etme, köstekleme tavrı gösterdiler. Kırıldım kendi adıma, soğudum, uzak duruyorum artık. Biraz da başkaları çalışsın, diyorum.

Arguvan türküleri, Arguvan kültürü konusunda çalışmak isteyenlerin başvuru kaynağı biziz. Umarım bizden daha yeterlilerini, daha çok çalışanları görürüz. Şimdilik dergi yoluyla çalışmaları kalıcı kılmaya çalışıyoruz.

On yıldır yılın yarısını Malatya’da yarısını da Ankara’da geçiriyorum. Buna karşın Malatya’dan hiç de uzak kalmıyorum. Ankara’da da sanatla sanatçılarla iç içeyim. Orada, daha çok Malatya kültürüne yakın duruyoruz. Ankara’daki kültür-sanat etkinliklerini habere dönüştürerek Malatya basınına gönderiyorum. Ankara’daki yazar, şair, ressam, gazetecilerin yaşamöykülerini derliyorum.

Malatyalı ses sanatçısı Sami Kasap öldüğünde İsmet Yalvaç aradı, www.malatyahaber.com için bir yazı hazırlamamı istedi. Sami Kasap’ın yaşamöyküsü yoktu! Sanatçılarımızın birçoğunun da yaşamöykülerinin eksikliğini fark ettim. Yine fark ettim ki sanatçılar sağ iken bile sağlıklı bilgi toplamıyoruz. Şu anda Sami Kasap hakkında yeterli bir çalışma yapılabilmiş değil. Sanatçılar öldükten sonra çevrelerinden çok sağlıklı bilgiler alınamıyor. Malatyalı Fahri Kayahan, Sami Kasap ve Hakkı Coşkun hakkında sağlıklarında yeterli bilgiler toplanmadı. Bu, büyük eksikliktir bence…

“Malatya’nın Gönüllü Kültür Adamları” adlı bir dosya oluşturdum. Bu kapsamdaki dosyalarımdan Dirençli Eğitimci, Örgütçü ve Araştırmacı H. Nedim Şahhüseyinoğlu adlı kitabı hazırladım. Kitap 2009 yılında yayınlandı. Kitabın yayınlanmasında Bülent Şahhüseyinoğlu destek oldu. “Babamın Şiirleri”ni hazırlamıştım. Bu kitabım da kızım Gül’ün desteğiyle basıldı. Yani 2009 yılında iki kitap birden yayınlamış oldum.

14 Mart 2004’te Malatya Gazeteciler Derneği (MAGDER), Malatya kültürüne ve Toplumsal Yaşamına Katkılarımdan dolayı beni ödüle layık gördü. 24 Aralık 2009’da da Türk Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu tarafından, Türk Halk Kültürüne hizmetlerimden dolayı ödüle layık görüldüm.

Bu güz yayınlanmak üzere hazır olan iki çalışmam var. “Yenilenen Köy Ballıkaya” kendi köyümle ilgili.  “Ozan Kul Emici” ise, Hekimhan Başkınık köyünden İbrahim Emici’nin şiirleri ve sanatı üzerine. Hazırladığım bu kitabın basımı da sanatçı Muharrem Temiz’in desteği ile gerçekleştirilecek.

Eşim Tamam hanımla sevgi, saygı ve dayanışma ile iki çocuğumuzu üniversitede okuttuk, biri okuyor. Oğlumuz Ozan Ballıkaya 1975 doğumlu. Filipinli gelinimiz ve iki de torunumuz var. Filipinli gelinimizin Katolik oluşu hiç sorun yaratmadı. Torunlarımızın da ikişer adları var (Mert Braınn, Ian Deniz). Adlarından biri baba, öteki de ana kültüründen. Bizde özgürlük temeldir. Herkes kendi dilini serbestçe kullansın, kendi dinini de istediği gibi yaşasın. Özgürlük düşüncesinin yanında da hoşgörü elbette…

Kızımız Gül 1977 Urfa- Kısas doğumlu, Hollanda’da Twente Üniversitesinde Öğretim görevlisi, doktorasını da yapıyor. Oğlumuz Yazar da 1983 Malatya doğumlu, Ankara’da hem öğrenci, hem çalışıyor.

1993’te radyo programları hazırlayıp sunuyordum. 1997 yılının sonuna kadar Malatya’da Radyo Fon’da haftanın üç günü, kültür- sanat programı hazırlayıp sundum. 1997-1998 öğretim yılında bir özel dershanede Türkçe öğretmeni olarak çalışıyordum. Bir yandan da okuldaki sınıf öğretmenliğimi sürdürüyordum.

1995’ten itibaren de yerel televizyonlarda Yıldız Müzik Merkezi ve Evrensel Müzik Merkezi’nin destekleriyle müzik, kültür, sanat programlarında yer aldım. Ayrıca diğer televizyonlarda da programlara konuk oldum. Programlarda saz çalıp türkü de söyledim, söyleşiler de yaptım. Öte yandan Malatya’daki Güneş TV’nin Amatör Türk Halk Müziği Yarışmasında seçici kurul başkanlığı yaptım. Bu yarışmalar, halk müziğinin sevdirilmesi ve yaşatılması açısından güzel şeylerdi. Gençler halk müziğimiz doğrultusunda yönlendirildi ve yüreklendirildi. Bunlardan bazıları şimdi sanatçı, öğrenci, akademisyen…

1995’te Radyo Fon’da şiir yarışması düzenlendi. Şiir yarışmasının da seçici kurulunda görev aldım. Dereceye layık görülen şiirleri daktilo ederek basıma hazırlamıştım. Sonra, bu güzel şiirler Radyo Fon tarafından kitap olarak bastırıldı. O yarışma da güzel bir etkinlikti.

1995’te Güneş TV’de katıldığım ilk programda bütün bu çalışmalarımı kastederek: “Tek kişilik orduyum“ demiştim. Biraz haklıyım sanırım. Hemen her türlü el becerim vardır. Heykel yaparım, resim yaparım, saz çalar türkü söylerim, araştırma ve derleme yaparım; hikâye, deneme, şiir yazarım… Bir yandan da öğretmenliğimi sürdürürüm. Gazetelere, dergilere, radyo ve televizyonlara katkıda bulunurum çalışmalarımla. Televizyon programından sonra, “Tek kişilik orduyu merak ettim”, diyerek bir izleyicimiz görev yaptığım okula geldi. Ağınlı İsmail Nazım Beydenir güzel klarnet çalar, halk kültürü derlemeleri yapar, nota bilgisine sahip biriydi. Çok kültürlü olmasının yanında çok da küfürlü konuşurdu. Ülkemizi geri bıraktıranlara, yobazlara idi küfürlü konuşmaları daha çok… İsmail Nazım Baydemir, “Yöresiyle Ağın” adlı bir de kitap çıkardı. Böyle ilginç insanlarla ilginç pek çok anımız oldu.

Son on yıldan buyana kış dönemi Ankara, yaz dönemi Malatya’da hala “Tek kişilik ordu” gibi, ama birçok dostlarımla birlikte çalışmalarımı sürdürüyorum. 1998 yılından buyana Yaşar Karaaslan’ın sahibi olduğu Malatya Yorum gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü sürdürüyorum. 2009 Eylülünde de Seyrani Uğurlu’nun sahibi olduğu “Arguvan Yolu” adlı derginin yazı işleri müdürlüğünü üstlendim. Arguvan odaklı ve halk kültürü ağırlıklı dergimizde tüm Malatya’nın kültür-sanat iklimini barındırmaya özen gösteriyoruz. Saplanıp kalmayacağız, Malatya’nın her yöresi ile ilgili yazılara yer vereceğiz.

KAYNAK: Sultan Kılıç / Tek Kişilik Ordu (Arguvan Yolu, Sayı 9, 2010).

Yazar: Sultan KILIÇ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör